Hldlniava V l h o n I n, I,1 V a hjhvi 3a I o I l n V 31 V h fi 11 fi



Yüklə 8,43 Mb.
səhifə16/147
tarix27.12.2018
ölçüsü8,43 Mb.
#86791
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   147

Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 91-92; Kut, Der-gehname, 231, no. 22; Çetin, Tekkeler, 590; Aynur, Saliha Sultan, 35, no. 55; Âsitâne, 9; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, II, 42-43, no. 70; Münib, Mecmua-i Tekâyâ; Raif, Mir'at, 321; th-saiyatll, 19; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 47; Vas-saf, Sefine, III, 13; Osmanlı Müellifleri, II, 187; H. K. Yılmaz, Aziz Mahmûd Hüdâyî ve Celvetiy-ye Tarikatı, İst., 1982, 234-266; İ. G. Kayaoğlu, "Neccarzade Dergâhına Ait Bir Çift Güğüm", Journal of Turkish Studies, 7/II (1983), s. 287-291; M. Özdamar, DersaadetDergâhları, İst., 1994, s.

203~2°4' M. BAHA TANMAN



NECİP CELAL

bak. ANTEL, NECİP CELAL



NECMEDDİN DEDE TEKKESİ

bak. YILDIZ DEDE TEKKESİ



NEDİM

(1681 ?, İstanbul - 30 Eylül 1730, İstanbul) Divan şairi.

Asıl adı Ahmed'dir. Damat İbrahim Pa-şa'ya(->) intisabından dolayı Nedim mahlasım kullanmıştır. Eğitimini medresede ta-mamla,dı. Müderrislik ve kadılık görevlerinde bulundu. Damat ibrahim Paşa'nm özel kitaplığını yönetti. Bir ara Sahâifül-Ahbar adlı Arapça dünya tarihini Türkçeye çeviren komisyonda görev aldı. Patrona Halil Ayaklanması'nda(->) öldü. Mezarı Ka-racaahmet Mezarlığı'ndadır(->). Bilinen tek eseri Divanidir (İst., 1922; yb İst., 1951).

Nedim'in şiirleriyle istanbul, Türk şiirinde tam manasıyla yer edinmiştir. Nedim' den önce ve sonra istanbul'u anlatan pek çok şair çıkmıştır, ancak hiçbiri İstanbul'u o güzel İstanbul Türkçesiyle anlatamamıştır. Bunun en önemli sebeplerinden birisi şairin şehre karşı duyduğu aşk ise, diğeri de Damat ibrahim Paşa ve lale eğlenceleridir.

Nedim, ömrünün çoğunu sadrazam konaklarında, sarayda, kasırlarda ve mesirelerde geçirdi. Şarkıları halkın ince hislerine tercüman oldukça, kaside ve gazelleri zürefa meclislerinde itibar gördükçe, çera-ğanlar, helva sohbetleri, lale bahçeleri Nedim'in şuh kişiliğinden ayırt edilemez olmuş ve hemen her kesimden insanlar onunla ünsiyette âdeta yarışmışlardır. İşte bu davranış ve haklı itibardır ki Nedim'in, bir obje olarak İstanbul'u temalaştırmasına kapı araladı. O dönem İstanbul Türkçesi-ni günlük konuşma diliyle zenginleştirmedeki ustalığı kendi kişisel meseleleri, fiziki ve ruhi sıkıntıları kadar muhitin ve diğer bireylerin de meselelerini bir sohbet havası içinde anlatabilmesini sağladı. Onun, çevresine yönelttiği dikkat ve hayat dolu ifadeleri gerek kaside ve gazel, gerek musammat ve şarkı, hemen her manzumesinde kendini hissettirdi. Bütün bunlarda İstanbul'un günlük hayatı büyük ustalıkla çizilip âdeta sahnelenir. Mesneviler hariç şiirde hikâye etme tekniğini en güzel kullanan şairlerden biri olarak onun dile getirdiği mekân, çevre, olay ve tipler âdeta canlanır ve birbirleriyle kaynaşır.

Temelde bütün şiirlerinin konusu İstanbul'dur. O kadar ki semt semt, sokak sokak İstanbul'un anlatıldığı bu şiirlerde mesireler, konaklar, meydanlar, saray, yalılar, kasırlar, kışlalar, tersane, çarşılar, bedesten vb mekânlar ile bütün bir Lale Dev-ri(-») karakteristik çizgileriyle gözler önüne serilir. Başta İbrahim Paşa için yazdığı ve Bu şebr-i Sitanbul ki bi-misl ü babadır/Bir sengine yek-pâre Acem mülkü fedâdırbeytiyle başlayan ünlü kasidesi olmak üzere pek çok kasidesinde İstanbul bir mihmandar, bir rehber edasıyla tanıtılır. İstanbul kasidesinde şehrin eşsiz güzelliği, iki deniz arasındaki yeri, güzel bahçeleri hoş havası ve suyu, çeşmeleri ve sebilleri, cana can katan hamamları, birer

mimari abide olan camileri, mistik havasıyla dergâhları, esenlik dolu meclisleri "marifet kumaşı" satılan sokakları, "ilim ve irfan madeni" medreseleri, halkın köklen-miş görgü ve kültürü, işvebaz dilberleri, mevsim mevsim bağları, bayırları, zevk ve sefa dolu mekânları hayal ürünü soyut bir mekândan öte, bir Osmanlı başkentinin gerçekçi tanıtımını verir.

Nedim'in İstanbul'da en fazla üzerinde durduğu yer Sa'dâbâd'dır. Burada üzerinden güzellerin geçtiği tavanlı köprü, zevk ehlinin koşarak gittikleri Hayrâbâd, Çağlayan, Kasr-ı Cinân, Çeşme-i Nur, Cedvel-i Sîm, Hürremâbâd, kendi küçük, ünü büyük Kasr-ı Neşât, yeni bir üslubun temsilcisi olan Nevpeydâ Köprüsü, ışıl ışıl iki kasır olan Ferkadân, bir diğer köprü Cisr-i Sürür ve daha nice asude mekanlarıyla Sa'dâbâd'da hayat devam ederken, Nedim bunları coşku dolu bir dille mısrala-rına geçirir (Yok bu dünyâda bele Kasr-ı Cinân'm misli/Bilmezem var mı cinân içre dahi akranı // Çeşme-i Nur ise Nün âyetin eyler tefsir/ Cedvel-i Sîm ile bulsa nola zîb ü sânı). Saraylar, kasırlar, yalılar anlatılırken onların sosyal hayat içindeki önemleri kadar mimari özellikleri de ön plana çıkarılır. Önlerinde çiçek bahçeleri, yeni tarz tarhları, hıyâbân şeklindeki yolları, önlerinde havuzları, çeşmeleri, fıskiyeleri, yüksek kapıları ve revakları, kemerleri, vitrayları, göz alıcı renkleri, nakışlı duvarları, tezhipli tavanları, ferah odaları ve yüksek tavanları, hattâ hamamları ve sahillerdeki kayıklarıyla bütün bir Haliç ve Boğaziçi'nin mimarisi bu şiirlerle tarihe mal olur. Şehirdeki imar hareketinin öncüsü Damat İbrahim Paşa, Nedim'in mısralarında bu yapıların ölümsüzleştirildi-ğini memnuniyetle görüyor ve çalışmalarının boyutunu her geçen gün genişletiyordu. Pek çoğu hakkında Nedim'in ya bir kaside ya bir tarih kıt'ası yahut da birkaç beyit söyleyerek adım ölümsüzleştir-diği bu yapıları Nedim'in Divan indan takip edebilmek mümkündür (çeşme ve sebiller, yalılar, Kasr-ı Süreyya, Kasr-ı Cinân, Bâğ-ı Ferah, Şehzade Camii yakınındaki çarşı, Ayasofya Camii'nin genişletilen hünkâr mahfili, Şerefâbâd, Üsküdar sebilleri vb için yazılan kaside, musammat ve tarih kıt'aları gibi).

Nedim, şiirlerinde kendi çağının hayatını, yaşayış biçimini, âdet ve geleneklerini daima söz konusu eder. Sözgelimi bayramlaşma törenini anlatan bir iydiyesinde bayram öncesi saraydaki hareketlilik, bayram namazı, şafakla birlikte başlayan protokol, çalınan kösler, devlet erkânının saraya gelişi, tahtın getirilmesi, kurulması ve önüne halılar serilmesi, hükümdarın tahta oturuşu, tahtın sol tarafında bekleyen şehzadeler, sağda yer alan vezirler, arkada harem ağalan, bayramlaşmanın başlaması ve etek öpme merasimi sanki bir film kaydı gibi şiirden takip edilebilir. Eski tarih kitaplarının yazmadığı pek çok teferruat işte bu yolla Nedim'in Divan indan ışık tutmaya devam etmektedir ( Yesârın-da durup şeh zadegan izz ü saadetle/ Si-pibr-i haşmetin her biri oldu mihr-i tabanı

Bu şehr-i Sitanbul ki bî misi ü behâdır Bir sengine yekpare Acem milki fedadır

Bir gevher-i yekpare iki bahr arasında Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezadır

Bir kân-ı ni'amdır ki anın gevheri ikbâl Bir bâğ-ı irenidir ki gülü 'izz ü 'ulâdır

İnsaf değildir am dünyâya değişmek Gülzârlarm cennete teşbih hatâdır

Her kes irişür anda muradına anınçün Dergâhları melce-i erbâb-ı recâdır

Kâlâ-yi maârif satılur sûklarında Bâzâr-ı hüner mâ'den-i 'ilm ü 'ulemâdır



//.. //Yemininde dururdu hâtem-âsâ âsaf-ı-ekrem/Olup rûb-ı mücessem âlemin güya nigahbânı //...//Sütûr-ı nüsha-i devlet gibi şahım kafasında / Durur cümle agâyân-ı harim-i hâs-ı sultanî//... // Gü-rûh-ı daiyân bir bir öpüp dâmân-ı İdâli /Hele oldevlet-i ulyânın oldum ben de şayanı). Nedim hemen her türlü devlet törenine ilgi göstermiş ve İstanbul'un siyasi ve idari mekanizmasını böylece tanıyıp tanıtmıştır.

Nedim, Beşiktaş'ta oturmuştur ("Beşiktaş'a yakın bir hâne-i viranımız vardır"), ancak şiirlerinde söz konusu ettiği semtler ve hayatını geçirdiği muhitler bununla sınırlı kalmaz. Göksu, Atmeydam, Eyüp, Tophane, Üsküdar bunlardan birkaçıdır (Binip şad izz ü nâz ile semend-i şûh-ref-târe/Güzeller Atmeydam 'nda alır şimdi meydanı//Hususa hazret-i Eyyüb ile mey-dân-ı Tophane / Birer takrîb ile elbette cezb eyler cüvânânı //Firâz-ı Üsküdar'ın bu 'du vardır gerçi amma kim / Yine inkâr olunmaz Hak bu kim anın da seyrânı).

Nedim, İstanbul mekânlarını doğrudan doğruya (somut) bir çevre ve yapı olarak anlattığı gibi oraları birer tarihi olay vesilesiyle yahut sosyal hayatın devam ettiği birer muhit olarak da ele alabilmektedir.

Böylece bir doğum olayından bir yapının tamamlanmasına, devlet idare sistemindeki bir değişiklikten bir mehtap eğlencesine, bir bayram sevincinden bir içki meclisine dek İstanbul'daki hemen her kı-pırdanış onun kalemine konu teşkil eder. Sözgelimi İbrahim Paşa'nm bir tüfek atışı bile onun için bir şiir konusudur. Ancak bu konular hem hareket unsuru konuşmalarla, hem insanların kişilik tasvirleriyle (portre), hem de dış dünyanın düzeniyle (giyim kuşam, binek, hareket, görenek vb) zen-ginleştirilince 18. yy İstanbul'una bir yol-

Camilerinin her biri bir kûh-i tecellî Ebrû-yi melek andaki mihrâb-ı du'âdır

Mescidlerinin her biri bir lücce-i envâr Kandilleri meh gibi leb-rîz-i ziyâdır

Ser çeşmeleri olmada inşâna revân-bahş Germâbeleri cana safa cisme şifâdır

Nâmı gibi olmuştur o hem sa'd hem âbâd İstanbula sermâye-i fahr olsa revadır

Kûhsârları bağları kasrları hep

Güya ki bütün şevk ü tarab zevk û safadır

İstanbulun evsâfını mümkîn mi beyân hiç Maksûd heman sadr-i keremkâra senadır

Nedim Divanı, ist., 1962, s. 48

culuk yapmış kadar muhatabı etkiler. Şiire olan hâkimiyeti, Divan Edebiyatı'nın kalıplaşmış klasik imajlarından bir nebze olsun sıyrılmasını sağlar ve âdeta bir tiyatro oyunu ortaya çıkar. Bu tiyatroda padişahtan şehzadelere, vezirlerden yüksek memurlara, halktan esnaf takımına ve tabii güzellerden Nedim'in kendisine kadar bütün bir İstanbul görülür. Onun kahramanları, durgun anlatımlar arasında kaybolan tarihi kişiliklerin aksine günlük hayatın canlı anonim tipleridir. Her biri bayramlık câmeler, fıstıki atlaslar, nefti şallar, gül-pembe kaplanmış samurlar, dik kemerler, feraceler, cepkenler, üsküfler, kallaviler giyen şehirliler, yani kayıkla gezen, araba kafesinden bakan, yaramaz, çapkın ve vefasız güzeller, analar, babalar, dadılar, meyhaneciler, sarhoşlar, gemiciler, hizmetçiler çakırkeyf zorbalar, şarapla baştan çıkarılan tazeler ve daha pek çok İstanbulludur. Aynı İstanbullular Nedim'i çok yakından tanıyan, onun şarkılarını dinleyerek kendinden geçen ve rastladıkları her yerde onu uzaktan parmakla gösteren gerçek kişilerdir. Divan şiirinin ütopik güzeli ve planotik aşkı, Nedim'de birdenbire temmuz sıcağında elbisesinin önünü açmış şıpır şıpır terleyen bir İstanbul güzeline ve ona yönelen dionizyak bakışa çevrilir (Açılıp tâb-ı temûz ile o gülpîrehen / Gelmiş âğûş-ı girîbâna şikâf-ı dâmen).

Nedim'in gazelleri yanında şarkıları da 18. yy İstanbul'unun başlıbaşma birer aynasıdır. Özellikle Sa'dâbâd ile ilgili her şey bu şarkılarda mevcuttur (Seyr-i Sadâbâd'ı sen bir kerre lyd olsun da gör//Nice ak-

naz ile seyrâna kurbân olduğum // Gidelim serv-i revâmmyürü Sadâbâd'e..). Bunun yanında o dönem eğlence dünyasının gözde mekânları olan Çırağan ("Müjde-

NEF'I

62

r

63



NEKROPOLLER

Taşkasap'ta

bulunmuş olan

Hz İsa'y.

havarileriyle

betimleyen

lahit cephesi.

istanbul Arkeoloji

Müzesi,

Envanter no. 54 Enis Karakaya



taşları bulunmuştur. Sünbül Efendi Camii' nin kuzeyinde ise Arkadios dönemine (395-408) ait dikdörtgen planlı bir hipoje bulunmuştur. Buluntuları oldukça yoğun olan Çapa'da çoğu anacaddeye yakın olmak üzere çok sayıda mezar taşı ve antropoit (insan vücudu biçiminde) bir lahit ile üzeri haçla süslü bir çocuk lahti bulunmuştur.

Altımermer'de Mokios Sarnıcı yakınında bulunan hipoje yan yana beşik tonozlarla örtülü dikdörtgen mekânlardan ibarettir. Duvarları çiçek motifleri ve mermer plaka taklidi boyamaya sahip olan bu mezar 4. yy'a tarihlenmiştir. Bu bölgenin en önemli buluntusu ise Taşkasap'ta ortaya çıkarılmış olan bir mezar ve bunun lahitle-rini oluşturan üzeri figürlü kabartma levhalardır. Bunlar İstanbul Arkeoloji Müze-si'nde 5422-5423 envarter numarası taşımakta olup, ilki Eutios adında bir şahsın mezarına aittir. Bu levhalarda Hz İsa ve Petrus, Pauluos adlı azizler ile mezarın sahibi olan kişiler betimlenmiştir.

Bir aileye ait olması gereken mezar 5.

istanbul


nekropo-

lünden,


MÖ 2.

yy'a ait


bir

mezar


taşı.

istanbul


Arkeoloji

Müzesi,


Envanter

no. 5495


Enis

Karakaya

ler gülşene kim vakt-ı Çerağan geldi"), La-lezar ("Çerağan vakti geldi Lâlezâr'ın dide-si rüşen"), Boğaziçi ("Serd oldu hava çıkma koyundan kuzucağım"), Tophane ("Gel benim kaşı hilâlim bize bir lyd edelim") yahut diğer asude mekânlar ("Ver hükmünü ey serv-i revân köhne baharın"), nice şuh meclisleri, nice helva sohbetleri, nice kış gecelerinin oyun ve eğlenceleriy-le Nedim'in İstanbul portresini tamamlar. Denilebilir ki Nedim istanbul'u anlatırken hiçbir teferruatı ihmal etmemiş, en küçük ayrıntıyı dahi şiirsel bir kıyafetle sonraki nesillerin ilgisine sunmuştur. Nedim yaşamasaydı, İstanbul'un günümüz insanına bir nostalji hissi yaşatması bu derece sınırsız olmazdı. Nedim'in şarkılarındaki İstanbul, hiç şüphesiz her bir İstanbullunun kendi hayal ve bilgi genişliğine göre yeni ve değişik biçimler alarak zihinlerde yaşamaya devam edecektir.



Bibi. T. Kortantamer, "Nedim'in Şiirlerinde İstanbul Hayatından Sahneler", Ege Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, S. IV (1985), s. 20-60; M. Kaplan, "Nedim'in Şiirlerinde Mimari Eşya ve Kıyafet", İstanbul Enstitüsü Dergisi, S. III (1957), s. 43-55; H. Ma-zıoğlu, Nedim'in Divan Şiirine Getirdiği Yenilik, Ankara, 1992; A. R. Altınay, Lale Devri, Ankara, 1973; Ş. Kutkan, Nedim Divanından Seçmeler, İst., 1981; Çelebi, Divan Şiirinde istanbul, 70-91; A. Özkırımlı, Nedim, ist., 1974. İSKENDER PALA

NEF'Î

(1572 ?, Hasankale/Erzurum - 27 Ocak 1635, İstanbul) Divan şairi.

Adı Ömer'dir. Erzurum'da medrese öğrenimi gördü. Çeşitli devlet görevlerinde çalıştı. I. Ahmed (1603-1617) ve IV. Murad dönemlerinde (1623-1640) ikbalin doruğuna erişti ve rahat yaşadı. Hicivleri yüzünden boğdurtulup cesedi denize atıldı.

Türkçe ve Farsça iki Divan \ (Türkçe Divan, Bulak, 1836, Nefî'nin Farsça Divanı Tercümesi, İst., 1944) yanında en önemli eseri Sibam-ıKaza'âır (İst., 1943). Divan Edebiyatı'nın en büyük kaside ve hiciv şairidir. Mübalağalı üslubuyla övmede ve yermede sınırları zorlamış, fevkalade güzel şiirler yazmıştır.

Nef î, ömrünün son 30 yılını İstanbul'da geçirmiştir. Hicivlerinde ve kasidelerinde o dönem İstanbul'unun ünlüleri geçit resmi yapar gibi söz konusu edilmiştir. Gündelik hayat yanında iktidar çevrelerindeki çalkantıları da anlattığı kasidelerinde şehrin siyasi ve sosyolojik haritası açıkça görülür. Kendi çağının devlet ve din büyükleri için kaleme aldığı 60 kasidesinde İstanbul'un eğlencelerini ve bayramlarım (iydiye), ramazanlarını (ramazaniye), baharını (bahariye), kışını (şitaiye), mimarisini (kasri-ye), sosyal ve siyasi ortamını (methiye), törenlerini (cülusiye) geniş açılımlarla dile getirir. Bu şiirlerinde mimari özelliği olan yapıların tasvirlerinden şehir ve çevre güzelliklerine; çeşitli sosyal çalkantılardan padişahın bindiği atlara kadar 17. yy İstanbul'unun pek çok yönüne ışık tutar.

Kasidelerindeki tek sesin yer yer munis ifadelere terk edildiği gazellerinde ise çağının İstanbul'undaki tabiat, mevsim, ka-

dın, içki ve eğlence dünyasını tanımak mümkündür. Şuh ve sevimli gazellerinde İstanbul'un çeşitli yönlerini zaman zaman söz konusu eder. Döneminin en önemli mesire ve eğlence muhitlerinden olan Kâğıthane'yi konu edindiği bir gazelinde orayı mahşerden ve cennetten nişan gösterip her bir beyitte ayrı ayrı cennete benzetir (Mahşer olmuş sahn-ı Kâğıthane dünya bundadır / Cennete dönmüş güzellerle temaşa bundadır/.../Anmasın sûfî dahi kesrette vahdet âlemin / Yân tenhâ isteyen uşşâk-ı şey da bundadır). Bizzat padişah meclislerinde bulunmasının verdiği geniş hayat tecrübesini şiirlerindeki bezm ü rezm (eğlence ve savaş) tasvirlerinde ustalıkla anlatırken ister istemez İstanbul'u da terennüm etmiştir. Rivayet ederler ki IV. Murad, bir bahar gününde Ay-nalıkavak Kasrı'nda iken Nef'î'yi çağırtıp hale uygun bir şiir inşat etmesini ister. Nef î de hemen koynundan boş bir kâğıt çıkarıp güya okumaya başlar: Esdi ne-sîm-i nevbahâr açıldı güller subh-dem/Açsın bizim de gönlümüz saki meded sun câm-ı Cem. Bu rivayetin gerçekliği tartı-şılabilirse de Nefî'nin İstanbul'daki yüksek zümre yaşayışının ta içinden seslendiğini gösterir. Özellikle bahar mevsiminde İstanbul onun kalemiyle tarihe geçer (Bahar erdi yine düştü letafet gülsitân üzre/ Yine oldu zeminin lütfü gâlib asuman üzre/... / Çekilse nola yârâr-ı safa seyr-i çe-men-zâra /Salaya başladı mürg-ı çemen serv-i ceman üzre).

Övgüde mübalağayı (abartma) esas alan Nef î, yererken de sınırları zorlayarak İstanbul'un ileri gelenlerini pervasızlığına hedef eder. Siham-ı Kaza 'da yer alan hicivler, ağır ve sert küfürler, bir bakıma 17. yy İstanbul'undaki hayatın tenkididir. Nef'î, babasından başlayarak devrindeki devlet erkânını, sanat ve edebiyat muhitini, bilginleri yahut nüfuzlu kişileri hiçbir ayrım gütmeden layık oldukları derecede hicvetmiştir. Bu kişilerin tarih kitaplarında ve diğer kaynaklarca söz konusu edilmeyen pek çok yönünü bu manzumelerde açıkça görmek mümkündür. Hattâ bu tutumu yer yer kıt'alarına ve rubailerine de yansıyarak İstanbul'un sosyal ha-

Kocamustafaşa'

da bulunan

MS 4. yy'a ait

mermer lahit.

İstanbul Arkeoloji

Müzesi,

Envanter no. 5667 Enis Karakaya



yatına yeni bir bakış açısı getirdiği olur (Ey dil hele âlemde bir âdem yoğ imiş / Var ise ehl-i dile mahrem yoğ imiş/ Gam çekme hakikâtte eğer arif isen/Farz eyle ki el'an yine âlem yoğ imiş).

Bibi. M. Akkuş, Nef i Divanı, Ankara, 1993; A. Karahan, Nefi-Hayatı, Sanatı, Şiirleri, İst., 19Ğ7; Ölümünün Uçyüzellinci Yılında Nef i, Ankara, 1987; T. Ocak, "Nef i'nin Bilinmeyen Şiirleri", Journal of Turkish Studies, S. 4 (1980); Çelebi, Divan Şiirinde İstanbul.

İSKENDER PALA



NEKROPOLLER

Nekropoller sur dışında, genellikle sur kapılarına uzanan yollar çevresinde ve sur duvarlarına yakın yerlerde yoğunluk gösteren mezarlardan oluşurlar. Konstantino-polis doğudan batıya doğru büyüdüğünden nekropollerin gelişimi de bu yönde olmuştur.

Bizans nekropolü antik dönem nekro-polü ile karışmış, şehrin fazla büyümesi nedeniyle antik mezarlık sahası kısa zamanda yeni şehrin dokusu içinde kalmıştır. I. Constantinus döneminde (324-337), eski nekropolün parçaları, özellikle Meşe ve yakın çevresi kısa sürede şehir içinde kalmıştır. Bu devirde mezarlar tamamen ortadan kaldırılmamış, fakat şehrin yeni nekropolü daha batıda, yeni yapılan surlar gerisinde oluşmuştur. Daha sonra İmparator II. Teodosios döneminde (408-450) yapılan ve günümüzde mevcut bulunan şehir surları dışına ölü gömülmüştür, ama suriçindeki küçük yerleşmelerin yakınında, meskûn olmayan bölgelerde küçük mezarlıkların oluştuğu da görülmektedir.

Arkeolojik kazı ve imar faaliyetleri sırasındaki hafriyatlarda eski kentin, çeşitli dönemlerde kullanılan mezarlıkları da ortaya çıkmıştır. Bizas'ın kurduğu küçük kentin antik çağdaki nekropolü .Septimi-us Severus'un (hd 193-211) yaptırdığı surların dışında oluşmuştur. Diğer kısımları denizle çevrili olan bu yerleşmenin nekropolü, bölgenin güney ve güneybatı kısmındaki boş arazide kurulmuş olmalıdır. Adliye Sarayı'nın bulunduğu yer ile Ayasof-ya arasındaki bölge bu dönemin küçük nekropolünü meydana getiriyordu.

Kent antik çağda büyüdükçe nekropol

de gelişme göstermiş, sur dışında yalnız batı yönünde değil, deniz istikametinde de bir mezarlık sahası oluşmuştur. Saraybur-nu-Sirkeci arasındaki bölgede ufak bir nekropolün olduğuna dair izler vardır. Fakat şehir nekropolü asıl gelişimini Sultanahmet'ten batıya doğru, Divanyolu doğrultusunda yapmıştır. O döneme ait mezarlar Çemberlitaş, Beyazıt, Aksaray yönünde ve bu hattın kuzeyinde özellikle Süley-maniye, Şehzadebaşı, Saraçhane arasındaki bölgede yoğunluk göstermektedir.

Septimius Severus Surları'nın Trakya kapısının hemen dışında antik nekropolün doğu ucundaki en önemli mezar tesisi, bugün Ayasofya'nın kuzey kısmına rastlayanı ekseninde geniş bir koridor ve bununla bağlantılı mezar hücrelerinden oluşan bir "columbarium"dur. Bu kompleks 3-4. yy'lara tarihlenmiştir. Daha doğuda Çem-berlitaş'ın yoğun bir şekilde mezarlarla kaplı olduğu anlaşılır. 1928-1934 arasında burada yapılan kanalizasyon kazıları ile 1963'te yapılan inşaat kazısında 2-4. yy'lar arasına tarihlenen bir mezar odası, ostatek (içine ölü külleri konan küçük lahit) ve kiremit mezarlar ortaya çıkarılmıştır. Nekropolün Çarşıkapı'ya doğru aynı yoğunlukta uzandığı belirgindir. Burada yapılan alt geçit, yol ve kanalizasyon kazıları sırasında Kara Mustafa Paşa Türbesi yakınında 4. yy'a ait Attika tipi bir stel (mezar taşı, İstanbul Arkeoloji Müzesi, no. 5248) ile çarşıya doğru, kare planlı, üzeri bir kubbeli tonozla örtülü küçük bir mezar odasına rastlanmıştır. Nekropol bu noktadan sonra İstanbul Üniversitesi merkez binası, Vezneciler, fen-edebiyat fakülteleri ve Süley-maniye Şehzadebaşı yönünde yoğun bir yayılımla batı ve kuzeybatı yönlerinde gelişmektedir. Buradaki buluntuların çoğu MÖ 4-MS 3. yy'lar arasını vermektedir. 1944-1950 arasında burada bol miktarda stel ve lahit bulunmuştur. 19öO'lı yıllarda bu bölgede bulunan çok sayıda stel, Vezneciler ile Bakırcılar Çarşısı'nı bağlayan tünelin kazısı sırasında çıkan küp mezarlar, lahitler ve 4 hipoje (yeraltı mezar odası) ile mezar taşları üçüncü tepenin tamamının mezarlık olduğunu kanıtlamaktadır.

Süleymaniye-Laleli arasındaki geniş sahanın da nekropole dahil olduğu belirgindir. Fen-edebiyat fakültelerinin temelleri kazılırken en geç tarihlisi MS 4. yy'ı veren çok sayıda mezar taşı ve lahte rastlanmıştır. Nekropol buradan Süleymaniye-Unkapanı, Laleli-Aksaray yönlerine uzanmaktadır. Bu bölgelerde bulunan çok sayıdaki lahit ve stelin büyük bir kısmı İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin l numaralı salonunda sergilenmektedir. Mezar buluntuları Aksaray'a doğru seyrekleşmektedir. Bu durum kent nekropolünün nihayetinin burası olduğu izlenimini vermektedir. Bundan sonra şehirden uzak, fakat suriçin-de kalan köylere ait küçük nekropoller vardır.

Erken Hıristiyanlık dönemine ait olan nekropol Constantinus Suru(-») dışında, batıya doğru yayılma gösteriyordu. Ese-kapı'da 4. yy'a ait birkaç mezar taşı ile Ko-camustafapaşa'da aynı yüzyıla ait mezar

"•f «l ^ W

- :. f

n "


yy'a tarihlenmiştir. Hırkaişerif te bulunarak aynı müzeye getirilmiş olan kalkerden yapılma 4769 envanter numaralı bir çocuk lahtinin dört yüzünde de dairesel çerçeve içine alınmış birer haç bulunur. Aynı müzede 5470, 5473 envanter numaralı mezar taşları ve duvarları boyalı bir mezar odası Şehremini'nin mezarlık buluntularını teşkil eder. Sarıgüzel'de bulunan, İstanbul Arkeoloji Müzesi'ne taşınan 4507 envanter numaralı prens lahti 5. yy'a tarihlenir. Lah-tin uzun yüzlerinde karşılıklı olarak uçan ve ellerinde İsa'nın krisması olan birer çelenk tutan "Nike'ler (zafer tanrıçası), kısa yüzlerinde ise bir haçın iki kenarında yer alan ikişer havari görülür. Bu bölgede Pol-yeuktos (Saraçhane) ve Fatih civarında Spi-ridon mezarlıklarının adı geçer.

Fenarî İsa Camii civarında ortaya çıkarılmış olan mezarlarla oldukça gösterişli bir lahitten başka, Halic'e doğru Gül Camii yakınında bulunan erken Hıristiyanlık dönemine ait mezar taşlan Constantinus Su-ru'nun kuzey ucundaki nekropole aittir.

Kentin batıya doğru genişlemesi üzerine, II. Teodosios dönemi içlerinde daha batıya yapılan surların gerisinde yeni nekropol gelişmiştir. Çeşitli hafriyatlar ve sur onarımı sırasında çok sayıda mezara rastlanmıştır. Bunlar içinde en önemli olanı Silivrikapı yakınında bulunan hipoje-dir. İçinde 5 lahit olan mezarın duvarları fresko süslemelidir. 1992-1993 yıllarında Mevlevihane Kapısı ile Topkapı arasında, burçlardan birine yaslanmış vaziyette, dörtlü bir grup oluşturan tonozlu mezar odaları bulunmuştur. Bir aile mezarı olması muhtemel olan bu hipojenin oda-cıklarından birinin duvarlarında kırmızı boyalı Latin haçları çizilmiş olup, aynı burcun diğer yanında, benzeri boyamalara sahip bir seri mezar ortaya çıkarılmıştır. Mezarlar boyama ve inşaat özellikleri itibariyle İkonoklazma(->) dönemi (726-843) özelliklerini vermektedir. Edirnekapı yakınında da bir başka hipojeye rastlanmıştır.

Bizans toplumu katillere, hırsızlara ve kendilerinden uzak tuttukları diğer kötü insanlara ayrı mezarlıklar tesis etmişti. "Pe-lagiu mezarlıkları" denilen bu mezarlıklar gözden uzak, ıssız yerlerde kurulmuşlardır.



Yüklə 8,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   147




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin