Hldlniava V l h o n I n, I,1 V a hjhvi 3a I o I l n V 31 V h fi 11 fi



Yüklə 8,43 Mb.
səhifə12/147
tarix27.12.2018
ölçüsü8,43 Mb.
#86791
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   147

Namık Kemal

Nazım Timuroğlu arşivi

millette ümid ettiğim feyzi/Yazılsın seng-i kabrimde vatan mahzun, ben mahzun mısraları yazılıdır.

Namık Kemal Tanzimat Batıcılığının da kurtuluş olmadığını anlayan Yeni Osmanlılardandır. Vatansever ve hürriyetçi düşünceleri, şiirleri dahil bütün yazdıklarına ve tüm hayatına damgasını vurmuştur. Meşrutiyetçidir, hürriyetçidir, milli ve İs-lami değerler temeli üzerinde bir uygarlaşmadan yanadır. Eski toplumsal yapıya uygarlık aşısı Namık Kemal'e göre anayasa ve eğitim yoluyla yapılacaktır. Ömrünün son yıllarında umudunun büyük ölçüde söndüğü ve mezarında yazıldığı gibi "mahzun" öldüğü söylenebilir.

Namık Kemal'in sağlığında toplanıp kitap haline getirilmemiş pek çok şiiri vardır. Çok genç yaşlardan itibaren divan şairlerinden esinlenerek yazdıklarının yanında, onu "vatan şairi" olarak tanıtan şiirleri 1862 sonrası ürünleridir. Siyasal mesajını iletmekte en etkili tür olarak gördüğü tiyatro eserleri arasında Vatan Yahut Silistre, Akif Bey, Celaleddin Harzemşah, Gülnihal en önemlileridir. İntibah ve Cez-mi romanlarında, psikolojik ve tarihi roman türlerini dener. Tarih yazıları, biyografiler yazmış, yorumlu bir Osmanlı tarihi üzerine çalışmıştır. Dergi ve gazetelerde yazdığı yazılar çeşitli derlemelerde toplanmıştır. Kendisinden sonra gelen Jön Türkler ve aydınlar üzerinde etkisi büyük olmuştur.

İSTANBUL


NÂMÎ

(1840 ?, İstanbul -1869 ?, İstanbul) Ermeni harfleriyle Türkçe basılmış divan ve âşık tarzı şiirleriyle tanınan aşuğ.

Asıl adı Agop'tur. Kumkapı'da doğdu. Heretik Hoca diye tanınan ve Mesrûrî mahlasıyla yazdığı Türkçe şiirleri de bulunan Reteos Kirkoryan'dan (1819-1904) özel olarak Türkçe, Arapça ve Farsça dersleri aldı. Çeşitli meslekleri denedikten sonra marangozluk ve mobilyacılığı tercih edip Beyoğlu'na yerleşti. Genç yaşta âşıklığa heveslenerek, İstanbul'a yerleşmiş olan Bursalı Serverî'ye(-+) çırak oldu. Aşıklık sanatının o dönemde kabul görmüş, tür ve söyleyiş özelliklerini bu şairin yanında öğrendi.

19 yaşında evlenen Agop Nâmî, İstanbul'un çeşitli semtlerindeki âşık kahvelerine devam ederek fasıllara katıldı. Kısa sürede büyük bir ün kazandı, meydan şairleri arasında üstatlığa yükseldi ve ustası Serverî'yi geçti. Önce çiçek, ardından da tifoya yakalanan Nâmî, 29 yaşındayken öldü.

19. yy aşuğları, bu yüzyılın okuryazar âşıklarının geliştirdiği biçim ve söyleyiş özelliklerini aynen benimsemişler, Nâmî de bu yoldan giderek yer yer Osmanlıca kelime ve söz öbeklerine şiirlerinde yer vermiştir. Aruzla söylediği şiirlerde ölçü yanlışlığına fazla rastlanmaz. Bîdârî(->) mahlaslı Mihran Arabacıyan tarafından derlenen ve ilkin Divanı Belağet-unvanı Namiyi Merhum (1877) adıyla yayımlanan, daha sonra bazı eklerle

Ermeni harfli Türkçe Divançeyi Namii Merhum'un iç kapağı. Nuri Akbayar koleksiyonu

NamiiMerhum (1887) adıyla yeniden basılan Ermeni harfleriyle Türkçe kitap, Nâ-mî'nin şiirlerini günümüze getirmiş önemli bir kaynak özelliği taşır. Eserin ikinci basımında yer alan 86 şiirden 44'ü divan, 21'i koşma, 8'i gazel, 6'sı semai, 3'ü kalender, 3'ü destan ve l'i tahmis başlığını taşımaktadır.

Nâmî'nin şiirleri arasında doğrudan doğruya İstanbul'u ilgilendiren "Dasitanı İstanbul / der Vasfı Kolera ve Harikı Hoca Paşa ile Kalata" başlıklı bir destan bulunmaktadır. 54 dörtlükten oluşan bu destanda İstanbul çeşidi yönleriyle övülür (1-7. dörtlük), Abdülaziz'e kadarki Osmanlı padişahlarının adları anılır (8-17. dörtlük), Abdülaziz döneminde (1861-1876) peşpe-şe yaşanılan Galata yangını (18-26. dörtlük), kolera salgını (27-41. dörtlük) ve Ho-capaşa yangını (42-54. dörtlük) söz konusu edilir.

Nâmî'nin diğer destanlarından "Dasitan/ der Hakkı Sarhoş ile Ayık" geleneksel de-yişmeli destan türünün ilginç bir örneğidir. 28 dörtlükten oluşan bu destanda sarhoş ve ayık kendilerini över ve hallerini arz ederler. "Dasitan / der Hakkı Mirzo Reyis" ise Beyoğlu'nda yaşayan ve asıl adı Kir-kor olup Mirzo diye anılan bir tulumbacının ölümü üzerine söylenmiştir. 21 dörtlükten oluşan bu destanda Mirzo Reyis'in takımıyla bir yangına gidip geldikten sonra bilinmeyen bir sebepten ölüşü, kendi ağzından acıklı bir dille anlatılmıştır.

19. yy'da İstanbul'da yetişen ve Türkçe şiirler söyleyen Ermeni aşuğlar arasında, genç yaşta ölmesine rağmen haklı bir ün kazanmış olan Nâmî için ustası Serverî 34 dörtlükten oluşan bir destan söylemiş, hakkında bilinenlerle kendi duygularını dile getirmiştir.



Bibi. Serveri, Diyançe-i Serveri Efendi, (haz. M. Arabacıyan), İst., 1889; Ahmed'Rasim, Mu-

harrir Bu Ya.', İst., 1926, s. 255; V. L. Salcı, "Kızılbaş Şairleri-XH", HBH, S. 108 (1. Teşrin 1940); M. H. Bayrı, "İkrarî ve Sabrî", Folklor Postası, S. 4 (Ocak 1945), s. 6-8; Bayrı, istanbul Folkloru, (1972), 85, 88-89; M. S. Koz, "19. Yüzyıl Aşuğlarmdan Nâmî ve Divançesi", IV. Uluslararası Türk Halk Edebiyatı Semineri (Bildiriler), Eskişehir, 1991, s. 231-235; ay, "19. Yüzyıl Aşuğlarmdan Nâmî'nin istanbul Destanı", Prof. Dr. Saim Sakaoğlu'na 55. Yıl Armağanı, Kayseri, 1994, s. 272-282; A. T. Kut, "Ermeni Harfleriyle Türkçe Basılmış Şarkı ve Kanto Mecmuaları", Müteferrika, S. l (1993) s. 24-25.

M. SABRİ KOZ



NARGİLE

Eski İstanbul kahvehanelerinin vazgeçilmez öğelerinden birisi de nargileydi. Nar-gile'nin, İstanbul'a IV. Murad döneminde (1623-1640) geldiği kabul edilir. 19. yy'da Beyazıt'ta müşterilerine yalnızca nargile veren "nargileciler kahvesi" de bulunuyordu. Bu türden kahvehanelere aynı semtte bugün de rastlanılmaktadır.

Türkler Ol nedir su içinde seslenir / Leblerimin busesine yaslanır /Dem çeker yanar tüter hem sinesi / Üfledikçe gark olur sefinesi, biçimindeki bir İstanbul bilmecesine de konu ojan nargile yapımında da büyük beceri göstermişlerdir. Billurdan beyaz ve renkli şişeler, gümüş çiçekli ve meyvelerle süslü başlıklar ve yaldızlı toprak lüleler en çok İstanbul'da imal edilmiş nargile parçalarıdır. Bazen şişesi bile gümüşten çok zarif nargileler yapılmış, marpuç ucuna takılan ağızlık yapımında kehribarların en iyisi kullanılmıştır. Keçi memesi adı verilen ucu çavuşüzümü biçiminde ortasına doğru kalmlaşarak tekrar incelen ve zamanla kırmızılaşan eski yekpare kehribar ağızlıklarla, ucu palamut biçiminde olup ortası altın kakmalı yeşimlerle süslü, eteği yine kehribardan

Eski bir fotoğrafta nargile içen kadın. Images d'Empire, İst, 1993



NARH

46

47

NARMANIIHANI

Eski Galata Köprüsü'ndeki nargile kahvesi. Nurdan Sözgen, 1990/Onyx

olan ağızlıklar İstanbullu ustaların eseridir, iki ya da üç kişinin birden kullandığı aynı nargileye bağlı, ikişer-üçer marpuç-lu nargileler bile vardır. Yakın dönemlerde Beykoz ve Yıldız Çini fabrikalarında gerçek birer sanat eseri olan nargileler yapılmıştır.

Nargile lüle, gövde, marpuç ve ağızlık gibi kısımlardan oluşur. Bu parçalan yapan ustaların bulunduğu yerler mar-puççular, imameciler, lüleciler/takatuka-cılar gibi ayrı çarşılar oluştururdu. Mar-puççular, Mahmutpaşa'nın alt başında bugün de aynı adla anılan yerde çalışırlardı. Renk renk meşinleri iki parmak eninde şerit gibi kesip nevrekân dedikleri, kendilerine mahsus bıçakla tıraş ettikten sonra çirişleyip uzun demir çubuklar üzerine iyice sardıktan ve üstüne sarı ince telleri helezonik biçimde sarıp kuruttuktan sonra, içindeki demir çubuğu çekince ortaya çıkan hortum nargilenin marpucu olurdu. Tophane'de Kılıç Ali Camii'ni geçip Kapıiçi'ne giderken sağ tarafta Lüleciler Çarşısı başlar ve Hendek denilen yere, yani Kumbaracılar Yokuşu'nun alt başına kadar devam ederdi. Buralarda, özel bir topraktan lüleci çamuru hazırlanır; sonra da çeşit çeşit, her boyda çubuk ve nargile lüleleri yapılırdı (bak. lülecilik).

Nargile tiryakileri kahvecilerin hazırladığı nargileyi hemen içmezlerdi. Kollarını dirseklerine kadar sıvar, nargilenin sürahisini, lülesini, marpucunu bizzat ovuşturarak temizler, sürahisine suyu kendisi koyar, lüleyi kendi doldurur, kendi ateşler, hattâ bazıları marpuç başlığını ağızlarına değdirmemek için bir kâğıt parçasını zıvana gibi başlığın deliğine sokmuş olduğu halde içerlerdi.

Tiryakiler, nargile içmenin dört şartı olduğunu kabul ederler. Bunlar birbiriyle kafiyeli olarak "maşa, meşe, köşe ve Ayşe" biçiminde sıralanır. Maşa olmazsa nargile içmenin keyfi olmaz. Tömbekinin üze-

rindeki ateşi ayarlamak, nargile içiminde bir zevktir. O nedenle maşa gereklidir. Meşe, bu ağacın kömürünü anımsatmak içindir. En iyi ve dayanıklı ateş meşe odununun kömüründen olur. Nargile içen mutlaka bir köşeye çekilir. Ortalık yerde oturup nargile içilmez. Ayşe ise nargile içene hizmet eden kimse demektir.

istanbul'da nargile içenlerle ilgili olarak bazı sözler de yaygınlık kazanmıştır: Nargile içenin yanma şeytan gelmez (çünkü nargile içen kimse oturduğu yerden geç kalkar); nargile içenin evine hırsız girmez (çünkü nargile içen sürekli öksürür, hırsız tarafından uyanık olduğu sanılır); nargile içen zengin olur (çünkü masrafsızdır); nargile içeni köpek ısırmaz (çünkü tütün kokar) ve nargile içen hekime muhtaç olmaz (çünkü çok yaşamaz). Günümüzde nargile kahveleri ve nargile tiryakilerinin sayısı azalmıştır, istanbul'da küçük minyatür nargileler artık turistik eşya satan dükkânların raflarında yer almaktadır. İstanbul'da yine Beyazıt çevresinde nargile kahveleri bulunmaktadır. Günümüzün en tanınmış nargile kahvesi Çorlulu Ali Paşa Medresesi'ndedir.



Bibi. Büngül, Eski Eserler, II, 28-30; P. Lecom-te, Türkiye'de Sanatlar ve Zenaatlar, İst., 1973, 184-188, 193-194; Ali Rıza, Bir Zamanlar, 69-72; S. Birsel, Kahveler Kitabı, Ankara, 1983; A. E. Bozyiğit, "Nargile", Ziya Gökalp Dergisi, S. 58 (1990); Musahibzade, İstanbul Yaşayışı (1992), 187, 189, 194.

ALİ ESAT BOZYİĞİT



NARH

Bir mal veya hizmet için yetkili makamlarca tespit edilen fiyat. Fiyatların başıboş kalmasını ve spekülatif yükselişleri önlemek için başvurulan bir yöntemdir.

Her dönem kalabalık bir kent ve yüzyıllar boyunca başkent olmuş İstanbul'da narh müessesesinin özel bir yeri ve anlamı vardı. Fiyatlar Osmanlı döneminde de sürekli artma eğilimindeydi. Özellikle kıtlık-

lar(-»), doğal afetler(->), savaşlar, kuşat-malar(->) sırasında fiyatlar artar; haksız kazanç eğilimleri şiddetle kendini duyururdu. Kalabalık bir kent olan İstanbul'da, bir yandan kentin iaşesini(-0 sağlayabilmek, öte yandan nüfusun ihtiyaçlarını, halkın galeyana gelip karışıklık çıkmasını engelleyecek şekilde giderebilmek önemliydi. Sarayın ve ordunun büyük ihtiyaçlarının sağlanmasında da hazinenin fazla yara almaması ve büyük açık vermemesi için fiyatların sürekli denetim altında tutulması gerekiyordu. Bu yüzden İstanbul'da 19. yy'ın ikinci yarısına kadar çok sıkı bir narh uygulaması vardı. Her türlü mal ve hizmet, yani gerek fiyat gerekse ücretler en ince ayrıntısına kadar tespit edilmişti.

Narh olağan veya olağanüstü durumlarda yeniden belirlenirdi. Ramazan öncesinde, genel olarak şaban ayında; turfanda sebze veya meyve dönemlerinde, ilk kuzu kesimlerinden önce, süt ve sütten yapılan gıda malzemesi için ilkbahar ve sonbaharda yeni narh fiyatları tespit edilirdi. Doğal afetler, kıtlıklar, savaşlar, paranın ayarının bozulması gibi olağanüstü durumlarda da narh tespiti yeniden yapılırdı.

İstanbul'da narha her zaman önem verilmiş, kentin fethedilmesinden sonra ilk işlerden biri esnafın denetlenmesi ve narh konması olmuştu. Evliya Çelebi, fetihten sonra Vezirazam Mahmud Paşa'mn, çarşamba günü şehri dolaşarak Yemiş İske-lesi'nde bütün çarşı esnafını toplayıp meyvelere narh koyduğunu, daha sonra sebze-haneye ve salhaneye de uğrayarak sebze ve et fiyatlarını belirlediğini nakleder.

Narhın tespiti, bazı olağanüstü durumlarda doğrudan padişah fermanlarıyla, hatt-ı hümayunlarla olmuşsa da, bu konudaki asıl görevli ve yetkili kadılardı. Narh tespiti, İstanbul kadısının göreviydi (bak. İstanbul Kadılığı). İstanbul kadısı fiyat değişikliği ihtiyacını, nedenleriyle birlikte sadrazama bildirir, sadrazam padişaha başvurur ve ondan ferman aldıktan sonra kadıyı narh tespitinde yetkili kılardı ya da kadının önerdiği fiyatı onaylardı. Kadı narh tespitini kendi kafasına ve takdirine göre yapmaz, narh konacak malla ilgili esnaf loncasının şeyhi, kethüdası, yiğitbaşı, o malın bilirkişisi (ehl-i hibre), muhtesib (bak. ihtisab) ve narh konacak malla ilgili çeşitli kişiler tespit sırasında hazır bulunurlardı. Amaç tüketiciyi korurken esnafın da darlık yaratacak bir haksızlığa uğrama-masıydı. Narh tespit edilirken "getürücü" ve "mukim" için iki ayrı fiyat verilirdi. Malı getiren perakendeciye, toptancı narhından satar, perakendeci ise "mukim" narhını uygulardı. Narh fiyatları belirlendikten sonra, esnaf bu fiyatlardan satış yapacağını taahhüt ederdi.

Bütün İstanbul'da satış tek bir narh fiyatı üzerinden yapılırdı. Narh fiyatları İstanbul kadısı tarafından Bilad-ı Selase(->) kadılıklarına bildirilirdi. İstanbul'da konan narhların bazen bir örnek olarak çevredeki kentlere de gönderildiği olurdu. Narhlar kadılar tarafında seri sicillere işlenir, bunlara "narh defterleri" denirdi.

Narh bir kez konduktan sonra sıkı biçimde denetlenirdi. Narhın denetleyicisi sadrazamdı. Çarşıyı, pazarı, tüm mallan ve piyasayı kontrol etmek, sadrazamın başlıca görevleri arasındaydı. Sadrazama bu konuda kadı yardımcı olurdu. Ama gerçek ve fiili yetki muhtesibindi.

Sadrazam kalite ve narh kontrolü için, yanına İstanbul kadısı, yeniçeri ağası ve muhtesibi alarak kola çıkardı (bak. kol gezmek). Bu kortejde, hepsi kendi tören giysileri ve aletleriyle ve belli bir hiye-rarşik düzende yoldaşlar, subaşı (süpürgesi ile), asesbaşı (perişanî ile), Dergâh-ı Ali çavuşları, çavuşbaşı, yeniçeri ağası, kapı kethüdaları (ikişer ikişer), aynı sırada mumcular, keloğlanları, yine aynı sırada satırlar, saraçbaşı, terazi taşıyan; önlerinde ihtisab ağası (elinde değnekle, yaya); bir yanında bostacılar odabaşısı, öteki ya-nıda süpürgesiyle muhzır ağa olmak üzere sadrazam, önünde narha ve kurallara uygun davranmayan esnafa verilecek ceza aletleriyle muhzır yoldaşları, cebeci ve topçu çavuşları yer alırdı.

Alay, Paşakapısı'ndan hareket eder, Hocapaşa, Bahçekapı, Unkapanı yoluyla zahirecileri yoklar; Zeyrek'ten Beyazıt'a dönülür; Divanyolu'ndan Paşakapısı'na varılırdı. Yer yer kalite, fiyat, gramaj, temizlik kontrolleri yapılır; kusurlu görülenler, çoğunlukla hemen orada, esnafın ortasında cezalandırılırdı.

Sürekli narh kontrolü ise muhtesibin işiydi. İstanbul kadısı nezdinde ve Bilad-ı Selase'de ayrı ayrı muhtesibler vardı. Muhtesib, emrindeki keloğlanları, terazibaşılar, taşoğlanları ile narh denetimini yürütürdü. Narh uygulamayan ve narha uymayan esnaf hapisten sürgüne, kalebentlikten falakaya kadar çeşitli cezalara çarptırılırdı.

İstanbul'un fethinden itibaren kentte dikkatli ve sıkı biçimde uygulanan narh sisteminin, bütün denetimlere rağmen, tek tek kişiler veya loncalar tarafından zaman zaman ihlal edildiği, narh fiyatlarının üstünde fiyat talepleri olduğu da görüldü. Özellikle çeşitli nedenlerle ortaya çıkan kıtlık durumlarında narh sisteminin işlemesi güçleşiyor, denetim ne kadar sı-kılaştınlırsa sıkılaştırılsın fiyat artışlarının önüne geçilemiyordu.

Özellikle, Osmanlı ekonomisinin bozulduğu; Batı'nın ekonomik etki ve müdahalesinin arttığı 19. yy'ın ortalarından itibaren, gedikler(->), loncalar(->) gibi ekonomik kurumlarla birlikte narh uygulaması da çökmeye başladı. İstanbul'da, 4 Mart 1856'da et ve diğer bazı gıda maddeleri üzerinden narh kaldırıldı. 1870'lerden sonra da, ekmek dışında narh kalktı.

Cumhuriyetten sonra II. Dünya Savaşı yıllarında bazı temel ihtiyaç maddeleri için başvurulan narh uygulaması başarılı sonuç vermemiştir. Günümüzde bir narh sistemi olmamakla birlikte bazı tüketim maddelerinde hükümetçe veya belediyelerce konulan fiyatlar geçerlidir.

Bibi. M. S. Kütükoğlu, Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri, ist., 1983; ay, "1009 (1600) Tarihli'Narh Defterine Göre istanbul'da Çeşitli Eşya ve Hizmet Fi-

yatları", TED, S. IX (1978); S. Ülgener, Tarihte Darlık Buhranları ve iktisadi Muvazenesizlik Meselesi, ist., 1951; (Altınay), Onaltıncı Asırda; Mantran, İstanbul.

İSTANBUL

NARMANII HANI

Beyoğlu İlçesi'nde, İstiklal Caddesi üzerindeki 388 ve 390 numaralı yeri işgal etmektedir. Narmanlı Yurdu olarak da bilinir.

19. yy'ın ilk yarısında inşa edilmiştir. Dış görünümü doğrudan bir kaleyi andırmaktadır. Avlunun içindeki binalar hariç dış taraf iki katlıdır. Üst kat ağır ve büyük filayakları üzerine oturmuştur. Üst kata, hem İstiklal Caddesi üzerinden, hem de hanın girişinin, avluya çıkmadan önceki köşesindeki merdivenden çıkılır.

Binanın İstiklal Caddesi üzerindeki başlangıç yeri Frederici Apartmanı'nm yanıdır. Buradan İsveç (bugünkü Müeyyet) Soka-ğı'na kadarki dış cepheden sonra dönüş yapan bina, İsveç Sokağı'nı boydan boya kat eder, burası yüksek duvarlarla kaplıdır. Sofyalı Sokağı'nın köşesinden, bu sokaktaki Merkez Apartmanı'na kadar olan duvar da gene aynı yüksekliktedir.

Narmanlı Hanı'nın ortası bahçedir. Bu bahçeyi çevreleyen duvarın iç bölümünde bulunan yerleşim merkezlerinin hepsi iki küçük katlıdır. Yalnız önceleri havuzun olduğu yerde ve havuzun hemen arkasındaki diğer yerleşim merkezlerinden ayrılmış bulunan bölüm tek katlıdır. Binanın ana giriş kapısı tam ortadadır. Her iki tarafta bulunan dükkânlar kemerlidir ve buraları önceleri at arabalarının bekleme yerleri idi. Çok büyük ve yüksek olan ana giriş kapısı iki kanatlı olup çok ağırdır. Genellikle tek kanadı açık olarak tutulurdu. Binanın, cadde üzerindeki büyük kapısından başka, bürolara dıştan çıkılan ikinci bir kapısı daha vardı. Bu kapıların dışında, İsveç (Müeyyet) Sokağı'na açılan küçük bir kapı ile Sofyalı Sokağı'na bakan

Narmanlı Hanı

Nazım Timuroğlu, 1994

ve kullanılmayan demirden çok küçük bir kapı daha vardı. Bu kapının üzerinde çok büyük demir bir halka gözlenirdi.

Bina yapıldığı günden itibaren, Rus elçilik binası ve kançılarya büroları olarak kullanılmıştı. 1843'te yapımına Mimar Fos-sati tarafından başlanan karşı sıradaki binanın bitimine kadar da elçilik binası burası idi. Ancak, elçilik bürolarının karşı sıradaki Rus Sefareti'ne taşınmalarına karşılık, konsolosluk büroları bir süre daha burada kalmış, bu arada, I. Dünya Savaşı sırasında, Ruslarla diplomatik ilişkiler askıya alınmıştı. Rus ihtilali nedeniyle, ilişkiler daha da zorlanmış ve İstanbul'a bir sürü "Rus mülteci" gelmişti. İşte bu sırada konsolosluk büroları hâlâ burada faaliyet gösteriyordu.

1930'lu yılların başında, binada "Neft Syndicat" ile "Intourist" turizm şirketinin (bu şirketler doğrudan Rusya devletine aitti) bürolarından başka hiçbir bölüm kalmamıştı. 1933'te bu bürolar da buradan gidince bina tamamen boşalmış ve "Narmanlı kardeşler" binayı satın almışlardı.

Narmanlılar Avni ve Sıtkı adında iki kardeştiler. O dönem Eminönü'nde bir işyerleri vardı ve ticaretle uğraşıyorlardı. Burayı satın alınca, bürolarını ufak kapının olduğu binanın ikinci katına taşıdılar. Ruslar, İsveç (Müeyyet) ve Sofyalı sokaklarını çevreleyen yüksek duvarlar arkasındaki bölümü, hapishane olarak kullanırlardı. Narmanlı kardeşlerin burayı satın almasından sonra, Sofyalı Sokağı ile Müeyyet Sokağı'nın kesiştiği yerde ve duvarlar üzerinde bir kapı açıldı. Bu kapının girişinden sonraki üç ayrı oda Dr. Firsek Karol adındaki bir heykeltıraşa kiralandı. Dr. Karol odalar arasında küçük kapılar açarak burasını çok güzel bir heykel atölyesi haline getirdi. Arabaların durduğu bölümler ise, vitrinler yerleştirilerek dükkân haline sokuldu.

Bu arada, Müeyyet Sokağı'nın İstiklal



NAROYAN, MESROB

48

49

NASUH

Matrakçı Nasuh'un İstanbul minyatüründen bir detay.



Beyan-ı Menazil-i Sefer-i Irakeyn-i Sultan Süleyman Han/Erkin Emiroğlu fotoğraf arşivi

Caddesi ile kesiştiği yerdeki dükkân And-rea Kitabevi olarak açılmış ve yanında da bir halıcı ile Antoine Visconti'ye ait bir konfeksiyon mağazası faaliyet göstermiştir.

Narmanlı Apartmam'nda Ali Nusret Pul-han, kürkçü Sanoviç ikamet etmişlerdir, Ulus gazetesinin temsilcisi Neş'et Atay Bey de burasını hem ikametgâh hem de büro olarak kullanmıştır. Türman inşaat Grubu da buraya en son yerleşenlerdendir.

Bahçeye gelince, havuzun olduğu yerdeki tek katlı binada ise önce "Maliye Tahsil Şubesi", sonra da "Beyoğlu II. Noteri" faaliyet göstermiştir. Bahçe içindeki son dükkânı da antikacı ve eski kitap satıcısı Hayım tutmuştur. Narmanlı Hanı ikinci derece tarihi eser olduğundan bugün hâlâ eski konumunu barındırmaktadır.

BEHZAT ÜSDlKEN

NAROYAN, MESROB

(1875, Hanen/Muş - 30Mayıs 1944, İstanbul) Türkiye Ermenileri 80. patriği.

Asıl adı Haçadur'dur. Annesinin ölümünden sonra Muş'taki Surp Garabed (veya Klag) Manastırı'nda eğitim gördü. 1895' te Armaş (bugün Akmeşe, izmit) Ruhban Okulu'na girdi. 1899'da sargavak (diakos, şemmas) rütbesini aldı. 1901'de ise Epis-kopos Yeğişe Turyan tarafından apeğa (keşiş) takdis edilerek Mesrob adını aldı. Ruhban okulunda öğretmenlik, müdür yardımcılığı ve müdürlük görevlerini üstlendi. 1909'da Krikoris Balakyan ve Ge-vont Turyan'la birlikte, Başpatrik II. Mad-teos İzmirliyan(->) tarafından başrahiplik rütbesiyle onurlandırıldı. 1909-1915 arasında Armaş Manastırı başrahip vekilliği görevinde bulundu. Bu görevi sırasında, 1913'te Başpatrik V. Kevork (Surenyantz) tarafından episkopos takdis edildi. 1915-1916 süresince Konya'da bulundu. Daha sonra İstanbul'a yerleşti. 1918'de ve 1919-1920 yıllarında patrik kaymakamlığı yaptı.

17 Kasım 1926 tarihli başpatriklik be-ratıyla Trakya ve Makedonya bölgeleri ruhani, sosyal ve eğitim faaliyetlerini düzenlemek, ruhani önder seçimini yönetmek üzere yetkili olarak atandıysa da, bu görevi üstlenmeden Türkiye Ermenileri patrikliğine seçildi (26 Haziran 1927).

Uzun süren bir boşluk döneminden sonra (9 Aralık 1922-26 Haziran 1927) Cumhuriyet döneminin ilk patriği olan Mesrob Naroyan, Başpatrik V. Kevork tarafından verilen 5 Temmuz 1927 tarihli beratla başepiskoposluk payesi ile onurlandırıldı. Patrik bulunduğu sırada vefat etti. Naaşı, Kumkapı'daki Surp Asdvadzad-zin Kilisesi'nde(~») düzenlenen dini törenden sonra, Şişli Ermeni Mezarlığındaki patrikler kabristanına defnedilir.

Patrikliği öncesinde din, eğitim ve yazın hayatında etkinlik gösteren Mesrob Naroyan, patrikliği döneminde de çok yönlü çalışmalar yapmıştır. Patrikliğin Türkiye Ermenileri çapında kurduğu üst düzey yönetim kurulunun toplu istifası da (15 Temmuz 1939), yine onun dönemine rastlar.

Naroyan 19l6'da İstanbul'a yerleşince Beşiktaş'taki Surp Asdvadzadzin Kilise-

si'nin(->) vaizliği, 1918'den itibaren bir yıl süreyle de Makruhyan Ermeni Oku-lu(->) müdürlüğü görevinde bulunmuştur. 1921'den patrik seçilişine dek ise Beyoğlu kiliseleri vaizliği görevini yürütmüştür. Öğretmenlikte bulunduğu okullar arasında Armaş Ruhban Okulu'nun dışında Get-ronagan, Esayan, Bezazyan, Hintliyan ve Kalfayan sayılabilir. Öğrettiği dersler din bilgisi, din tarihi, klasik Ermenice ve Ermeni edebiyatıdır. Eğitim alanında gösterdiği en önemli etkinlik, Patrik Kaymakamı Başepiskopos Kevork Arslanyan ve Armaş Ruhban Okulu Yönetim Kurulu'nün elbirliğiyle 27 Haziran 1923'te Balat'taki Surp Hreşdagabet Kilisesi(->) çevresinde kurduğu ruhban hazırlama sınıfıdır.

Yazın dünyasında da etkinlik gösteren Mesrob Naroyan, "Harmag" mahlasıyla edebi ve ahlaki konularda makaleler kaleme almıştır. Yazdığı Ermeni Kilisesi Tarihi adlı eserin aslı kaybolmuştur. Fikir adamlarına yardım amacıyla kurulan Mı-davoraganneru Foni Hantznakhump'una (Fikir Adamları Fonu Komisyonu) başkanlık etmiştir. Yazıları ölümünden sonra Nışkhamerzdh kitapta toplanarak yayımlanmıştır (İst., 1948).

KRİKOR DAMADYAN-VAĞARŞAG SEROPYAN

NASİ, JOZEF

(1524, Portekiz - 2 Ağustos 1579, İstanbul) Yahudi banker.

Portekizli konverso bir aileden doğdu. Babası, kraliyet hekimlerinden Agostinho (Samuel) Miquez'dır (ö. 1525). Halası Be-atrice de Luna (Dona Gracia Nasi), 1537'de Anvers'e (Belçika) göç ettiğinde onu da beraber götürdü. Öğrenimini Louvain (Le-uwen) Üniversitesi'nde tamamladıktan sonra aile müessesesi Mendes Bankası'na girdi. Bu arada, aralarında İmparator Charles Quint (V. Kari) ve Hollanda kraliçesi de bulunan ünlü hükümdarlarla ilişki, müstakbel imparator Maximilien ile de yakın arkadaşlık kurdu. 1547'de Fransa'ya ve daha sonra İtalya'ya geçti.

1554'te, Museviliklerini serbestçe icra etmek isteyen yaklaşık 500 kişilik bir Portekiz, İspanyol ve İtalyan konversos kafilesinin başında İstanbul'a geldi. İstanbul'da Museviliğini açıkladı, sünnet oldu ve Jozef Nasi adını aldı. Ağustos 1554'te halası Dona Gracia Nasi'nin kızı Reyna Malka ile evlendi. Kendisini büyüten halası böylece aynı zamanda kayınvalidesi oldu, ticari ve siyasi beraberlikleri tam anlamı ile perçinleşti.

I. Süleyman'ın (Kanuni) takdirini "Frenk Bey Oğlu" unvanı vererek ifade ettiği Jozef Nasi, Kanuni'nin şehzadeleri Selim ile Bayezid arasındaki taht mücadelesinde Selim'i tuttu ve kendisine "müteferrika" unvanı verildi. 1566'da Selim'in (II) tahta çıkması ile Jozef Nasi'nin saraydaki etkisi daha da arttı. II. Selim, sadakat yemini için huzuruna çıkan Jozef Nasi'yi "Naxos Adası ve Kiklad Takımadaları (Andros, Paros, Antiparos, Milo, Sıra, Santorin vb) Dükü" olarak ilan etti ve sembolik olarak yılda

6.000 duka vergiye bağladı. Batı'da engizisyon dehşet saçmaya devam ederken Osmanlı İmparatorluğu'nda bir Yahudi, Ortaköy'de Belvedere mevkiindeki konağından "Josephus Naci dei Gratia Dux Ae-gi Pelagi, Domunis Andri ...", yani "Biz, Ege Denizi Dükü ve Andro... Adaları Lordu" diye başlayan emirname ve talimatlar ile söz konusu adaları yönetiyordu. Nasi'nin adalardaki temsilcisi ise, Kastilya'mn son hahambaşısı Abraham Seneor'un ahfadından Francisco Koronel idi.

Avrupayı iyi bilen, birçok devlet adamını yakından tanıyan, özellikle siyaset ve diplomasi konularına vukuf ve yetkinliği olan, işi dolayısı ile Batı'mn muhtelif şehirlerinde mevcut acentalar zinciri ile o ülkelerde olup bitenleri anında öğrenebilen Jozef Nasi, Osmanlı sarayının o dönem dış politikasında büyük etki sahibi oldu.

Jozef Nasi, Fransa'daki yaklaşık 150.000 duka altını değerindeki aile servetine 1568' de el koyan Fransa Kralı II. Henri aleyhine sağladığı bir fermana dayanarak 1569'da, İskenderiye Limanı'ndaki Fransız ticari mallarının üçte birine el koydu. Fransız sarayının tüm şikâyet, itiraz ve protestolarına rağmen II. Selim, Nasi'yi korudu. Gerek kendi haysiyetinin gerek Fransa'nın şerefinin küçük düşürüldüğünü düşünen Fransa Büyükelçisi Granchamp, Nasi'yi saray nezdinde gözden düşürerek bertaraf etmek için bir komplo hazırladı. Nasi'nin gayrimemnun adamlarından Hekim Davut ile anlaşarak bir miktar para ve büyükelçilikte bir tercümanlık görevi vaadi ile Nasi'yi itham edebilecek deliller sağlamaya çalıştı. Ancak Jozef Nasi, bunu haber alıp derhal saraya ihbar etti. Nasi'nin bağlılığına kani olan II. Selim'in emriyle yakalanan Davut, komployu itiraf edince Rodos'a sürüldü. Fransa'nın Nasi'yi gözden düşürme girişimleri de böylece suya düştü.

Avrupa'daki perişan Yahudi cemaatlerine Türklerin himayesinde bir yurt bulup yerleştirmek isteyen ve bunun için en münasip yer olarak Kıbrıs Adası'nı düşünen, gerek bu sebepten gerek halası Dona Gracia'ya evvelce yaptıkları kötü muameleden dolayı Venediklilere karşı olan nefretinden Jozef Nasi, II. Selim'i daha şehzadeliği sırasında Kıbrıs'ı fethe teşvik etti. Şehzade Selim, Nasi'ye bir Kıbrıs seferi ve adanın fethinden sonra Kıbrıs krallığını vaat etti.

II. Selim tahta geçtikten sonra, barış yanlısı bir devlet adamı olan Sokollu Meh-med Paşa'nın bu çapta bir deniz savaşına karşı itirazlarına rağmen sefer kararı verildi. Adanın bir anlaşma ile Osmanlılara devri teklifi Venedik Cumhuriyeti'nce reddedilince de savaş ilan edildi. Venedik'teki acentaları vasıtasıyla Venedik Cumhuriyeti tersanesinin bir infilak sonucu havaya uçup harap olduğunu öğrenen Jozef Nasi, bu bilgiyi derhal sultana arz ederek sefer tarihinin tespitinde etkili oldu. 1571'de İnebahtı deniz savaşının kaybedilmesi üzerine sarayın savaş aleyhtarı kanadı Sadrazam Sokollu Meîımed Paşa liderliğinde harekete geçti. Venedik ile uz-

laşma müzakerelerini yürütmekle bir başka Yahudi, Sokollu lobisine dahil Sala-mon ben Natan Eskenazi görevlendirildi. O tarihten sonra Jozef Nasi'nin saraydaki etkisi azaldı. II. Selim'in 1574'te ölümüyle, unvanlarını korumakla beraber, saraydaki etkisini tamamen kaybetti.

1993, s. 92-99.


Yüklə 8,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   147




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin