Hldlniava V l h o n I n, I,1 V a hjhvi 3a I o I l n V 31 V h fi 11 fi



Yüklə 8,43 Mb.
səhifə51/147
tarix27.12.2018
ölçüsü8,43 Mb.
#86791
1   ...   47   48   49   50   51   52   53   54   ...   147

Bibi. H. inalcık, "Osmanlı Metrolojisine Giriş", Türk Dünyası Araştırmaları, S, 73 (1991); Y. Meriçboyu-S. Atasoy, istanbul Arkeoloji Müzesindeki Büst Şeklindeki Kantar Ağırlıkları, ist., 1983; N. S. Pyle, "Ottoman Okka Weights", Belleten, S. 16i (1977); G. Kürkman, "Osmanlılarda Ölçü ve Tartılar", Türk ve islam Eserleri Müzesi Sergi Katotoğu, ist., 1991; W. Htaz, islam'da Ölçü Sistemleri, ist., 1990; C. C. Carbog-nano, 18. Yüzyılın Sonunda istanbul, ist., 1993; M. S. Kütükoğlu, Osmanlılarda Narh Müessesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri, İst,, 1983; Çeçen, Su Tesisleri, ist., 1984.

MEHMET YENEN

Van Mour'un

betimlemesiyle

bir cenaze

alayı.


Galeri Alfa

Bir paşanın cenaze töreni.

M. And, 16. Yüzyılda istanbul, tst, 1993

ÖLÜM ÂDETLERİ

İstanbul halkı arasında eskiden hastalığın uzaması ölümün ilk habercisi sayılırdı. Ancak, ölüme yaklaşıldığı anlaşılsa bile ölüm gerçekleşmeden hastanın iyileşmesi beklenir, "Allahtan ümit kesilmez", "Çıkmayan canda ümit vardır" atasözleriyle iyileşme beklentisi dile getirilirdi.

Bir kimsenin ölüm anında çok zahmet çekmesi günahkârlığına, zahmetsiz ölmesi ise cennetlik olduğuna yorumlanırdı. Uzun süren bir hastalıktan sonra gelen ölüm, hasta ile birlikte yakınlarım da azap içinde bıraktığından dolayı üzücü kabul edilir; bu yüzden herkesçe "Az ağrı, asan ölüm" sözüyle özetlenen kısa süren bir rahatsızlığın ardından gelen ölüm arzu edilirdi, "Üç gün yatak dördüncü gün toprak" atasözüyle de ifade edilen bu türlü ölümlerde "Böyle ölüm dostlar basma" denilirdi.

Yaşlı kişiler arasında kefenlerini alanlara, cenaze için harcanacak para biriktirenlere, gömüleceği mezar yerini alıp, mezar taşını hazırlatanlara bile rastlanırdı. Ölüm öncesi bu tür hazırlık yapılmasının



ÖMER

194

195

ÖRİK, NAHİT SIRRI

günah olduğuna inananlar da bulunmakla beraber ölünce, kendinden önce ölen yakınlarının yanına gömülme isteği daha ağır basardı.

Ölümün yaklaştığı anlaşılınca hastanın başucunda "Yasin" okunurdu. Bu gelenek günümüzde de devam etmektedir. Hasta ölüm haline yaklaşınca ümit kesilir de can veremediği anlaşılırsa sevdiklerinden birinin yanında olmamasından kaynaklandığı düşünülür ve söz konusu kişi yanına çağrılırdı. Uzaksa bir eşyası ya da resmi hastanın yatağına konularak bu durumun giderilmesine çalışılırdı. Ölüm yatağındaki hastanın ağzına sık sık su ya da zemzem damlatılır, zemzem olmaması halinde suyun içine gülsuyu katılırdı. Bu uygulama hastanın son anında hararetinin arttığı ve su içme ihtiyacı duyduğu inancından kaynaklanırdı.

Ölüm gerçekleştikten sonra cenazenin ayaklan yumuşak bir bezle bağlanır, kolları yanlarına uzatılır, ağzının açık kalmaması için çenesi bağlanır, gözleri kapatılıp yüzü örtülür, karnı şişmesin diye göbeğinin üzerine kara saplı bir bıçak konulur ve kıbleye getirilmek suretiyle rahat döşeğine yatırılırdı. Cenazenin yattığı odaya kedi girmemesine dikkat edilirdi. Çünkü üzerinden kedi atlarsa ölünün hortlayacağına inanılırdı. Ölünün yattığı odaya çocuklar ve hamile kadınlar alınmaz ve ölüyü cinsiyetine göre aynı cinsten insanlar beklerdi.

Akşamüstü ölenlerin cenazesi ertesi günü, sabahleyin ölenlerin cenazesi öğlen veya ikindi vakti kaldırılırdı. Cenazenin çabuk gömülmesi sevap sayılırdı. Ölenin ailesi, olayı yakınlarına, cenaze töreninde bulunmasını istediği insanlara da haber verirdi. Haber verme işi eskiden sala verilerek yapılırdı. Günümüzde daha çok basın yoluyla yapılmaktadır. Ancak ölenin vasiyeti, yakınlarının isteği üzerine sala verilerek duyurulduğu da olmaktadır.

Cenazeler eskiden evlerde yıkanırdı. Bu sırada öd ağacı yakılır, başka bir odada ise Kuran okunurdu. Ölü erkekse genellikle mahalle imamı veya müezzinleri, kadınsa halk arasında bu işi meslek edinmiş olan yaşlı kadınlar yıkardı. Bu işi yapan kadınlar için halk arasında "ölüyü yıkayıcı" denilirdi. Günümüzde bu hizmetler belediyenin büyük mezarlıklarda kurduğu gasilhanelerde ya da cami gasilhanelerin-de gerçekleştirilmektedir.

Tabut evden alınırken dua edilir ve cenaze tezkiye (tanıyanlardan sorarak iyi halli olduğunu bildirme) edilir ve namaz kılınmak üzere camiye götürülür. Önceden tabut omuzda eller üzerinde götürülürken, bugün cenazeler belediyeden ya da cenaze işleriyle ilgilenen firmalardan gelen arabalarla götürülmektedir. Cenaze töreninde tabutu taşımanın sevap olduğuna inanılır ve bir süre elde taşınır. Cenazeye yolda rastlayanların tabutun arkasında kırk adım yürümeleri, bunu yapamayanların ise hiç olmazsa ayağa kalkmaları ve ölüye saygı göstermeleri âdetti.

Tabut cami avlusunda musallaya konulur, namazı kılınır ve daha sonra mezarlığa götürülür. Önceleri araba olmadı-

ğı için elde götürülür ve bu sırada da hafızlar tarafından ilahiler okunurdu.

istanbul'da cenazenin gömülmesinde Eyüb Sultan Camii'nin ayrı bir özelliği vardır. Bu camide namaz kılındıktan sonra cenaze musalladan alınarak hacet penceresinin önüne getirilir ve yere bırakılır, duadan sonra tezkiye edilir. Bu uygulama günümüzde de devam etmektedir.

Cenaze mezara eskiden tabutsuz gömülürdü. Az görülmekle birlikte tabutla gö-mülecekse tabutun kapağının baş tarafı kesilir ve cenazenin göğsünden yukarısı açıkta bırakılır. Cenaze mezara ayakları kıbleye gelecek şekilde sağ tarafının üzerine yatırılır. Kefen çözülüp cenaze gömülürken Kuran okunur. Gömülme işlemi bitince dua edilip, mezarın başucunda telkin verilir. Halk inancına göre telkin bitince ölü başım kaldırır, başı tahtalara vurduğu zaman eyvah ben öldüm der ve o zaman olurmuş. Cenaze gömülürken üzerine üç kürek veya üç avuç toprak atmak sevap sayılır.

istanbul'da mezarlar l veya 1,5 m derinlikte kazılır. Mezarın duvarları örülürse "lahit", örülmeden bırakılırsa "âdi kabir" adı verilir. Lahit mezarların üstü beton ve taşla, adi kabirlerin üstü ise kalın tahtalarla kapatılıp üstüne toprak dökülerek tümsek hale getirilir ve sıkıştırmak için sulanır.

Cenaze gömüldükten sonra fakirlere sadaka dağıtılarak mezarlıktan dönülür. Aynı gün akşam ile yatsı arasında 51 defa Fatiha okunur. Bunun ölenin mezarında ışık olacağına inanılır. Ölü gömüldüğü akşam hafızlar tarafından devir hatmi indirilir. Devir hatminde bulunanlara irmik helvası ikram edilir. Ölüm tarihinden itibaren yedi veya kırk akşam "Yasin" ölünün ruhu için okunur. Ölünün yattığı oda ile yıkandığı yer eskiden bazı ailelerce ölüm tarihinden başlayarak yedi gece, bazı ailelerce kırk gece ışıklandırılırdı. Odanın kapısı da bu süre içinde hiç kapatılmazdı.

Ölüye ait eşyalar ihtiyaç halinde satılır ya da fakirlere dağıtılırdı. Saat, cüzdan, tabaka, kalem gibi bazı ufak tefek eşyaları yakınları tarafından yadigâr olsun diye saklanırdı. Ölünün borcu varsa hemen ödenir, buna olanak bulunamazsa alacaklı ile ödeme koşullan hakkında anlaşılırdı. Bu yolla ölünün borçlu yatması önlenirdi. Ölü evinde eskiden üç gün ocak yakılmaz ve yemek pişirilmezdi. Bu süre içinde ölü evine komşular tarafından yemek getirilirdi. Günümüzde bu uygalama yaygın olma-makla birlikte devam ettirilmektedir. Ölünün arkasından uzun uzadıya ağlamak ve yas içinde kalmanın günah olduğu hattâ ölüyü gücendiren bir hareket olduğu inan-•cı yaygındır.

Ölüm olayıyla birlikte yakınları, dostları, komşuları başsağlığı dilemek amacıyla ölenin ailesini evinde ziyaret ederler. Bu ziyaret cenaze kaldırılmasından başlayıp "ölü gömüldükten bir süre sonra da devam eder. Ölünün ailesini ziyaret edemeyecek kadar uzakta bulunan yakınları ise başsağlığı dilemeyi mektup, telgraf ve telefonla yaparlar. Son zamanlarda buna gazete ilanları da eklenmiştir.

Ölünün gömüldüğü tarihten kırk gün

sonra burnunun düşeceğine ve elli iki gün sonra da uzuvlarının dağılacağına inanılır. Bu nedenle ölünün kırkıncı günü lokma döktürülerek komşulara ve tanıdıklara dağıtılır veya mevlit okutulur. ' Ölüm sonrası ilk gece ruhun evde bulunduğuna, ondan sonra da mübarek gecelerde geleceğine inanılır. Diğer bir inanışa göre cuma günleri, ramazanlarda, bayramlarda, kandil akşamlarında ölenin ruhu evin saçağının altına gelir ve ailesinden Kuran ister. Bu nedenle mübarek günlerde Yasin okunarak ölünün ruhuna bağışlama âdeti vardır. Bu âdet günümüzde de devam etmektedir.

İstanbul'da aileler yakınlarının mezarlarını ramazan, bayram, kandil gibi nedenlerle ziyaret ederler. Özellikle yetişkin insanların anne ve babalarının mezarlarım ziyaret etmeleri bir borç kabul edilir. Bu ziyaretlerde mezar başlarında Kuran okunur ve dönüşte sadaka verilir.



Bibi. A. S. Ünver, "istanbul Halkının Ölüm Karşısındaki Duyguları", Yeni Türk, S. 68 (Ağustos 1938), s. 312-321; S. Sungur, "istanbul Mezar Taşı Kitabeleri ve Kabristan Edebiyatı", Konya, VII, S. 48 (Ekim 1942), S. 51 (Ocak 1943), s. 33-40, 54-61; Musahibzade, istanbul Yaşayışı, 1946; Bayrı, İstanbul Folkloru, (1972), 133-137.

N. ZEYNEP ÖZÇÖREKÇI



ÖMER (Âşık)

(l 7. yy'ın ilk yansı, ?-1707'den sonra, ?) Âşık.

18. yy'ın ilk çeyreğine kadar yaşamış olması muhtemel olan Âşık Ömer'in memleketi de tartışmalıdır. Aydınlı bir aileden geldiği, Konya'nın Hadim tlçesi'ne bağlı Gözleve (yeni adı Korualan) Köyü'nden olduğu ya- da Kırım'daki Gözleve'de doğup Osmanlı ülkesinin çeşitli yerlerinde yaşadığı ileri sürülmüştür.

Âşık Ömer şiire yeni başladığı yıllarda Adlî mahlasını kullanmış, daha sonra Derviş Nihânî mahlasıyla da şiirler söylemiştir. Cönk ve mecmualara kaydedilen "Ömer" ve "Âşık Ömer" mahlaslı şiirlerin tamamının kendisine ait olmadığı, aynı mahlasla şiirler söyleyen 10 kadar şair daha olduğu ileri sürülmüştür. Buna karşılık bugün elde bulunan 1.200 kadar şiiriyle ve yazmalarda kalmış şiirleriyle en verimli âşık olma özelliğini de taşımaktadır.

Âşık Ömer, düzenli bir öğrenim gör-mese de Divan şairlerini okuyup anlayacak ve bu yolda eserler verecek kadar klasik kültüre vâkıf bir âşıktır. Divan-ı Ha-fız-ı Şirazî'yi, Bostan'ı ve Mesnevi'ji okuduğu; az da olsa Arapça bildiği kendi sözlerinden anlaşılmaktadır.

Âşıkların 16. yy'dan itibaren aruz ölçüsüne, Osmanlıca kelime ve tamlamalara ilgi duymalarıyla başlayan Divan şiiri etkisi Âşık Ömer'den itibaren yaygınlık kazanmış, her iki şiir tarzının halk zevkiyle yoğrulmasından oluşan ve 20. yy'ın başlarına kadar devam eden yeni bir anlayışın doğmasına yol açmıştır.

IV. Mehmed, II. Süleyman, II. Ahmed, II. Mustafa ve III. Ahmed dönemlerinde yaşamış ve Yeniçeri Ocağı'na mensup ol-

düğü için orduyla birlikte birçok yeri dolaşmış, bu yıllarda yapılan bazı savaşlar üstüne şiirler söylemiştir. Uzun yıllar süren gezip dolaşmaların uzunca bir dönemini, büyük bir ihtimalle yaşlılık yıllarım istanbul'da geçiren, Fuzulî, Nef î gibi Divan şairlerinden; Kuloğlu, Kâtîbî, Kayıkçı Kul Mustafa, Bursalı Halil ve Yazıcı gibi âşıklardan etkilenen Âşık Ömer; Âşık Hasan, Âhû, Siyâhî, Aşkî ve Sevdâyî gibi âşıkları etkilemiştir. Aynı zamanda ünlü bir nakkaş ve şair olan Levnî de âşık tarzı şiirlerinde Âşık Ömer'den etkilenmiş ve ünlü âşığın portresini bu etkinin sonucunda yapmış olmalıdır.

Tanbura çalmadaki üstatlığı, istanbul'da bulunduğu yıllarda âşık kahvelerini ve meyhaneleri dolaşarak kendini kabul ettirdiği hattâ Fener'de bir Yahudi meyhanesinde ünlü âşık Gevherî ile bir araya gelerek karşılıklı şiirler söylediği ve bu şiirlerin orada bulunan kâtipler tarafından zaptedildiği eski kaynaklardan bugüne aktarılan bilgilerdir. Aşıkları ve âşık edebiyatını hor gören Sünbülzade Vehbî, Ziya Paşa ve Muallim Naci gibi şairler tarafından alay konusu edilmesi âşıkların piri olarak büyük ün kazanmasından dolayıdır.

Kendi besteleri yanında başkaları tarafından şarkı ve ilahi formlarında bestelenip okunan eserleri, ününün tekke muhitlerine kadar yayılmasına yol açmış; iki şiiri 18. yy'da Uşşakî tarikatına mensup Salâhî tarafından şerh edilmiştir.

Âşıklar arasında, şiirleri ilk kez "divan" adıyla bir araya toplanan şair özelliğini kazanan Âşık Ömer, heceden çok aruz ölçüsünü kullanmıştır. Ancak hece ile söylediği ve koşma, türkmani, deyiş, semai, varsağı, destan, tekerleme gibi başlıklarla eski cönk ve mecmualara kaydedilen şiirleri âşıklık sanatının en güzel örneklerindendir. Yer yer ölçü ve söyleyiş bozuklukları görülse de aruzla söylediği şiirler



Divan-ı Âşık Ömer'in son sayfası: "Âşık Ömer'in Yemiş Iskelesi'ndeki türbesidir"

M. Sabrı Koz

arasında da âşıklarca yakalanabilen güzellikteki örnekler az değildir.

Âşıkların belli bir konu, olay ya da yer ve kişi üzerine söyledikleri şiirlerde ve özellikle destanlarda sanat güçlerine göre, genel kalıplardan uzaklaşmaları onların diğer jişıklar arasında sivrilmelerine yol açar. Âşık Ömer'in destanları da geleneksel kalıpların dışına çıkan örneklerdir.

Bunlar arasındaki 59 dörtlüktük "Şa-irname", birçok Divan şairinin ve âşığın kimlikleri ya da sanatları hakkında aydınlatıcı bilgiler ihtiva eder. 170'e yakın şair adı bulunan bu destana, özellikle âşıklarla ilgili mısralarda yer alan bilgiler, ilk elden kaynak olma özelliği kazandırmaktadır. Bu yüzden 17. yy'dan başlayarak günümüz âşıklarına kadar çok sayıda şairna-me söylenilmesi Âşık Ömer'in bu destanı sayesinde olmuştur.

istanbul üzerine en eski destanı da Âşık Ömer söylemiştir. Divan tarzı şiirleri arasında da İstanbul'un semtlerinden söz eden örnekler varsa da 17 dörtlükten oluşan "istanbul Destanı" Ahır Kapısı'ndan başlayarak Çatladıkapı, Kumkapı, Yeni-kapı, Langa Kapısı, Davutpaşa, Samatya, Narlıkapı, Yedikule, Silivri Kapısı, Mevlevihane Kapısı, Top Kapısı, Edirne Kapısı, Eğrikapı, Ayvansaray, Balat, Fener, Petro-kuyusu, Yenikapı, Aya Kapısı, Cibali, Un-kapanı, Ayazma Kapısı, Odun Kapısı, Zindan Kapısı, Baba Cafer Zindanı, Yenicami, Bahçe Kapısı, Yalı Köşkü, Topkapı, Üsküdar, Kanlıca gibi çoğu istanbul'u çevreleyen kara ve deniz surlarındaki kapılar olmak üzere bazı semtleri ve yapıları özellikleriyle söz konusu eder.

Şiirlerinin derlendiği Divan'ın birçok yazma nüshası vardır. Hüseyin Ayvansa-rayî(->) tarafından düzenlenen 1782 tarihli nüsha en zengin olanıdır. 19. yy boyunca resimli ve taşbasması halk kitabı olarak birçok kez basılan ve çok az şiir ihtiva eden nüshalarından bazılarında Âşık Ömer'in Yemişiskelesi'nde olduğu rivayet edilen türbesinin nahif resmi de vardır.

S. N. Ergun'un hayatı ve sanatıyla ilgili bir incelemeyle yayımladığı Âşık Ömer (1936) adlı eser bugüne kadar yayımlanmış en büyük çalışmadır. Ş. Elçin'in, âşığın Kırımlı olduğunu ileri süren kaynakları Türkiye'de ilk kez değerlendirip ortaya koyduğu Âşık Ömer (1987) adlı el kitabı da seçme şiirler ihtiva etmektedir.

Bibi. Osmanlı Müellifleri, II, 312; Köprülüzade Mehmed Fuad, "Âşık Ömer'e Ait Bazı Notlar", Hayat Mecmuası, S. 24 (1927); M. F. Köprülü, Türk Sazşairleri, II, Ankara, 1962, s. 251-314; N. Yüngül, "Âşık Ömer'in Neşredilmemiş Şiirleri", HBH, S. 96 (Ekim 1939); Ahmet Tal'at (Onay), Çankırı Şairleri, I-II, Çankırı, 1931-1932; S. N. Ergun, Âşık Ömer Hayatı ve Şiirleri, İst., (1936); K. Akça, "17'inci Asır Saz Şairlerinden Gezlevili Âşık Ömer", Folklor Postası, c. IKS. 3.(Aralık 1944), s..9-10, 17; C. Öz-telli, "Âşık Ömer Hakkında Üç Yeni Vesika", TPA, S. 21 (1951); ay, "Ömer (Âşık)", TA, XXVI, 257; G. Kut-T. Kut, "Ayvansarayî Hafız Hüseyin b. İsmail ve Eserleri", TD, S. 33 (1982), s. 401-439; Ş.. Elçin, Âşık Ömer, Ankara, 1987; ay, "Âşık Ömer'in Şâirnâmesi", Halk Edebiyatı Araştırmaları, I, Ankara, 1988, s. 319-334; .A. Karahan, "Âşık Ömer", DİA, IV, 1.

M. SABRİ KOZ

Ömer Vasfi'nin celi sülüs istifli levhası, 1924. U. Derman, Türk Hat Sanatının Şaheserleri, ist., 1982

ÖMER VASFİ

(30 Nisan 1880, istanbul - 25 Kasım 1928, İstanbul) Hattat.

Hırka-i Saadet Camii hatibi Eyüb Sabri Efendi'nin oğludur. Önceleri "Ziya"yı kullanırken sonradan "Vasfi" mahlasım aldı. İdadiden mezun oldu. 1898'de Sultan Ahmed Camii'nde Kazasker istanbullu Hafız Mehmed Esad Efendi'den ders okudu. 1899'da babasının ölümü üzerine ondan boşalan Hırka-i Saadet Camii'nin hatipliğine getirildi. Bu arada muhtelif okullarda Kuran, tarih, coğrafya ve hat dersleri veren Ömer Vasfi, ilk yazı derslerini Tophane'de Feyziye Rüştiyesi'nde okurken yazı hocası Çukurcumalı Kadri Efendi'den aldı. Sonra Aziz Efendi'den sülüs ve divani, Kâmil Efendi'den nesih, Sami Efendi'den de talik ile celi sülüs öğrendi.

Yazının özellikle celi sülüs bölümü üzerinde durdu. Hocası Sami Efendi'den sonra bu yazıda en usta kişi sayılır. İstifte yani kompozisyonda büyük maharet gösterdi. Mevlevî tarikatına bağlı olan Ömer Vasfi, değerli hattat Neyzen Emir Efendi'nin ağabeyidir. Mezarı Eyüp'tedir.

Daha ziyade celi yazı yazdığı için mürekkeple yazılmış yazıları azdır. Eyüp'te V. Mehmed Türbesi(->) ve Reşadiye Mektebi ile Kısıklı Camii(->) ve çeşmesinin yazıları onun eseridir. Bu yazıda Mustafa Ra-kım(-») ekolüne bağlıdır.



Bibi. İnal, Son Hattatlar, 262-267; Rado, Hattatlar, 250-251; U. Derman, Türk Hat Sanatının Şaheserleri, ist., 1982, levha 50; ay, islâm Kültür Mirasında Hat Sanatı, İst., 1992, levha 170, 176, s. 226, 228.

ALI ALPARSLAN



ÖMERLİ BARAJI

bak. BARAJLAR VE BARAJ GÖLLERİ



ÖRİK, NAHİT SIRRI

(22 Mayıs 1895, İstanbul - 18 Ocak 1960, istanbul) Yazar.

Geniş çevrelere bugüne kadar ulaşamamış, ancak has edebiyatseverlerin hayranlıkla okuduğu romanlar, hikâyeler, anılar yazmış Örik, II. Abdülhamid'in mabeyin mütercimlerinden, Shakespeare'in iki oyununu aslından Türkçeye çevirmiş Hasan



ÖRME SÜTUN

196

197

ÖZ, TAHSİN

Sırrı Bey'in oğludur. İlköğrenimine evde "bir Türkçe hocası ve bir Frenk madama-sı"yla başladı. Beşiktaş'ta Afitâb-ı Maarif Rüştiyesi'ni bitirdi, ingiliz, Fransız mekteplerine, Galatasaray Lisesi'ne devam etti, hiçbirini bitirmedi. 1915-1923 arası Berlin, Paris, Viyana, Roma gibi bellibaşlı Avrupa şehirlerinde yaşadı. Yurda dönüşte, Ankara'da Maarif Vekâleti'nde çevirmenlik yaptı, istanbul'a tekrar yerleşince, gazete ve dergilerde bağımsız yazar olarak çalıştı. Hiç evlenmedi.

Türkiye'nin birçok yöresine ilişkin gezi yazılarını Anadolu'da. (1939), Bir Edirne Seyahatnamesi (1941), Kayseri-Kırşe-hir-Kastamonu (1955) kitaplarında derleyen Nahit Sırrı'nın tiyatro oyunları Sönmeyen Ateş (1933), Mubarrir(.1954\ "Alın-yazısı" (basılmamış, 1952), "Para Uğrundadır (basılmamış, 1952). Sönmeyen Ateş'te saray çevrelerindeki iktidar başarısını Ankara'yla da sürdürmeye çalışan, muhteris ve eski devlet adamlarını canlandıran yazar, "Para Uğrunda"da ise, istanbul'un 1940'lar çerçevesindeki zengin, yaşı geçmiş, alaalahey yaşayan, genç erkeklere düşkün bir kadınlar sosyetesini betimlemiştir. Kırmızı ve Siyah (1929), Sanatkârlar (1932), Eski Resimler (1933) hikâye kitapları, Eve Düşen Yıldırım (1934), Kıskanmak(1946) ve Sultan Ha-mid Düşerken (1957) kitap olarak basılmış romanlarıdır. Yazarın birçok hikâyesi dergilerde, sayısı 10'a yakın romanı da gazetelerde tefrika halinde kalmıştır. Sağlığında yayımlanmış Eski Zaman Kadınları Arasında (1958) anı kitabına, ölümünden sonra yayımlanmış Abdülhamid'in Haremi (1989) eklenmiş olmakla birlikte, pek çok tarihi anı yazısı da yine dergilerde, gazetelerde unutuluşa terk edilmiş bulunmaktadır. Özellikle bu yazılarında Örik, yakın tarihin Osmanlı padişahlarını, hanedan ailesini, kadın efendileri, damatları çok renkli bir ifadeyle kaleme getirir.

Tarihe olan tutkusu, Sanatkârlar'da. yer almış "Şair Necmi Efendi'nin Bahar Kasidesi" hikâyesinde olduğunca, bazen epey eski tarihlere uzanmakta, bazen de Eski Re-simler'in uzun öyküsü "Kanlıca'nrn Bir Yalısında" olduğunca, Osmanlı împaratorlu-ğu'nun son döneminden derin izler yansıtmaktadır. 19. yy'ın sonunun çağı dolmuş, 20. yy'a birer kılıç artığı kimliğiyle, uyurgezer gibi katılmış insanları, onun toplu eserinde, serinkanlı, nesnel, zaman zaman çok acımasız bir alaycılığın gözlemleriyle belirir. Çöken imparatorluğun reddedilmiş kültür mirasına, gününün moda değerlerini ısrarla görmezden gelerek yaklaşmış yazar, bu mirasın yarı alaturka, yarı alafranga verilerini, döneminin öteki edebiyatçılarından hayli farklı bir tutumla metne geçirmiştir. Bir yandan da, bu, siyasal reddedişle birlikte nelerin ne pahasına gözden çıkarılmış, yitirilmiş olduğunu, âdeta günün gelgeç değerlerinden, yeni zamandan öç alır bir anlatımla saptamıştır.

Ruh çözümlemeleriyle yüklü Kıskanmak'ta İstanbul'u geri dönüşlerle anan Örik Erenköy'deki bir köşkü; Şişli'nin henüz kırlık ve dutluk olduğu günlerindeki

Nahit Sırrı Örik

Gövsa, Türk Meşhurları

bir ıssız yöreler evini ustalıkla dile getirdiği gibi, ana mekânı Zonguldak olan bu romanda, roman kişilerinin İstanbul özlemi aracılığıyla, o yılların, 1930'lann îstan-bul'undaki sosyal hayatı dile getirme fırsatı bulmuştur. Yazarın bugün de az çok hatırlanan tek eseri Sultan Hamid Düşerken, II. Abdülhamid'i 32 yıllık bir saltanatın artık yorgun düşürdüğü, ağır hastalık geçirmiş, yıpranmış, çökmüş, bıyık ve sakalı boyalı, bitkin, fakat eşsiz portresiyle çizer. Bu romanda, saltanatlı günleri sona ermiş Mehmet Sahabettin Paşa, kızı Nimet, damadı İttihatçı Şefik üçgeni, İstanbul'un en koyu ve karanlık siyasal renklere bürün-düğü günlerdeki hayatlarıyla çizilmişlerdir. Romancı, inkılap hareketinin arka planında büyük bir programsızlık, geleceğe ilişkin öneri ve önlem eksikliği, siyasal bilgisizlikten başka bir şey görmez. Bütün İttihad ve Terakki'nin. boy gösterdiği bu eser, İttihatçıları, bir zamanlar dağa çıkmış isyankâr ihtilalciler, şimdi iktidarda kalarak varlıklı bir geçimin yolunu arar olmakla saptamıştır. Romancı, imparatorluğun çözülüşünde, İttihatçılara suç payı tanırken yine serinkanlı ve acımasız bir alaycılık içindedir.

Bibi. T. Alangu, Cumhuriyet'ten Sonra Hikâye ve Roman, I, ist,, 1968; S. ileri, "Aynalı Dolaba iki El Revolver", Argos, S. 28 (1990); F. Naci, Türkiye'de Roman ve Toplumsal Değişme, ist,, 1981; A. Oktay, Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı 1923-1950, Ankara, 1993; H, Yavuz, Roman Kavramı ve Türk Romanı, Ankara, 1977; E. Batur, "Önsöz", Kıskanmak, ist., 1994.

SELİM İLERİ



ÖRME SÜTUN

Örme Obelisk de denilen Örme Sütun, Sultanahmet Meydam'ndaki günümüze kadar gelen üç eski anıttan biridir.

Geç Roma çağındaki Bizantion-Kons-tantinopolis'in araba yarışlarının yapıldığı Hippodrom'unun(-») tam ortasında, yarış alanını ikiye ayıran ve "spina" olarak adlandırılan bir set bulunuyordu. Bu setin üzerinde çeşitli yerlerden getirilen sanat eserleri sıralanıyordu (bak. Burmalı Sütun; Dikilitaş). Spinanın ucunda son anıt

olarak yükselen Örme Sütun Bizans dönemi içinde değişik ölçülerde yontulmuş taşlardan örülerek yapılmıştır. Mermer kaidesinin bir yüzünde, Grekçe 6 mısralık bir kitabe işlenmiştir. Bunda anıt şu anlamda abartılı sözlerle övülür: "Bu dört köşeli heybetli ve harika anıt, zamanla harap olmuşken, şimdi İmparator Konstantinos ile devletin şanı olan oğlu Romanos tarafından önceki görüntüsüne nispetle daha iyi duruma getirildi; Rodos kolosu harikulade idi, bu bronz anıt ise hayranlık yaratmaktadır". Burada adı geçen kolos, Rodos Limam'mn ağzında bulunan ve ilkçağ dünyasının yedi harikasından biri sayılan dev ölçüde bir Apollon heykeli idi.

Kitabe metninden anlaşıldığına göre, Örme Obelisk eski bir döneme ait olup, (belki 4. veya 5. yy ?) harap bir duruma girmişken, İmparator Konstantinos ile oğlu Romanos tarafından onartılmıştır. Burada adlan geçenlerin VII. Konstantinos Porfiro-gennetos (hd 913-959) ile oğlu II. Romanos (hd 959-963) oldukları kolaylıkla anlaşılır. Anıtın VII. Konstantinos tarafından yaptırıldığı samlırsa da kitabeden açıkça öğrenildiği gibi bu görüş yanlıştır. Yalnız, Örme Sütun'un yüzeylerine çakıldıkları anlaşılan üzerleri kabartmalı tunç levhaların bu onarım sırasında konuldukları tahmin edilir. Hiçbir gerçek kaynağa dayanmayan bir söylentiye göre ise bu levhalarda VII. Konstantinos'un dedesi ve Makedonyalılar sülalesinin kurucusu I. Basi-leios'un (hd 867-886) başarılı iş ve savaşlarını tasvir eden kabartmalar vardı. Yüzeyleri kabartmalı olsun veya olmasın altın kaplamalı bu levhalar, bilinmeyen bir dönemde sökülmüştür. Yine bir söylenti, levhaların şehrin IV. Haçlı Seferi'ni düzenleyen Batılı şövalyeler tarafından 1204-1261 arasındaki işgalleri sırasında söküldüklerini iddia eder. Ancak hiçbir kaynak bu iddiayı kanıtlamaz.

Osmanlı döneminde, 16. yy'da Pierre Gilles(->) Örme Sütun'un oldukça etraflı bir tasvirini yapmıştır, 17. yy'da Evliya Çelebi, bu anıtın da şehrin "tılsım'larından biri olduğunu bildirirken, eski bir Bizans kaynağının iddiasını tekrarlar ve bu arada hiçbir tarihi esasa dayanmayan bazı hurafeleri de anlatır. Gravürlerde ve minyatürlerde (.Beyan-ı Menazil-i Sefer-i Irakeyn-i Sultan Süleyman Han, Hünername, Sur-name) anıt belirtilmiştir. Atmeydanı'nda toprak seviyesinin zamanla yükselmesi sonunda anıtın kaidesi gömülü kalmıştır, Kırım Savaşı sırasında 1856'da Charles New-ton'a verilen izinle kaide çevresi açılarak etrafı bir parmaklık ile çevrilmiştir.

19. yy'da çekilen fotoğraflarda anıtın orta kısmında taşların düşmesi sonunda bir boşalma olduğu görülür. Aynı yüzyılın sonlarında (1895-1896) buradaki boşluk doldurularak anıtın yıkılması önlenmiştir.

Örme Sütun veya Obelisk, yayınlarda verilen ölçülere göre 32 m boyundadır. Temelindeki üç basamaktan sonra mermer kaide gelir. Gövde pek muntazam yontulmuş olmayan taşlardan örülmüştür. Ortalardaki bölümde, alt ve üst kısımlara nispetle daha muntazam olan dolgu, 19- yy'ın



Yüklə 8,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   47   48   49   50   51   52   53   54   ...   147




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin