Hldlniava V l h o n I n, I,1 V a hjhvi 3a I o I l n V 31 V h fi 11 fi



Yüklə 8,43 Mb.
səhifə126/147
tarix27.12.2018
ölçüsü8,43 Mb.
#86791
1   ...   122   123   124   125   126   127   128   129   ...   147

SEDEFADASI

486

487

SEDEFKAKUK

önemli bölümü, TİP 12 Mart askeri döneminde kapatıldığı için ve solun üzerindeki baskıların etkisiyle CHP'ye gitmişti. Seçime İstanbul'dan bağımsız olarak katılan eski TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar seçimleri kazanamadı. Senato üyeliklerini de CHP (6), AP (3), MSP (1) paylaştılar.

5 Haziran 1977'de yapılan ve İstanbul' da katılım oranının yüzde 62,4'te kaldığı genel seçimlerde CHP oyların yüzde 58,2' siyle 27, AP 13, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) l, MSP 3 milletvekilliği kazandılar. 14 Ekim 1979'daki senato seçimlerinde ise, istanbul parlamentoya 5'i AP, 4'ü CHP, l'i MSP'den 10 senatör gönderdi.

12 Eylül 1980 askeri müdahalesi tüm partileri kapatarak Türkiye'nin siyasal tablosunu kökünden değiştirdi. 1977 seçimlerinden 6 yıl sonra yeni bir seçim sistemiyle yapılan milletvekili genel seçimlerinde İstanbul 6 seçim bölgesine ayrılmıştı. Senato ise kaldırılmıştı. Eski geleneksel partilerin tümü kapatıldığı gibi yerlerine yenileri kurulurken Milli Güvenlik Kurulu'nun veto kullanmasıyla, geçmişle olan bağların tümü koparılmıştı. Bu koşullardaki 1983 seçimlerinde, Turgut Özal'ın Anavatan Partisi (ANAP) İstanbul'da 6 bölgeden toplam 17, Halkçı Parti 13, Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP) 6 milletvekili çıkardılar. Askeri yönetimin desteğinin MDP'de olduğu bilindiği halde ANAP'ın seçim galibiyeti İstanbul'un tepkisini de ifade ediyordu.



Sedefadası

Nadya Gabeoğlu, 1991

1957 genel seçimleri öncesinde Adnan Menderes bir mitingde. Cengiz Kahraman arşivi

16 Eylül 1951'deki milletvekili ara seçiminde İstanbul'dan iki milletvekilini de DP çıkardı. 1954 genel seçimlerinde, istanbul'da seçimlere katılma oranı yüzde 79,7 oldu. Bağımsızlar ve 4 partinin katıldığı seçimde oyların yüzde 62'sine yakınım alan DP 29 milletvekilliği kazandı.

27 Ekim 1957'de yapılan genel seçimlerde oyların yüzde 52,7'sini alan DP, 39 İstanbul milletvekilinin 39'unu da çıkardı. Yüzde 40,5 oranında oy alan CHP seçim sistemi yüzünden bu seçimlerde de İstanbul'dan milletvekilliği kazanamadı. İstanbul DP'nin kalesi görünümünü koruyordu.

27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinden sonra seçim sistemi ve meclisin yapısında (senato ve millet meclisi olarak çift meclis uygulaması) gerçekleştirilen köklü değişikliklerden sonra yapılan 15 Ekim 1961 genel seçimlerinde oyların yüzde 41,8'ini alan ve DP çizgisinin devamı sayılan Adalet Partisi (AP) 14, CHP 12 (yüzde 38,2 oyla), Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) 4, Yeni Türkiye Partisi l milletvekili çıkardılar. Aynı tarihte senato için yapılan seçimlerde de AP 8, CHP 2 senatörlük elde etti.

10 Ekim 1965 genel seçimlerinin önemli özelliği parlamentoya ilk kez sosyalistlerin girmesi oldu. Türkiye İşçi Partisi (TİP), İstanbul'da yüzde 7,9 oy oranıyla meclise 2 milletvekili sokmayı başarırken, AP 16 (yüzde 53,2), CHP 9 (yüzde 29,7), CKMP l (yüzde 1,5), Millet Partisi (MP) 2 (yüzde 4,9), bağımsızlar da l milletvekilliği kazandılar.

1969 milletvekili genel seçimlerine İstanbul'dan bağımsızlar dışında 8 parti katıldı. AP oyların yüzde 47,8'i ile 17, CHP 12, MP l, Türkiye Birlik Partisi l, TİP 2 milletvekili çıkardı. Bu seçime İstanbul'da katılma oram geçmiş seçimlere göre düşüktü ve 52,4'ü ancak buluyordu.

12 Mart 1971'deki askeri müdahaleden sonra, askeri rejimin sonunu da haber veren 14 Ekim 1973 seçimlerinde İstanbul'da CHP öne geçti. Oyların yüzde 48,9'u ile 20 milletvekili çıkardı. Oyların yüzde 28'ini alan AP 11 milletvekilliği ile yetindi. AP' den ayrılan bir kanadın kurduğu DP 3, seçimlere ilk kez katılan Erbakan'm Milli Selamet Partisi (MSP) 3 milletvekilliği aldılar. Bu seçimlerde İstanbul'da sosyalist oyların

1987 genel seçimlerinde İstanbul'da seçim bölgeleri 8'e çıktı. Bu seçimlerde ANAP ile Erdal İnönü liderliğindeki Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) 8 bölgede 45 milletvekilliğini, ANAP 31, SHP 14 olarak paylaştılar.

1991'deki genel seçimlerde ise 9 seçim bölgesine ayrılmış olan İstanbul'dan ANAP 33, SHP 5, Süleyman Demirel'in Doğru Yol Partisi (DYP) 5, Erbakan'm Refah Partisi (RP) 3, Bülent Ecevit'in Demokratik Sol Paıti'si (DSP) 3 milletvekili çıkardılar.

ZAFER TOPRAK

SEDEFADASI

Büyükada'nın doğusunda, Maden semtinin hemen karşısına gelen, uzunluğu 1.300 m, eni 1.100 m olan, Adalar İlçesi'nin iskâna açık en küçük adası.

Büyükada'ya 1.100 m yakınlıkta olan adaya, eskiden tavşanı bol olduğu için Tavşanadası da denir, bu nedenle öteki adı Tavşanadası olan Neandros Adası ile karıştırılırdı. Adanın eski adı burada yetişen re-çineli bir ağaç olan terevintos ağacı nedeniyle, Terebintos'tur. Bir diğer adı da Ard-rovitos olan adaya sonraları, üzeri uzaktan sedef renginde görünen makilerle kaplı olduğu için Sedefadası denilmiştir.

Sedefadası, eskiden ağaçları ve güzel kokulu çiçekleri bol olan bir ada iken, zamanla erozyona uğramış, kayalık, çıplak bir yer olmuş, yakın zamanlarda yeniden ağaçlandırılmaya çalışılmıştır. Adanın batısında, iskele yakınında halka açık bir lokanta ve bu lokantanın plajı vardır. Ayrıca adanın güney yakasında yine halka açık büyük bir plaj bulunmaktadır.

Bizans döneminde bu adadaki ilk manastır Patrik Leonidas tarafından kurulmuştur. Bu manastırın en önemli sürgünü de büyük bir din adamı olan İgnatios'tur(->). 847'de patrik seçilen îgnatios, hamisi İm-paratoriçe Teodora'nın iktidardan düşürülüp bir manastıra kapatılması üzerine hile ile patriklikten alınmış ve 857'de, Sede-fadası'ndaki manastıra hapsedilmiştir. İg-natios inançları uğruna yıllarca çile çekmiş, her türlü işkenceye dayanmış ve sonunda 8ö7'de törenle Sedefadası'ndan alınıp yemden patrikliğe getirilmiştir. İgnatios ikinci kez patrik olduktan sonra, 873'te Se-

defadası'nda Aya Mihail (Saint Michel) adına bir kilise yaptırmıştır. Bu manastırda, daha sonraki dönemlerde başka ünlü sürgünler de yaşamıştır.

Evliya Çelebi, Seyahatname 'sinde, buraya tavşanı bol olduğu için Tavşanlıada denildiğini, diğer adaların keçilerinin burada otlatıldığını, rakita ağacının bu adada yetiştiğini yazmaktadır.

Sedefadası, 1850'de, Tophane Müşiri Damat Fethi Paşa'nın mülkiyetine geçmiştir. Paşa adaya zeytin ağaçları diktirmiş ve sebze yetiştirmiştir. Ancak paşanın ölümü üzerine Sedefadası bakımsız kalmış, I. Dünya Savaşı sırasında da adanın üzerindeki tüm ağaçlar kesilmiştir.

1918'de İstanbul'un işgali sırasında, Halic'e sığmayan Yavuz Zırhlısı işgal kuvvetleri tarafından adanın önüne demirlenmiş-tir. Zaman zaman adada taşocağı işletilmiş, balıkçılar voli mahallerinden yararlanmış-larsa da bu ada uzun yıllar, sadece martıların yaşadığı, makilerle kaplı, kayalık bir yer olarak kalmıştır.

Adanın mülkiyeti Fethi Ahmed Paşa'nın vârislerinden Fecr-i Ati şairlerinden Hüseyin Siret'in eşi Saliha Yegâne Hanım'a, ondan da oğlu Şehsuvar Menemencioğlu ile kızı Reyan Şehsuvaroğlu'na geçmiştir.

Bu aile Sedefadası'nı seçkin kişilerin oturacağı bir yerleşim yeri yapmak için girişimde bulunmuş, bu amaçla 1956'da bir konut kooperatifi kurulmuş ve 19öO'a dek süren çalışmalar sonucunda adada yollar açılmış, elektrik getirilmiş, binlerce ağaç dikilmiş, 60-70 kadar iki katlı villa inşa edilmiştir.

1958'de yazları vapur işlemeye başlaması üzerine denizi çok temiz olan Sedefa-dası'na özellikle tatil günleri büyük bir kalabalık gelmeye başlamıştır. Ancak dışarıdan gelenler adanın içerilerine girememekte, sadece güneydeki Neandros'a bakan Büyük Plaj ve gazinosundan yararlanmaktadırlar.

Eskiden Sedefadası'nda tek bir telefon, tek bir bekçi varken, bugün hemen her eve telefon gelmiş, karakol kurulmuş, elektrik, yol gibi belediye hizmetlerinden de yararlanılmaya başlanmıştır. Kooperatife ait özel motor ile kış aylarında da Büyükada'ya ulaşım sağlanmıştır.

İdari açıdan Sedefadası Büyükada'daki Maden Muhtarlığı'na bağlıdır.

Bugün, ilk kuruluş yıllarına oranla adadaki ev sayısı çoğalmış, özellikle adanın doğu yöresindeki Martılık denilen ağaçsız boş yerlere yeni yeni eyler yapılmaya başlanmıştır.

NEJAT GÜLEN



SEDEFÇİLER CAMÜ

bak. ATİK ALİ PAŞA KÜLLİYESİ



SEDEFKÂRIIK

Çeşitli ağaç türleri üzerine sedef yapıştırmak, kakmak ve mıhlamak yoluyla yapılan ağaç işleri tekniği.

Bazı örneklerde sedefin yamsıra bağa, fildişi, kemik, metal, doğal kristal, çini vb süsleyici malzemenin de kullanıldığı görülür. Bu teknikle yapılmış parçalar arasın-

da el sanatı, süsleme sanatı örneklerinin yamsıra güzel sanatlar düzeyine ulaşmış eserler de vardır. İki boyutlu bir yüzey çalışması olarak uygulanan kakmacılıkta süslenen eşyanın bazen üç boyutlu olması ve ustaların nesneye bir bütün olarak yaklaşması bu teknikle süslenmiş üç boyutlu tasarımların oluşmasını sağlamıştır.

Yakın bir geçmişe kadar geleneksel Türk sanatları kapsamı içinde kendine özgü bir yeri olan sedef kakmacılık değişen yaşam biçimi, estetik beğeni ve iç dekorasyon modasının getirdikleriyle giderek azalmıştır. Oysa Osmanlı imparatorluğu döneminde İstanbul'da kapı kanatlan, dolap kapakları, çekmece, raf, korkuluk vb mimariye bağlı objelerin yamsıra minber, kürsü, rahle, Kuran, cüz mahfazası vb dinsel nesneler; saltanat kayığı, ferman kutusu vb törenlerde kullanılan nesneler ve lambalık, kavukluk, ayna çerçevesi, paravana, çerçeve, sehpa, koltuk, masa, çalışma masası, sandalye, sandık, mücevher kutusu, mücevher çekmecesi, gergef, dokuma tezgâhı, beşik, fırça, tarak, tavla kutusu, ud, kanun, saz, nalın ve öreke vb birçok profan obje sedef kakmacılıkla süslenmişti.

Kakmacılıkta abanoz, ceviz, karaağaç, elma, armut, kayısı, gül, kiraz vb ağaçlar; çeşitli boyutlarda pembe, beyaz, gri doğal midye kabuklarından kesilen sedefler, arusak (boyalı sedefler); iri denizkaplum-bağalarının karın derisinden elde edilen san hareli kahverengi bağalar; fildişi; bazı hayvanlardan sağlanan kemikler; köpek kemiğinden yapılan bazen açık kırmızı bir rengi olan özel tutkal; hem mıhlama işlevine yardımcı olan, hem ağaçtaki işlemeyi engelleyen, dolayısıyla yuvanın boyutlarını değiştirmeyen, hem de ağaçla sedef arasında dekoratif bir geçiş sağlayan sedefe ışık yansıtan, ince çekilmiş gümüş teller kullanılmaktaydı. Bu arada saray kesiminde bazı örneklerde firuze, yakut, zebercet, yeşim, zümrüt vb değerli taşlar ile altın gibi değerli metallerin yamsıra çini kabara, doğal kristal vb nesnelerin de kakmacılıkta kullanıldığı gözlenmekteydi.

16-17. yy'dan günümüze ulaşan çok sayıda sedef kakmayla bezenmiş örnek bulunmaktadır. Genellikle sedefin yamsıra bağa, arusak, fildişi de kakılarak süslenmiş bu örnekler arasında Topkapı Sarayı Müzesi'nde bulunan 2/2879 envanter no'lu taht ilgi çekicidir. Burada çintema-ni motiflerinin yamsıra antinatüralist bir üslupla oluşturulmuş bitkisel bezemelerle tasarlanmış sedef kakma madalyon, ortasındaki firuze ile fark edilmektedir.

Taşınmaz nitelikteki örnekler arasında I. Selim Türbesi'nin kapı kanatları, Ayasofya haziresinde II. Selim Türbesi, III. Murad Türbesi'nin kapı kanatları orijinal örneklerdir. Bunlardan III. Murad Türbesi'nin kapı kanatlarının birinin üst tablasında Dalgıç Ahmed Ağa'nın adının geçtiği bir kitabe bulunmaktadır. Dikkati çeken bir başka kapı Topkapı Sarayı III. Murad Köşkü'ne aittir. Sedef, bağa, fildişi kakma uygulanmış kapı kanatlarında geometrik ve yazılı bezemelerle yapılmış süslemeler görülmektedir.

Beylerbeyi Camii'nin sedef kakmalı abanoz hitabet kürsüsü. Erkin Emiroglu

Günümüze ulaşan örnekler arasında, 1598-1605 arasında başmimarlık görevi yapmış olan Dalgıç Ahmed Ağa imzasını taşıyan ve İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nde bulunan, 19 envanter no'lu Kuran mahfazası dikkat çekmektedir. Sedef ve bağa kakma tekniği uygulanmış bu parçada geometrik bezemelerin yamsıra, yazı şeridi ile oluşturulan kompozisyon üç boyutlu tasarlanmıştır. Benzer tasarlamalar rahleler üzerinde de gözlenmektedir.

Topkapı Sarayı Müzesi'ndeki 2/3466 envanter no'lu I. Ahmed tahtı özgün bir örnektir. Ceviz üzerine sedef, bağa, yakut, zümrüt gibi kıymetli taşlar kakılarak yapılmıştır. Üç boyutlu tasarlanan eserde küpe, karanfil gibi antinatüralist üsluplu bitkisel bezeme bordüıieri dışında, vazolara yerleştirilmiş çiçeklerden oluşan natürmortlar dikkati çekmektedir. Bu tahtı beze-yen 16. yy'a kıyasla daha gerçeğe yaklaşan çiçeklerle oluşturulmuş natürmortların benzeri Fatih Camii kürsüsünde karşımıza çıkmaktadır. Burada değerli taşlar kullanılmamıştır.

Aynı yüzyıldan anıtsal başka bir örnek-se İstanbul Deniz Müzesi'nde sergilenen D. B. 221 no'lu, 40 m boyunda 44 kürekçi-nin yol verdiği IV. Mehmed'in saltanat kayığının köşk kısmıdır. Köşkün biçimine uygun olarak tasarlanan dekorasyonda pal-met suları, yıldızçiçekleri, sonsuza açılan yıldızlardan oluşan girift bordürlerle düzenlenmiş geometrik bezemelerin yamsıra çintemani motifleriyle yapılmış süslemeler zenginlik arz etmektedir. Bu kayığın kakmacılık sanatındaki önemi sedef bağa kakmanın yamsıra tepe ünitesinde kullanılan mavi, yeşil, sarı çini kabaralar ve ne-cefe benzeyen doğal kristal kabaralardır. Genellikle gümüş tellerle çerçevelenmiş yuvalar içine kakılan sedef ve bağalar üze-



SEDEFKARLIK

488

489

SEKBANBAŞI İBRAHİM AĞA

III. Murad Türbesi'nin Dalgıç Ahmed Ağa'nın adını taşıyan sedef bezemeli kapısı. Cengiz Kahraman arşivi

rine serpme olarak dağıtılmış bu kabaralar esere diğer örneklerden farklılık kazandırmıştır.

Bir grupta klasik dönem özellikleriyle devam edegelen sedef kakmacılıkla 18., 19. ve 20. yy'ın başlarında konu, üslup ve teknik açısından bazı yenilikler gözlenmektedir.

1720 tarihli şenliği resimleyen Levnî'ye ait minyatürlerdeki esnaf geçiş sahnelerinde ağaç işleri ustaları görülmektedir. Top-kapı Sarayı Müzesi'ndeki R. 816 no'lu Hamse-i Ataî adlı eserin 102a sayfasında sedef kakma çokgen bir sehpa kaidesi; En-derunlu Fazıl'ın Zenanname 'sindeki bir minyatürde beliren sedef mozaik tekniğiyle bezenmiş beşik; istanbul Üniversitesi Ki-taplığı'ndaki T. 9364 no'lu yazmadaki bir minyatürde yer alan sedef kakma sandalye tipi koltuk ve Van Mour'un Ferriol Al-

bümü'nde bulunan motiflerinin çevresi tellerle çevrilmiş sedef kakma tekniğinin uygulandığı sehpa, 18. yy'a ait ilginç örneklerdir.

P. G. İnciciyan'ın 18. Asırda İstanbul isimli kitabında Atik Ali Paşa Camii'ni anlatırken değindiği Dikilitaş yakınındaki Sedefçiler Çarşısı bu dönemde çarşıda sedefçilere ait ayrı bir yer olduğunu ortaya koymaktadır.

18. yy'da sedef, bağa kakmacılığında mozaik tekniğinin giderek beğeni kazandı ğı fark edilmektedir. Türk ve islam Eser leri Müzesi'ndeki bir grup çekmece, rahle vb bu konuda tanıklık etmektedir. Ya yal nız geometrik bezemeler ya da bazı üni telere yerleştirilmiş bitkisel bezemelerin yanısıra geometrik bezemelerle süslenmiş bu parçaların bir kısmında arusek de kul lanılmıştır.

Taşınabilir nitelikte olmayan mimariye bağlı örnekler arasında Topkapı Sarayı III. Ahmed Kitaplığı'mn (1718) kapı ve pencere kanatları, III. Ahmed'in Yemiş Odası'nın dolap ve pencere kapaklan önceki yüzyıllarda görülen yazılı bezeme ve geometrik bezemelerle süslenmiş kompozisyonla-rıyla dikkati çeker.

19. yy'da özellikle mimariyi bezeyici objelerden möble türlerine kadar eşya cinslerinde sayıca artış görülmektedir. Mü zeler dışında eski konak, köşk ve yalılar da yer alan pek çok parça bu yüzyılın iç dekorasyonu konusunda bilgi vermekte dir. Benzer bir durum müzeye dönüştü rülen Dolmabahçe Sarayı, Beylerbeyi Sara yı ve Yıldız Sarayı için de söz konusudur. Diğer taraftan türbelerde bulunan rahle, sakal-ı şerif kutusu vb dinsel objeler de vardır. Bunların bir grubu Sultan Ahmed Türbesi'nde sergilenmektedir. Örnekler arasında 82 envanter no'lu sakal-ı şerif ku tusu gerek mozaik biçiminde kaplama se def işçiliğiyle, gerek üzerindeki Bezmiâlem Valide Sultan'ın vakfı 1255/1839 şeklinde ki kitabeyle önemlidir.

Aynı teknikle yapılmış ilgi çeken bir grup örnek de genellikle baklava biçimli, ince, beyaz sedeflerin peş peşe yapıştırılmasıyla bezenen fırça, tarak, ayna vb kü-

İstanbul Deniz Müzesi'nde IV. Mehmed'in saltanat kayığından bir ayrıntı (solda) ve Fatih Camii'nin kürsüsünden bir ayrıntı. Örcün Barışta arşivi

çük eşyadan oluşmaktadır. Geometrik bezemelerle süslü bu parçaların yanısıra sehpa, masa, konsol, sandık, tırnak vb büyük möble cinslerinde de bu tekniğin uygulandığı gözlenmektedir. P. Lecomte'un övgüyle söz ettiği mozaik marketöri olarak isimlendirdiği bu teknikle yapılmış parçalar arasında Ankara Etnografya Müzesi'ndeki 1.922.79 envanter no'lu II. Abdülhamid tuğrasıyla bezenmiş kısa ayaklı okuma masası, diğerlerinden konu seçiminde, yazının bir arma niteliğinde kullanılmasıyla ayrılmaktadır.

Bu yüzyıla ait özgün bir parça, Yıldız Sarayı'nda sergilenen III. Ahmed Çeşmesi maketidir. Bu maket sedef ve bağa kakma ile bezenmiştir ve üstünde "Sandıkçı kulları 1325/1907" yazılı kitabesi vardır.

Bir başka örnekse Topkapı Sarayı Müzesi'ndeki 1/7521 envanter no'lu bir saattir. Sanayi-i Nefise Mektebi'nde(->) 1884' te yapılan bu saat oyma, sedef kakma ve telli ahşap boncuk dizme (ajur) bileşimi tekniğin uygulandığı tipik bir örnektir. Bu yüzyıldan kalan bir grup parçada, bu biçimde uygulanmış bileşik teknik vardır.

Portatif tasarlanan örnekler kapsamında ise gergeflerin gerek montaj, gerek dekorasyon açısından ayrı bir konumu vardır. Ankara Etnografya Müzesi'ndeki 13585 envanter no'lu gergef bu konuda seçkin bir parçadır.

Taşınmaz nitelikteki örneklere gelince, sedef kakma tekniğiyle bezenmiş ilginç bir örnek 1805 tarihli Eyüp'teki Mihrişah Sultan Türbesi'nin şebekeleridir. Bir taç biçimindeki şebeke ajur tekniğiyle yapılmış ve üzerine sedef kakma süslemeler uygulanmıştır. Fiyonklarla son bulan palmetlerle bezenmiş panolar ve madalyonlu tablalarla tasarlanmış örnek ünik bir parçadır. Türbeler Müzesi Müdürlüğü'ne bağlı bu türbenin yanısıra Nakşıdil Valide Sultan ve Yahya Efendi türbelerinde de sedef kakma şebekeler vardır. Diğer taraftan bir grup eski tarihli türbeye sonradan monte edilmiş sedef kakmalı şebekeler de bulunmaktadır. Bunlar arasında Eyüp Sultan Türbesi'nin beyaz, sedef mozaik işçiliği uygulanmış şebekesinin II. Abdülhamid tarafından yapıldığı ileri sürülmektedir.

II. Abdülhamid'in ilgi alam olması, bu dalın esnaf ve sanatkârını desteklemesiy-le 20. yy'ın başlarında sedef kakmacılıkta parlak bir dönem yaşanmıştır. Eski türlerin yanısıra modeli değişen sandalye, koltuk ve dolap vb yeni ev eşyası türlerini süslemede kullanılan bu dalda beyaz-gri, beyaz-pembe sedef parçalarıyla yapılan süslemelerin beğeni kazandığı fark edilmektedir. Latin harfleriyle tasarlanmış marka ve monogramların yenilik olarak belirdiği bu dönemde bir grupta Türk ne-oklasiği olarak nitelendirilebilecek bir anlayışla sonsuza açılan yıldızlar, şemseler, palmet suları vb klasik dönemin motif ve bordürlerinin yeni kompozisyonlarda kullanıldığı gözlenmektedir.



Bibi. E. Yücel, "Osmanlı Ağaç işçiliği", Kültür ve Sanat, S. 5 (1977), s. 63; H. Ö. Barışta, "Türk Sanatında Sedef Kakmacılık ve Günümüzdeki Durumu", Dokuz Eylül Üniversitesi 4.

Topkapı


Sarayı

Valide


Sultan

Odası'nda

sedef

kakmalı


raflar.

Örcün

Barışta

arşivi

Ulusal El Sanattan Sempozyumu, 1985, s. 62; ay, "Geleneksel Türk Sanatlarından Sedef Kakmacılık", Türkiye'de Sanatın Bugünü ve Yarım, Ankara, 1985, s. 393; M. Kütükoğlu, Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri, ist., 1983, s. 208; N. Çapan-F. Çağman, Anadolu Medeniyetleri. Selçuklu-Os-manlı, İst., 1983; H. Önkal, Osmanlı Hanedan Türbeleri, ist., 1992, s. 164, 167, 178, 198, 253. H. ÖRCÜN BAKIŞTA

SEFER KETHÜDA MESCİDİ

Beyoğlu İlçesi'nde, Tophane semtinde, Bostaniçi Camii Sokağı'ndadır. Günümüzde Bostaniçi Mescidi olarak tanınan yapının diğer adı olan Sefer Kethüda bulunduğu mahallede neredeyse unutulmuştur.

Mescidin banisi vakıf kayıtlarına göre Abdüllatif Efendi'dir. Hadîka ise, banisinin Sefer Kethüda olduğunu yazmaktadır. Hangi tarihte yapıldığı belli olmayan yapı 1874'te kar nedeniyle çatısının çökmesi üzerine etraflı bir tamirat görmüştür.

Fevkani yapılan mescidin son cemaat



Sefer Kethüda Mescidi

Eıtan Uca, 1994/TETJVArşivi

yeri yoktur. Giriş kapısının solundan merdivenlerle bodrum kata inilmektedir. Dikdörtgen plandaki bodrum katı sekiz tane dikdörtgen direk ile bölünmüştür. Bu ahşap direkler, harimi taşımaktadır. Cicim Çıkmazı Sokağı'na açılan bir kapısı vardır. Girişin sağından merdivenlerle kadınlar mahfiline çıkılır. Merdivenler devam ettirilirse minareye çıkışı sağlayan merdivenlere ulaşılır. Mahfil kısmı harime doğru yamuk bir çıkma yapar. Diğer yönde avlu kısmına açılan iki penceresi vardır.

Harim kısmı düzgün olmayan bir dikdörtgendir. Mihrabın hemen yanında yuvarlak kemerli bir pencere vardır. Cicim Çıkmazı Sokağı yönüne açılan üç, Bostaniçi Camii Sokağı yönüne açılan dört tane yuvarlak kemerli pencere vardır. Mihrap, minber ve vaaz kürsüsü ahşaptır. İnce bir işçiliğe sahip olan minberin korkuluklarında "S" kıvrımları ve aralarında çok dilimli yapraklar vardır. Mescidin düz olan ahşap tavanının tek süsü ince ahşaplarla yapılmış geometrik göbek kısmıdır. Mescidin taban döşemesi de ahşaptır.

Mescidin avlu girişi kapısı üzerinde bulunan ekleme imam meşrutası olarak kullanılan apartmana aittir. Mescidin abdest alma kısmında arka kısmında bulunan Cicim Çıkmazı Sokağı'na açılan bir kapısı daha vardır. Bu kapının açıldığı sokakta yapının avlu duvarında hâlâ suyu akmakta olan bir çeşme mahalleye hizmet etmektedir. Mihrabın dış cephesinde üç sıra ve altı satırdan oluşan mermer Osmanlıca kitabe vardır.

Minare kalın, kısa ve çokgendir. Mescidin her iki sokağa bakan cepheleri nedense ayrı renkte boyanmıştır. Bibi. Öz, İstanbul Camileri, II, 13.

ESRA GÜZEL ERDOĞAN



SEKBANBAŞI ABDURRAHMAN AĞA TÜRBESİ

bak. AYAKAPI MESCİDİ



SEKBANBAŞI FERHAD AĞA MESCİDİ

Bugün hiçbir izi görülmeyen bu mescit, Hadîka 'da bildirildiğine göre eski bir kiliseden çevrilmişti. Zeyrek semtinde bulunan bu mescidin kurucusu Ferhad Ağa'nın mezarının nerede olduğunun bilinmediğini yine Hadîka kaydeder. 953/1546 tarihli istanbul Vakıfları Tahrir Def'teri 'nde ise çok az geliri olan bu mescidin bütün evkafı Galata'da iki ev ile mescidin komşusu dört ev ve bir bahçeden ibarettir. Vakfiyesi olmadığından, ancak mütevellisinin verdiği sözlü bilgilerle deftere geçirilmiştir. Bu duruma göre Sekbanbaşı Ferhad Ağa Mescidi de, bir hatırayı yaşatmak için (teberrüken), eski bir Bizans harabesinin "şenlendirme" gayesiyle mescide dönüştürülmüş olabileceğim gösterir.

Ferhad Ağa Mescidi, Mühendishane öğrencileri tarafından çizilen İstanbul camileri haritasında 167 numara ile işaretlenmiş olup, bugün hâlâ var olan Hüsam Bey veya Tezgâhçılar Camii'nin az kuzeyinde bulunuyordu. 1870'li yıllarda çizilen İstan-

bul haritasında gösterilmediğine göre, aradan geçen yıllarda ortadan kalkmış olmalıdır. Schneider 1936'da basılan kitabında, o sıralarda mescidin bazı kalıntılarının Kendir Sokağı'nda görülebildiğini, ancak bunların Bizans özelliği göstermediğini bildirir.



Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 128; 1. Erzi, Camilerimiz Ansiklopedisi, I, ist., 1987, s. 173; Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri, 240; Schneider, Byzanz, 71.

SEMAVİ EYİCE



SEKBANBAŞI İBRAHİM AĞA MESCİDİ

İstanbul'un eski bir Bizans kilisesinden çevrilen ibadet yerlerinden olan Sekbanbaşı İbrahim Ağa Mescidi, Atatürk Bulvarı kenarında, Bozdoğan Kemeri(->) dibinde, Gazanfer Ağa Medresesi ve Türbesi'nin komşusu idi.

İmparator VIII. Mihael Paleologos'un (hd 1261-1282) kız kardeşi Maria veya rahibelik adı ile Marta'nın kurduğu Kira Marta Kadınlar Manastırı'nın(->) burası olabileceği iddia edilmişti. Önce M. Gede-on ve sonraları Dr. Mordtmann ile A. M. Schneider tarafından da kabul edilen bu görüş, V. Laurent'ın bir makalesi ile çürütülmüştür. Bu yazara göre Kira Marta Kadınlar Manastırı, Fatih'ten Yenibahçe'ye (şimdi Vatan Caddesi) inen yamaçta olmalıydı. Halbuki 1565-1575 arasında yazılan bir elyazmasındaki notta Kira Marta (Kyra Martlıa) Kadınlar Manastırı, "krikki kissime" denilen yerde bulunuyordu. Bunu Kırkçeşme olarak kabul eden yazarlar, karşısında bu adda bir çeşme olduğunu göz önünde tutarak, Sekbanbaşı İbrahim Ağa Mescidi'ni Kira Marta Kadınlar Manastırı kalıntısı olarak teşhis etmişlerdir. Halbuki 902/1496-97'de ölen bir kişinin vakfı olarak mescide dönüştürülen bir Bizans yapısının yüz yıl sonra adının hatırlanmasına ihtimal verilemez. Bu satırların yazarı ise çeşitli görüşlerin ve bu arada V. Laurent'in düşüncesinin aksine olarak eski kaynak ve belgelerin yardımıyla Kira Marta Manastırı'nın, Çapa'dan Topkapı'ya uzanan cadde kenarında büyük ihtimalle Manastır Mescidi'nin(->) yerinde olabileceğini bir hipotez olarak ileri sürmüştür. Bu görüş, V. Laurent tarafından reddedilmekle beraber daha inandırıcı bir hipotez de ortaya anlamamıştır.

Bu duruma göre hangi dönemde ve hangi ad ile yapıldığı bilinmeyen küçük bir Bizans kilisesi fetihten bir süre sonra Sekbanbaşı ibrahim Ağa tarafından mescide çevrilmiştir. Kurucusu İbrahim Ağa 902/1496-97'de şehit olmuş ve mihrap önüne gömülmüştür. Hadîka 'da, "Vaktimiz ricalinden" denildiğine göre, 18. yy'ın sonlarında Edirne müderrislerinden Gürcü Hüseyin Efendi minber koydurmuştur. 953/1546 tarihli İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri'nde ise, "Mescid-i Sekbanbaşı İbrahim Bey der nezd-i Kırkçeşme" başlığı altında bu mescidin evkafı Kırkçeşme, Azep-ler Hamamı çevresindeki evkafının listesi verilirken bunlardan bir kısmının esas kumcunun oğlu Ali Bey tarafından yapıldık-

ş *"-. s ^;P»^Mp^fl^™=-*"»w 1-fflS ^£ • V-'^% —

490


Yüklə 8,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   122   123   124   125   126   127   128   129   ...   147




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin