Hldlniava V l h o n I n, I,1 V a hjhvi 3a I o I l n V 31 V h fi 11 fi



Yüklə 8,43 Mb.
səhifə7/147
tarix27.12.2018
ölçüsü8,43 Mb.
#86791
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   147

Nafıa Nezareti binası

Nurdan Sözgen,

1994/

TETTVArşivi

göre, haremlik-selamlık olarak tasarlanmış konakta, batı cephesi giriş aksında yer alan anıtsal merdiven gibi, diğer anıtsal merdivenin de doğu cephesinde bir girişi olabileceği düşünülebilir. Konağın, kuzey ve güney cepheleri üç temel bölüme ayrılarak yapı kitlesine hareket kazandırmaktadır. Geniş tutulan orta bölümün cadde (güney) cephesi, taş konsollarla taşınan ikinci kat cumbası ile belirginleştirilmiştir. Üçüncü kat sadece orta bölüm üzerinde konumlandırılmış fakat yan parselle arada kalan bölüme, muhdes kat ilave edilince simetrik cephe düzeni zedelenmiştir. Kat döşemeleri düzeyinden geçen farklı genişliklerdeki taş silmelerle, yüzeyler yatay olarak belirginleştirilmiştir. Tamamen sıvalı cephelerde köşeler kesme taşlarla vurgulanmaktadır. Yalın cephe düzeninde, ritmik bir uyum içerisinde tekrarlanan pencereler, bodrum ve üçüncü katta dikdörtgen, diğer katlarda ise basık kemerlidir. Sadece batı cephesinde, zemin ve birinci katta yer alan üçlü pencere düzenleri yarım daire biçimlidir.



Bibi. H. Y. Şehsuvaroğlu, "İstanbul Konakları", Cumhuriyet, 29 Eylül 1957; ISTA, IV, 1758. UZAY YERGÜN

NAFİZ PAŞA

(1839, Tırnova[bugünBulgaristan'da]-1929, istanbul) Hekim.

Daha çok "Hacı Nafiz Paşa" olarak tanınmıştır. Kimi yayınlarında "Nafiz Hakkı" adını da kullanmıştır. Yanya Tahrirat Müdürlüğü görevlilerinden İsmail Hakkı Bey'in oğludur. 1852'de girdiği Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne'yi 1864'te kolağası rütbesiyle bitirdi. İlk olarak Maltepe Askeri Hastanesi'nde, daha sonra da 6. Ordu'da görev yaptı. 1865'te İstanbul'da görülen kolera salgınında gösterdiği üstün hizmet, nişan ile ödüllendirildi. 1866'da Hicaz karantina memurluğuna, 1867'de 3. Ordu Merkez Hastanesi'ne atandı, 1869'da da mezun olduğu okulda, ameliyat-ı cerrahiye muallim muavinliğine getirildi. Kısa bir süre sonra Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye'de de, 1901'e kadar sürdürdüğü, emraz-ı umumiye (genel patoloji) derslerini vermeye başladı.

Rütbesi 1871'de binbaşı, 1873'te kay-

makam oldu ve Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâ-ne'de emraz-ı dahiliye (iç hastalıkları) muallimliğine getirildi. 1875'te ise her iki tıbbiyenin genel patoloji muallimliğini üstlendi. 1877'de Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmaniye umumi kâtipliğine, 1889'da ise ikinci reisliğine seçildi. Bu arada rütbesi 1882'de miralay, 1888'de mirliva, 1890'da ferik ve 1899'da da müşirliğe yükseldi. Etfal Has-tanesi(->) fahri iç hastalıkları uzmanlığı da yapan Nafiz Paşa, bundan sonra önce saray tıbbi müşaviri, 1901'de de II. Abdül-hamid'in özel hekimi oldu. Bu görevi nedeniyle muallimlikten ayrılınca, fahri muallim, ardından da fahri müderris unvanını aldı. 1907'de Cemiyet-i Tıbbiye-i Şahane' ye şeref üyesi olarak seçildi. 1909'da yaş sınırı yüzünden emekli oldu.

Nafiz Paşa, döneminde İstanbul'un en ünlü iç hastalıkları hekimiydi. Uzun süren hocalığı sırasında pek çok hekim yetiştirmiştir. 1926'da, kendisine, İstanbul Etibba Muhadenet ve Teavün Cemiyeti tarafından, "şeyhületibba" unvanı verilmiş, çocukları da bunu soyadı olarak almışlardır.

Tıp öğretiminin, Fransızcadan Türkçe-ye geçtiği dönemde, kariyerine başlayan Nafiz Paşa, Türkçe tıp kitaplarının ne kadar gerekli olduğunu en erken kavrayanlardan biridir. Önce Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmaniye'nin hazırladığı Lugat-ı Tıbbiye (1873) çalışmalarına katılarak Fransızca tıp terimlerine Türkçe karşılıklar türetmiş, bunu izleyen yıllarda, Fransızcadan yaptığı çevirilerle bu boşluğu doldurmaya çalışmıştır

Dr. Faik ile birlikte hazırladığı, Emraz-ı £7mw?wzye(HenriHallopeau'dan, İst., 1892-1893, 2 c.), çağdaş mikrobiyoloji bilgilerini sunması bakımından önemlidir. Bu kitabın

Nafîz Paşa

Nuran Yıldırım koleksiyonu

Nafiz Paşa tarafından, Mikrop. Emrâz-ı Umumiyeden Emraz-ı İntaniye Kısmı (İst.. 1884) adıyla daha önce yayımlanan bölümü Türkçede konuyu derinlemesine işleyen ilk eserdir. Bibi. Tahsin, Tıbbiye, II, 56, Gövsa; Türk Meşhurları, 272; F. Erden, Türk Hekimleri Biyografisi, İst., 1948, s. 296; T. Sağlam, Nasıl Okudum?, İst., 1959, s. 74; E. K. Unat, "Ölümünün 50'inci Yılında Muallim Müşir Dr. Nafiz Paşa'yı Hatırlayış", Cerrahpaşa Tıp Bülteni, c. 5, S. 12 (1979), s. 9-13.

NURAN YILDIRIM

NAHIL

Osmanlı döneminde gelin ve sünnet alaylarında görülen ağaç biçiminde, üzerleri balmumundan hayvan, yemiş, çiçek bi-çimleriyle bezenmiş, ayrıca yemiş, değerli taşlar, altın, gümüş yapraklar, ipek mendiller, mumlar, renkli ve yaldız kâğıtlarla süslü yapılar.

"Nahil," "nakl," "nakil" biçimlerinde de söylenmiştir. Bu gelenek bugün de Anadolu'nun çeşitli yerlerinde değişik adlar altında sürmektedir. Nahıllar taşınıp götürüldükleri için "nahl-i revan" da denilmektedir. Nahılları yapan sanatçılara "nahılbent" deniliyordu. Evliya Çelebi bu sanatçıların elli beş kişi olduklarım, dört işyerinde çalıştıklarını, bu işyerlerinin Toska fırını başında, Tahtakale'de, nahılcıbaşının işyerinin ise Odunkapısı'nda olduğunu yazar. Bu günlerin anısı İstanbul'da sokak adlarına yansımıştır. İstanbul'da nahıl adını taşıyan üç sokak vardır. Bunların üçünde de nahıl değişmiş nakil olmuştur. Bunlardan biri Talimhane'deki Nakil Sokağı, ötekiler Nakılbent Sokağı ile Nakılbent Hisarı So-kağı'dır ki her ikisi de Atmeydam'nın(-0 denize bakan güney yönündedir. Bu so-

Levnî'nin çizimiyle 1720 şenliğindeki dev nahıllar.



Metin And arşivi

kakların eskiden düğünlerin yapıldığı At-meydanı'na yakın olması bir raslantı değildir, büyük bir olasılıkla burada nahıl yapan sanatçıların işyerleri vardı.

Nahılların kimi çok büyüktü, boyu 24 m'yi bulurdu. Üzerlerinde renkli balmumundan yedi top bulunur, bir piramit gibi yukarıya doğru incelir, tabanı 5-6 metre çapında olurdu. Bu büyüklüktekilerin dar sokaklardan geçirilebilmesi için evlerin tamamının ya da çıkıntılarının yıktırıl-dığını biliyoruz. Biçimi güveyin erkeklik gücünü, üzerindeki yemişler ise gelinin döl bolluğunu simgelemektedir. Kimi na-hılın üzerinde bulunan yedi top ise, güveyin nişanlılıkta gelinin yedi yeri için verdiği yedi takı gibi gelinin bedeninin yedi bölgesini; alın, kulaklar, boyun, kol, gövde ve bacakları simgelemektedir. Kadın evlilikten sonra yalnız bu bölgelerde hareket edecek, bir başka deyişle dışarıyla ilişkisi olmayacaktır.

Kimi düğünlerde nahıllar çok görkemli olmuştur. Örneğin 1524'te Makbul İbrahim Paşa'nm düğünündeki nahıllardan biri 60.000, öteki 40.000 parçadan oluşmuştu. Bu parçalar içinde gülleler, toplar, çimenler, altı köşeli mühr-i Süleymanlar, havuzlar, havuzların kıyısında serviler, tavus kuşları, laleler, çiçekler, güller, sümbüller, çiğdemler, menekşeler, karanfiller, süsen-ler, nergisler, şakayıklar, ağaç dallarında dudular, kumrular, turunçlar, narlar, elmalar, armutlar, ayvalar, huma kuşları, deniz yaratıklarının tasvirleri, kaleler, tüfekler, filler, kılıçlar, develer, ankalar, leylekler, maymunlar, aslanlar, atmacalar, doğanlar, çakırlar, Semendire Kalesi, kule ve duvarları vb bulunuyordu.



Bibi. And, Şenlikler, 207-226; M. And, "Osmanlı Düğünlerinde Nahıllar", Hayat Tarih Dergisi, S. 12 (Ocak 1969); ay, "Düğünlerle ilgili Eski Bir Türk Sanatı: Nahıl", Kültür ve Sanat, S. 2 (Nisan 1989).

METİN AND



NAHUM, HAİM

(1873, Manisa -1960, Kahire) Hahambaşı, siyaset adamı.

Babası küçük bir memurdu. Genç yaşta büyükbabasıyla Filistin'e giderek İbrani-ce ve Arapça öğrendi. Ülkeye döndüğünde arzusu İstanbul'da İslam hukuku ve diplomatlık eğitimi görmekti. Ailesinin maddi olanakları yeterli olmadığından 1891'de Alliance Israelite Üniverselle kuruluşuna başvurarak; hukuk, teoloji ve diplomatik öğrenimi görmek için yardım istedi. İsteği kabul edilen Nahum, 1893-1897 arasında Paris Ruhani Okulu'nda eğitim gördü. 1897'de haham tayin edilmeden 1895'te Teoloji Yüksek Okulu'ndan; 1896' da ise yaşayan Doğu dillerinden edebi A-rapça ve Farsça bölümlerinden diploma almayı başardı. Aynı yıllarda Paris'teki Yahudi okullarında ders verdi. Paris'te bulunduğu sürece sürgündeki Jön Türklerin çevresine katıldı. Kurmuş olduğu ilişkiler, İstanbul'a döndüğünde politik yaşamında büyük yararlar sağladı.

Nahum 1897'de İstanbul'a dönüşünde Ruhani Okulu'nda ders vermeye baş-

ladı. Aynı zamanda hahambaşılığın yönetiminde de görev aldı. Çalışmaları, Alliance tarafından desteklenen Nahum 1898'de Bulgaristan, 1902'de ise Roma başhaham-lığına aday gösterildiyse de seçilemedi. 1908'de II. Meşrutiyet'in ilanıyla görevinden istifa eden Moşe Levi'nin(-0 yerine hahambaşı seçilen Haim Naum bu görevini 1919'a kadar sürdürdü. Seçimler sırasında Alliance ve yandaşlarının politik yönü zayıf ve silik bir kişiliğe sahip kayınpederi Abraham Danon'u desteklemiş olmaları, Nahum'un hahambaşı seçilmesini engellememiştir.



Haim Nahum

G. Silvain, Images et traditions Juıves, Paris, 1980

Haim Nahum'un hahambaşı seçilmesi Osmanlı Yahudileri tarafından coşkuyla karşılandı. Osmanlı topraklarında ve Doğu' daki çoğu hahamın dindarlıklarının bağnazlık mertebesine ulaştığı bir ortamda seçilen Nahum görevinde başarı elde edebilmek için o dönemde bağnazlıkla savaşan en önemli Yahudi kuruluşu Allian-ce'dan destek aldı. Böylece Türk Yahudilerinin tarihinde Fransız cephesi ve Alliance, Alman cephesi ve Hilfsverein karşısında önemli bir zafer elde etmiş oldu.

Görevde bulunduğu süre zarfında özellikle Alliance karşıtı Yahudi Cemaati Konseyi üyelerinin engelleriyle karşı karşıya kaldı. Siyonizmi benimseyen ve Osmanlı İmparatorluğu'nun o günkü zor koşullarında Filistin'de Yahudilerin bağımsız bir yönetimle yaşamalarına karşı olan Hahambaşı Nahum, tüm görev süresi boyunca bir Yahudi devleti fikrini savunan Siyonist Yahudi liderlerle Osmanlı yetkilileri arasında iletişimi sağlamaya çalıştı.

Osmanlı İmparatorluğu'nun en zor ve en hassas döneminde görev yapan Nahum, Fransa'ya ve Fransız kültürüne olan yakınlığıyla bilinmesine rağmen cemaatinin ve ülkesinin menfaatleri için Amerikan diplomatik çevrelerine de girmeyi başarmıştır. 1909-1917 arasında Amerika Birleşik Devletleri'nin üç Yahudi büyükelçiyi İstanbul'a atamasının, Nahum'un bu ülke diplomatik çevreleriyle kurmuş olduğu iyi ilişkilerin bir neticesi olduğu bilinmektedir. Bu ilişkiler Osmanlı yönetiminin dikkatim çekti. Nahum'un Amerika büyükelçisi olarak tayin edilmesi birkaç kez gündeme geldiyse de bu gerçekleşmedi. Nahum'un hahambaşılık görevi öncesinde, sırasında ve sonrasında sarayla ve hükümet yetkilileriyle kurmuş olduğu ilişkiler 1910'da kendisine mebusluk teklif edil-

NAİMA MUSTAFA EFENDİ

28

29

NAİME SULTAN YALISI

İ

KİRA

K A T L

KISSA

İ

Vak'a-i garibedendir ki îstanbulda Kira denmekle ma'rufe bir Yahudiye a'cûz nis-van-ı harem vâsıtasıyle hayli teferrüd ve şöhret bulub nisve-i mezkûrâmn râbı-ta-i irtişaları olmağla umûr-ı külliyeye karışub nice meşâhire mansıb alıverüb rüşvete imâle ile iç halkının idlâl ve umûr-ı âlemi pür-ihtilâl etmeğin sipahi taifesi cem'iyet ve hücum edüb zikr olunan mel'ûne-i müfsideyi taleb erdiklerinde kaimmakâm Halil Paşa bu şerrin zararı ihtimaldir ki kendüye ve sedef-i dürr-i hilafet Valide sultana isabet ede deyü havfe düşüb çavuşbaşı Kazancızâde'yi gön-derüb Yahudiyenin meskenin basdurub kendüyü ve oğullarını ahz etdirdi. Hu-zur-ı vezire ihzar esnasında henüz divanhane nerdürabamndan çıkarlarken züm-re-i sipah sabr etmeyüb a'cûz-ı mezbureye ve oğullarına hançer üşürüb üçünü bile pâreleyüb lâşe-i habîselerin meydana bıraktılar ve mel'ûnenin vâsıta-i rüşvet olan destini ve mevzi'-i fercini kat'edüb ol lâineye intihâb ile mansab sahibi olan ba'zı mağrur-ı câhm kapularına mıhlayub asdılar. Bu vak'adan mehd-i ul-yâ hazretleri ziyâde bî-huzûr olub bu bî-edebliğe cesaret edenlerin definde sa'y ve ihtimam etmedi deyü Halil Paşa'ya muğber oldu ve az müddetde ol iğbirara binâen Halil Paşa'yı ma'zûl ve Tavaşi Hafız Paşa'yı kaimmakamlık nesnedine mev-sul eylediler ve bu bâbda müftî-i asr Sun'ullah Efendi dahi tahrik-i cem'iyet-i si-pâha râz-dârdır deyü bu husûsda teşrik eldiler. Nefsü'1-emr budur ki ba'zı me-sâlih husulüne tasavvuf eden kimesnelerin yediyle mebâliğ ve hedâyâ alınmak her asrda eksik olmaz bir mânâdır. Hadd-i ma'kulü tecâvüz etdiği hâlde hile-i hakimane ile define sa'y olunmak lâzım iken hucûm-ı umuma muharrik bu makule fesadı ikâz ile hetm-i nâmus-ı devlet etmek akıbetinde vehâmet mukarrerdir.



Tarib-i Naima, I, 230-231

meşini sağladı. Ancak Yahudi cemaatinin ileri gelenleri iki görevi yürütmesinin imkânsız olduğunu ileri sürerek Haim Nahum'un bu görevi kabul etmemesini sağladılar.

Nahum 1918'de Sadrazam Ahmed İzzet Paşa tarafından Amerika Birleşik Devletle-ri'ne gönderildi. 1917'den beri kesilmiş olan ilişkilerin canlandırılması gerekmekteydi. Temaslarına Avrupa'dan başlayan Nahum gerekli ülkelerin giriş vizesi vermemesi üzerine görevini tamamlayamadı.

Nahum 1919'da, Amerika Birleşik Dev-letleri'nin eski istanbul büyükelçisi Henry Morgenthau'yla görüşmek üzere Avrupa'ya gitti. Konu Türkiye'nin geleceğiydi. Seyahatinde yeni devletin sınırlan, Kemalistlerin fikirleri ve Mustafa Kemal'in kişiliği hakkında sayısız temaslarda bulundu, basın toplantıları düzenledi. Fransız basınında röportajları yayımlandı. Nahum ayrıca Fransa ile Türk milliyetçi hareketi arasında yapılabilecek bir anlaşmayı muhtelif defalar dile getirdi.

Görevinden istifa ettiği 1919'dan Kahire başhahamı seçildiği 1926'ya kadar Paris'te oturan Nahum, bu dönemde de siyasetle ilgilendi. Özellikle Fransız basınında kurulmakta olan Türkiye Cumhuriyeti ve Kemalist akımla ilgili demeç ve röportajları yayımlandı. 1922'de Cumhuriyet'in ilanından önce yeni bir kampanyayla büyük güçlerin Ankara hükümetiyle barış anlaşmaları imzalamaları için çaba gösterdi. Kemalistlerin propagandasını yaptı. 1923' te Türk heyetinde yer alarak Lozan Barış Konferansı'na katıldı.

Nahum 1926'da başhaham seçilmesi üzerine Kahire'ye yerleşti. Kısa bir süre sonra senatör tayin edildi. Mısır'daki Yahudi Etütleri kuruluşunun kurucularından olan Nahum'un 1934'te iki eseri yayımlandı: Administration deş biensprives et despa-lais royaux (Kraliyet Saraylarının ve Özel Mülkiyetin Yönetimi) ve Recueil desfir-mans imperiaux ottomans (Osmanlı imparatorluğu Fermanları).

SILVYO OVADYA

NAİMA MUSTAFA EFENDİ

(l655?, Halep [bugün Suriye'de] -1716, Patras [bugün Yunanistan 'da]) Tarihçi.

1000-1070/1591-1659 arasını kapsayan ve kısaca Tarih-i Naima, Naimâ Tarihi, Tarih-i Vekâyide denen Ravzatü'l-Hü-seynfi hülasatiAhbari'l-Hafikeyn adlı vakayinamesi, genel bir Osmanlı tarihi olmakla birlikte İstanbul'la ilgili toplumsal, siyasal ve kültürel pek çok olayı ve konuyu da içermektedir.

Doğduğu Halep'te Arapça, Farsça öğrenen ve Doğu kültürü edinen Naima, gençliğinde İstanbul'a geldi. l688'de Eski Sa-ray(-») teberdarları arasında yer aldı. Ba-yezid Camii'nde cami derslerine(-«) devam etti. Edebiyata, tarihe ilgi duydu. Fakat daha çok ilm-i nücum (astroloji) ile uğraştı. Yazı ve ifade yeteneği, Doğu dillerini bilmesi sayesinde Divan-ı Hümayun'a geçerek kâtipler sınıfına katıldı. Kalaylıkoz Ahmed Paşa'ya divan efendisi oldu. Sadra-

zam Amcazade Hüseyin Paşa'nın (sadrazamlığı 1697-1702) teşvikiyle tarih yazımına yöneldi. Hüseyin Paşa, kitaplığmda-ki, Şârihü'l-Menarzade Ahmed Efendi'nin (ö. 1646) eseri olan tarih müsveddelerini Naima'ya vererek bunları tasnif edip, temize çekmesini istedi. Olasılıkla 1700'de-ki bu görevlendirme, bir tür resmi tarihçilik sayıldığından Naima ilk Osmanlı vaka-nüvisi kabul edilmiştir. Tarih-i Raşid'de ise "Vekayi-i Devlet-i Aliyye tahririne memur" Naima Efendi'nin, hazırladığı ilk "cüzleri", Edirne'de bulunan Sadrazam Amcazade Hüseyin Paşa'ya, bir adamıyla 11 Ağustos 1702'de gönderdiği, paşanın da okuduğu parçalan beğenerek Naima'yı teşvik için l kese akçe ile "istanbul gümrüğü mukataasından l para 3 akçe hesabıyla 120 akçe gündelik" bağlattığı, ayrıca çalışmalarını aralıksız sürdürmesi hususunda da bir ferman çıkarttırdığı yazılıdır. Naima da, asıl tarihine eklediği "Feyzul-lah Efendi Vak'ası" adlı risalesinin girişinde "Bu dâ'î-yi fakir Mustafa Naîm hakir, devlet-i ebed-peyvend-i Osmanî tevarihini müteaddid müsveddelerden beyaza çeküb nice fevâid-i celile ilhakıyla tertib ve tekmil edüb dokuzyüz sekseniki tarihinden bin altmış beş senesine dek olan veka-yi'i cami müdevven bir nüsha-i lâtife tahrir ettiğini" açıklamaktadır.

Eserini ithaf ettiği Amcazade Hüseyin Paşa'nın azlinden ve ölümünden sonra, 1704'te sadrazam olan Kalaylıkoz Ahmed Paşa'dan himaye gördü ve Anadolu muhasebeciliğine atandı. Hacegân sınıfına dahil olarak yürüttüğü bu görevinden, "cüz'iyyatda olan mahareti belâsı ile azl ve nefy" ile uzaklaştırılıp Hanya'ya sürgüne gönderildi. Suçu, devlet adamlarının hoşuna gitmeyen zayiçeler düzenlemek ve dilini tutmamaktı. Bir rastlantı olarak eski efendisi Kalaylıkoz Ahmed Paşa o sırada

Hanya muhafızı olduğu için, Naima bir yıllık sürgün yaşamında sıkıntı çekmedi. Ancak İstanbul'da kalan eşi Hâce Havva Hatun yoksul düştü ve Sadrazam Çorlulu Ali Paşa'ya başvurmak zorunda kaldı. Sadrazam, Naima'nın sürgün yerini Bursa olarak değiştirdi. Ekim 1707'de de affedildiğinden İstanbul'a döndü. Teşrifat! ve ek görev olarak da kalyonlar defterdarı oldu. 1712'de Rikap Kaymakamı Silahdar Damat Ali Paşa'nın desteği ile ikinci kez Anadolu muhasebeciliğine getirildi. Ali Paşa 1713'te sadrazam olunca Naima da defter emini, aynı yıl başmuhasebe hâ-cesi atandı. Sadrazamın özel meclislerine katılmakla birlikte bir süre sonra gözden düştü. Silahdar kâtipliğine nakledildi. 1715'te üçüncü kez Anadolu muhasebeciliğine getirildi. Mora seferi sırasında Mora mubayaacısı ve defter emini vekili olarak Türklerin Balya Badra dedikleri Palyo Patras'ta kaldı ve orada öldü. Avlusuna gömüldüğü cami sonraki yüzyıllarda yıkıldığı gibi mezarı da kayboldu. Ölümüne, Ne zibâ düşdü târih-i vefatı/ Naimâ gitdifirdevs-i naîme tarihi düşürülmüştür.

Tarih olaylarını öykü üslubuyla anlatmadaki ustalığı tartışmasız olan Naima, bu yönüyle divan edebiyatına en seçkin mensur eserlerden birini kazandırmış sayılır. İşlediği konular, yer yer iç uyaklı (seçili), darbımeseller ve betimlemelerle zenginleştirilmiştir. İnce alaylar, açık eleştiriler de az değildir.

Eserin yazımında asıl kaynak, Şârihü'l-Menarzade Ahmed Efendi'nin bıraktığı müsveddelerdir. Bu kaynak kaybolduğundan, Naima Tarihi bir bakıma Ahmed Efendi'nin eserini yansıtan tek kitap durumundadır. Yazar, şifahi bir kaynak olarak da Maanzade Hüseyin Bey'den yararlanmıştır. İbrahim (1640-1648) ve IV. Meh-med (1648-1687) dönemlerini yaşayan



Maanzade, tanık olduğu olayları Naima'ya aktardığı gibi, hazırladığı bir tarih mecmuasını da vermiştir.

Naima Tarihi hin 982/1574'ten 10657 l654'e değin olayları kapsayan ilk özgün nüshası Topkapı Sarayı Müzesi Kütüpha-nesi'ndedir. Naima, eserini ikinci kez elden geçirdiğinde ilk 18 yılı çıkartıp 10007 1591'i esas alarak ve 5 yıllık bir ilave ile 1070/l659'a değin çıkan-ve yer yer yeni eklentiler içeren asıl tarihini tamamlamıştır. Naima'nın yararlandığı diğer kaynaklardan Hasanbeyzade, Âli, Kâtip Çelebi, İbrahim Peçevî, Vecihî, Karaçelebizade Abdülaziz, Tevkii Abdi Paşa tarihlerine bu ikinci tertipte daha çok atıflar bulunmaktadır. Eserinin önsözünde güvenilir bir vakayinamenin özelliklerini sayan Naima'ya göre tarihçinin, doğru sözlü, asılsız haberlere kulak vermeyen, bilenlerden araştıran veya bizzat gözlemleyen, olayları aktarmakla yetinmeyip kıssadan hisse çıkartan, kolay okunup anlaşılır dil kullanan bir usta olması gereklidir, Yine Naima'ya göre "tarih devirlerin dilidir" ve tarih bilmeyenler aymaz kişilerdir.

Naima Taribi'nin kütüphanelerde çeşitli yazma nüshaları bulunmaktadır. İlk baskısı İbrahim Müteferrika(->) tarafından 1734'te 2 cilt olarak yapıldığı gibi, 1860'ta ve 1865-1866'da Matbaa-i Âmire'de gerçekleştirilen 6 ciltlik basımı da vardır. Yeni harflerle de 1967-1969'da basılmıştır. Naima'nın 17 beyitlik bir mesnevisi ile birkaç beyitlik şiirleri de tarihinin içinde olup, "Resâil-i Siyasî" denen yazıları ise yazma mecmualarda bulunmaktadır.

Naima Taribi'nin, İstanbul yaşamının 70 yıllık bir kesitini ilgilendiren bölümleri, doğal afetlere, yangınlara, ayaklanmalara, toplum olaylarına, cinayetlere, kıtlıklara, tören ve eğlencelere ilişkin olarak önemli bir yekûn tutar. Benzeri eserlerde olduğu gibi Naima Taribi'nde de başlıkların çoğu Farsçadır. Ana başlıklar ise yıllara göre, örneğin "vekayi-i sene elf' (H. 1000 yılı olayları) biçimindedir. Son beş yılın olayları ise aylara göre verilmiştir. Eserin zeyli olan "Feyzullah Efendi Vak'ası" ise II. Mustafa'nınC-») hocası Şeyhülislam Feyzullah Efendi'nin özgeçmişini ve Edirne Vak'ası'nı anlatır. Eserin 6 ciltlik 1865-1866 basımı toplam 2.788 sayfadır.

Naima Taribi'nde İstanbul'la doğrudan ilgili bölümlerden bazılarının başlıkları şunlardır: "Gulüvv-i sipah der-divan", "Kıssa-i katl-i Kira", "cülus-ı hümayun haz-ret-i Sultan Ahmed Han", "Zikr-i sebeb-i gulamiye-i sipah", "Katl-i kaimmakâm Sarıkçı Mustafa Paşa", "Zuhur-ı duhân", "İlti-câ-i Canbulat-zâde be-Âsitâne", "Zikr-i ba'zı vekayi-i der-Âsitâne", "Bina-ı Cami-i Cedid Sultan Ahmed Han", "Bina-yı Kasr-ı Tersane", "Hal'-i Sultan Mustafa Han zikr-i cülûs-ı Sultan Osman Han", "Vak'a-i haile-i Osmaniye", "Vak'a-i meczûb der Camii Cedid", "Fitne-i diğer", "Bakiyye-i ahvâl-i zorbayan ve katl-i meşahir-işan", "Vak'a-i Asitâne", "Harik-i azîm der-İstanbul", "İb-tâl-i kahvehane ve men'-i duhân", "Cem'iyet-i mevlûd-i şerif ve meclis-i dua", "âmedân-ı elçi-i Leh", "Katl-i Abaza Meh-

med Pâşâ-yı meşhud" "Ahval-i Emirgûne Oğlu", "Ahval-i Asitâne", "Siyaset-i erbâb-ı duhân", "Nefy-i Şekerpare", "Katl-i mü-neccimbaşı Hüseyin Efendi", "Gavga-i be-râ-yı ulufe", "Tafsil-i ahvâl-i Valide Sultan", "Zelzele ve husuf", "Âmedan-ı Vezir İbşir Paşa", "Çevri Çelebi", "Zuhur-ı fitne ve vak'a-i Çınar", "Salb-i patrik". Bibi. Tayyarzade Ahmed Ata, Tarih-i Enderun, III, İst., 1293, s. 36 vd; Tarih-i Raşid, II, 533, IV, s. 35; Sicill-i Osmanî, IV, 575-576; Osmanlı Müellifleri, III, 151 vd; Babinger, Osmanlı Tarih Yazarları, 268 vd; A. H. Çelebi, Naimâ, Hayatı-San'atı-Eserleri, İst., 1953; Ahmed Refik, Naima, İst., 1932; ay, "Menfada Naima Efendi", TTEM, S. V (1931), 52 vd; Cema-leddin, Âyine, 43 vd; Ebüzziya Tevfik, Nü-mune-iEdebiyat-ı Osmaniye, İst, 1329, s. 44 vd; M. Aktepe, "Naimâ Tarihinin Yazma Nüshaları", TD, S. l (1949), 35 vd; C. Baysun, "Naimâ", İA, IX, 44 vd.

NECDET SAKAOĞLU

NAİME SULTAN YALISI

Beşiktaş İlçesi'nde, Ortaköy'de Muallim Naci Caddesi'nde sahil kenarındadır. "Gazi Osman Paşa Yalısı" olarak da bilinir.

Boğaziçi'nin Ortaköy Camii'nden sonra kuzeye devam eden sahil şeridi üzerinde hanım sultan saraylarının dizili olduğu bilinmektedir. Esma, Hatice, Fehime, Zekiye, Naime, Fatma sultanlara ait olan bu yalılar içinde günümüze kalabilmiş olanlardan biri de Naime Sultan Yalısı'dır.

Zekiye Sultan Yalısı ile bir çifte saray oluşturan binaların hangi tarihlerde hanım sultanlara verildiği veya yaptırıldığı kesin olarak saptanabilmiş değildir. Birçok yazar bu konuda değişik atıflar yapmaktadır. Yapı birçok kaynakta Fehime Sultan Sarayı olarak geçmektedir, bazı kaynaklar da burada Zekiye ve Naime sultanlara ait çifte saray olduğunu belirtmektedir.

Naime Sultan Sarayı veya Gazi Osman Paşa Yalısı olarak anılması, Naime Sul-tan'm Gazi Osman Paşa'nın oğlu Kemaled-din Paşa ile 1898'de evlenmesinden son-

Naime Sultan Yalısı

Af. Tuğrul Acar, 1992

ra olmalıdır. Düğünden sonra Naime Sul-tan'ın, ablası Zekiye Sultan'ın sarayının yanında bulunan çifte saraylardan birine gelin gittiği bilinmektedir. Yalı mabeyin müşiri olarak atandığında Gazi Osman Paşa' ya II. Abdülhamid tarafından 1883'te hediye edilmişti. Yalı olasılıkla 1898'de önemli bir yenilenme geçirmiş veya yeniden yapılmıştır. Yalının yapım tarihini birçok kaynak 1317/1899 olarak vermektedir. Mimarı bilinmemektedir.

Halen Gazi Osman Paşa Ortaokulu olarak kullanılan görkemli yalının yerinde eskiden deniz hamamları bulunuyordu. Yalının arka tarafına dar bir yolla ayrılan bir de köşk yapılmıştı.

Naime Sultan Yalısı, kagir zemin kat üzerine ahşaptan yapılmış iki katı ve bir de çatı katı olan yüksek ve görkemli bir yapıdır. Planı, 19. yy sonunda İstanbul'da yaygın olarak kullanılan simetrik kurgulu bir şemaya sahiptir. Birbirinin eşi harem ve selamlık bölümlerini çift koridorlu bir sistem içinde bütünleştiren bu şema, 19. yy ortalarının merkezi sofalı şemalarından hayli farklılaşmış bir modeldir. Bu şemada merkezi sofanın yerini simetri ekseninde yer alan holler ve bu hollere açılan merdivenler almıştır. Salon ve odalar yapının cephesinde yer alır ama merkezi sofa yerine bir koridora bağlanırlar.

Oda ve salonlar farklı büyüklükleriyle cephede çıkmalar, veranda ve balkonlar oluşturur; hem yalının kitlesine ölçülü bir hareket kazandırır hem de planın simetrik kurgusunu dışa vurur.

Cephe, üçerli pencerelerle gösterilen düzenli bir aks sistemine sahiptir. Zemin katta iyice basık kemerli olan pencereler, üst katlarda büyük ve yüksek açıklıklar olarak düzenlenmişlerdir. Alt kesimleri, Fransız penceresi biçiminde düzenlenerek döşeme düzeyine kadar indirilmiş ve pencerenin olabildiğince yüksek görünmesi sağlanmıştır.

Simetri ekseninde yer alan çıkmanın



Yüklə 8,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   147




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin