Hldlniava V l h o n I n, I,1 V a hjhvi 3a I o I l n V 31 V h fi 11 fi



Yüklə 8,43 Mb.
səhifə89/147
tarix27.12.2018
ölçüsü8,43 Mb.
#86791
1   ...   85   86   87   88   89   90   91   92   ...   147

Bibi. Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, I, 158-159; A. Egemen, İstanbul'un Çeşme ve Sebilleri, İst., 1993, s. 710-711.

H. ÖRGÜN BARIŞTA



RUM ATEŞİ

8. yy yazarı Teofanes'e ve 12. yy yazarı Kedrenos'a göre 7. yy'm sonlarında Heli-opolisli (Suriye'de) mimar Kallikanos tarafından keşfedilen ateş püskürtme silahı. Yaklaşık 500 yıl boyunca Konstantinopo-lis'i ve dolayısıyla Bizans'ı düşmanlarına karşı koruyan en önemli etken olarak görülen "Rum ateşi" kullanıldığı çağlarda çok büyük bir psikolojik etki yaratıyordu.

Esas itibariyle gemiden gemiye atılan bir deniz silahı olan Rum ateşi ilk kez, 674-678 arasında dört yıl süreyle Konstan-tinopolis'i kuşatan Arap donanmasına karşı başarıyla kullanılmıştı (bak. kuşatmalar). VI. Leon'un(->) (hd 886-912) ünlü strateji kitabı Taktika'ya. göre Rum ateşinin birinci özelliği, elle çalışan küçük bir sifon yardımıyla atılan bir ateş topunun yarattığı ürkütücü etkiye dayanması; ikinci olarak bu ateşin denizin üstünde bile yanmaya devanı etmesi; son olarak da bir el makinesi sayesinde teke tek dövüşlerde bile kul-lanılmasıydı.

Rum ateşinin ikinci başarılı kullanımı, 940'ta Konstantinopolis'i abluka altına alan Kievli İgor komutasındaki Rus donanmasının püskürtülmesi sırasındadır. Bu olaya ilişkin taze bilgileri aktaran Cre-mona'lı Liutprand'ın(->) anıları, Rus kroniklerinin 935-941 arasını anlatan bölümleri ile uyum içindedir. Söz konusu ateş püskürtme silahına Rum ateşi adı daha sonradan Haçlılar tarafından verilirken kendilerini Roma'nın mirasçısı sayan Bizanslılar "Roma ateşi" diyorlardı. Kaynaklarda ayrıca "yapay", "hazırlanmış", "sıvı", "uçan", "erimiş" ateş denildiği görülür. Bu karışık terminoloji yüzünden her zaman aynı silahtan söz edilip edilmediği kesinlikle tespit edilemez. VII. Konstantinos Por-firogennetos'un(->) (hd 913-959) oğullarına yazdığı bir risalede Rum ateşi ile ilgili bilgilerin devletin en yüksek sırrı olarak saklanması gerektiği, bu sırrın düşmanın eline geçmesine neden olanların, imparator bile olsa ölümle cezalandırılacakları kaydedilmektedir. Gerçekten de Rum ateşine ilişkin sırlar, 814'te bir ihmal sonucu Bulgarların eline geçen 36 sifon ve bir miktar yanıcı malzeme dışında 500 yıl boyunca çok gizli tutulmuştu. Bizans'ta bu silahı ateşleyecek kişilerin çok özel bir eği-

RUM MEHMED PAŞA CAMÜ

346

347

RUM OKULLARI

timden geçirilmesi, hattâ Konstantinopo-lis'te Rum ateşi imalinin yüzlerce yıl tek bir ailenin tekelinde kalmasından dolayı, mekanizmaları ellerine geçiren Bulgarlar bile Rum ateşinin sırrını çözememişlerdi.

11. yy yazarı Anna Komnena(->) Alek-siadzdlı kitabında babası I. Aleksios'un(->) döneminde (1081-1118) Rum ateşinin 200 yıl önceki prensiplere göre çalıştığını söylerken bir deniz silahı olarak yeterince verimli kullanılamadığından yakınır. An-na'nın anlattığına göre, o dönemde Rum ateşi atan mekanizmaların ağız kısmına aslan ya da başka hayvanların başlan biçiminde kabartmalar takılır ve böylece ateş sanki hayvanın ağzından çıkıyormuş gibi görünerek daha da ürkütücü nitelik kazanırdı. Nitekim Aleksios bu şekliyle silahı 1103'te Pisahlara(->) karşı kullanmış fakat başarısız olmuştu.

1204-1261 arasında Konstantinopo-lis'te Haçlıların kurduğu Latin İmparator-ltığu'ndan(->) sonra Bizans'ta Rum ateşine nadiren değinilirken, Haçlılara karşı savaşan Araplar ve Türkler tarafından (örneğin 1191'de Akra'da) aynı adla kullanıldığı görülür. Dönemin Arap kaynaklarına göre dayanılmaz bir koku ve ürkütücü bir sesle püsküren bu alevi suyla değil, ancak kumla söndürmek ya da üzerine kaynatılmış sirke dökerek kontrol etmek mümkündü. 13. yy'da Araplar tarafından Fransa Kralı IX. Louis'e karşı kullanıldığı sırada bu silahı gözlemlemek olanağını bulan Joinville'li John'a göre Rum ateşi "bir ejderhanın ağzından çıkıyormuş gibi görülen dev alevi ile geceyi gündüz gibi aydınlatabiliyordu". Silahın hedef aldığı kişilerin hayatta kalmalarına bakılırsa silah öldürücü olmaktan çok korkutucu idi. Öte yandan Anna Komnena'ya göre silahın etkili olabilmesi için havanın durgun, gemilerin de birbirine değecek kadar yakın olması gerekiyordu. Fakat 11. yy'da yaşamış isveçli Yngvar'ı konu alan bir sagada (destan) Rum ateşinin bronz bir borudan kükreyerek fışkırdığı ve değdiği yerde sadece iskelet bıraktığı ileri sürülür. Nitekim Rum ateşinin korkunç ünü yüzünden 1139 tarihli İkinci Lateran Konsili'nde, savaş sırasında bu öldürücü silahın kullanılması yasaklanmıştı.

Tarihçi Mihael Dukas(-0 ve Georgios Sfrantzes'in(~») anlattıklarına göre 1453'te

Rum ateşinin muhtemel düzeneğini gösteren çizim.

J. Haldon-M. Byrne, "A Possible Soiution to the Problem of Greek Fire", Byzanliniscbe Zeitschrift, S. 70

Konstantinopolis'in Osmanlılarca kuşatılması sırasında da Rum ateşi denen bir silah kullanılmıştı. 20 Nisan 1453'te, Marmara Denizi'nde Osmanlı gemileri ile karşılaşan buğday yüklü Bizans gemileri bu silah sayesinde ablukadan kurtulnıuşlarsa da, daha sonra Osmanlı gülleleri ile batırılmışlardır.

12. yy'dan itibaren Rum ateşinin etkisini yitirmesinin temel nedenlerinden ilki, bu yüzyılda ateşli silahların Bizans'ın tekelinden çıkmasıdır. İkinci neden 13. yy'dan itibaren patlayıcı olarak güherçilenin kullanıldığı topların icadı, üçüncü neden ise 12. yy'dan itibaren Bizans donanmasının ve ordusunun çöküşü olmalıdır.

Rum ateşinde kullanılan yanıcı maddelerin ne olduğuna ilişkin hiçbir bilgi günümüze gelmemiştir. Bu nedenle bu konudaki tahminler modern tarihçi ve fiziko-kimyacılarm ortaklaşa yaptıkları çalışmaların ürünüdür. Bazı araştırmacılar ana madde olarak sülfür ve zift karışımım, diğerleri sülfür, zift, katran, günlük, doğal gübre ve reçinenin keten kıtığıyla yapılan karışımlarını ya da tek başına neftyağım veya neft ve damıtılmış petrol karışımını önermektedir. Başka tezlere göre bu madde güherçile veya su ile tepkimeye sokulan sönmemiş kireç olabileceği gibi güherçile, sülfür, zift, toz yapıştırıcı ve kuş tüyü karışımı da olabilir. Bazı araştırmacılar kireç ya da kireçtaşının ölü kemikleri ve idrar ile tepkimeye sokulmasından elde edilen kalsiyum fosfit üzerinde dururken bazı araştırmacılar ise anamaddenin, neft, katran ve keten kıtığından oluşan bir karışım olduğunu ileri sürdüler. Bütün bu varsayımlar, gerek 13. yy'dan önce güherçilenin pek bilinmemesi, gerekse kirecin tepkime süresinin çok kısa oluşu veya Bizans'ta yeterince neftin bulunmayışı dolayısıyla açıklayıcı olamamıştır. Son teze göre Rum ateşinin anamaddesini ham ya da damıtılmış petrol teşkil ediyordu ki, bu maddeye o dönemde Karadeniz kıyılarındaki Tmutorakan ve Anadolu'daki Tercan şehirlerinde yaygın biçimde rastlanıyordu.

Öte yandan söz konusu malzemenin belli bir derecede ısıtıldıktan sonra herhangi bir patlamaya neden olmadan boru aracılığı ile dışarıya pürkürtülmesini sağlayan aletin nasıl ve ne boyutta olduğu konusunda da tartışmalar vardır. Rum ate-

şine ilişkin nadir Bizans tasvirleri, Madrid'deki Skilitzes Yazması ve Vatikan'daki 11. yy'a ait bir resimdir. Bazı araştırmacılar MÖ 200'den beri bilinen çift hareketli piston yardımıyla hava pompalanan bir tip sifondan söz ederlerse de A. Komnena'ya göre böyle bir alet eski Yunan'da hiç kullanılmamıştı. Ayrıca Yunancadaki "sifon" sözcüğü aynı zamanda boru ve hortum yerine de kullanılırdı. Teofanes'e göre VII. Konstantinos altlarında ateş yanan dev bronz kazanlar taşıyan kadırgaların hazırlanmasını emretmişti. 9. yy yazmalarından birinde içlerinde neft, katran ve keten kıtığından yapılma bir karışım taşıyan dev bronz kaplardan söz edilirse de yüzyıllar boyunca Bizans'ın en önemli tılsımı kabul edilen Rum ateşinin gerçek sırrı çözülememiştir.



Bibi. M. Berthelot, 'La chimie au Moyen Age, Paris, 1893, s. 100; J. R. Partington, A History of Greek Fire and Gunpoıvder, Cambridge, 1960, s. 30-31, 42, 2225; H. R. Ellis-Davidson, "The Secret Weapon of Byzantium", Byzan-tinische Zeitschrift, S. 66 (1973), s. 61-74; J. Haldon-M. Byrne, "A Possible Soiution to the Problem of Greek Fire", ae, S. 70, s. 91-99; C. Zenghelis, "Le feu gregeois et leş armes â feu deş Byzantins", Byzantion, S. 7 (1932), s. 265-286; N. D. Cheronis, "Chemical Warfare in the Middle Ages: Kallinikos Prepared Fire",/o«r-nalof Chemical Education,S. 14(1937), s. 360-364; R. Schneider, "Eine byzantinische Feuer-waffe", Zeitschriftfür historische Waffen- und Kostümkunde, S. 15 (1913), s. 83.

AYŞE HÜR


RUM MEHMED PAŞA CAMÜ VE TÜRBESİ

Üsküdar İlçesi'nde, Şemsi Paşa Camii'nin üst taraflarında Marmara Denizi ve Bo-ğaz'a hâkim bir tepe üzerindedir. Civarında medresesi, hamamı ve imareti bulunmakta idi. Bugün bunlardan sadece bir harabe kalmıştır.

Rum Mehmed Paşa Camii ve Türbesi'nin vaziyet planı. Müller-Wiener. Bildlezikon

Banisi 1466-1469 arasında sadrazam olan Rum asıllı Mehmed Paşa'dır. Yaygın kanaate göre 875/1470'te katledilmiştir. Mehmed Paşa'nın vakfiyesi bulunamamıştır. Fakat 890/1485 tarihli bir tahrir kaydında, II. Mehmed'in (Fatih) (hd 1451-1481) paşaya temlik ve hibe ettiği Dimeto-ka'daki Ada Nahiyesi'ndeki Toyca-Oruz-lu Köyü'nü imaretine vakfettiği görülmektedir. 16. yy'daki kayıtlarda ise Üsküdar' daki imaret için Unkapanı'nda bir hamam, evler, dükkânlar bırakmış olduğu yazılıdır. 1953'ten önce caminin son cemaat yerinin kubbeleri ve minare peteğinin bir kısmı yıkıktı. Bu tarihte esaslı bir onarım görmüş ve bu arada yuvarlak kubbe kasna-ğındaki pencereler tuğla kemerle örülerek saçaktan dışarı doğru diğer ana kemerler gibi dışarı fırlamıştır. Bu görünüş camiye bir kilise havası verdiği gibi çok da tenkide uğramıştır. Külliyenin medresesi 12317 1815'te haraptı. Türbe caminin arka tarafın-dadır. İmaret ise bilinmemektedir.



Cami: Rum Mehmed Paşa Camii, 15. yy' da örneği çok görülen tabhaneli veyahut kanatlı camilerdendir. 11 m çapında bir merkezi kubbe ve mihrap tarafında bir yarım kubbesi ve sağında bir minaresi vardır. Merkezi kubbenin iki tarafında sağ ve solunda ikişer odası mevcuttur. Bina, büyük kemer üzengilerine kadar kaba yönü kesme taştan, daha sonra ise tuğla ve taş dizileri ile örülmüştür. Büyük ana kemerleri ve diğer pencere kemerleri, son cemaat yeri kemerleri tuğladan örülmüşlerdir. Son cemaat yeri beş kubbelidir. Bazıları birkaç parçadan yapılan sütunlar kaidesiz, başlıkları şişkin birer testi gibidir. 1953'teki tamirlerde kemer ve kubbeler tekrar yapılırken gergiler de betondan yapılmıştır. Saçaklar tuğladan kirpi saçak şeklindedir. Cümle kapısı sivri kemerli ve sade silmeli bir çerçeve içindedir. Sağda ve solda birer küçük nişi vardır. Basık kapı kemeri üzerindeki kitabesi mermer üzerine kabartma olarak iki beyit halinde ve Arapça yazılmıştır. Tarih ebced hesabıyla 876/1471-72'yi vermektedir. Caminin merkezi kubbe mekânı dışarıdan 75 cm daha yüksektir. Kapı iç tarafının iki yanında ahşap bir mahfil olup, birbirine dar bir geçitle bağlıdır. Üslup olarak eskidir. Bu

orta kubbe mekânına iki yandaki odaların kapıları açılmaktadır. Yan odalar asil kitleden daha alçak ve kubbelidir. Ortalama 5,35x5,30 m ebadında ocaklı, alt ve üst sıra pencereli ve dolaplıdır. Emsallerinde olduğu gibi misafirhane ve bir aralık da tekke olarak kullanılmıştır. Mihrap tarafındaki asıl namaz kılman hacim, orta kısımdan 35 cm daha yüksektir. 174 cm genişliğinde bir ana kemerle iki hacim birbirinden ayrılmaktadır. Mihrabın iki yanında, sağ ve solda birer pencere vardır. Yandaki pencereler derince nişler içine alınmıştır. Üst pencere olarak sadece mihrap üzerinde ve yarım kubbenin trompları içinde pencereler bulunmaktadır. Tromp uçları iri badem ve yapraklarla bitmektedir. Ana kubbeyi taşıyan kemer içlerinde iki sıra halinde yedişer, yuvarlak olan kubbe kasnağında ise sekiz pencere mevcuttur. Son cemaat duvarında iki alt ve odalara isabet eden birer üst pencere bulunmaktadır. Binanın duvar kalınlıkları, odalarda 105 cm, iç hacimle oda araları 150 cm, son cemaat ve mihrap tarafı duvarları 170 cm kalınlığındadır. Binanın eyvan ve kubbelerinde bulunan ve eskiden kalma kalem işleri kısmen korunmuştur. Alçı mihrabın basit silmeli bir çerçeve içinde altı sıra mukarnaslı bir yaşmağı ve köşelerinde sütunçeleri vardır. Nispet olarak genişçe yapılmıştır. Basit bir eser olan minber ahşaptandır. Eski olması muhtemel olan pencere kapakları ahşaptan ve üç tablalı olarak yapılmıştır.



Türbe: Rum Mehmed Paşa'nın türbesi, caminin mihrap duvarı tarafında, biraz köşededir. Kesme küfeki taşından sekiz köşeli, kasnaksız, sağır kubbeli sade bir yapıdır. Her duvarda bir alt ve bir üst penceresi mevcuttur. Herhangi bir kitabe bulunmamaktadır. Caminin sağ yan ve arka taraflarında bir hayli eski tarihli kabirler bulunmaktadır. Paşanın ailesine ait olan ve devrinin özelliklerini aksettiren bu kabirlerden bazıları 16. yy tarihlerini taşımaktadır.

Bibi. Tevârih-i Al-i Osman, İst., 1332, (Âli tab'Os. 170-171, 172-173, 191; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II, 532; Ayvansarayî, Hadîka, 195; Konyalı, Üsküdar Tarihi, I, 249 vd; (Konyalı), İstanbul Abideleri, 90; İ. H. Danişmend,

Rum Mehmed Paşa Camii'nin kuzey

cephesinden görünümü. Nazım Timuroğlu



Osmanlı Devlet Erkânı, ist., 1971, s. 10; Danişmend, Kronoloji, I, 306, 313, 319; Baltacı, Osmanlı Medreseleri, 341-342; M. T. Gökbilgin, XV.-XVI. Asırlarda Edime ve Paşa Livası, İst., 1952, s. 334-335; E. H. Ayverdi, Fatih Devri Mimarisi, İst., 1953, s. 219-223; Ayverdi, Fatih Devri III, 482-490.

İ. AYDIN YÜKSEL

Karaköy'deki Galata Rum Okulu. Serhat Yüce, 1994

RUM OKULLARI

1453'ten önce, Anadolu'da, merkezi İstanbul olan Bizans ile merkezi Trabzon olan Pontus adında iki ayrı devlet halinde yaşayan Ortodoks Rumlar, 1453'te İstanbul'un ve I46l'de Trabzon'un Türkler tarafından alınmasından sonra Osmanlı tebaasına dahil olmuşlardır.

II. Mehmed'in (Fatih) başlattığı, Rumlara devlet himayesindeki hoşgörü, ondan sonraki padişahlar tarafından da devam ettirilmiş; Rum halk, Patrikhane öncülüğü ve denetiminde bağımsız dini hayat ve dini kurumlar yanında kendi bağımsız eğitim-öğretim kurumlarını da sürdürmüş ve geliştirmiş; başlangıçta kiliselere bağlı olan ve din eğitimi veren cemaat okullarını giderek örgün eğitim-öğretim kurumları haline getirmiştir.

Azınlık okullarının gelişim süreci incelendiğinde, Rum okullarının diğerlerine göre daha ayrıcalıklı konumlarda olagel-dikleri gözlenir. Bunda, sosyal ve kültürel düzeylerinin yüksek olmasının yanında, Osmanlı yönetimi üzerindeki nüfuzlarının da önemli rolü olmuştur.

İstanbul'da Rum okullarının kökleşip yaygınlaşmasında okul dışı kültür kurumlarının etkisi büyüktür. Bu kurumların içinde en tanınmış olanı Elinikos Filoloyikos Siloğos Konstantinopoleos'tur(->). Ayrıca, Beşiktaş'ta Konkord Mahfili, Boğaziçi'nde Yeniköy Mahfili, Üsküdar'da Hirisopulu Mahfili diye isimlendirilen şubeler açılmıştır. Zamanla Anadolu ve Rumeli'deki okulların büyük bir bölümü kültürel yönden Elinikos Filoloyikos Siloğos'a bağlanmıştır. Bu derneğin bünyesinde oluşturulan Maarif ve Mektepler Mahfili ile ülke içindeki

RUMOKUIIARI

348

349 RUM ORTODOKS KİLİSELERİ

deprem sonucu tamamen tahrip olan kiliselerin yerine yenileri inşa edilebiliyordu.

Eski kiliselerin onarımı da verilecek izne bağlanmıştı. Onarımlarda, kilisenin mevcut biçimine uymak ve eklenti yapmamak şartı aranır, buna uymayan inşaatlar yıktırılırdı. Bu konuda Balat Kapısı dışında nizami yapılmayan bir kilisenin yıkılmasına dair 1565 tarihli bir hüküm vardır. Kiliselerde, onarımların ancak eski ve kullanılmış malzeme ile yapılabildiği, kubbe yapımının da yasak olduğu bilinmektedir.

Osmanlı döneminde, kiliseler konusundaki kısıtlayıcı kuralların hafifletilmesi de gündeme gelmiştir. Uzunçarşılı'ya göre, 17. yy'da Köprülü Fazıl Mustafa Pa-şa'nın sadrazamlığı sırasında, Hıristiyanların yaşamını kolaylaştırmaya yönelik girişimlerde bulunulmuştur. Bazı vergi kolaylıklarının yanısıra, İstanbul'daki kiliselerin bakım ve onarımına da olanak sağlayan Köprülü Fazıl Mustafa Paşa, kilise onarımlarının ancak kullanılmış malzeme ile yapılabilmesi zorunluluğuna karşı çıkmıştır.

Kiliselerin onarımı için, kilise mütevelli heyetinin Babıâli'ye başvurusu gerekirdi. Başvuru üzerine, hassa mimarları, kadıların huzurunda keşif yaparak karar ve-

Rum unsurunun milli ve dini bilinçlendirme çalışmaları yürütülmüştür. Okulların Maarif ve Mektepler Mahfili'ne bu açıdan bağlanması ile o zamana kadar kiliseler bünyesinden Patrikhane'ye uzanan hiye-rarşik yapıda, Patrikhane'nin altında, fakat daha değişik bir teşkilat yapısına sahip başka bir kurum ortaya çıkmıştır.

Elinikos Filoloyikos Siloğos'un Maarif ve Mektepler Mahfili kanalı ile aynı amaçlara yöneltilmiş olan okullar, mahfile bağlı müfettişler aracılığı ile denetlenmiş, dergiler çıkarılmış, Anadolu'da bulunan eserler incelettirilmiş, kültür ve dayanışma kulübü şeklinde faaliyet göstermişlerdir.

Kuruluşu İstanbul'un fethine kadar götürülebilecek olan Fener Rum Lise-si'nde eğitim-öğretim olarak başta teoloji, felsefe, tıp ve dil öğretimleri verilmekte iken 1760'lı yıllarda Rum Ortodoks cemaati bir reform öngörerek laik eğitimi gündeme getirmiştir. Daha sonra yüksek uzmanlık eğitimlerinin başlatılması, (tıp, matematik, edebiyat, dil konularında) baş-lıbaşma bir yeniliktir. Rumlar, 1806'da Ayvalık'ta İkonomos adında bir akademi kurmuşlardır. Bu okul tamamen Patrikhane' nin denetimindedir. 1810'da açılan İzmir Jimnazyumu'nda ise gerçek anlamda laik eğitime geçilmiştir. Adı geçen okulda deneysel fizik, kimya, matematik, coğrafya ve ahlak derslerine yer verilerek, dışarıdan izleyici alınması da sağlanmıştır. Bu gelişmeler karşısında Ortodoks Patrikliği, başta Fener Rum Okulu olmak üzere kilise örgütündeki din okullarına müspet bilim dersleri koydurma gereğini duymuştur. Diğer yandan, yine İstanbul'daki Me-gali Toyenos Sholi Jimnazyumu'nda da öğretmen yetiştirme programına ağırlık verilmiştir.

Rumlar, ilk gerçek üniversite olarak da tanıtılan Kuruçeşme Akademisi'ni 1803'te açmışlardır. Burada laik bir eğitim sistemi ve ilk bilimsel tıp öğretimi başlamıştır. Islahat Fermanı'nın "halkı farklı dinlerden olan cemaatlerin, kendi kilise, hastane, mektep ve mezarlıklarını onarmak, yemlemek hakkına sahip oldukları"nı vurgulaması; azınlık okullarının, eğitime, sanata ve tekniğe dair programlar uygulayabileceğim, bu maksatla yeni okullar açılabileceğini içermesi çok etkili olmuştur. Yeni statü, Rumların, özellikle tıp, mühendislik, teknik, fen dallarında, hem kendi okullarında, hem de Müslüman Türklerin fazla rağbet etmedikleri devlet okullarında iyi eğitim imkânına kavuşmalarını sağlamıştır.

1876 Kanun-ı Esasi'sinin 15. ve 16. maddelerinin eğitim işlerini "serbest" bırakması; uyruk olmak şartıyla her Osmanlının okul açabileceğini, ancak okulların devletin gözetimi altında olduğunu, eğitimde ortak bir çizgi ve hedef izlenilmek-le beraber başka dinden toplulukların inanç eğitimlerine karşılamayacağını öngörmesi; Rumların da diledikleri gibi okul açmalarına ve istedikleri programları uygulamalarına fırsat vermiştir.

Rum okullarının denetimi 18ö9'da Ma-arif-i Umumiye Nizamnamesi yayımlanın-caya kadar düşünülmemişti. (Denetimler

sadece Elinikos Filoloyikos Siloğos ve onun çeşitli mahfillerine bağlı müfettişlerce yapılıyordu.) 1876 Anayasası'nda (16. madde) bütün okulların devletin denetimi altında olduğu ilkesine yer verilmesi, esasen 1856 tarihli Islahat Fermanı'na da konulan gözetimle ilgili hükmün bir tekrarı ve pekiştirilmesi yolundadır.

24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaş-ması'nda, Rumların azınlık haklan içinde, eğitime ilişkin maddeler de yer almaktadır. Bunlardan 40. maddede Rumlar da diğer azınlıklar gibi TC vatandaşı olarak eşitlenmekte ve eğitim-öğretim kurumlarını kurup çalıştırmada, yönetmede, giderlerim finanse etmede kendilerine haklar tanınmaktadır. 41. maddede ise azınlıkların il-köğrenimlerinden bahsedilmekte ve Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin, bunların yoğun olduğu bölgelerde kendi dilleriyle öğrenim görmelerini sağlayacağı taahhüt edilmektedir. Lozan Antlaşması'nm 45. maddesi yalnızca Rum azınlıkla ilgili olarak mütekabiliyet esası getirmiş; "Türkiye'nin tanıdığı hakların, Yunanistan'daki Müslü-man-Türk azınlığa da tanınması" benimsenmiştir.

6 Mart 1924'te Tevhid-i Tedrisat Kanunu yürürlüğe girince Rum okulları da doğrudan Maarif Vekâleti'ne bağlı konuma girmiş ve bunun gereği olarak da okulların dinsel kurumlarla doğrudan ilişkileri yasaklanmıştır. 1928'de yeni Türk harflerinin kabulü de Rum okullarında yeni alfabenin ve yazının öğretilmesini zorunlu hale getirmiştir. 2739 sayılı kanun gereği, Rum okullarında, resmi bayram ve tatil günleri dışında, Rum cemaatinin özel gün ve bayramlarında da öğretime ara verilebilmektedir.

1955'te yürürlüğe konan bir kanun ile bu okullardaki Türkçe ve genel kültür derslerinin, Milli Eğitim Bakanlığı'nca atanan Türk öğretmenlerce okutulması yasalaşmıştır.

1982 Anayasası'nda (42. madde) eğitim ve öğretimin Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına uygun, devletin denetimi ve gözetimi altında yapılacağı, Türkçeden başka hiçbir dilin, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadil olarak okutulamayacağı, öğretilemeyeceği, ancak milletlerarası antlaşma hükümlerinin saklı olduğu hükme bağlanmıştır. Buna göre Rum okullarında da Türkçe eğitim ve öğretim esas olup kendi kültür dilleri ayrıca okutulmaktadır.

İstanbul'daki en eski Rum okulu Fener Rum Mektebi'dir. Bugün Fener Rum Erkek Lisesi(-») diye anılan okul II. Mehmed (Fatih) zamanında (1451-1481) Patrik II. Gen-nadios Sholarios(->) tarafından kurulmuştur. 1454'ten şimdiki okul binasının inşa edilmesine kadar muhtelif semtlerde öğretime devam edilmiştir. Halen okul binası olarak kullanılan yapının temeli 1880'de atılmıştır. Okul daha önceleri klasik ve felsefe bölümü olarak eğitim-öğreü'mini sürdürürken, 1880'lerden bu yana değişik evreler geçirmiştir. 1904-1919 arasında, öğretmen yetiştirmek amacıyla bir pedagoji kıs-

mı; 1907-1924 arasında da ihtiyari ve bağımsız 4 yıllık bir müzik kısmının faaliyete geçmiş olduğu bilinmektedir. Fener Rum Erkek Lisesi 1856'ya kadar Patrikhane tarafından seçilen 5 metropolitten ibaret bir heyet tarafından idare edilmiş, bu tarihten sonra 4 laik üye ve başkan olarak l metropolitten oluşan bir heyet tarafından idare edilmeye başlanmıştır. Lozan Antlaşması'ndan sonra Patrikhane temsilcisi metropolit, idare heyetinden çekilmiş, okulun idaresi tamamen laik üyelere bırakılmıştır. Okul, önceleri patrik ve metropolitlerin, çeşitli kiliselerin, Rum zenginlerinin nakdi yardımları ve öğrencilerden alınan yıllık ücretlerle idare olunmuştur. Okulun en önemli geliri, Rum cemaatin tahsis ettiği meblağdan ibarettir.

2 ilk, 3 orta ve 3 lise olmak üzere 8 sınıftan oluşan okulun ilk kısmı Eylül 1969' dan itibaren öğrenci yokluğundan faaliyetine ara vermiştir.

Zappion Rum Kız Lisesi halen faaliyette bulunan önemli Rum liselerindendir. 1870 Beyoğlu yangınından sonra Zoğ-rafyon Lisesi kurucusu Hristaki Zoğrafos başkanlığında bir kız okulu kurulması amacını güden Kızların Öğretimini Destekleme Derneği, geçici olarak Tepebaşı'nda, Meşrutiyet Caddesi, no. 47'de kiraladığı bir binada 22 Eylül 1875'te, ana, ilk, orta ve liseden oluşan okulu açmıştır. Okulun yapımına maddi destek verecek olan Kostantin Zappas'ın adı o günlerde okula verilmiştir. Aralık 1883'te II. Abdülhamid'in fermanı çıkmış ve okul 1885'te inşası tamamlanarak açılmıştır. I. Dünya Savaşı sırasında 3 yıl müddetle hastane olarak kullanılan okulda ilk, orta ve lise bölümlerinden başka ilkokul öğretmeni yetiştiren lise üstü 2 senelik öğretmen okulu da vardı. Ancak mali sebeplerle öğretmen okulu 1924'e kadar devam etmiştir.

Okul karma olarak, ana ve ilk (6 sınıflı); sadece kız okulu olarak, orta (3 sınıflı) ve lise (3 sınıflı) olmak üzere öğretime devam etmektedir. Türkçe ve Rumcanın dışında yabancı dil olarak İngilizce ve Fransızca okutulmaktadır.

Zoğrafyon Rum Erkek Lisesi, Beyoğ-lu'nda erkek lisesi olarak eğitim-öğretime devam eden önemli bir lisedir. Okulun tarihçesi Panayia Kilisesi Okulu'na dayanmaktadır. 1842-1892 arasında Beyoğlu Su Terazisi Sokağı'nda faaliyet gösteren okul, 1893'te bugünkü binasına taşınmıştır. Okulun yapımında maddi manevi yardımlarını (10.000 altın) esirgemeyen Hristaki Zoğrafos'un adına istinaden okula "Zoğrafyon" ismi verilmiştir. Başlangıçta ilkokul olarak açılmışken, kısa bir zamanda orta ve lisenin bütün sınıfları faaliyete geçmiştir. Okulun bünyesinde 1940-1949 öğretim yılından itibaren lise seviyesinde bir ticaret bölümü de açılmıştır.

Okulun kuruluşundan beri faaliyette bulunan ilkokul 1973-1974 öğretim yılında son mezunlarını vermiş ve faaliyetini durdurmuştur.

1883'te okul müdürü Mihail Kefalas'ın yöneticiliği ile eğitim-öğretime başlayan kurum, kesintisiz 35 yıl müdürlük yapan

İstanbul'da bütün Rum okullarındaki öğrenci sayısı günümüzde 350'ye ancak ulaşmaktadır.


Yüklə 8,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   85   86   87   88   89   90   91   92   ...   147




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin