Hldlniava V l h o n I n, I,1 V a hjhvi 3a I o I l n V 31 V h fi 11 fi



Yüklə 8,43 Mb.
səhifə135/147
tarix27.12.2018
ölçüsü8,43 Mb.
#86791
1   ...   131   132   133   134   135   136   137   138   ...   147

Bibi. Köprülüzade Mehmed Fuad, "Saz Şairleri I-IX", İkdam, 12 Nisan-24 Mayıs 1330; Ahmed Talat (Onay), Halk Şiirlerinin Şekil ve Nev'i, İst., 1928; Ahmet Cevat, "Meydan Şairleri I-II", HBH, S. 26, 27 (Temmuz, Ağustos 1933); O. C. Kaygılı, İstanbul'da Semai Kahveleri ve Meydan Şairleri, ist., 1937; T. Alangu, Çalgılı Kahvelerdeki Külhanbey Edebiyatı ve Numuneleri, İst., 1943; Bayrı, istanbul Folkloru; R. E. Koçu, Osmanlı Tarihinde Yasaklar, ist., 1950; ay, Türk İstanbul, İst., 1953; V. Hiç, "Çalgılı Kahvehaneler", İSTA, VII, 3683-3087. SÜLEYMAN ŞENEL

SEMERCİ İBRAHİM EFENDİ TEKKESİ

Fatih İlçesi'nde, Zeyrek'te, Bizans dönemine ait Zeyrek Kilise Camii'nin(->) (Pantok-rator Manastırı Kilisesi) içinde faaliyet göstermiştir.

İmparatoriçe Eirene (ö. 1124) tarafından yapıntına başlanan, eşi İmparator II. İoannes Komnenos (hd 1118-1143) tarafından tamamlanan Pantokrator Manastırı fatihten sonra cami ve medrese olarak kullanılmak üzere II. Mehmed'in (Fatih) vakıfları arasına katılmış ve Zeyrek Kilise Camii adını almıştır. Söz konusu yapı Fatih'in 2. vakfiyesinde "Camiü'l-ma'rûf bi Zeyrek Medresesi" olarak zikredilmekte ve başta bu vakfiye olmak üzere, ilgili belgelerle

519 SEMERCİ İBRAHİM EFENDİ

bulunan kayıtlardan medrese fonksiyonunun ağır bastığı, ancak Fatih Külliyesi'nde-ki(->) medreselerin faaliyete geçmesini müteakip Zeyrek Medresesi'nin lağvedilerek yalnızca cami olarak kullanılmaya başlandığı anlaşılmaktadır. Fatih ile birlikte İstanbul'a gelen ve döneminin ileri gelen sufîlerinden olan Akşemseddin'in(->) Zeyrek Medresesi'nde kısa bir süre ders vermesi nedeniyle, bu yapıda 15. yy'ın sonlarında kurulan tekke "Akşemseddin Tekkesi" olarak adlandırılmıştır. Ancak Bayramîliğin(-») Şemsîlik kolunu kuran Akşemseddin'in burada postnişinlik yapmadığı kesindir. Tekkeye ilişkin tarihi kaynaklarda adına rastlanmayışı bu görüşü doğrulamaktadır. Diğer yandan Bayramî-liğin İstanbul'daki ilk faaliyet yıllarının II. Bayezid dönemine rastlaması da bu görüşü destekleyici niteliktedir.

Bu tesisin bünyesinde II. Bayezid döneminin (1481-1512) başlarında faaliyete geçtiği anlaşılan tekkenin ilk postnişini, Zeyrek Medresesi'nde öğrenim görmüş olan ve Nakşibendîliği İstanbul'un gündelik hayatına sokan Şeyh Abdullah Ilahî'dirÇ-»). Manastırdan çevrilme bu cami-medreseyi İstanbul'da Nakşibendîliğin düzenli bir faaliyet ve yayılma merkezi haline getiren Abdullah İlahî'nin, tam olarak tespit edilemeyen kısa bir süre sonra meşihat görevinden ayrılarak Vardar Yenice'sine dönmesinin ardından tekkenin yönetimi, ünlü Halvetî şeyhlerinden Sofyalı Bâlî Efen-di'ye (ö. 1532) geçmiştir. Zâkir Şükrî Efendi'nin Mecmua-i Tekâyâ'smda. yer alan şeyhler listesinde önemli kesintiler göze çarpar. Mamafih 17. yy'da Celvetî şeyhlerinden Zâkirzade Abdullah Efendi (ö. 1657) ile Şeyh Gafurî Mahmud Efendi'nin (ö. 1667), 19. yy'da da Halvetîliğin Şabanı koluna bağlı Çerkeşî şubesinin kurucusu Şeyh Mustafa Çerkeşî'nin (ö. 1814) halifesi Geredeli Semerci Şeyh İbrahim Efendi'nin (ö. 1831), İbrahim Efendi'nin halifesi ve Geredevî (Halilî) şubesinin kurucusu Geredeli Şeyh Halil Efendi'nin (ö. 1858) ve bu şeyhin oğlu olan diğer Şeyh Halil Efendi'nin (ö. 1914) meşihat görevini üstlendikleri tespit edilmektedir.

Kaynaklarda "Zeyrek Tekkesi" olarak da anılan bu tesiste 3 erkek ile 3 kadının ikamet ettiği, Dahiliye Nezareti'nin R. 1301/1885-86 tarihli istatistik cetvelinde belirtilmiş, Maliye Nezareti'nin R. 1325/1910 tarihli Taamiyeve Tahsisat Deften hde ise yılda 3.000 kuruş tahsisatı, günde 2 çift ekmek ve 2 okka et istihkakı olduğu, ayrıca Kurban Bayramlarında bu tekkeye 4 adet koyun verildiği kaydedilmiştir.

Tekkenin, Osmanlı döneminde birçok onarım ve tadilat geçiren manastır kompleksinin güney kanadında faaliyet gösterdiği anlaşılmakta, bu kesimin çevre duvarında, Akşemseddin'in hatırasını yaşatmak amacıyla geç dönemde konmuş, ta'lik hatlı bir kitabe bulunmaktadır. Fatih Vakfi-yesi'nde elli adet olarak belirtilen medrese hücrelerinin sabık keşiş hücreleri olduğu ve birimlerin, tekkenin faaliyete geçmesinden sonra dervişler tarafından kullanıldığı tahmin edilebilir. Günümüzde gerek

SEMİZ Alî PAŞA CAMÖ

520


521

SEMT PAZARLARI

bu hücreler, gerekse de geçen yüzyılda yenilenmiş olması muhtemel harem ve diğer tekke bölümleri tamamen ortadan kalkmıştır. Yapının güney kesiminde avluyu kuşatan ve Osmanlı dönemine ait olduğu anlaşılan üç adet hücre ile harap durumdaki çatılı oda geç dönemde Semerci İbrahim Efendi'nin adını alan bu tekkenin son izleri olmalıdır.



Bibi. Demircanlı, Evliya Çelebi, I, 158; Ayvansarayî, Hadîka, I, 118; Aynur, Salih a Sultan, 39, no. 211; Âsitâne, 2; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, I, 8-9, no. 8, no. 35; Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 3; İhsaiyat II, 22; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 19; Öz, İstanbul Camileri, I, 158; Ayverdi, Fatih III, 537; H. K. Yılmaz, Azîz Mahmûd Hüdâyî ve Celvetiyye Tarikatı, ist., 1982, s. 289; Fatih Camileri, 175-176, 242, 270, 301; M. Özdamar, Dersaadet Dergâhları, ist., 1994, s. 88-89.

M. BAHA TANMAN



SEMİZ ALİ PAŞA CAMİİ

Eyüp İlçesi'nde, Kurukavak'ta, yeni Halit Paşa Caddesi üzerinde ve Sofular Bostanı Sokağı karşısında yer almaktadır.

Yapının banisi olan Ali Paşa, I. Süleyman'ın (Kanuni) sadrazamlarındandır. Ali Paşa'ya "kalın" ve "semiz" lakapları çok şişman olduğu için verilmiş olup padişahın damadı Rüstem Paşa'nın vefatı üzerine 968/156l'de sadrazam olmuş ve 972/1565' teki vefatına kadar bu görevde kalmıştır. Yapıyı bu sırada yaptırmıştır. Semiz Ali Paşa'nın, İstanbul'da Karagümrük'te bir medresesi, Babaeski'de bir camii, Edirne'de kendi adı ile anılan bir çarşısı ve Eyüp'te bir çeşmesi vardır. Kendisi vefatında, Eyüb Sultan Türbesi çıkış kapısının sol tarafındaki küçük hazireye gömülmüştür.

Mimar Sinan'ın eseri olan yapı II. Ab-dülhamid döneminde (1876-1909) onarım görmüştür. Günümüzde yapının adı "Ce-did Ali Paşa Camii" olarak kullanılmakta, ayrıca "Ali Paşa Camii, Kurukavak Camii" olarak da isimlendirilmektedir.

Avlu kapısından girildiğinde bahçede meşruta, abdest almak için musluklar ve tuvalet yer almaktadır. Cami yığma taştan yapılmış olup, kitabesi ve haziresi yoktur. Ahşap olarak yapılan son cemaat yerinde dikdörtgen giriş kapısı, sağında bir, solunda iki tane pencere açılmıştır. Son cema-

at yerinin ahşap tavanı, düz olarak çıtalarla dikdörtgenlere bölünmüştür. Buranın sağ tarafı kapatılarak imam odası haline getirilmiş, sol taraf zeminden bir basamak yükseltilmiş, buradan kadınlar mahfiline çıkmak için ahşap merdiven yapılmıştır. Son cemaat yeri ile harimin ortak olan duvarında kemerli giriş kapısı yer almaktadır. Kapı kemerinin ortasında bulunan kilit taşı bitkisel motifli olup ortasında iki tane kuş dikkati çeker. Kapının iki yanında, yuvarlak kemerli küçük pencereler bulunmaktadır.

Harim bölümünde güney cephesinin ekseninde yer alan, yarım yuvarlak niş şeklindeki mihrabın sağında ve solunda birer pencere yer alır. Doğu ve batı cepheler simetrik olup, eşit aralıklarla açılmış ikişer pencere bulunur. Yapının bütün pencereleri büyük boyutlu ve yuvarlak kemerlidir. Harimde güney ve doğu duvarlarında pencere altlarına boya ile mermer kaplama görünümü verilmiştir. Ayrıca duvarlarda ve mihrapta kalem işi süslemeler bulunmaktadır. Kalem işleri sarı, bordo, mavi, yeşil, siyah renkli bitkisel motiflerdir. Vaaz kürsüsü ve minberi ahşap olup, vaaz kürsüsü güneydoğu köşesinde, duvara bitişik olarak yapılmıştır. Harimin ahşap tavam ise düz olup ortada ahşaptan bitkisel bir göbek bulunur. Göbeğin etrafı yıldızlar ve altıgenlerle hareketlendirilmiştir. Kadınlar mahfili harime düz balkon çıkması yapmakta, altı müezzin mahfili olarak kullanılmaktadır. Kadınlar mahfilinin sağır duvarlarında da kalem işleri vardır.

Yapının en büyük özelliği minaresi ve şerefesidir. Solda yer alan minaresi düzgün kesme taştan yapılmıştır. Sekiz köşeli olup üzeri bir külah ile örtüldüğünden kapalı bir oda durumundadır.



Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 268; İSTA, II, 698; Öz, İstanbul Camileri, I, 22; Haskan, Eyüp Tarihi, I, 25.

N. ESRA DİŞÖREN



SEMİZ ALİ PAŞA ÇEŞMESİ

Eyüp İlçesi'nde, Haydar Baba Caddesi ile Çömlekçiler Caddesi'nin birleştiği köşede Kasım Paşa Camii'nin karşısında bulunan çeşme, I. Süleyman'ın (Kanuni) (hd 1520-



Semiz Ali Paşa Camii

Yavuz Meyveci, 1994

Semiz Ali Paşa Çeşmesi

Ertan üca,1994/TE1TVArşivi

1566) vezirazamı Ali Paşa tarafından 9667 1583'te yaptırılmıştır. Akarçeşme adıyla da bilinir.

Küfeki kesme taştan yapılmış olan çeşmenin biri Haydar Baba, diğeri Çömlekçiler Caddesi'ne bakan iki yüzü vardır. Kare planlı çeşmenin güneydoğu yönü Haydar Baba, kuzeydoğu yönü ise Çömlekçiler Caddesi'ne bakar. Çeşmenin güneydoğu cephesi daha abidevidir. Bu cephe hazne duvarından daha yüksek ve daha taşkın olarak ele alınmış ve kenarlarda üç kaval silmeyle hareketlendirilmiştir.

Çeşme nişi kilit taşında gülbezek olan bir sivri kemerle nihayetlendirilmiştir. Kemer alınlığında üç satırlık kitabe vardır. Çeşme aynasının iki yanında maşrapalık nişleri bulunur. Çeşme aynalığı mermer olup dikdörtgen içinde zencerek motifinden oluşan ikinci bir kemer çizgisi ile hareketlendirilmiştir. Bugün buranın üstü sıvanmıştır. Yapının saçakları taç biçiminde palmet ve rumî motiflerinden oluşur. Teknesi muhtemelen bir lahit olan çeşmenin testilikleri yoktur. Haznenin kuzeydoğu köşesi bir pahla yumuşatılmıştır. Bu pahın ortasında beşgen bir sütunçe vardır.

Çeşmenin kuzeydoğu cephesinin haznesi ve nişi eşit yükseklikte olup çeşme nişi yine daha taşkın ele alınmıştır. Burada kilit taşında gülbezek yoktur. Yine aynalığın iki yanında maşrapalık nişleri vardır. Saçaklar güneydoğu cephesinde olduğu gibi stilize edilmiş, palmet ve rumî motiflerinden oluşur. Kuzeybatı köşesinde prami-dal başlıklı bir pilastr olan çeşmenin bu cephesi daha basit ele alınmıştır.

Muhtemelen içten kubbeli olan haznenin dıştan bugün hilali kırık olan bir alemi bulunan ve blok kesme taştan oluşan dört yüzlü pramidal bir çatısı vardır. Bu cepheden güneydoğu cephesinin yüksek çeşme nişi rahatça görülebilir. Teknesi yer seviyesinin altında olan çeşmenin bugün suyu akmamaktadır. Bibi. Tanışık, istanbul Çeşmeleri, I, 10.

ALEV ERARSLAN

SEMİZ ALİ PAŞA MEDRESESİ

bak. CEDİD ALİ PAŞA MEDRESESİ



SEMPRENI, GUGIIELMO

(1841, Croce di Romagna -1917, Monte Colombo, Forli) İtalyan inşaatçı ve mimar.

1870 Beyoğlu yangını sonrası İstanbul'a geldi. 19. yy'ın ikinci yarısından itibaren sayılan iyice artan ve önemli bir bölümü yapı sektöründe faaliyet gösteren İtalyan kökenli topluluğa katıldı. Mütevazı imkânlarına rağmen sempatik kişiliği ve çalışkanlığıyla tanınarak etkinliğini artırdı. Yabancı elçilik mensuplarının ve Türklerin güvenini kazandı, İtalyan kolonisinin en tanınmış kişilerinden biri oldu. 20. yy'ın başında İstanbul'un en faal müteahhitlik şirketlerinden birinin sahibi olan Semprini, Osmanlı yönetiminin verdiği işlerden başka kentteki yabancılar için de yapılar yaptı. Feriköy Latin Katolik Mezarlığı'nın yöneticilerinden olan Semprini, İstanbul İtalyan kolonisinin faaliyetlerinin ve sosyal hizmet veren derneklerinin de önde gelen kişi-siydi. 1881'de evi Tünel'in karşısında Ensiz Sokağı no. 4'te bahçe içinde bir yapıydı. Atölyesi ise 1912'de Tarlabaşı'nda Sururi Sokağı no. 38'deydi. Semprini, 1912'den sonra İtalya'ya döndü.

Semprini'nin İstanbul'da inşa ettiği ve onarımını yaptığı yapıların sayısı bir hayli fazladır. Devrin tanığı A. Mori abartılı bir ifadeyle 20. yy'ın başında Beyoğlu'nun her sokağında en azından bir Semprini yapısı olduğunu yazar. Mimarlık eğitimi gördüğü saptanamayan Semprini bu uygulamalardan birçoğunu yapımcı olarak gerçekleştirmiştir. İtalyan Elçiliği kayıtlarında mesleği "yapımcı-müteahhit" olarak gösterilmiş, 1875'te üyesi olduğu Societa Operaia'nm arşiv defterlerinde ise "mimar" olarak kaydedilmiştir. Uygulamalarının bir kısmında da mimar olarak ismini yazdığı plaketler vardır.

Semprini, Osmanlı yönetiminin talebi üzerine, başka işlerin yanında, petrol ve gaz depoları inşaatı ile Kız Kulesi'nin(->) onarımını yaptı. Rus Elçiliği binasının(-t) yeniden düzenlenmesi işini yürüttü. İstanbul'da bulunan Almanlar için Alman okulları, Alman Hastanesi(->), Tünel'de Teuto-nia Alman Kulübü'nü(-0 ve Tarabya'da Alman Elçiliği Yazlık Köşkleri'ni(-+) yaptı. Feriköy Latin Katolik Mezarlığı cephesinde mezarlığa akar olması için sıra dükkânları, Sankt George Hastanesi'ni(->) inşa etti. 1891'de Tepebaşı Meşrutiyet Caddesi'nde Londra Oteli'ni(->) ve aynı sıradaki apartmanı inşa etti. Karaköy'de Alman Sinago-ğu'nu ve 1904'te İstiklal Caddesi'nde Santa Maria Draperis Kilisesi'ni(->), Bomonti'de İtalyan Salesiani Okulu'nu ve 1906-1912'de Saint Antoine Kilisesi'ni(->) inşa etti.

Semprini'nin gerçekleştirdiği bu yapılardan bir kısmının tasarımcısı olarak başka mimarların isimleri bilinmektedir. Örneğin Tünel'deki Alman Lisesi için mimar M. F. Cumin, Teutonia Alman Kulübü için mühendis Von Mackensen, Alman Elçiliği Yazlık Köşkleri için mimar Alphonse Cing-ria, Alman Sinagogu için İtalyan asıllı mi-

mar Gabriele Tedeschi çalışmıştır. Semprini'nin adı, Saint Antoine Kilisesi inşaatında da genç mimar Giulio Mongeri'nin(->) yardımcısı olarak geçmektedir. Ancak, Semprini'nin bu yapılardaki asıl katkısı, tecrübeli bir müteahhit olarak uygulama aşamasında gerçekleşmiştir. Semprini'nin mimari tasarımlarını belgeleyecek günışığı-na çıkmış projeler de yoktur. Santa Maria Draperis Kilisesi'nin kitabesinde ve Londra Oteli ile aynı sıradaki apartmanın cephesinde "G. Semprini, Architetto" şeklinde mimar olarak ismi yazılıdır. Beyoğ-lu'nda dönemin genel mimari karakterini sergileyen bu yapıların tasarımı Semprini'nin şahsi birikiminin ürünü olmalıdır.

Semprini'nin inşa ettiği ve bazılarını da tasarladığı yapılardan Azapkapı'daki Avusturya Hastanesi ve Feriköy Latin Mezarlığı cephesindeki sıra dükkânlar günümüze ulaşmamıştır. Selasiani Okulu günümüzde Özel Evrim Lisesi olarak kullanılmaktadır. Diğer yapılar işlevlerini sürdürmektedir. Ancak Beyoğlu'nda inşa ettiği çok sayıda yapıdan büyük bölümü koruma düşüncesinin gelişmesine kadar geçen sürede, yıkıp yenisini yapma alışkanlığıyla, belgelenemeden yok edilmiştir.

Heykellere de yer verdiği cephelerde tarihsel klasik formları seçmeci bir anlayışla kullanan Guglielmo Semprini'nin günümüze ulaşan eserleri, Beyoğlu kültürünün ve yüzyıl dönümündeki yaşantının değerli kanıtlarıdır.



Bibi. A. Mori, Gli Italiani a Constantinopoli Monografia Coloniale, Modena, 1906, s. 236; C. Can, "İstanbul'da 19. Yüzyıl Batılı ve Levanten Mimarların Yapıları ve Koruma Sorunları" (Yıldız Teknik Üniversitesi, yayımlanmamış doktora tezi), 1993, s. 221-225.

CENGİZ CAN



SEMT PAZARLARI

Farsça "bâzâr" (alışveriş, çarşı) sözcüğünden gelen pazar, çok sayıda tezgâhın aynı yerde kurulmasıyla oluşan toplu bir alışveriş yeridir. Kentin çeşitli semtlerinde, belli günlerde kurulan pazarlara semt pazarları denir.

Pazarların tarihi oldukça gerilere gider. Eskiden, surlarla çevrilmiş şehirlerin içinde tarım ürünlerinin satılması yasak olduğundan, çevre köylerden gelen satıcılar, mallarını kale kapılarının yanında kendilerine ayrılmış yerlerde satarlardı. Zamanla kentlerin büyümesi sonunda açık alanlar olan bu alışveriş yerleri düzenli pazarlar haline geldi. Ayrıca, İstanbul surları içinde ve dışında Üsküdar, Eyüp, Kasımpaşa, Boğaziçi çevresindeki bostanlarda birçok sebze ve meyve çeşidi yetiştirilirdi. Bu meyve ve sebzeler yetiştirildikleri semtlerin ihtiyacını karşıladıktan sonra şehrin değişik yerlerindeki pazarlara gönderilirdi.

1861 'te kadar bakkal açma ruhsatı, yalnızca Müslümanlara verildiğinden, belirtilen tarihe kadar azınlıkların büyük bir bölümü ticaretlerini pazarcı olarak sürdürdüler. Büyük şehirlere göçle birlikte şehre gelebilen ve belirli bir mesleği olmayan kişilerin çoğu da yaşamlarını pazarcı esnafı olarak sürdürmeye başladılar.

İstanbul'da, bazı malların özel olarak satıldığı sürekli pazarlar vardı. Bu pazarlarda belirli ve tek çeşit mal satılır, diğer ticari faaliyetlere ve mal çeşidine yer verilmezdi. 18. yy'da Bitpazarı, At Pazarı, Tavuk Pazarı, Esir Pazarı gibi, bazıları Bizans döneminden beri süren pazarlar, uzmanlaşmış satış yerleri olarak etkinliklerini sürdürmekteydiler.

İstanbul halkının büyük çoğunlukla rağbet ettiği ve haftalık alışverişlerini yaptığı büyük semt pazarları ise "mahalle pazarları" ismiyle haftanın değişik günlerinde çeşitli semtlerde kurulurdu. Bazı semt pazarlarının sınırları alabildiğine geniş olarak yayıldığı gibi, bazıları da birkaç sokak işgal edecek kadar dar olurdu.

Eremya Çelebi, döneminde kurulan semt pazarlarının günlerini ve yerlerini teferruatlı olarak belirtmiştir. Buna göre pazartesi günleri Aksaray'la Topkapı arasındaki Macuncu'da; salı günleri, Galata ve Tophane'de; çarşamba günleri, Çarşamba ve Fethiye semtlerinde; perşembe günleri Karaköy'de; cuma günleri Edirnekapı, Ko-camustafapaşa Sulumanastır civarında, Ci-bali'de, Küçükmustafapaşa'da, Eyüp, Kasımpaşa ve Üsküdar'da; cumartesi günleri Fatih ve Edirnekapı arasındaki Alipaşa'da, Kasımpaşa'daki Kulaksız'da; pazar günleri de Arkadios Sütunu yakınında eski Avrat Pazarı civarında semt pazarları kurulurdu.

Uzun yıllar, bu pazarların kuruluş günleri aynı kalmış, günümüze doğru bazıları değişikliklere uğramış, Perşembe Pazarı gibi bazıları sabitleşmiş, Çarşamba Pazarı gibileri de aynı gün sürmüştür.

Sürekli pazarlar ve semt pazarlarının ya-msıra değişik semtlerdeki özel pazarlar da İstanbulluların gündelik yaşamında sık sık alışveriş yaptıkları yerler arasındadır. Mısır Çarşısı'nın arkasındaki bitki, çiçek ve süs hayvanlarının satıldığı çiçek pazarı, es-

Ortaköy'deki semt pazarından bir görünüm.



Ali Hikmet Varlık, 1994

SENATO

522


523

SENDİKALAR

kiden ramazanlarda Bayezid Camii'nin avlusunda kurulan ve minik bir pazar görüntüsü taşıyan Beyazıt Sergisi, Kurban Bayramlarında geçmişte yine Beyazıt'ta, günümüzde Topkapı'da açılan koç pazarı, gül mevsiminde Eyüp'teki gül bostanlarında yetiştirilen bu güzel çiçeğin satıldığı Yâ-vedûd civarındaki gül pazarı, bu tür pazarların en bilinenleridir.

Semt pazarları, satılan mallara göre değişik bölgelere ayrılır. Bu bölgelerin en önemli kısmını yiyecek satılan yerler oluşturur. Mevsime göre, eskiden yakınlardaki bostanlardan, bahçelerden, son zamanlarda uzakça yerlerden getirilen değişik sebze ve meyveler ve bunların pişirilmesinde ikinci derecede önemli malzeme bu bölümde satılır. Pazarların ikinci önemli bölümü ise giyecek satılan yerlerdir. Satıcılar, bu bölümde yüksek sesle bağırarak sattıkları mallan överler; kimileri satışa sundukları kadın elbiselerini giyip zenne-vari taklitlerle müşteri toplamaya çalışırlar. Pazarın son bölümünde ise tavuk, horoz gibi kesim hayvanları, çiçekler, incik, boncuk, hırdavat satılır. Satılan malların türünde, çeşitliliği, kalitesi ve fiyatlarında semtlere göre farklılıklar olur.

Eskiden pazarların semtlerde kuruluşu, bir gün önceden bekçilerin pazar tezgâhlarını yerleştirmeleriyle başlardı. Sabahın alaca karanlığında zil şıngırtıları, tekerlek, hayvan, motor sesleri, gürültü patırtı, haykırışlarla pazarcılar yerlerine gelirler, önce çadırlarını kurarlardı. Pazarcıların mallarını tezgâhlara dizmeleriyle birlikte başka bir esnaf kolu olan börekçiler, simitçiler, çaycılar diğer satıcı arkadaşlarına âdeta kahvaltı hükmüne geçecek olan servislerini yaparlardı. Satılacak olan malların vitrinlerinin oluşturulması ise ayrı hüner isterdi. Genellikle malların irisi, olgunu, göze hoş geleni ön sıralara, tıpkı görücüye çıkacak kız gibi süslenerek yerleştirilir, arka tarafa ise ezik büzükleri konurdu.

Semt pazarlarından alışveriş, eskiden, hali vakti yerinde olan evlerde hizmetçiler veya köleler tarafından yapılırdı. Mütevazı evlerde ise bu görev, çoğu zaman evin erkeği tarafından yerine getirilirdi. Pazara ilk önce iyi mal almak isteyen kişiler

gelirdi. Böylece malların en güzeli henüz kimse tarafından seçilmeden alınmış olurdu. Ayrıca, çocuklarını okula gönderenler, ekonomik durumu iyi olan kişiler önce davranırlardı. Pazarlar, bilhassa yaz aylarında öğle vakti tenhalaşırdı. ikindi vakti, satıcılar açısından en güzel zaman kabul edilirdi.

Pazarcılar, akşam yaklaştığında ellerinde kalan malları satmak için zorunlu fiyat kırarlardı. Fiyatların ucuzlamasının başka bir sebebi ise seçile seçile malın da kalitesinin düşmüş olmasıydı.

Pazarların içinde bulunan sucular, şerbetçiler, köfteciler, gelen müşterilerin yorgunluktan ve açlıktan doğan ihtiyacını karşılarlardı. Yine pazarların sonlarında bulunan ayakkabı tamircileri de herhangi bir sebeple ayakkabısı hasara uğrayanlara hizmet verirdi.

Daha ziyade Trakya, Balıkesir ve İç Anadolu Bölğesi'nden gelen seyyar satıcılar, pazar hayatının önemli bir parçasını oluştururlardı.

Pazarların kontrolü, 15. yy'dan 1826'ya kadar ihtisab ağasının, bu tarihten 1854'e kadar da ihtisab nazırının başında bulunduğu ihtisab(~») örgütünün göreviydi. Bu görev sadrazam adına yerine getirilir, bazen sadrazamın bizzat denetlediği de olurdu. Sadrazama, istanbul kadısı, yeniçeri ağası ve muhtesib refakat ederdi. Teftişlerde özellikle narha uyulup uyulmadığı kontrol edilirdi. Yapılan bu denetime "kola çıkmak" denirdi (bak. kol gezmek). Kalitesiz mal satan, hile yapan esnaf anında cezalandırılırdı. Bu tip cezalara maruz kalan pazarcılar ya para öderler ya da herkesin gözü önünde falakaya yatırılırlardı. Pazarın denetimi, daha sonraki dönemlerde "pazarbaşı" tarafından yapıldı. Pazarba-şılar, padişah tarafından tespit edilmiş kurallara ve ücret tarifesine uyulup uyulmadığını, doğru ağırlık ve ölçü birimlerinin kullanılıp kullanılmadığım, genellikle teb-dil-i kıyafetle kontrol ederlerdi. Çeşitli vesilelerle istanbul'u ziyaret eden gezginlerden Wild, 1604'teki gezisinde, Tournefort da 1700'deki gezisinde haksızlık ve hile yapan esnafın bu gibi kontrollerde ne şekilde cezalandırıldıklarını yazmaktadır. 1856'

Yeni Cami

pazarının

20. yy'ın

başlarındaki

görünümü.

istanbul,

Le Regard, de

Pierre Loti,

Tournai, 1992

dan sonra şehremanetinin kurulmasıyla, denetim şehremanetine geçti. Günümüzde pazarlarda bu gibi kontroller belediye zabıtaları tarafından yapılmaktadır.

istanbul'da büyükşehir belediyesine bağlı belediyelerin sınırları içinde 1987'de 219 semt, 23 halk pazarı olmak üzere 242 pazar bulunmaktaydı. 1994'te semt pazarı sayısı 310'u bulmuştur. Ayrıca büyükşehir belediyesi dışında kalan ilçe ve bölgelerde, örneğin Yalova'da, Şile'de, Ça-talca'da, Silivri'de vb merkezlerde ve bunların bazı köylerinde semt pazarları vardır.

istanbul'un semt pazarları arasında, günümüzde en büyük ve en önemli sayılanlar 36 sokak 4 caddeye yayılan Çarşamba Pazarı(-»); eski Kuşdili Çayırı üzerinde kurulan Salı Pazarı(->); 1930'lardan beri giderek büyüyen Beşiktaş Pazarı'dır(->). Bakırköy, Kartal, Üsküdar, Şişli, Eyüp ve Sarıyer istanbul'un en fazla pazar kurulan ilçeleridir.

Bibi. Sermet Muhtar, "Pazar Yerleri", Yeni Mecmua, S. 18 (l Eylül 1939), s. 28-29; ay, "Eski Semt Pazarları", Yeni Tarih, S. 9 (Eylül 1957), s. 298-300; Refik Halit, "Pazar Yeri", Bir İçim Su, ist., 1939, s. 37-43; N. Nazif, "Balık Pazarları", Yedigün, no. 643 (l Temmuz 1945), s. 5; R.-M. W. Schile, 19. Yüzyılda İstanbul Hayatı, ist., 1988, s. 40-41; Mantran, istanbul, 64-66; Mantran, Gündelik Hayat, 114-115, 215; E. Işın, "istanbul'da Modernleşme Öncesi Gündelik Hayat", İstanbul İçin Şehrengiz, ist., 1991, s. 85; H. Öğüt, "Toplumsal Bir Tiyatro: Pazarlar", Turkuaz, S. 7 (Nisan 1994), s. 138-150; Ali Rıza, Bir Zamanlar, 62.

UĞUR GÖKTAŞ



SENATO

Politik bir kurum olarak Konstantinopolis Senatosu 359'da kuruldu. Geç Roma döneminde olduğu gibi, Senato, imparatorluk kararları üzerinde sınırlı bir söz hakkı ve etkiye sahip aristokratlann meclisiydi. Senato kurumu, I. İustinianos(-») döneminde (527-565) önemini bir ölçüde yitirdiyse de, 641'de tahtın el değiştirmesi sırasında çıkan sorunları çözmekte hâlâ aktif rol oynadığı görülmekte ve 11. yy'a kadar senatodan söz edilmektedir.

Konstantinopolis'te, senato oturumlarının düzenlendiği iki bina vardı. Bunlardan biri Constantinus Forumu'nun(->) kuzey yakasındaydı. Büyük olasılıkla, antik kent Bizantion'un(->), I. Constantinus(->) (hd 324-337) tarafından Konstantinopolis adıyla yeniden kurulduğu 330'da, forumla birlikte, fakat başka bir amaçla inşa edilmiştir. Senato binası olarak kullanımı ancak 359'dan sonra gerçekleşmiş olmalıdır. Bu bina 465'te bir yangında tahrip olduysa da, daha sonra yenilendi. Son kez 10. yy'da değinilmesine karşın, 1204'teki Latin işgaline dek varlığını sürdürdüğü sanılmaktadır. Sahip olunan bazı oldukça yetersiz bilgilere göre, dört büyük porfir sütun üzerinde yükselen bir giriş revağına ve Bodrum Camii'ninkine(-») benzeyen değirmi kubbeli bir mekâna sahipti.

Konstantinopolis'teki ikinci senato binası senatonun politik bir kurum olarak ortaya çıktığı 359'da inşa edildi. Auguste-ion'un(-») doğusunda, Büyük Saray'ın ana

girişi Halke Kapısı'nın hemen kuzeyinde idi. Daha sonraki yıllarda, kısaca Magna-ura (Latince Magna aula: Büyük salon) adıyla anıldı. Orijinali üç geçitli bir bazilika formunda olan senato binası, 532'de Ni-ka Ayaklanması(->) sırasında çıkan yangından sonra, bir merkezi plan dahilinde, kubbeli olarak yenilendi. L lustinianos döneminin ünlü tarihçisi Prokopios'a göre, Magnaura, dördü önde, ikisi arkada bulunan altı büyük sütun üzerinde yükselen kubbeli bir revağa sahipti. 11. yy'a kadar, Magnaura'dan, hâlâ bir kabul ve mahkeme salonu olarak söz edilmektedir.


Yüklə 8,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   131   132   133   134   135   136   137   138   ...   147




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin