Hldlniava V l h o n I n, I,1 V a hjhvi 3a I o I l n V 31 V h fi 11 fi



Yüklə 8,43 Mb.
səhifə21/147
tarix27.12.2018
ölçüsü8,43 Mb.
#86791
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   147

Bibi. İnciciyan, İstanbul; R. Janin, "Leş Eglises Byzantines Saint-Nicolas â Constantinople", Ecbos d'Orient, XXXI (1932), s. 403-418; Z. Karaca, İstanbul'da Osmanlı Dönemi Rum Kiliseleri, İst., 1994; P. Kerameus, "Naoi tes Kons-tantinoupoleos kata to 1583 kai 1604", Ho en Konstantinoupolei Hellenikos Philologikos Syllogos, XXVIII (1904), s. 118-145; Schneider,

ByZanZ' ZAFER KARACA

Nİ'ME'L-CEYŞ

Osmanlıların 1453'teki İstanbul kuşatmasında bulunan askerlere verilen ad.

Hz Muhammed, bir hadisinde İstanbul'un bir gün fethedileceğini bildirmiş; bu fethi gerçekleştirecek kumandanı "ni'me'l-emir" (mutlu komutan), askerlerini de "ni'me'1-ceyş" (mutlu asker) olarak nitelendirmiştir. Bu adlandırma genel olarak sadece İstanbul'un II. Mehmed (Fatih) tarafından fethedildiği son kuşatma için kullanılırsa da A. Süheyl Ünver, Fatih'ten önceki kuşatmalara katılan askerler için de kullanılması gerektiğini söylemektedir. 1453'ten önceki kuşatmalara katılmış olan askerlere "evvelûn", Fatih dönemi askerlerine de "âhirûn" denilmesi bundan dolayıdır. Ayrıca, "âhirûn" kelimesinin ebcet hesabıyla İstanbul'un fethi tarihinin hicri karşılığı olan 857'ye denk düştüğünü bizzat Fatih bulmuştur.

Ni'me'1-ceyş kavramı, her ne kadar "mutlu asker" anlamında kullanılmışsa da İstanbul'un kuşatmalarında bulunan ya da şehit olan bilginleri, şeyhleri, devlet adamlarını da kapsamaktadır. Ayrıca, yine kuşatmalarda şehit olan birçok kişi, kendi ismiyle değil İstanbul halkınca ilk hemşe-rileri için kullanılan ni'me'1-ceyş tabiriyle anılmışlardır.

Ni'me'l-ceyşten sayılanların bir kısmı İstanbul'un kuşatılması sırasında, çoğunluğu da şehre girerken karşılaşılan direniş sırasında şehit olmuşlardır. Şehre girildikten sonra çatışmalar, bir müddet gruplar halinde sokak içlerinde de devam etmiş, bu çatışmalarda şehit olanlar, bulundukları yerlerde defnedilmişlerdir.

İstanbul halkı, şehit olanlar için türbeler yaptırmış, onları mukaddes kabul ederek "baba", "dede" lakaplarıyla anmıştır. Bunların yattıkları yerler, halk tarafından uğurlu kabul edilmiş ve makamları o semtin insanları tarafından korunmuş, ziyaret yeri olarak kabul görmüştür. Mahalle içlerindeki bu makamlar, zamanla yatır ve adak yeri olma özelliğini de kazanmış, dilek sahipleri yatırlara mum dikerek dualar edip adaklar adayarak buraları ziyaret etmişlerdir (bak. adak yerleri).

Tarihi yarımada içinde bulunan ni'me'l-ceyş kabirlerinden birçoğunun hayali şahıslara atfedildiği sanılmaktadır. Hemen hemen hepsinin asıl isimlerinin bilinme-yişi birtakım rivayetlerin doğmasına sebep olmuş, daha sonra da her makam orada gö-

mülü olduğu öngörülen ni'me'l-ceyşin halk tarafından verilen adıyla anılır olmuştur.

Uzun yıllar ni'me'1-ceyş kabirlerinin çoğu vakıflar tarafından yapılmıştır. Camilerin yakınlarında olan makamların bazıları halk tarafından, bazıları da belediyeler tarafından 1900'lü yılların başına kadar himaye edilmişse de bu tarihten sonra yok olmaya itilmiştir. Horhor Caddesi'ndeki Haydarhane'de Alemdar Haydar Haziresi, Şehremini'de Baruthane Yokuşu'nun başında bulunan Harbi Mescidi'ndeki ni'me'l-ceyş mezarları yok olan makamlardan bazılardır.

Ni'me'l-ceyşten bazıları toplu olarak, ismi bilinenlerin bir kısmı da tek başına gömülmüştür. Silivrikapı dışında olanlar, Şeh-zadebaşı'nda bulunan Onsekiz Seymenler ve Ahırkapı'da bir odun deposunda gömülü olan 40 kadar asker en meşhurlanndan-dır. İsmi ve mezar yeri bilinen ni'me'l-ceyşler arasında Molla Gürani'de San Musa, Rumelihisarı'nda Durmuş Dede, Hır-kaişerif te Koyun Baba, Silivrikapı dışında Fatih'in topçubaşısı Esad Ağa, Şehzadeba-şı'nda Üryan Dede, Eminönü'nde Arpacılar Camii altında Şeyh Mehmed Geylanî ziyaret edilenlerin başında gelir.

Fatih'in sütçübaşısı Bilal Dede, koğa-cıbaşısı İskender Ağa, hocası ve imamı Ab-dülkadir Efendi'ye türbelerin muhtelif kaynaklarda isimleri olmasına karşılık mezarları belli değildir.

Fetihte büyük yararlılıklar gösteren Gedik Ahmed Paşa, İshak Paşa, Zağanos Paşa gibi ni'me'l-ceyşlerden bazıları da İstanbul dışında gömülüdür.



Bibi. Ünver, Sahabe Kabirleri, 4-5; Ünver, Mutlu Askerler; Yahya Kemal, Aziz İstanbul, İst., 1974, s. 43-45; Tursun Bey, Tarih-iEbü'l-Feth, (yay. M. Tulum), ist., 1977; İşli, Sahabe; Ho-caoğlu, Sahabe; Gürel, İstanbul Evliyaları,

UĞUR GÖKTAŞ



NİMET ABLA GİŞESİ

Eminönü'nde 1937'den beri Milli Piyango bileti satan gişe.

Nimet Abla Gişesi'nin kurucusu Nimet Özden'dir. Şeyhülislam Cemaleddin Efen-di'nin (1848-1917) kardeşinin çocuğu olan Nimet Özden, varlıklı bir aileden geliyordu. Tayyare Piyangosu'nun piyasaya çıktığı yıllarda (1926-1939), kocası ismail Efendi'nin Eminönü'ndeki tütüncü dükkânında piyango bileti satmaya başlamıştı. "Talihli Gişe" denen bu tütüncü dükkânına tütün almaya gelen müşterilerin ellerine sıkıştırılan piyango biletlerinin rağbet görmesi üzerine, Piyango İdaresi'nin önerisi ile biletler civardaki esnafa, çoğu veresiye olarak dağıtılmaya başlandı; fakat paraları toplanamadığından İsmail Efendi büyük bir borca girdi. Bunun üzerine Nimet Özden, 1937'de Tayyare Piyangosu'nun 23. tertibinde bilet satışını bizzat üstlendi. Eminönü'nde kendi malı olan küçük dükkânı bu işe ayırdı ve Pangaltı'daki evini boşaltarak dükkânın üstüne taşındı. "Nimet Gişesi" adlı bu dükkânda biletle birlikte tütün ve kırtasiye malzemeleri satışı da yapılıyordu. O sıralar 32 yaşında olan Nimet Özden'in başarılarını kıskanan diğer

Nimet Hanım, gişesinin önünde. Piyangonun Dünü Bugünü, Milli Piyango İdaresi, Ankara, 1994

bayilerin engellemesi yüzünden bilet temininde güçlük çekildiyse de, Nimet Özden, ısrarlı çabalan sonucu idareden 30.000 bilet almayı başardı ve bu biletleri, Lion Fabrikası'na tanesi 30 kuruştan yaptırdığı 250'şer gr'lik şeker kutularının eşliğinde satmaya başladı. Böylece ilk işinde 10.000 kadar bileti satarak büyük bir başarı kazanan Nimet Özden'in sabah 6'dan gece yarısına dek, yaz kış demeden sürdürdüğü zorlu uğraş sonucu, ünü sadece İstanbul'da değil Anadolu'da da yayılmaya başladı. Bu dönemde çevre esnafı ve müşterileri Nimet Özden'e "Nimet Abla" diye hitap etmeye başlamış ve gişenin adı da bu şekilde değiştirilmişti.

Nimet Hanım'ın piyango bileti satışına getirdiği yenilikler arasında ikramiyeleri kendi eliyle ve kesintisiz şekilde ödemek, resimli zarflar bastırmak, ikramiye çıkan biletleri vitrine asmak ve basın yoluyla reklam yapmak sayılabilir. Uzun yıllar, Cum-huriyetgazetesinin arka sayfasında, Nimet Hanım Gişesi'nin ilanları yayımlanmıştı. Ayrıca kocası İsmail Efendi ile birlikte Taksim, Maksim gibi dönemin ünlü gazinolarına giden Nimet Özden, gösterişli biçimde salona girer, garsonlara bol bahşiş verir ve böylece adının gazetelerde yer almasını sağlardı. O'na göre en iyi reklam, bu şekilde yapılandı. Nimet Hanım ayrıca o güne dek geçerli olan adrese ikramiye teslimi ile devamlı bilet alma usulünü de kaldırmıştı.

Pek çok İstanbullu, Nimet Abla Gişe-si'nden bilet almayı gelenek haline getirmişti. Özellikle yılbaşı çekilişlerinde dükkânın önünde uzun kuyruklar oluşurdu. Bilet alanların çoğu, çekilişten önce aldıkları bilete bakmayı uğursuzluk saydıkları için biletleri alır almaz ceplerine koyarlardı. Elinin uğuruna inanlar ise, bizzat Nimet Hanım'a bilet çektirirlerdi.

1939'da, Milli Piyango İdaresi'nin kuruluşu ile Nimet Hanım bonservis alarak ida-

renin bayiliğini üstlendi. 1939 ve 1940'ta, Türk Hava Kurumu Piyango Direktörlüğü tarafından, yaptığı bağışlar ve düzenli ödemeleri dolayısıyla takdir belgesi ile onurlandırıldı.

Kazandığı paralarla, İstanbul'un çeşitli yerlerinde evler, arsalar satın alan Nimet Hanım, ayrıca Esentepe'de kendi adını taşıyan bir de cami yaptırmıştı. Eşi İsmail Efendi'nin naklettiğine göre, mal alışverişi için acele karar vermesiyle ünlüydü ve bazen çok ucuza elden çıkardığı mallar için üzülse de "kısmetimden çıkmış" diyerek üzerinde durmazdı.

1978'de vefat eden Nimet Hanım ile 1992'de vefat eden İsmail Efendi'nin çocukları olmadığı için halen bilet gişeleri, yeğenleri tarafından işletilmektedir.

Bibi. M. Tuncay, Milli Piyango Tarihi, Ankara, 1993, s. 371-382.

İSTANBUL


NİMFAİON

Antik çağda, su dağıtım şebekesinin bir parçası olan "nimfaion" (su taksimi ya da maksemi), bir sukemerinin bitim noktasında bulunur ve burada toplanan su, tek tek borular aracılığıyla şehrin değişik yerlerine ulaştırılırdı. Orijinal anlamı "nimfe'le-rin (antik çağda su tanrıçası) yeri" demek olan "nimfaion'lann anıtsal ön cepheleri genellikle sütunlar ve heykellerle süslü olur, ayrıca çeşmeleri ve büyük bir su haznesi bulunurdu.

425'lerde yazılmış olan bir çeşit resmi tanıtını kitabı olan Notitia urbis Constan-tinopolitanae'ye_.göre, o yıllarda Konstan-tinopolis'te dört "nimfaion" vardı. Bunlardan ikisi, eski Hadrianus Kemeri'nin muhtemelen bitim noktalan olan IV. ve V. bölgelerde, üçüncüsü, büyük olasılıkla bağımsız bir dağıtım şebekesine sahip olan Bla-hernai Sarayı'nın bulunduğu XIV. bölgede idi. Konstantinopolis'teki su maksemle-rinin en iyi bilineni ve en büyüğü olan dördüncü "nimfaion" ise Notitia 'ya göre şehrin X. bölgesindeydi. Bu nimfaion 372/ 373'te Konstantinopolis eparhos'u (valisi) Klearhos tarafından yaptırılan ve Bozdoğan Kemeri'ni(-0 keserek Tauri Foru-mu'nun(->) kuzeyinden geçen bir başka sukemerinin nihayetinde yaptırılmıştı. 1969'da, Bayezid Hamamı'nın yakınlarında bulunan, 32 m çapındaki yarım daire şeklindeki oldukça kalın tuğla duvar parçasının bu büyük nimfaion'a ait olduğu düşünülmektedir.

11. yy yazarı Kedrenos, Constantinus Forumu'nun güneyinde yer alan bir'başka nimfaion'dan daha söz eder. Orta ve modern Grekçede "nimfe" sözcüğünün aynı zamanda "gelin" anlamına gelmesinden ve Kedrenos zamanında, sözcüğün gerçek anlamının unutulmasından dolayı yazar burayı, Constantinus Forumu'nda yer alan ve evi olmayan yeni evlilerin, evliliklerini kutladıkları bir kamu binası olarak zikretmiştir.



Bibi. Janin, Constantinople byzantine, 64, 200-201; R. Naumann, "Neue Beobachtungen am Theodosiusbogen und Forum Tauri in istanbul", ist. Mut., S. 26 (1976), 117-141; C.

NİNNİLER

80

81

NİSBETİYE KASRI

Mango, Le developpement urbain de Constan-tinople (ive-VIF siecle), Paris, 1985, s. 41.

ALBRECHT BERGER

NİNNİLER

Çocuğu uyutmak için annesi ya da yakınları tarafından özel bir ezgiyle söylenen, türkünün bir dalı olarak da kabul edebileceğimiz, genellikle dörtlüklerden kurulu şiirler.

Çocuk kucakta, salıncakta, uzatılmış ayaklar üzerinde veya beşikte sallanırken önceden bilinen bazı ninnilerle birlikte, o anda uydurulan sözler de ninni olarak söy-leniverir. Ninnilerin söylenmesi çeşitli a-maçlarla yakından ilgilidir. Ninni söyleyen kişi yaşanılan ana uygun bir ninniyi hatırlayıp söyleyebileceği gibi kendisi de yeni bir ninni düzenleyebilir. Bunlar çocuğun uyutulması, yaramazlığına son vermesi, anlamasa bile tehdit edilmesi, ona bazı vaatlerde bulunulması gibi konularda olabilir. Çocuğun cinsiyeti de ninnilerin söyle-nilmesinde önemli rol oynar.

Ninniler, bazen 5-6, hattâ 8-10 mısralı olabilir. Mısralardaki hece sayısı genelde 7 olmakla birlikte 8 heceli mısralar da sıkça görülür. Ancak bu sayı her zaman değişebilir. Ayrıca kafiye düzenleri manininkine benzerse de mesnevi tarzında kafiyelenen-leri de görülür.

Ninniler bazı hallerde bir haberleşme vasıtası görevini de üstlenebilir. Ayrıca, açıkça söylenemeyip içe atılan bazı duygular da ninnilerde dile getirilir, istanbul'da gömülü bulunan bazı din uluları da, ninnilerde, kendilerinden yardım umulan kişiler olarak görülürler.

istanbul ninnileriyle doğrudan ilgilenenlerin başında I. Kûnos(-»), M. H. Bay-n(->) ve Haydar Sanal gelmektedir. Türk ninnilerini ilk defa derleyip yayımlayan Kûnos, 1341/1925'te yayımladığı Türkçe Ninniler kitabının "ilk Söz"ünde, yer verdiği ninnileri 35 yıldan beri istanbul ve Anadolu'da derlediğini söyler; ancak hangilerinin istanbul'da derlendiği ayrıca belirtilmemiştir. Bayrı da kaynağını belirt-

meksizin 23 ninni metni yayımlamıştır. Sanal ise, öğrencilerine derlettiği 8 ninni metnini, notalarıyla birlikte verir. Bu inceleme, bir ninniye hem edebiyatçı, hem de musikişinas gözüyle bakılan ender değerlendirmelerden biridir. Âmil Çelebioğ-lu da 107 ninni örneğini genellikle öğrencileri eliyle derletip yayımlamıştır.

Bazı ninnilerin hem kız, hem erkek çocukları için söylenebilmesine karşılık bazıları sadece bir cinsiyet için söylenebilir:



Dandini dandini dastana / Danalar girmiş bostana /Kov bostancı danayı/Ye-mesinler lahanayı.

Hu hu derim bir Allah/ Sen uykular ver Allah / Oğlum büyür inşallah /Herkes desin maşallah.

Hoppala yavrum hoppala/Ben kızımı vermem bakkala / Bakkal yağ bal getirsin /Kızım evde yesin bitirsin.

Ninni söyleyenler, çocuğa çeşitli vaatlerde bulunurlar; bunların fayda etmemesi halinde ise tehdit ve korkutma unsuru devreye girer. Bu sırada sesin tonu da değişecektir.

Ninnilerde çocuklar değişik yönleriyle övülürler; ninni söyleyenler çocuğa en güzel ruhi ve fiziki özellikleri bağlamak isterler:

Karşı karşı tayalar/ Yüksek yüksek kayalar/ Tayanın biri yaşlıca /Benim kızım hilal kaşlıca.

Ninni desem yaraşır / Hasbahçeyi dolaşır / Hasbah cenin kızları / Oğluma da sataşır.

Bazı ninniler, bilmecelerde de gördüğümüz gibi birtakım benzetmelerle âdeta ideal bir çocuk tablosu çizerler. Aslında bütün bu özellikler çocukta olmayıp söyleyenin arzusuna uygun olarak sıralanmaktadır:



Ninni derim gülüme/Hasbahçe bülbülüne! / Ağzı mürekkep hokkası / Dudakları bahçe kirazı /Dişleri Hürmüz incisi /Burnu Medine hurması / Yanaklan misket elması /Kulakları kuş yuvası / Gözleri benzer bademe / Kirpikleri nergis çiçeği/Kaşları kâtip kalemi/Alnı meydan sofrası / Saçları bezzazistan ipeği!

Ignâcz Kûnos'un Türkçe Ninniler adlı kitabının ön (solda) ve arka kapağı. M. Sabrı Koz

istanbul'un semtlerinden bazıları da, ninnilerde yerli yerinde kullanılmış olarak görülür. Bazı ninni ve manilerde gördüğümüz ad değiştirme bu ninniler için söz konusu olamaz. Oyuncak ve oyuncak-çılarıyla ünlü Eyüp bu özelliğiyle verilirken Uzunçarşı da istanbul adıyla birlikte anılmaktadır. Kafiyeli kelimesi istanbul'la ilgili olan bir ninniyi de başka yerlerde bulmak pek kolay olmayacaktır:

Yağmura kurdum salıncak/Eyüp'ten aldım oyuncak / Şimdi baban gelecek / Sakın kırma yumurcak.

İstanbul'da Uzunçarşı / Döşemişler karşı karşı/Sensin ağaların başı /Ninni yavruma ninni.

Ninni ninni demekten/Ben kesildim yemekten / Doktor gelsin Bebek'ten / Ölüyorum yürekten.

Ninnilerde istanbul'da gömülü bulunan velilerden, ulu zatlardan da yardım istendiği görülür. Bunların başında Eyüb Sultan gelmektedir:



Karadeniz yiğitleri / Belinde divitleri / Eyüb Sultan Hazretleri//Himmet et oğlum uyusun /Himmet et oğlum büyüsün.

Aslında çocuğun uyutulması için bir araç olarak değerlendirilen ninniler, yer yer sanatlı söyleyişlere de sahiptir. Ayrıca çocuğun annesinin, kayınvalidesi, görüm-cesi ve bazı yakınları hakkındaki olumsuz düşünceleri de ninnilerde ortaya konulur:



Cici cici teyzesi var/Kır bıyıklı lalası var/ Çok söylenir halası var/ Güzel bir babası var.

Bu ninniyi söyleyen anne, kocası ile kız kardeşini överken kocasının kız kardeşini (halayı) yermektedir.

Artık eskisi kadar yer verilmeyen, daha değişik aletlerle uyutulmaya çalışılan çocuklar, tıpkı masalsız ve bilmecesiz büyümüş çocuklar gibi ninnisiz büyümeye devam edecektir.

Bibi. I. Kûnos, Halk Edebiyatı Numuneleri/Türkçe Ninniler, 1341; Musahibzade, Eskils-tanbul Yaşayışı, (1946), 57; Bayrı, istanbul Folkloru, (1972), 65-66; H. Sanal, "istanbul'da Derlenen Ninniler", İstanbul Enstitüsü Dergisi, III (1957), 141-165; Â. Çelebioglu, Türk Ninniler Hazinesi, ist., 1982; A. Çelik, "Ahmet Rasim'in Eserlerinde Halk Kültürü Unsurları", (basılmamış doktora tezi), Erzurum, 1993, s. 396-400.

SAIM SAKAOĞLU



NİSA SEREZLİ-TOLGA AŞKINER TİYATROSU

1968-1969 sezonu başında Şişli Ümit Tiyatrosu'nda kurulan tiyatro topluluğu.

Ayfer Feray'la (1930-1994) kurdukları topluluktan ayrılan Nisa Serezli (1928-1992) ile eşi Tolga Aşkıner'in kurduğu topluluğun ilk oyunu, 1968'de Nisa Serezli'nin ilhan iskender Ödülü'nü aldığı Tatlı Kaçık oldu. Aydemir Akbaş, Yılmaz Gruda, Ali Yalaz, Turgut Boralı, Erdinç Akbaş, Beyhan Benek, Selçuk Uluergüven, Perran Kutman ve Hüseyin Kutman topluluğun kuruluşunda yer alan diğer oyunculardır.

1976'da ekonomik zorluklar ve sahne bulamama nedeniyle çalışmalarına bir süre ara verdikten sonra yeniden seyirci karşısına çıkan Nisa Serezli-Tolga Aşkıner Ti-

Nisa Serezli-Tolga Aşkıner Tiyatrosu'nun oynadığı Tatlı Kaçık'tan bir sahne. Cengiz Kahraman arşivi

yatrosu, Şişli Ümit Tiyatrosu'ndan başka, Kadıköy Halk Eğitim Merkezi, Venüs Sineması, Dormen Tiyatrosu, Gönül Ülkü-Ga-zanfer Özcan Tiyatrosu ve Karaca Tiyat-rosu'nda oyunlar sahneledi, Anadolu turnelerine çıktı.

Nisa Serezli-Tolga Aşkıner Tiyatrosu, değişik dallarda tiyatro ödülleri alan, vodvil ve fars özellikli oyunlara ağırlık veren bir repertuvar çizgisi izledi. Bu oyunlar Şahane Dul, Ben Bu İşe Gelemem, Çark, Talih Kuşu, Cennetlik Kaynana, Havyar mı? Mercimek mi?, Çılgın Amanda, Paşaların Paşası, Hayat Hoştur Gerisi Boştur, Umut Dünyası, Caniko, Yavru Kuşlar, Hesapta Bu Yoktu, Başbakan Oluyorum, Ah Kadınlar Vah Erkekler, Deli Fişek, Çifte Kumrular, Tann Misafiri, Hayırdır İnşallah, Nalınların Türküsü, Âdem ile Havva, Töre, Ah Şu Gençler, Benim Matrak Ailem olarak sıralanabilir. Topluluk, bu oyunlardan bazılarını değişik sezonlarda yeniden sahneledi.

Abdullah Şahin, Şevket Altuğ, Göksel Kortay, Hadi Çaman, Belkıs Dilligil, Salih Kalyon, Kâmran Usluer, Ferhan Şensoy, Anta Toros, ihsan Devrim, Gönül Orbey, Nurhan Damcıoğlu, Halit Akçatepe, Müge Akyamaç ile Devlet Tiyatroları'ndan konuk olarak gelen Tomris Oğuzalp ve Melek Tartan değişik yıllarda topluluğun oyunlarında rol almış sanatçılardır.

Topluluk Nisa Serezli'nin ölümü üzerine "Nisa Serezli Aşkıner Sevgi Evi Oyuncuları" adını aldı ve 1993'te Nisa Serezli'nin anısına, birçok tiyatro oyuncusu ve sanatçının katılımıyla Canım adlı oyunu sahneledi.

HİLMİ ZAEER ŞAHIN



NİSBETİYE KASRI

Bebek sırtlarında, günümüzdeki adıyla Eti-ler'de, Boğaz'a hâkim bir mevkide yer almaktaydı.

Kasrın inşa tarihi tam olarak tespit edilememekte ancak tasarımı, mimari ayrıntıları ve süslemelerinden dolayı 18. yy'm sonlarında, III. Selim döneminde (1789-1807) inşa edildiği ya da esaslı bir onarım geçirdiği söylenebilmektedir. Nitekim III. Selim'in, düzenlediği binişler sırasında bu kasra uğradığı bilinir. 19. yy'm son çeyreğinde Abdülmecid'in oğullarından Şehzade Süleyman Efendi'ye (ö. 1909) intikal eden ve bu yüzden "Süleyman Efendi Köşkü" olarak tanınmaya başlayan yapı bu dö-

nemde gerçekleşen bir onarım sonucunda bazı özgün mimari ayrıntılarım yitirmiş, Cumhuriyet döneminde bakımsız kalmış, 1960'larda yanarak ortadan kalkmış, geriye, köşkün arkasındaki havuz ile bahçesindeki bazı ulu ağaçlar dışında bir şey kalmamıştır. Kasrın, son onarımından önceki halini gösteren, S. H. Eldem tarafından hazırlanmış plan ve cephe restitüsyon-ları bulunmaktadır.

Yayvan kitlesi ve enine gelişen ağırbaşlı oranlan ile dikkati çeken, tek katlı, ahşap kasır, servis birimlerini barındıran, basık tavanlı, kısmi bir bodrum katının üzerine oturur. Yapıda, Türk sivil mimarisinin en köklü tasarım şeması olan, merkezi so-falı ve dört eyvanlı divanhane planının, Batı kökenli barok üslup etkilerinin şekillendirdiği, iki eyvanlı bir türevi uygulanmıştır. Tasarımın odağını beyzi planlı bir sofa oluşturmakta, diğer mekân birimleri sofanın merkezinde dik açı ile kesişen iki eksene göre yerleştirilmiş bulunmaktadır. Kuzeybatı-güneydoğu doğrultusunda gelişen uzun eksen üzerine, biri Boğaz manzarasına açılan, diğeri arka bahçedeki havuza ve koruya bakan, dikdörtgen planlı bir eyvan konmuş, güneybatı-kuzeydoğu doğrultusundaki kısa eksende ise eyvanların yeri, giriş taşlığına ve ağalara mahsus odalara tahsis edilmiştir. Zeminleri sofaya göre bir seki ile yükseltilen ve sedirlerle donatılan eyvanların köşeleri çeyrek dairelerle yumuşatılmış, merkezi sofa ile eyvanların arasındaki açıklıklar, ikişer ahşap dikmeye oturan kirişlerle geçilmiş, eyvanların ön ve arka cephelerde yaptıkları çık-

Nisbetiye

Kasrı'nın zemin

kat planı.

Eldem,

Kasırlar, II

malara yedişer tane pencere açılmıştır. Kısa eksen üzerinde, güneybatı yönünde bulunan girişin önünde, iki yandan kavisli merdivenlerle çıkılan bir binek sahanlığı bulunmakta, girişi izleyen taşlıktan, eskiden "kapı arası" tabir edilen ufak bir hol katedilerek sofaya ulaşılmaktadır. Giriş taşlığının sağında ağalara tahsis edilmiş bir oda, solunda bir hela-abdestlik birimi yer alır. Bu kanadın simetriği ise, merkezde diğer bir ağalar odası ile bunun yanlarındaki bir hela-abdestlik birimini ve bodruma inen servis merdivenini barındırır. Simetrik konumdaki bu iki kesim, eyvanlar gibi cephelerden dışarı taşmaktadır. Eyvanlarla, kısa eksen üzerindeki bu kanatlar arasında kalan köşelere dikdörtgen planlı, sedirleri ve yüklükleri'olan dört adet oda yerleştirilmiş, bu odaların girişleri, Türk sivil mimari geleneğine uygun olarak, yüklüklerin yanındaki yamuk planlı kapı aralıkları ile donatılmıştır.

Kasrın Boğaz tarafındaki odalar, geçen yüzyılın sonlarındaki onarımda sedirlerinden ve yüklüklerinden soyutlanmış, ayrıca tavanları da yenilenmiş, buna karşılık arka bahçe tarafındaki köşe odaları sonuna kadar, III. Selim dönemine ait barok üslupta tavan bezemelerini muhafaza etmiştir. Söz konusu odalarda, tavanların merkezinde birer beyzi göbek bulunmakta, bir tanesinde göbekten dağılan ve beyzi bir çerçeveyi dolduran ışınlar, diğerinde de odanın köşelerine ulaşan kayıtların meydana getirdiği taksimat gözlenmektedir. S. H. Eldem açıkça belirtmemiş olsa da beyzi sofanın, çatı altında gizlenen basık ve bağda-

NİSUAZ PASTANESİ



82

NİŞANCA


di sıvalı bir kubbe ile örtülü olduğu tahmin edilebilir. Restitüsyon planında, divanhanenin merkezinde beyzi bir göbeğin izdüşümü görülmektedir.

Kademeli çıkmaların hareketlendirdiği cephelerde herhangi bir bezeme bulunmamaktadır. Çıkmaların köşeleri ince pilastr-lar ile belirlenmiştir. Geniş bir saçakla son bulan cephelerde dikdörtgen açıklıklı pencereler sıralanır. II. Abdülhamid dönemi onarımında, saçağın iptal edilerek yerine bir korkuluk duvarı konması ve eyvanlar-daki köşe pencerelerinin kapatılması sonucunda cephelerin oranlan önemli ölçüde bozulmuş, ayrıca, geç dönem köşklerinde olduğu gibi pencere açıklıkları bezemeli pervazlarla çerçevelenmiş ve ahşap pan-curlarla donatılmiştır.

Nisbetiye Kasrı, Sarayburnu'ndaki Şev-kiye Köşkü(->) ile beraber, beyzi sofalı divanhanelere sahip sivil mimari eserlerinin en erken örneklerindendir. Söz konusu şema daha sonra Acıbadem'deki Hünkâr imamı Köşkü(->), Kâğıthane'deki Çadır Köşkü(->), Üsküdar-Şemsipaşa'daki Şere-fabad Kasrı, Topkapı Sarayı'ndaki Gülha-ne Kasrı(->) gibi miri yapılarda, ayrıca birçok yalıda ve köşkte de uygulanmıştır. Bibi. Eldem, Köşkler ve Kasırlar, II, 337-344. M. BAHA TANMAN

NÎSUAZ PASTANESİ

Nisuaz Pastanesi, halen Garanti Bankası Galatasaray Şubesi'nin bulunduğu Kuloğ-lu Sokağı (bugün Ayhan Işık Sokağı) ile istiklal Caddesi'nin kesiştiği köşede yer alıyordu.

Nisuaz Pastanesi'nin bulunduğu yerde daha önce, Pera'nın ilk eczanelerinden biri olan Della Sudda Eczanesi vardı. Bu sırada Nisuaz'ın üzerindeki ünlü Hacopu-los Apartmanı yoktu. Bu apartman daha sonra yapıldı. Binaya, Garanti Bankası satın aldıktan sonra iki kat eklendi.

Nisuaz Pastanesi veya Nisuaz Kahve ve Pastanesi oldukça büyüktü ve iki kısımdan oluşuyordu. Pastanenin kapısı Kuloğlu Sokağı tarafında idi. Çok geniş ve yüksek olan vitrin camı girişe göre solda kalıyordu. Pastanenin içinde ön bölüm ile arka bölümü birbirinden ayıran bir bölme vardı. Bölmenin alt kısmı ahşap, üst kısmı camdan oluşuyordu. Arka bölüme üç-dört ahşap basamakla çıkılırdı. Kapı ile bu merdiven çıkıntısı arasında bir kasa bulunurdu. Ön taraftaki salonda, vitrin camı önündeki hasır koltuklar hariç dört kişilik masalar vardı. Arka bölümde de aynı dekor görülürdü. Duvarlar yandan biraz daha fazla ahşapla kaplanmıştı. Tuvalet arka taraftaki girintideydi. Çay, kahve ve içkilerin hazırlandığı mutfağa sağ arka taraftaki kapıdan girilirdi. Bu kapı bir perde ile kapatılmış olmasına rağmen perde sürekli olarak açık bulunurdu. Kadın ve erkek garsonlar orta yaşın üzerinde idiler. Kasada duran kadın dahil çalışanların hepsi ve pastanenin sahibi Niko Kiriçis Rumdu. Sanatçılar, yazarlar ve öğretim üyelerinin sürekli olarak geldiği Nisuaz Pastanesi'nin müşterilerini genellikle-erkekler oluşturu-

yordu. Fiyatlar diğer pastanelere nazaran biraz daha ucuzdu. Müşterilere çay ve kahve dışında aperitif içkiler de sunulurdu. Kalitesi 1950'den sonra düşmeye başlayan Nisuaz Pastanesi 1950'li yılların ortalarında kapandı.

BEHZAT ÜSDlKEN

NİŞAJNf ÂDETLERİ Söz kesiminden sonra kız ile erkeğin evleneceklerini çevrelerine duyurmak amacıyla yapılan törene nişan töreni denir.

İstanbul'da 18. yy'da saray düğünlerinde damatlar, sultanlara sunacakları nişan hediyelerini hazırlayıp sadrazam sarayında toplarlardı. Bunlardan mücevherler, nişan ağırlıkları tepsilere; şekerlemeler kutulara yerleştirilirdi. Kutular ağaların, mücevher ve nişan ağırlıkları da sadrazamın başa-ğalarından oluşan alayla nahıllar eşliğinde Topkapı Sarayı'na gönderilirdi. Damatların vekilleri hediyeleri saraya iletir, karşılığında nişan makramaları alırlar ve böylece nişan töreni tamamlanırdı.

Eskiden nişan yüzüğü yoktu. Nişan olarak erkek tarafından kıza bilezik, küpe gibi mücevherler gönderilir, söz kesildikten sonra hemen nikâh kıyılacaksa nişan yapılmazdı.

Nişanda, erkek tarafının kadın akrabaları kız evinde toplanırlar, nişan yüzüğü kayınvalide tarafından kıza takılırdı. Erkek tarafı zenginse yüzükten başka hediyeler de verilir, böylece nişan merasimi tamamlanmış olurdu.

Eski İstanbul düğünlerinde damat, nikâhtan önce kız tarafına nişan takımı veya nişan sepeti gönderirdi. Nişan takımı kurdelelerle süslü çekmece içindeki nişan yüzüğü, gelinlik kumaşının bulunduğu sırmalı bohça ve aralarında mevsim meyvesi ve çiçek demetleri bulunan şeker, şekerleme ve lokumdan oluşan tabladan ibaretti. Nişan sepeti, içinde kızın ailesine alınan ayakkabılar bulunan büyük bir sepetti. Sepetin ortasına kutu ile şeker yerleştirilirdi. Bunların üzerinde geline alınan diğer nişan hediyeleri (kumaş, ayakkabı vb) bulunur, sepet kırmızı gaz boyaması ile sarılırdı. Hazırlanan nişan takımı veya nişan sepeti, kız evine gönderilir, kız evi de damat için hediye hazırlayıp erkeğin evine gönderirdi.

İstanbul köy düğünlerinde nişan zamanı, söz kesiminden sonra iki aile reisi tarafından kararlaştırılırdı. Nişan yüzüğünü damat tarafı getirirdi. Damadın vekili kıza yüzüğü takar, sonra aileler birbirleri için hazırladıkları hediyeleri karşılıklı olarak verirlerdi.

Günümüzde ise nişanlanacak gençlerin yüzükleri bir kurdele ile bağlanır, bir yakınları tarafından takıldıktan sonra mutluluk dileğiyle kesilir. Nişandan sonra yüzüklerde bağlı bulunan kurdelenin bir parçası evlenme çağındaki kızlar tarafından saklanır.


Yüklə 8,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   147




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin