Hldlniava V l h o n I n, I,1 V a hjhvi 3a I o I l n V 31 V h fi 11 fi



Yüklə 8,43 Mb.
səhifə18/147
tarix27.12.2018
ölçüsü8,43 Mb.
#86791
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   147

NESÜŞAH CAMÖ

Fatih İlçesi'nde, Edirnekapı semtinde, Nes-lişah Mahallesi, Kuruçmar Sokağı'ndadır.

Bâniyesi olan Neslişah Hanım Sultan'ın annesi II. Bayezid'in kızı Gevherimülûk Sultan, babası Dukakinzade Mehmed Pa-şa'dır. Eşi İskender Bey ve kendisi Zal Mahmud Paşa'nın yaptırdığı okulun yanındaki hazirede gömülüdürler. 1579'da vefat eden Neslişah Hanım Sultan, camiyi 16. yy'ın sonlarında yaptırmış olmalıdır. Zamanla harap olan cami 1955'te halkın yardımıyla tamir edilmiştir.

Caminin geniş bahçesinde sanat değeri olmayan bir şadırvanı vardır. Kadınlar mahfili, harimden ayrı olarak avludan merdivenlerle sağlanan bir girişe sahiptir. Mahfilin giriş holü üç pencere ile avluya açılır. Kalın payeler arasından mahfile giriş sağlanır. Mahfil, harimi bir "U" şeklinde kuşatır. İki tane kare kesitli sütun mahfilin orta mekânını ikiye ayırır. Orta mekânı yuvarlak kemerli iki pencere aydınlatır.

Caminin kagir olan son cemaat yeri sonradan eklenmiştir. Son cemaat yeri ha-rime iki kapı ve bir pencere ile açılır. Sol tarafta minareye çıkış vardır. Harim bir kenarda dört, diğer yanda üç tane kare kesitli sütunla ayrılmıştır. Mihrap yenidir ve çinilerle kaplıdır. Minber ve vaaz kürsüsü mermerdir. Mihrabın iki yanında, birer pencere vardır. Dikdörtgen olan ha-

rimin uzun kenarlarında dörder pencere bulunur. Tavan düz ve ahşaptır.

Harim kısmı kesme taş olan caminin minaresi de kesme taş örgülüdür. Şerefe korkulukları da taş malzeme ile yapılmıştır. Mihrap yönünde mukarnaslı bir köşe süslemesi caminin dışını süsleyen bir unsurdur. Haziresi bakımlıdır.

Bibi. Ayvanşarayi, Hadîka, I, 214, Fatih Camileri, 182; Öz, İstanbul Camileri, I, 110.

ESRA GÜZEL ERDOĞAN



NEŞ'ET (HOCA)

(l 735, Edirne -1807, istanbul) Divan şairi.

Adı Süleyman'dır. Seçkin ve kültürlü bir aileden gelir. Gençliğinde Konya'da bulundu ve Mevlevîliğe meyletti. İlim ve hat öğrenimini birlikte yürüttü. Nakşibendî Şeyhi Bursalı Emin Efendi'nin halifesi oldu. Arapça ve Farsça şiirler yazdı. Ömrünün çoğunu Mesnevi ve Farsça okutmakla geçirdi. Bu nedenle Hoca Neş'et diye tanınır. Mezarı Topkapı'dadır.

Zarif ve hoşsohbet bir kişi olan Neş'et'in Divarimâzn (Bulak, 1836) başka Tercü-me-i şerh-i dü-beyt-i Molla Cami adlı bir eseri vardır.

Neş'et, şiirlerinde zaman zaman çağının İstanbul'undan kesitler verir ve pek çok vesile ile şehrin sosyal hayatına işaretlerde bulunur. Bir kültür ve edebiyat mektebi haline getirdiği evinde üst rütbeli pek çok İstanbullunun toplandığım kaynaklar söyler. Bu bir bakıma, şehirle ilgili kararlarda onun da katkısı olduğunu gösterir. Nitekim o dönemde Bebek'te inşa olunan kasr-ı hümayun hakkında yazdığı methiyede bütün bir Bebek semtini mimari, (Bu aynıdır cihanda o kasr-ı münevverin / Oldu Bebekle şöhre-i âlem bi-nâberin), coğrafi (Mâhi vü mürg birbirine mihmân olur/Âb u hevâsı öyle latif öyle nazenin // Serv-i sehisi hulle-i se-bz ile hûr-ı ayn /Ruhü'l-Kudüsle hem-nefes imiş nesim-i bağ), toplumsal (Neş'et bu neş 'egâha gelip rûzigâr ile / Geçti neşât-ı neş'e-i gülzâr-veş hemin // Gülgeşt eden zevât-ı kirâmma yadigâr / Ola küşâda mihr-i gül-ü necm-iyasemin) vb yönlerden gayet güzel tahlil etmiştir.

Beşiktaş'ta o yıllarda yaptırılan Neşatâ-

Neve Şalom Sinagogu



Levent Yalçın, P 1994

bâd adlı sahilsaray için söylediği ve "Ne-şatâbâdı yâ Rab eyle her anda ferâhâbâd" tarih mısraını da içeren kıt'a-i kabiresi, bir mimari eser için söylenebilecek hemen bütün özellikleri içeren bir belge niteliğindedir: Beneşe-zânnm aksi düşer deryaya sahilden / Görünür lâciverdi rûy-i der-yâ-yı güher âzâd /... /Hemân bir levha-i zümrüd çamenzân bu gülşende/ Ya-hud gülzâr-ı cennettir hazâni etmemiş şimşâd/... /Bina emr-i hümâyunu ile bahş-ı mülûkâne/Buyurdu hazret-i sultâna i'ta-yı Neşâtâbâd.

Neş'et, şiirde söz sanatları vesilesiyle de İstanbul'un çeşitli semtlerinden bahsetmiştir (Neden ey tıfl-i dil âsâyiş-i ger-dûna inkârın/Senin hâbîde-i mehd-i Beşiktaş olduğun var mı).

İSKENDER PALA

NEVE ŞALOM SİNAGOGU

Beyoğlu İlçesi'nde Kuledibi'nde Büyük Hendek Caddesi'nde bulunmaktadır.

Barış Vahası demek olan bu anlamlı ismi taşıyan sinagoglara İstanbul tarihinin eski dönemlerinde de rastlanır. Günümüzdeki Neve Şalom Sinagogu ise Birinci Karma Musevi İlkokulu jimnastik salonunun ibadethane haline getirilmesi biçiminde inşa edilmiştir. 1930'lu yıllarda Keneset (Apollon) ve Zulfaris sinagogları Galata ve Beyoğlu'nun hızla artan Musevi nüfusunun dini ihtiyaçlarına cevap veremez olunca, özellikle dini bayramlarda muhtelif salonlar kiralanıyor ve o günlere özel izin alınarak geçici ibadethane olarak kullanılıyordu. Yeni ve geniş bir sinagogun inşası zorunluluğu gündeme gelince en müsait yer olarak ilk önce Refik Saydam Caddesi'nde Kazablanka Gazinosu'nun yanında bulunan ve Bağdatlı hayırsever Elia Ka-doorie'nin cemaata bağışladığı arsa öngörüldü. Ancak konu ile ilgili girişimler devam ederken gittikçe artan gereksinme ve baskıyı kısmen hafifletmek için cemaat başkanı Marsel Franko, Büyük Hendek Caddesi üzerindeki ilkokulun sinagog olarak tadilini kararlaştırdı ve gerekli değişiklikleri tamamlayarak sinagogu 26 Eylül 1938'de Roşaşana Bayramı'na (Musevi dini yılbaşısı) yetiştirdi. Ancak gerekli izinler alınmadığındafı binanın okul olarak es-

NEVESER VAPURU

68

69

NEVRUZ ÂDETLERİ

ki haline iade edilmesi için, istanbul valisinin girişimi ile 2 yıllrk bir süre tanındı. Cemaat yetkili kurullarının ve diğer görev arkadaşlarının karan olmadan tek başına tasarrufta bulunan Marsel Franko da istifa etmek zorunda kaldı.

Ana bina tekrar eğitime açılırken sadece tören salonu Şişhane'de Sari Madam Kahvehanesi'nden kiralanan iskemlelerle zaman zaman ibadete tahsis edilmeye başlandı. Cemaat yönetimi 1948 Pesah (Hamursuz) Bayramı'nın ilk günü, yeni kurulacak sinagogun isminin Neve Şalom olarak kararlaştırıldığını ve bu adın şimdilik bu salon için de kullanılabileceğini açıkladı. Galata cemaati Temmuz 1949'da salonun tamiri için bir ön karar alarak bir inşaat komisyonu teşkil etti ve inşaat iznini aldı.

ilk olarak ünlü italyan mimar Denari'ye bir proje hazırlatıldı. Bu arada istanbul Teknik Üniversitesi'nden yeni mezun olan 2 Musevi genci, Elio Ventura ve Bernard Motola, böylesine anlamlı bir yapının ancak hissedilerek meydana getirilebileceğini, kendilerine de bir fırsat verilmesi gerektiğini savundular ve 6 aylık titiz bir çalışma sonucu hazırladıkları proje kabul edildi. Hem görkemli ve hafif, hem de yaklaşık 8 tonluk bir avizeyi taşıyabilecek kadar dayanıklı olması gereken kupolun (kubbe) hesapları ünlü Badin'e yaptırıldı ve ünlü kartonpiyerci Garbis Usta'ya döktürüldü. Bazı yöneticilerin karşı koymasına rağmen kupol pencereleri, hava akımı sağlayabilmek için bir açık, bir kapalı düzende öngörüldü. Sinagogun indirekt ışıklandırılmasını teminen tüm floresanla-rı gizleyen bir dekor düzeni getirildi. Vitraylar Devlet Güzel Sanatlar Akademi-si'nde çizildi, özel camları ingiltere'den ithal edildi. Tüm mermer bölümler tamamen oniksten hazırlandı.

Aralık 1950'de parasızlık yüzünden durma noktasına gelen inşaat, komisyon üye-% lerinin 2 yıllığına ödünç verdikleri parayla devam ettirildi. O gün için büyük bir meblağ sayılan 300.000 TL'ye mal olan Neve Şalom Sinagogu 25 Mart 1951'de ibadete açıldı.

Neve Şalom o günlerde Büyük Hendek Caddesi'ne cephesi olmayan, dar bir geçitten girilip çıkılabilen bir konumda idi. Öndeki binanın yıkılması ve cephenin açılabilmesi izni birkaç yıl sonra sağlanabildi. Sinagog önünde bulunan ve 2 Şubat 1952' de satın alınan 69 kapı no'lu, 57 m2 alanlı, 4 kadı kagir bina 19öO'ta alınan izinle yıkılarak ön cephe inşaatı tamamlandı. Ses düzeni Mart 1953'te bitirilen sinagogun yeni cephe kapılan da Şubat 19öO'ta tamamlanabildi.

iddia edilir ki bugünkü Neve Şalom'un aynı yerinde 15. yy'da İspanya'dan göç eden Sefaradlarm kurduğu Aragon Sinagogu bulunuyordu. Neve Şalom Sinago-ğu'nun 40 yıllık tarihinin en önemli olayları arasında, 2 Mart 1953'te Hahambaşı Rafael Saban ve 7 Aralık 196l'de Hahambaşı David Asseo'nun is'ad törenleri ve 6 Eylül 1986 Cumartesi sabahı dini vecibelerini yerine getirmekte olan 23 Musevi-

nin ölümüyle sonuçlanan yabancı uyruklu terörist saldırısını özellikle belirtmek gerekir. Bu saldırıda içi harap olan sinagog kısa zamanda onarılarak 20 Mayıs 1987'de bir törenle tekrar hizmete girdi. Saldırı anı 09.17'yi gösteren bir saat ile hayatlarını kaybedenlerin isimlerim belirten bir levha sinagog iç girişine asıldı. Ayrıca bomba ve kurşun izlerini belirten iki köşe de o acı günün anısına aynen bırakılarak sarı çerçeve içine alındı.

NAİM GÜLERYÜZ

NEVESER VAPURU

Şirket-i Hayriye'nin(-0 39 baca numaralı yandan çarklı yolcu vapuruydu.

1890'da ingiltere, Londra'da J. W. Tha-mes tezgâhlarında yolcu vapuru olarak yapıldı. 287 grostonluktu. Uzunluğu 52,4 m, genişliği 6,8 m, sukesimi 3 m idi. İki silindirli compound buhar makinesi vardı. Saatte 11 mil hız yapıyordu. 40 baca numaralı Rehber adlı eşinin de Neveser gibi denge hesaplan hatalı olduğundan dümenleri alabanda duruma getirildiği zaman vapurlar ters tarafa 15 dereceye varabilecek şekilde yan yatıyorlardı.

1890'da hizmete giren Neveser, I. Dünya Savaşı içinde ordu emrine verildi. 13 Aralık 19l6'da, Karadeniz'de Şile yakınlarındaki Tavanlı mevkii önlerinde Rus deni-zaltısı Kit'le karşılaşınca süvarisi Hacı Nuri Kaptan tarafından kıyıdaki kumluğa oturtuldu. 43 numaralı İkdam, sonra da 37 numaralı ihsan Vapuru'nun katıldığı kurtarma çalışmaları 8 gün sürdü. Dipteki yarası kapatıldıktan sonra yüzdürülen Neveser, İhsan tarafından istanbul'a çekilip Hasköy fabrikasında tamire alındı. Sonra yeniden 6/7 Şubat 1917'de Sakarya'nın denize döküldüğü yerin açığında bir Rus mayınına çarparak battığında 3 denizci şehit oldu. 27 yıllık bir tekneydi.

Idare-i Mahsusa döneminde de şehir hatlarında çalışan eski bir Neveser Vapuru vardır. 1903'te Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Budapeşte'de, Danubis Schoenischen Hartmann tezgâhlarında yandan çarklı yolcu vapuru olarak yapıldı. 375 grostonluk olup uzunluğu 54,1 m, genişliği 6,7 m, sukesimi 2,9 m idi. 510 beygirgücünde, 2 silindirli compound bu-

Idare-i


Mahsusa'mn

Neveser adlı

adalara çalışan

vapuru.


Slıylife,

Temmuz 1993

har makinesi vardı. Yıllarca Köprü-Kadı-köy, Köprü-Moda-Kalamış-Caddebostan-Suadiye-Bostancı ve Köprü-Adalar hattında kullanıldıktan sonra 1940'ta tadil edilerek araba vapuru haline getirildi. 1961' de de hizmet dışı bırakılarak satıldı. İhsan adlı bir de eşi vardı.

ESER TUTEL



NEVRES BEY (Udi)

(1873, Malatya - 22 Ocak 193 7, İstanbul) Ud virtüözü ve bestekâr.

Bir paşanın yanında çalışan babasıyla birlikte küçük yaşta İstanbul'a geldi. Babasını kaybettikten sonra, yanında bulundukları paşanın desteğiyle öğrenimini tamamladı ve Babıâli'de memur olarak çalışmaya başladı.

Nevres Bey, hiç kimseden ciddi ve düzenli bir ders görmedi, udu kendi kendine öğrendi. Yalnızca, çağdaşı olan Ali Rifat Çağatay(->) ve Tanburi Cemil Bey(->) gibi usta musikicilerle karşılıklı etkileşmelerde bulundukları söylenebilir. Daha 1908 öncesinde çok iyi bir udi olarak şöhret kazanan Nevres Bey, yalılarda ve konaklardaki musiki toplantılarının vazgeçilmez simalarından biri haline gelmişti.

Nevres Bey halk karşısında ilk konserini, 1908'de Tepebaşı Tiyatrosu'nda düzenlenen bir musiki gecesinde, Tanburi Cemil Beyle birlikte verdi. Bu ikili, musiki hayatları boyunca, anlaşamayan iki insan olmalarına rağmen birçok musiki çalışması yaptılar. Plak sanayiinin Türkiye'de yerleştiği günlerden itibaren plak doldurmaya da başlayan Nevres Bey, 19l4'te plak çalışmaları için Almanya'ya gitti. Orada bulunduğu süre içinde ve döndükten sonra Batı musikisi konusunda da çalışmalar yaptı.

Cumhuriyet'in ilanından birkaç yıl sonra Atatürk'ün isteğiyle Cumhurbaşkanlığı özel kaleminde görevlendirilen Nevres Bey, bir süre Ankara'da kaldı, istanbul'a döndükten sonra 1930'da Münir Nurettin Selçuk'un(->) Fransız Tiyatrosu'nda verdiği ilk konserde ud çalan Nevres Bey, istanbul Radyosu'nda müzik yayınlarına katılan önemli sanatçılardan biriydi. Ancak yayınlarını hiç beğenmediği radyoyu en çok eleştirenlerin başında geliyordu.

Nevres Bey, yalnız yaşamayı seven bir insandı. Ramazanlarda Şehzadebaşı ortamı; yaz mevsimlerinde Göksu, Fenerbahçe, Kalender, Sarıyer ve Yakacık; kışları ise Beyoğlu, İstanbul sevgisini yaşamak için seçtiği bellibaşlı köşelerdi. Sanatsal verimliliğinde, bu istanbul sevgisinin büyük bir rolü oldu.

1934'te soyadı kanunuyla Orhon soyadını alan Nevres Bey, gırtlak kanseri teşhisiyle yatırıldığı Cerrahpaşa Hastanesi'nde yalnız bir halde öldü. Yakacık'taki mezarlığa gömüldü.

Nevres Bey'in Türk musikisi tarihindeki yerini belirleyen en önemli özelliği, geleneksel ud tekniğini aşarak, tamamen kendine özgü bir teknik geliştirmiş olmasıdır. Türk musikisinin kendine has özelliklerini, çağdaş bir çalış tekniğiyle değerlendirmesiyle, kendisinden sonraki ud icrasının nasıl olması gerektiğinin temel dinamiklerini belirtmiştir. Bunun için Şerif Muhiddin Targan(-») gibi çizgiüstü ud sanatçılarını ortaya çıkaran en önemli etkenin Nevres Bey olduğu kabul edilmiştir.

Nevres Bey'in musikide ilgi çekici bir etkinliği de plak çalışmalarıdır. Bugün eldeki koleksiyonlarda 10 kadar plağı tespit edilmiştir. Columbia, Pathe, Sahibinin Sesi gibi şirketlerin damgasını taşıyan bu plaklarda Nevres Bey'e Sadi Işılay'ın eşlik ettiği görülmektedir. Ayrıca TRT Arşi-vi'nde beş ayrı kayıtta taksimleri bulunmaktadır.

Nevres Bey'in udda yetiştirdiği öğrencileri Refik Talât Alpman ve Bedriye Hoşgör; ses sanatkârı olarak yetiştirdikleri ise Lale ve Nerkis hanımlardır(-»). En popüler olmuş öğrencisi ise Safiye Ayla Targan' dır(->). Ayrıca musikinin genel konularında Subhi Ziya Özbekkan'la İbrahim Ziya Bey'e ders vermiştir.

Nevres Bey'in bir bestekâr olarak şaheseri, 1926'da Laika Karabey'e ithafen bestelediği "hüzzam saz semaisi"dir. Günümüze kadar Tanburi Cemil Bey'e ait olduğu zannedilen "muhayyer saz sema-isi"nin ise bu iki bestekârın ortak ürünü olduğunu, Onur Akdoğu, UdîNevres Bey adlı kitabında açıklamıştır. Bestekârlığının en önemli taraflarından biri de, yaşadığı dönemin istanbul'unda çok önemli bir yeri olan fasıl musikisi üzerine yaptığı çalışmalardır. Bestelediği çok sayıda aranağmesi, ait oldukları eserlerden ayrı düşünülemeyecek kadar başarılıdır. Özellikle Mustafa Çavuş'un(->) "Dök zülfünü meydane gel" şarkısıyla, Hammamîzade İsmail Dede Efendi'nin(-0 "Yine bir gülnihal" şarkısına yaptığı aranağmeleri hafızalara yer etmiştir.

Udiliği, bestekârlığı, hocalığı ve ses sanatkârlığından başka çok önemli bir özelliği de derlemeciliği olan Nevres Bey, sayısı 16'yı bulan halk türküsünü repertuvara kazandırmıştır. Ayrıca bugün Türk musikisi repertuvannda çok özel bir yeri olan karcığar ve gerdaniye köçekçeleri, ikişer takım halinde Lavtacı Andon'dan notaya almıştır.

Nevres Bey'in el yazısı defterleriyle kitaplarından ve yüzlerce notadan oluşan

özel kütüphanesi, ölümünden sonra Belediye Konservatuvarı'na(-«) devredilmiştir. Bahçelievler'de bir sokağa bestekârın adı verilmiştir.



Bibi. R. F. Kam, "Udî Nevres", Radyo, S. 3 (1942); M. Cemil, Tanburi Cemil'in Hayatı, Ankara, 1947; S. M. Alus, "Udî Nevres",- Türk Musikîsi Dergisi, S. 12 (1948); L. Karabey, "Udî Nevres Merhum", Musikî Mecmuası, S. 13 (1949); inal, Hoş Şada; M. Rona, 50 Yıllık Türk Musikîsi, İst., 1960; H. Yenigün, "Udî Nevres Bey", Musikî ve Nota, S. 18 (1971); M. N. Özalp, Türk Musikîsi Tarihi, Ankara, 1989; Öz-tuna, BTMA, II; O. Akdoğu, Udî Nevres Bey, Ankara, 1990.

MEHMET GUNTEKlN

Padişaha

sunulan


nevruziye-

nin


kulağı.

Tarih

Hazinesi,

S. 8


(15 Mart

1951)


NEVRUZ ÂDETLERİ

Eski İran takvimine göre baharın başlangıcı sayılan nevruz rumi takvime göre martın 9'una, miladi takvime göre de martın 22'sine tesadüf eder.

Nevruzla ilgili kutlamalar, çok eski yüzyıllardan beri Asya kavimlerinde görülmektedir. Nevruz günüyle ilgili inanç ve geleneklerin başlangıcıyla ilgili birçok söylence de İran Hükümdarı Cemşid dönemine kadar uzanır.

Baharın gelmesiyle, daha doğrusu güneşin Koç Burcu'na girmesiyle birlikte İstanbul halkı, çeşitli eğlenceler düzenlerdi. Nevruz eğlenceleri, evlerin temizlenip yeni elbiselerin hazırlanmasıyla başlardı. Nevruzun gelişi tıpkı bayramlarda olduğu gibi dostların birbirlerine tebrik yazmasıyla hatırlatılırdı. Dini açıdan da nevruz, halk arasında önemli bir gün olarak kabul edilirdi. Tanrı'nın yeryüzünü nevruzda yaratmış olduğu, Hz Nuh'un tufandan sonra karaya ayak basması, Hz Yusuf un atıldığı kuyudan kurtuluşu, Hz Musa'nın Kı-zıldeniz'den bugün geçtiğine inanılırdı.

Nevruzda yerine getirilen âdetlerin en önemlilerinden biri de tatlı yenmesiydi. O senenin ağız tadıyla geçebilmesi için muhakkak surette nevruz günü değişik tatlılar yenirdi. Evlerde "nevruziye" adıyla bilinen bir çeşit macun yapılırdı. Daha çok iran'da yapılan ve İstanbul'a yerleşmiş İranlılar tarafından da devam ettirilen "neftsin" adlı macun da nevruzda yapılırdı. İlk harfleri "s" (sin) ile başlayan, yedi tür maddeden yapılan bu macunun içinde sumak, sebze, sümbül, sirke, sir (sarımsak), senced (iğde) adlı maddeler bulunurdu. Bu ma-

cunun ortasına ayrıca canlı bir balık da koymak âdetti.

Nevruziyeyi evinde yapamayanlar, İstanbul'un değişik semtlerindeki eczanelerden hazır olarak da satın alabilirlerdi. Eczacılar, ağzı kapalı kâselerde satılan bu macunun ne zaman ve nasıl yeneceğini ihtiva eden bir reçeteyi de macunla beraber verirlerdi. Bunu da temin edemeyenler akide şekeri veya loğusa şekeri yerlerdi. Herhangi bir tatlı yiyerek de nevruz âdeti yerine getirilebilirdi.

Nevruziye hazırlanması, halk içinde olduğu gibi sarayda da gelenekti. Padişah için hekimbaşının gözetiminde saray helvahanesinde hazırlanan nevruziye nevruz gecesi porselen kaplar içinde ve özel bohçalara sarılmış halde padişaha sunulurdu. Padişahlara sunulan macuna ilişik olarak dua ve tebrik yazılı bir mukavva da bulunur ve buna "kulak" adı verildi. Sadrazama, devlet ricaline, şehzadelere ve kadın efendilere sunulan macun ise hassa hekimleri tarafından yapılırdı. Padişahın bu ikram karşısında hekimbaşına 1.000 akçe atiyye vermesi, müneccimbaşına da kürk giydirmesi âdetti. Nevruz dolayısıyla başta sadrazam olmak üzere devlet erkânı tarafından padişaha çeşitli hediyeler takdim edilirdi. "Nevruziye pişkeşi" denilen bu hediyelerin başında değerli atlar gelirdi. Gerek halk içinde, gerekse sarayda nevruziye yiyenleri o sene içinde yılan, akrep gibi zararlı böceklerin sokama-yacağına da inanılırdı.

Bektaşîlikte de nevruz kutlamalarının önemli bir yeri vardı. Bektaşîler Hz Ali'nin doğumunun, Hz Ali ile Fatımatü'z-Zeh-ra'nın evlenmelerinin, Hz Muhammed'in peygamberliğinin ortaya çıkışının nevruz gününe rastladığına inanırlardı. Nevruz günü muharrem matemine tesadüf etmişse o zaman, sabahtan öğleye kadar nevruzla ilgili âdetler yerine getirilir, öğleden sonra da tekrar mateme devam edilirdi. Bektaşîler ayrıca "nevruz ayini" de yaparlar, o gün ve onu izleyen üç gün süt içer, yumurta, badem içi yerlerdi.

Mevleviler de nevruz gününü kendi geleneklerine göre kutlarlardı. Selam sözcüğüyle başlayan yedi ayet siyah mürek-

Hassa

hekimleri



tarafından

Enderun


""*'"

erkânına


sunulan

bir


nevruziye

kulağı.


Tarih

Hazinesi,

S. 8


(15 Mart 1951)

r

NEYYİR, NEYYİRE

70

71

NEEBUHR, CARSTEN

keple yazılıp bir çanak içine konurdu. Daha sonra bu yazılar, kabın içinde sütle eritilir, loğusa şerbetiyle de pembeleştirilerek mürekkep haline getirilirdi. Daha sonra bu mürekkep değişik meşklerde kullanılırdı. Nevruzda baharın gelişi ve bundan duyulan mutluluk, Divan ve tekke edebiyatında "nevruziye" denilen kasidelerle dile getirilirdi. Divan şairleri, nevjuziyeleri saraya, sadrazama ve diğer devlet büyüklerine takdim ederek karşılığında caize alırlardı.



BibL A. Nalbantoğlu, "Nevruz ve Nevruziyye", Tarih Hazinesi, S. 8 (15 Mart 1951), s. 367-368, 414; B. Noyan, "Şi'anın Bayramlarından Nevruz, Nevruz Erkânı", Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, II, izmir, 1983, s. 102-127; M. A. Çay, Türk Ergenekon Bayramı Nevruz, Ankara, 1985, s. 159-178; Musahibzade, istanbul Yaşayışı, 1992, 124-125; İ. Parmaksızoğlu, "Nevruz", TA, XXV, 218-219; Pakalın, Tarih Deyimleri, II, 686-688, 688-689, 689; R. Levy, "Nevruz", lA, IX, 233-234; "Nevruz", TDEA, VII, 47-49.

UĞUR GÖKTAŞ



NEYYİR, NEYYİRE

(1903, İstanbul -13 Şubat 1943, istanbul) Tiyatro ve sinema oyuncusu.

Horhor Numune Mektebi'ni bitirdikten sonra Darülmuallimat'ta(->) ve Amerikan Kız Koleji'nde okudu. Okul temsillerinde oynadı. 1923'te Muhsin ErtuğruI'un(->) Ateşten Gömlek adlı filminde Bedia Mu-vahhit'le birlikte rol aldı. Bu film için Kemal Film'in gazetelere verdiği ilana başvuran tek genç kız olmuştu. Aynı yıl girdiği Darülbedayi'de (bugün Şehir Tiyatroları) asıl adı olan Münire Eyüp yerine Neyyire Neyir adını kullanarak ve Othello oyunuyla profesyonel oldu. Bir süre Sadi Fikret Karagözoğlu'nun(->) Milli Sahne'sin-de de oynadıktan sonra 1924'te Ferah Ti-yatrosu'nda(->) kurulan Ertuğrul Muhsin

nantonio Menavino'nun Trattato de'costu-mi et vita de' Turchi (Floransa, 1548) kitabından alınmıştır.

Gabriel d'Aramon, kumandasındaki üç gemi ile birlikte Sinan Paşa'mn 1552 Akdeniz seferine katılmak üzere mayıs ortalarında İstanbul'dan ayrılınca Nicolay da birlikte gider. Osmanlı donanması Napoli Krallığı'na ait kıyıları ateşe verirken Nicolay, Terracina yakınlarında karaya çıkar ve Roma üzerinden Fransa'ya döner.

1557-1558 yıllarında askeri istihbarattan ayrılan Nicolay ancak bu tarihten sonra yazı hayatıyla ciddi bir biçimde uğraşabilecekken 156l'de Catherine de Medicis tarafından krallığın ayrıntılı bir haritasını yapmakla görevlendirilir. Hayatının sonuna kadar ancak 5 eyaleti çizebilecek olan Nicolay, bu projeden ve kostüm gravürlerinin yapılmasında çıkan zorluklardan dolayı seyahat kitabını geciktirmeye mecbur kalır. Nihayet kitabı 15ö7'de Lyon'da Leş navigations, peregrinations et voyagesfa-its en la Turquie adıyla basılır. Kitabın dönemindeki başarısı önemlidir, çünkü 1576 ve 1586 tarihli Fransızca baskılarından başka Almanca (1572, 1576), İngilizce (1585), Felemenkçe (1576) ve İtalyanca (1576, 1577, 1580) çevirileri vardır. Başarı

ve Arkadaşları Topluluğu'nda sahneye çıkarak, Türk tiyatrosunun en verimli dönemlerinden biri olan "Ferah dönemr'nin yaratıcıları arasında yer aldı. Muhsin Er-tuğrul'la evlendikten sonra bir süre onunla birlikte Sovyetler Birliği'nde kaldı. Tiyatro incelemeleri yaptı. 1927'de yeniden Darülbedayi'ye döndü ve ölümüne kadar burada çalıştı. Mart 1941'den başlayarak Muhsin Ertuğrul'la birlikte Perde ve Sahne adlı bir sinema ve tiyatro dergisi çıkardı.

Rol aldığı başlıca oyunlar Hortlaklar (1927), Venedik Taciri (1930), Gölgeler, Mukaddes Alev, Yanardağ (1932), Kafatası, Bir Ölü Evi (1933), Cürüm ve Ceza, Hamlet-(1934), Müfettiş, Tohum (1935), Gülünç Kibarlar, Faust(1936), Kral Lear, Ayaktakımı Arasında (1937), Bir Adam Yaratmak, Macbeth (1938), Anna Kare-nina, Çifte Keramet, Romeo-Jüfyet 0-955), Bulunmaz Uşak (1940), Meşaleler, O Ka-dın(I94l), Yaşadığımız Devir, Kış Masalı (1942) olarak sıralanabilir. Neyyire Neyir, canlandıracağı rollere titiz bir çalışmayla hazırlanan ve sahnelerde unutulmaz kompozisyonlar çizen bir oyuncuydu. Muhsin ErtuğruFun yönettiği Kız Kulesi'nde Bir Facia (1923) ve Ankara Postası (1929) filmlerinde de rol almıştır. L. Verneuil-G. Berr ikilisinden adapte ettiği Kâşif Efendi adlı oyunu Darülbedayi'de oynanmıştır.


Yüklə 8,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   147




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin