Hldlniava V l h o n I n, I,1 V a hjhvi 3a I o I l n V 31 V h fi 11 fi



Yüklə 8,43 Mb.
səhifə134/147
tarix27.12.2018
ölçüsü8,43 Mb.
#86791
1   ...   130   131   132   133   134   135   136   137   ...   147

SELİMİYE TEKKESİ

516

517

SELİMİYE TEKKESİ

tafa Nuri Paşa, III. Selim dönemi kışlasının sonraki yapımın üçte biri kadar olduğunu söylemekte ise de aradaki farkın bu ölçüde olmadığı topografik oranlardan sezilmektedir. N. Arslan, ilk kışlaya ait şimdilik başka bir gravür bulunmadığını belirtmektedir. Bu durumda Melling'in gravürüne ve kitabelerinin yorumuna dayanarak II. Mahmud ve Abdülmecid yenilemelerinde yapıya bir veya iki kat eklendiği ve herhalde biraz genişletildiği düşünülebilir.

II. Mahmud ile Abdülmecid dönemi yapımı olan günümüzdeki Selimiye Kışlası geniş ve eğimli bir alan üzerinde oluşturulmuş bir platforma oturmaktadır. Arazinin eğimine bağlı olarak her cephesindeki istinat duvarlarının, bodrum ve subasman katlarının sayısı farklıdır. Marmara Deni-zi'ne bakan güney cephesi 267 m, öteki cephesi 200 m uzunlukta olan kışla, büyük dikdörtgen bir avlu çevresinde yer alan üç katlı (eğim nedeniyle doğu cephesi iki katlı) kagir kanatlardan oluşur. Dört köşesinde 7'şer katlı birer kule vardır. Ana çizgileri betimlenen bu şema ve kitle komposiz-yonu, 19. yy kışla yapıları için genelleş-miş bir modeldir.

Kışlada, avluyu çevreleyen koridorlar boyunca sıralanan oda, salon vb hacim dizileri vardır. Plan şemasının, oda, salon vb hacimlerin büyüklük ve bölümlemelerinin zaman içinde değişmiş oldukları düşünülebilir. Özellikle son restorasyonda önemli işlevsel değişiklikler geçirmiş olmalıdır. Nitekim N. Arslan'ın verdiği seyahatname alıntılarında kışla mekânlarına ilişkin ilginç saptamalar vardır, örneğin "Kapıdan üç tarafı açık galerilerle çevrili bir avluya geçilir. Birinci katta, hepsi son derece düzenli silah ve giysi atölyeleri, okullar yer alır" veya "En alt katında dikimhane ve teçhizat ambarı olarak kullanılan muazzam atölyeler bulunuyor, îç avlu kademeli teraslar halinde düzenlenmiş". Bu alıntılar bile, Selimiye Kışlası'nm gelişmiş bir işlevsel örgütlenmesi olan büyük bir askeri kompleks olarak düşünüldüğünü göstermektedir.

Kışlanın eğimli topografyasına egemen olan yerleşim düzeni, yüksek istinat duvarları ve subasman kadarıyla belirlenir ve boyutlarının büyüklüğüne eklenerek Selimiye Kışlası'nm anıtsal görüntüsü oluşturulur.

Kışlanın cepheleri taş örgülü ve eşit aralıklı pilastrlarla düşey olarak bölüm-lenmiştir. Bu pilastr düzeni, eşit dilimlere ayırarak cephelerin uzunluğunu dengeler. Pilastr aralarındaki her dilimde üçer pencereden oluşan pencere birimleri yer alır. Her katta yinelenen bu düzen ve neokla-sik çizgiler kışlaya işlevine uygun bir sadelik ve resmiyet görüntüsü verir.

Çıkmalar yaparak köşeleri tutan kuleler, beş kat boyunca kitlesel bir biçimde yükselirler. Beşinci katın bitimi geniş bir kornişle belirlenir. Kulenin dört kenarını çevreleyen bir terasla altıncı kata geçilir. Aynı düzenleme yedinci katta da yinelenir ve kule bir kubbe ile örtülerek bitirilir. Kuleler ilk beş kat boyunca cephelerdeki üçlü düzeni aynen sürdürürler. Ancak cepheler-dekilerden farklı olarak pencerelerin üs-

tünde yarım daire sağır kemerler vardır. Kışlanın yapıldığı yıllarda kulelerin kumandan paşalara ve yüksek rütbeli subaylara ayrılmış olduğu belirtilmektedir. Miss Par-doe, kulelerin üç katlı ve külahla örtülü olduğunu belirtmektedir. Bugünkü biçimini ne zaman aldığı henüz saptanmamıştır.

Selimiye Kışlası'nın nizamiye kapısı olarak kullanılan doğu girişinde, köşelerinde İyonik başlıklı birer çift kolonun bulunduğu bir portal yapılmıştır. Giriş kapısı geniş bir ampir kemerle açılır. Üst katta kom-pozit başlıklı pilastrlarla devam eden düzenleme, üçlü bir kemer grubunun yer aldığı bir çıkma oluşturur. Giriş, ortasına tuğ-ralı bir madalyonun yerleştirildiği bir üçgen alınla bitirilir.

Selimiye Kışlası, yapıldığı günden bu yana, İstanbul'a özellikle denizyoluyla gelenleri etkileyen ve kente özgün bir siluet ve görüntü katan anıtsal bir mimari yapıttır. Ama Selimiye Kışlası'm mimarlık tarihinde önemli kılan yalnız kendi yapısal özellikleri değildir. Kışla, bir büyük kentsel SİT ve kışlayı tamamlayan bir sosyal kompleks olarak tasarlanmıştı. Başta Selimiye Camii olmak üzere kitaplık, hamamlar, basımevi, değirmen, has fırın, ahırlar, talimgah, teçhizat ambarlan, erzak depoları, dükkânlar ve asıl önemlisi ızgara planlı bir yol sistemine oturan subay lojmanları yapılmıştı. Günümüzde semt, bu yol dokusunu korumaktadır. Subay lojmanları ve basımevi Alemdar Mustafa Paşa karşıtı yeniçeri isyanında tümüyle yakılarak tahrip edilmiş ve yağmalanmıştır. Has fırın ve iskelesi ise Harem İskelesi'nin yapımı sırasında yıkılmıştır.



Bibi. N. Arslan, Gravür ve Seyahatnamelerde İstanbul, îst., 1992, s. 202-207; S. Eyice, "1833'te Türkiye'ye Vapurla Gelen Bir Seyyah: Marchebeus-II", Türk Yurdu, S. 259 (1956), s. 100-101; B. Gürfırat, "Selimiye Kışlası", Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, S. 12 (1968), s. 79-80; Konyalı, Üsküdar Tarihi, II, 339-364; Mustafa Nuri Paşa, Netayicü'l-Vukuat/Kurumları ve Örgütleriyle Osmanlı Tarihi, III, Ankara, 1979, s. 296; Pardoe, Bosphorus, 120-121; M. Şimşek, "Batılılaşma Sürecinde İstanbul'da II. Mahmud Dönemi İmar Faaliyetleri" (Mimar Sinan Üniversitesi, basılmamış doktora tezi), 1992, s. 289-296.

AFİFE BATUR

Selimiye

Tekkesi'nin

cümle kapısı,

cami-


tevhidhanenin

doğu cephesi

ve hünkâr

kasrı.


E. H. Ayverdi arşivi

SELİMİYE TEKKESİ

Üsküdar İlçesi'nde, Selimiye Mahallesi'nde, Selimiye Camii Sokağı, Şair Nesimi Sokağı ve Tıbbiye Caddesi'nin kuşattığı arsa üzerinde yer almaktadır.

"Çiçekçi Camii Tekkesi" olarak da anılan bu yapı III. Selim (hd 1789-1807) tarafından 19. yy'ın başlarında (1801-1805 arasında), Selimiye Camii(->) ile birlikte inşa ettirilmiştir. Semte adını veren ünlü kışla, cami ile buna bağlı muvakkithane ve sıbyan mektebi, hamam, külliyede görevli olanlara mahsus meşruta evler, ayrıca irat getirmesi için inşa edilmiş evler ve dükkânlarla beraber, geniş bir alana yayılmış bir yapı topluluğunun parçası olan Selimiye Tekkesi, 1823'ten sonra harap olmuş ve II. Mahmud (hd 1808-1839) tarafından 1250-1251/1834-1836 arasında, bugünkü haliyle ihya edilmiştir.

Tekkenin mimari programı, halen yalnızca cami olarak kullanılan cami-tevhid-hanenin yanısıra buna bağlı hünkâr kasrı, hazire ve bina emini şair Seyyid Mehmed Pertev Paşa'nın (ö. 1837) hayır eseri olan kütüphaneden oluşmaktadır. Ayrıca tekkenin harem, selamlık, derviş hücreleri ve mutfak gibi bölümleri içerdiği de kesindir. Hünkâr kasrı Cumhuriyet döneminde 1930'lardan sonra ortadan kalkmış, 1940' lardan sonra yıktırılan Üsküdar'daki Salı Tekkesi'nin(->) haziresi ve abdest teknesi Selimiye Tekkesi'nin avlusuna taşınmıştır.

Ayin günü perşembe olan Selimiye Tekkesi'nde 17 erkek ile 5 kadının ikamet ettiği, Dahiliye Nezareti'nin R. 1301/1885-86 tarihli istatistik cetvelinde belirtilmiştir. Nakşibendîliğe bağlı olarak faaliyete geçen ve tekkelerin kapatılmasına (1925) kadar bu tarikata hizmet eden tekkenin ilk post-nişini Kangırılı (Çankırılı) Şeyh Abdullah Efendi'dir. Abdullah Efendi 1222/1807'de Selimiye Tekkesi'nin şeyhliğinden feragat etmiş, yerine Şeyh el-Hac Nimetullah el-Buharî (ö. 1817) geçmiştir. Tekkenin üçüncü postnişini, 19. yy'da İstanbul'da Mev-levî meşrepli Nakşibendîliğin en önemli simalarından ve döneminin ileri gelen şeyhlerinden olan Konyalı Ali Behçet Efendi'dir (ö. 1822). Mevlana neslinden (çelebilerden) olan A. Behçet Efendi Afyon Mevle-vîhanesi postnişini Alaeddin Çelebi'ye inti-

sap ederek bu mevlevîhanede çilesini tamamlamış ve "dedegâna" dahil olmuş, daha sonra Şeyh Mehmed Efendi'den Nakşibendî hilafeti almış ve Mevlevî muhibbi III. Selim'in yaptırdığı bu tekkeye, Sadrazam Derviş Mehmed Paşa'nın (ö. 1837) delaletiyle postnişin tayin edilmiştir. Mensupları arasında Halet Efendi(-») (ö. 1823), M. Pertev Paşa (ö. 1837), Kethüdazade Arif Efendi(-0 (ö. 1849) ve Şeyhülislam Tur-şucuzade Ahmed Muhtar Efendi (ö. 1875) gibi devlet ricalinden ve ulemadan kimselerin bulunduğu bilinmektedir. A. Behçet Efendi'nin yetiştirdiği halifeler, Selimiye Tekkesi'nde odaklanan bu Nakşiben-dî-Mevlevî karışımı tasavvuf anlayışını İstanbul'daki çeşitli Nakşibendî tekkelerinde temsil etmişlerdir (bak. Nakşibendîlik). A. Behçet Efendi'den sonra tekkenin postuna oğlu Şeyh Mehmed Hidayetullah Efendi (ö. 1871) ile torunu Şeyh Mehmed Said Efendi (ö. 1895) geçmişlerdir.

Selimiye Tekkesi, III. Selim tarafından kurulan ve Batı kökenli ızgara planı ile İstanbul'un şehircilik tarihinde "nizam-ı ce-did"i (yeni düzen) simgeleyen Selimiye Mahallesi ile Karacaahmet Mezarlığı'nın sınırında yer alır. Arsası doğuda Tıbbiye Caddesi, kuzeyde Şair Nesimi Sokağı, güneyde Selimiye Camii Sokağı, batıda da komşu parsellerle çevrilidir. Tıbbiye Caddesi boyunca uzanan, moloz taş örgülü çevre duvarı üzerinde, hepsi dikdörtgen açıklıklı olan cümle kapısı ile on beş adet pencere sıralanır. Köşeleri kabartma rozetlerle süslü mermer sövelerin kuşattığı cümle kapısının üzerinde, tekkenin II. Mahmud tarafından ihyası sırasında konmuş, inşaatın başlama ve bitim tarihlerini (1250/1834-35 ve 1251/1835-36) veren kitabe yer almaktadır. Kitabenin manzum metni M. Pertev Paşa'ya, güzelliği dikkati çeken talik hattı ise Yesarîzade Mustafa İzzet Efendi'ye (ö. 1849) aittir. Kitabenin üçüncü beytinde A. Behçet Efendi'nin Mevlevî ve Nakşibendî tarikatlarını kendinde cem ettiği ifade edilir. Cümle kapısının avluya bakan yüzünde, basık kemerli söve başlığı arasında da yine 1251/1835-36 tarihini veren ve tekkenin yapımı sırasında cereyan eden bir rüyaya değinen, sülüs hatlı ve manzum metinli diğer bir kitabe vardır. Dışarıdan bakıldığında cümle kapısının hemen solunda yer alan ve diğerlerinden daha büyük olan pencere, Şeyh A. Behçet Efendi'nin kabrine açılan bir niyaz penceresidir. Bu açıklık, ta'lik hattı Yesarîzade'ye ait, adı geçen şeyhe ithaf edilmiş manzum bir kitabe ile taç-landırılmıştır. Niyaz penceresinden sonra gelen iki pencere, gerek sövelerinin mermerden oluşu, gerekse de boyutlarının farklılığı ile duvardaki diğer pencerelerden ayrılmakta, bunların da A. Behçet Efendi'nin haleflerine ait mezarlara açılan tali niyaz pencereleri oldukları anlaşılmaktadır. Duvardaki diğer açıklıklar kesme küfekiden, bezemesiz sövelerle donatılmış, bütün pencereler demir parmaklıklar ile kapatılmıştır. Kuzeydeki Şair Nesimi Sokağı'na açılan tali kapının üzerinde ise halen nerede bulunduğu tespit edilemeyen manzum bir kitabenin yer aldığı bilinmektedir.

Selimiye


Tekkesi'nde

cami-


tevhidhanenin

kesiti.


MSÜArfivi

Dikdörtgen bir alanı (17,50x12 m) kaplayan cami-tevhidhanenin sıvalı duvarları moloz taş ve tuğla ile örülmüş, yapı, kurşun kaplı bir kırma çatı ile kapatılmıştır. Bir bodrum katı üzerinde yükselen cami-tevhidhane, harim ile kapalı bir son cemaat yerinden ve ortadan kalkmış olan hünkâr kasrından meydana gelir. Yapıya, biri kuzey, diğeri de doğu cephesinin ekseninde bulunan iki kapıdan girilmektedir. Diğerinden daha büyük tutulmuş olan kuzeydeki kapının cami cemaati ile tekke mensuplarınca kullanıldığı, hünkâr kasrının altına isabet eden doğu kapısının ise daha ziyade padişah ile maiyetine mahsus olduğu söylenebilir. Son cemaat yeri ile harimi ayıran, ahşap iskeleti! ve bağdadi sıvalı duvarda, ortada dikdörtgen açıklıklı harim girişi, yanlarda yuvarlak kemerli ikişer pencere, son cemaat yerinin batı duvarında da üst kata ulaştıran merdiven bulunmaktadır.

Harim simetrik bir düzenlemeye sahiptir. Güney duvarının ekseninde dışarı çıkıntı yapan yarım daire planlı mihrap nişi, yanlarda ikişer pencere, batı ve doğu duvarlarında da aynı boyutlarda üçer pencere yer almaktadır. Yuvarlak kemerlerle taçlandırılmış olan bu pencereler dışarıdan kesme küfeki taşından söveler ve demir parmaklıklar ile teçhiz edilmiştir. Mihrabın, son cemaat yeri girişinin ve yan duvarlardaki üçlü pencere gruplarında ortadaki pencerelerin üstünde birer yuvarlak tepe penceresi göze çarpar. Harim girişinin sağında ve solunda kare planlı birer maksure bulunmaktadır. Üst katta, kuzeydoğu köşesindeki maksureye hünkâr mahfili, kuzeybatı köşesindekine de müezzin mahfili tekabül eder. Cami-tevhidhanenin içinde kadınlar mahfili olarak nitelendirilebilecek herhangi bir bölüme rastlanmaması şaşırtıcıdır. Üst kattaki mahfilleri, daire kesitli ikişer ince ahşap sütun taşımaktadır. Kompozit başlıklarla son bulan bu sütunların arası, maksureleri sınırlayan ahşap korkuluklar ile kapatılmıştır.

Yapının kuzeyinde yer alan asma katta, son cemaat yerinin üstünü işgal eden dikdörtgen planlı bir nevi sofa ve buna açılan hünkâr mahfili ile müezzin mahfili yer alır. Ortadaki yuvarlak kemerli, diğerleri dikdörtgen açıklıklı olan üç adet ufak pencere kuzeye, yapının giriş cephesine açılmaktadır. Doğu duvarında, hünkâr kasrı ile mahfilini birbirine bağlayan ve kasrın yıkılmasından sonra pencereye dönüştürülmüş olan açıklık göze çarpar. Hünkâr mahfili ahşap bir bölme ile sofadan soyutlanmış ve ahşap kafeslerle donatılmış, her iki mahfilin de harime bakan yönleri ahşap korkuluk duvarları ile çevrilmiş, söz konusu duvarların yüzeyi dikdörtgen göçertme-lerle hareketlendirilmiştir. Ayrıca hünkâr mahfilinin doğu duvarında III. Selim ve II. Mahmud dönemlerinde revaçta olan yarım daire planlı bir niş yer almaktadır.

Yapının kuzeybatı köşesinde çıkıntı yapan kare planlı kaide, daire kesitli gövde ve petek, süslemesiz şerefe ile kurşun kaplı konik ahşap külahtan oluşan minare iddiasız bir görünüme sahiptir. Bugüne ulaşamamış olan hünkâr kasrı cami-tevhidhanenin kuzeydoğu köşesinde dışarı taşan yaklaşık 7x5 m boyutlarında fevkani bir bölümdü. İnce mermer sütunların taşıdığı hünkâr kasrı, ahşap duvarları, dikdörtgen pencereleri, doğu cephesindeki üçgen alınlığı ve kurşun kaplı ahşap çatısı ile yapıya bir sivil mimari çeşnisi katıyordu.Cami-tev-hidhanenin cephelerine II. Mahmud dönemi ampir üslubunun(-») sadeliği, buna karşılık iç mekânda gözlenen süsleme programına ve birtakım mimari ayrıntılara Osmanlı baroğunun hareketliliği egemendir.

Günümüzde imam meşrutası olarak kullanılan kütüphane yaklaşık 9x7 m boyutlarında, kagir duvarlı beşik çatılı, mütevazı bir yapıdır. Kuzey ve güney cephelerinde çatının meylini izleyen üçgen alınlıklar göze çarpar. Giriş güneybatı köşesin-dedir. Bu kitaplığın kitapları günümüzde Süleymaniye Kitaplığı'nda "Pertev Paşa" bölümü ile yer almaktadır.



SELSEBİLLER

Geç devir Osmanlı mezarları açısından ilginç örnekler barındıran hazirede gerek tasarımı gerek süslemeleri açısından dikkate değer kabirler bulunur. Niyaz penceresinin hemen arkasında yer alan Şeyh Behçet Efendi'nin kabri madeni bir şebeke ile kuşatılmış, soğan kubbe biçiminde madeni bir iskeletle taçlandırılmıştır.



Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 189-191; Aynur, Saliha Sultan, 37, no. 159; Âsitâne, 16; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, II, 64-65, no. 110; Mü-nib, Mecmua-i Tekâyâ, 14; Raif, Mir'at, 78-80; Ihsaiyatn, 19; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 27; H. Vassaf, Terceme-i Hâl-i Hazret-i Şeyh Ali Behçet Konevî, İstanbul Üniversitesi Ktp, İbnülemin yazmaları, no. 2760/4; Osmanlı Müellifleri, I, 63-64; Öz, İstanbul Camileri, II, 43; Behcetî İ. Hakkı el-Üsküdarî, Merâkid-iMu'tebere-i Üsküdar, İst., 1976, 92-94; Konyalı, Üsküdar Tarihi, I, 264-269, II, 403-404; Gölpınarlı, Mevlevilik, 321-322; M. Özdamar, DersaadetDergâhları, İst., 1004 c 942

' ' M. BAHA TANMAN



SELSEBİLLER

Arapça "tatlı ve hafif su" anlamına gelen "sekebil", İslam mimarlığında mermer ön yüzü üzerinde su oyunlarının düzenlendiği bahçe ya da konut donatım yapısıdır. Serinlemek, akan suyun şırıltısını dinlemek ve güneş ışınlarının dalgalı yüzey üzerinde yansımasını seyretmek amacıyla kullanılmıştır. Selsebilin cennette bir pınar adı olması nedeniyle bu yapılar ayrıca dinsel içerik de kazanmışlardır.

Selsebiller İstanbul'da 18. yy'da yaygınlaşmıştır. Efdaleddin Bey'in anlatımında Mimar Sinan'ın yaptığı bir sarayda selsebil-den söz edilmektedir. Kaynağın belirttiğine göre bir adama kızan paşa, adamı di-vanhanesindeki selsebile bağlatır, sularını açtırır. Adam sabaha kadar duş altında kalır.

Selsebil tasarımında su mümkün olduğu kadar yukarı çıkarılır, dolambaçlı yollardan geçirilerek alt tekneye aktarılır. Su bu yolu kat ederken göze hoş gelen oyunlar oluşturur ve duygulara rahatlık veren uyumlu bir ses çıkarır. Su oyunları iki türde tasarlanır. Birinci türde mermer yüzey üzerindeki küçük yalaklar tek ya da üç dizi olarak alt alta dizilidir. Su bu yalaklardan akarak aşağıdaki geniş teknede toplanır. Öteki tipte yalak yoktur. Mermer yüzeyin



518

üstü oymalı bezelidir ve su bu yüzeyi yalayarak akar. Yüzeydeki bezeme genellikle balıksırtı biçimindedir. Birinci türden örnekler 17. yy'ın ikinci yarısında başlamış, 19. yy'ın ikinci yarısına kadar devam etmiştir, ikinci türün örnekleri sınırlıdır. Top-kapı Sahilsarayı'ndan gelme piramit biçimli fıskiye taşı ikinci tür selsebil örneğidir. Çağlayan Kasrı'nın önündeki III. Ahmed Çeşmesi'nin iki yanının eğimli yüzeyi, pul pul selsebil olarak bezenmiştir.

Kenar profilleri, başlık bölümü, muslukları, küçük yalakları, yüzey bezemesi ve tekne kenarlarıyla selsebiller yapıldıkları dönemin biçim özelliklerini yansıtırlar. Lale Devri'ne ait anıtsal bir selsebil yapısı, Topkapı Sarayı III. Murad Köşkü'ndedir.

Selsebil duvarda silmelerle çerçevelenmiş, Bursa kemerli niş içinde boydan boya uzanan iki kademeli yalak biçimindedir. Su nişin üst bölümünde burma lüleden dökülür. İki yalakta dokuz küçük lüle vardır. Eksende akan suları ayarlayan lüleler daha büyüktür. Selsebilin iki yanında vazo içinde çiçeklerle oluşturulmuş bezeme dizisi yer alır. Yine, Topkapı Sarayı'nın sünnet odası ve veliaht dairesinde değişik bir selsebil uygulamasıyla karşılaşılır. Selsebiller pencere nişinin yan duvarlarındadır. Görsel etki dışında, odayı serinletmek amacıyla yapılmışlardır.

Topkapı Sarayı Hünkâr Dairesi'ndeki hamamda ikinci türün uygulamasını buluruz. 19. yy yapısı olan sekebilin niş içindeki yüzeyi balık pulu desenlidir. Çubuk-lu'da Halil Edhem Eldem Yalısı'nın harem bahçesindeki selsebil 18. yy'dan kalma anıtsal bir örnektir. Küçüksu Kasrı Selsebi-li'nde duvardaki barok biçemde kabartmada bulunan kuğunun ağzından su, kenarı dalgalı istiridye kabuğu biçiminde geniş bir yalağa akar, oradan aşağıdaki havuza dökülür. Beylerbeyi Sarayı(->) Serdab Köş-kü'nde(->) ampir biçeme uygun bir düzenlemeyle karşılaşılır. Kuruçeşme'deki Muh-sinzade Yalısı, Beylerbeyi'ndeki Selim Paşa Yalısı, Üsküdar'daki Tuğrakeş Recai Yalısı Hariciye Köşkü'nde selsebiller geniş bir bahçe düzenlemesinin önemli bir öğesi olarak değerlendirilmişlerdir.

Topkapı Sarayı'nda yer alan iki selsebil. Cengiz Kahraman, 1994

Günümüze ulaşmış dış mekân selsebil örnekleri sınırlıdır. Konut içinde kalanlar ise daha iyi koşullarda korunmuşlardır.

Bibi. N. Bayraktar-H. Tezcan, "Topkapı Sarayı Çeşme Muslukları", Bedrettin Cömert'e Armağan, Ankara, 1980, s. 532, 536; S. Çetin-taş, Türkler'de Su, Çeşme, Sebil, Ankara, 1944; Eldem, Türk Bahçeleri, I; T. Öz, Topkapı Sarayı Rehberi, İst., 1933; S. Ünver, "Selsebiller", Hayat Tarih Mecmuası, S. 2/7 (1967), s. 8-10; A. S. Ünver-Y. Önge, "Sebillerimiz", VD, S. XIII (1981), 339-374.

AYLA ÖDEKAN



SEMAİ KAHVELERİ

Çoğunlukla tulumbacılar ve kabadayılar tarafından açılan, giderek eski âşık kahvelerinin yerini alan sazlı sözlü kahvehaneler.

Bazıları sadece ramazan aylarında açılır ya da sıradan kahvehane iken saz söz konulurdu. Bunlara, "çalgılı kahve" de denilmiştir. Semai kahveleri, 20. yy'ın ilk çeyreğine kadar varlığını sürdürmüştür.

Semai kahvesi olarak işletilecek bir tulumbacı kahvesi yeniden düzenlenir, masalar ve iskemleler kaldırılarak yerlerine küçük hasır iskemleler konurdu. Duvarlar çoğu zaman yangın kuleleri, denizkızı, Kız Kulesi, balıkçı kayıkları, bir yangın ve bunları tamamlayan birkaç manzara resmi ile boyanır; kahve tavanına renkli kâğıtlardan güller, zincirler yapılırdı. Bu zincirlerin aralarından, adına "yeni dünya" denilen renkli cilalı yuvarlaklar geçirilerek, tavanın muhtelif yerlerinden sarkıtılırdı. Kahvenin içine girildiğinde ilk göze çarpan duvarlardan birine tulumbanın boru, fener, hortum, baskı kolları, kökün anahtarı ve gümüş kakma işlemeli kamçısından ibaret olan aksamı, yine renkli ve ince kurdelelerle süslenerek bir arma şeklinde düzenlenir; diğer duvarlarla birlikte kahve ocağı da yapma çiçeklerle süslenirdi. Çalgıcılara ait yer ise, çalgı sesinin her taraftan duyulabileceği ön köşelerden birinde hazırlanırdı. Çardak şeklinde ve yüksekçe olan bu yer de birtakım kâğıt çiçeklerle süslenirdi. Çalgıcılar, kalitelerine göre gecelik hesabına göre tutulur, bunlara önceden bir pey verilirdi. Rehine olarak da paydostan sonra çalgılar kahvenin duvarında asılı bırakılırdı.

Ramazan ayında, semai kahvesinde ya da ramazan için çalgılı olarak yemden düzenlenen herhangi bir kahvede özel bir program uygulanması gelenek haline gelmişti. Ramazanın ilk gecesi teravihten sonra oyun havalan, köçekçeler, şarkılar ve türkülerle açılırdı. Çığırtkan denen bir kişi, kahvenin herhangi bir köşesine önceden hazırladığı bir muamma asar ve ardından semai ya da divan tarzında bir hava okuyarak, ramazan boyunca sürecek olan âlemi başlatırdı. Müşterilere "hoş geldiniz" yollu bir-iki mani söyleyerek çalgılı kahvenin kimin tarafından açıldığını bildirirdi. Çığırtkan aynı zamanda meclisi idare etme görevini de üzerine alırdı.

Semai kahvelerinde en önemli simalar, bazı âşık tarzı türlerini okumakla ün kazanmış söyleyicilerdi ki bunlara "meydan şairi", "taşlık şairi" de denirdi. Halk, mey-

dan şairlerine büyük ilgi gösterirdi. Bu kişiler, gerçek âşık tipinden farklı vasıflara sahipti. Her şeyden önce herhangi bir çalgı çalmazlardı. Bununla birlikte irticalen söz söyleyebilme kabiliyetine sahip olanlar da vardı. Ayrıca, tulumbacılığa,pzenen-lerin ya da bu kahvehaneye eskiden beri devam edenlerin hafızalarında bile, yüzlerce çeşitli türde şiirler bulunurdu. Ancak, irticalen söyleyenlerin yanında, "usta malı" şiirler söyleyenlerin pek fazla önemi yoktu. Özellikle hazırlanmadan şiir söyleyenler kendi aralarında karşılıklı söz söylemeye dayanan bir çeşit yarışma yaparlardı ki buna "atışma" denirdi. Semai kahvelerinde meydan şairlerinin atışmaları, gecenin en heyecanlı bölümünü teşkil ederdi. Bu bölümde okuyucular birbirlerini mağlup etmeye çalışır, atışma sonunda mağlup olana "mat oldu" denirdi.

Çalgıcıların görevi, öncelikle meydan şairlerinin faslı başlayana kadar, kahveye gelen müşterileri oyalamak ve eğlendirmekti. Kahve dolunca, mani havası ile manilere girilirdi. Maniler, irticalen okunur, zekâ ve beceri dolu sözlerle dinleyiciler zevkli dakikalar geçirirdi. Atışmalar da özellikle manilerle yapılırdı. "Adam aman" sözleriyle okunmaya başlanan maniler, çoğu zaman cinaslı olurdu.

Bir de "leb değmez" ve "noktasız" maniler vardı. Leb değmez okuyanların dudakları birbirine değmez, noktasız şiirde de Arap alfabesine göre noktası olmayan harfler seçilirdi. Önceden içinde dudak değmeyen harfler bulunan kelimelerle oluşturulan ve bir konu üzerinde düzenlenen leb değmez maniler her zaman söylenmez ve her şairin belleğinde de bulunmazdı. Şair bu tür manileri başı sıkıştığı zaman kullanmak üzere saklardı. Leb değmez maniler, "adam aman" yerine "leley-li laleyli" diye dudak değmeyen sözlerle başlardı.

Mani okuyan meydan şairi, maniden sonra semai, divan, koşma, destan gibi türlerden hangisini okumak isterse, parçanın ayağını saz takımından yine mani okuyarak isterdi. Maninin ardından, çoğu zaman koşma okunur, koşmayı semai takip ederdi. Semailer, "Efendim hû" sözleriyle okunmaya başlanır; sevgiliye sızlanma, sevgilinin güzellik ve meziyetlerini övme veya rakibin hicvedilmesi gibi konular bu türde işlenirdi. Sonra genellikle divanlara geçilir, yanık ve âşıkane sözlerle okunan divanları koşma tarzında destanlar(->) takip ederdi. Ardından koşma tarzında okunan yıldızlar ve toplu olarak okunan kalende-riler gelirdi. Bunlardan başka âşık karşılaşmaları da yapılırdı. Saz takımları eğlence boyunca, bazı parçalar çalma yanında, meydan şairlerine de eşlik eder, hazır melodi kalıpları ve özellikle onların ayaklarım (ara nağme) çalarak yol gösterir ve zaman zaman da okuyucuları dinlendirirdi.

Eski "âşık kahveleri"nin devamı gibi kabul edilen semai kahvelerine İstanbul'da yaşayan ya da yolu bu şehre düşen "âşıklar" da zaman zaman katılırlar ve bu meclislerde halkı eğlendirmeye çalışırlardı. Semai kahveleriyle tulumbacı kahvelerinde

ün kazanan bazı meydan şairleri, eski âşık tarzını sürdüren tiplerdi. Her şeyden önce okudukları türler, okuyuş tarz ve biçimleri, eski âşık tarzının bir kalıntısı ve basitleştirilmiş bir şekliydi. Okuyucuların okuduğu havalar da, çoğunlukla âşık tarzıydı, ancak âşıklar yerine divan, destan, kalenderi, semai vb âşık tarzı türleri okumakla ünlenmiş şahsiyetler ve çöğür, bulgari, beş telli bağlama, altı telli bozuk, yedi telli ya-nuk, tambura vb âşık çalgıları yerine klarnet, zurna, darbuka, dümbelek, zilli maşa, çifte nara gibi gürültülü çalgılarla okuyuculara eşlik eden ve daha çok kalıplaşmış ayaklar çalan çalgıcılar önem taşıyordu.

Gerek tulumbacı şairler ve gerekse semai kahveleri ile tulumbacı kahvelerinin müdavimi olan şairler irticalen okumakla şöhret kazanmış Üsküdarlı Vasıf Hoca (Vasıf Hiç), Mekteb-i Harbiye'den Emin Şah, Üsküdarlı Hakkı, Tıbbiyeli İsmail Hakkı, Haddehane'den Kulaksızlı Mustafa Refik, Defterdarlı Tulumbacı Çiroz Ali, sıbyan taburundan Şerafeddin, Zeytinburnulu Zil İzzet başta geliyordu. Ayrıca Perişan Halil, Kayıkçı İbrahim, Bekçi Ahmed, Arap Şükrü Reis, Galatah İnce Arap gibi okul görmemiş olanlar da vardı.

Semai, mani, destan okuyanlar arasında Müslüman olmayanlar da vardır. Dol-macı Mihran, Üsküdarlı Karabet, Hanende Aleksan, Lavtacı Kör Civan, Hristo, Saka Karabet, Baladı Andon, Lavtacı Lambo, Balıkçı Agop, Tatavlalı Kör Yani bunlardan birkaçı idi. Bunlar arasında Serkis ile oğlu Mihran, Sarı Onnik, Hasköylü Hampar, Harabat Hacik ile Ovrik Efendi destan okumada sivrilmiş isimlerdir. 19. yy'ın son çeyreğinde yaşamış olan Bîdârî(-»), Lîsânî, Nâmî(->) ve Serverî(-») gibi Ermeni aşuğlar da bu kahvelerde okunan çeşitli şiirler, özellikle destanlar yazmışlardır.



Yüklə 8,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   130   131   132   133   134   135   136   137   ...   147




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin