Hldlniava V l h o n I n, I,1 V a hjhvi 3a I o I l n V 31 V h fi 11 fi



Yüklə 8,43 Mb.
səhifə65/147
tarix27.12.2018
ölçüsü8,43 Mb.
#86791
1   ...   61   62   63   64   65   66   67   68   ...   147

Bibi. Dirimtekin, Haliç Surları; R. Janin, "Le Petrion de Constantinople", Echos d'Orient, 34 (1935); Müller-Wiener, Bildlexikpn; Millingen Walls-, Öz, İstanbul Camileri; (Ülgen), istanbul; Kömürciyan, istanbul Tarihi.

CAN BİNAN



PHEBUS

bak. TARKULYAN, BOGOS



PINAR, SELAHATTİN

(22 Ocak 1902, istanbul - 6 Şubat 1960 İstanbul) Besteci ve tanburi.

Altunizade'de doğdu. Amatör olarak ud çalan annesinin etkisiyle 12 yaşında uda başladı. İtalyan Ticaret Lisesi'ndeki öğrenimini yarıda bırakarak bütünüyle musikiye yöneldi. 19 yaşında udu bırakıp tanbu-ra başladı, bundan sonra tanburi olarak tanındı. Bestenigâr Ziya Bey, Kaşıyarık Hüsamettin Bey, Yusuf Paşazade Enderunî Celal Bey, Muallim Kâzım Bey (Uz) gibi musikicilerden yararlandı; düzenli bir musiki eğitimi görmedi. 1920'de, sonradan Üsküdar Musiki Cemiyeti adını alan Dâ-rü'1-Feyz-i Musiki'nin kurucuları arasında yer aldı. Uzun yıllar piyasada çalıp söyledi; İstanbul'un gözde gazinolarının ve saz salonlarının en çok sevilen icracılarından biri oldu. Sahneye çıkan ilk Türk kadın tiyatro oyuncusu Afife Jale(->) ile 1933-1939 arasında 6 yıl evli kaldı. Kadıköy'deki To-dori Gazinosu'nda geçirdiği kalp krizi sonucu öldü. Eserlerini en iyi yorumlayan sanatçı olarak gördüğü Sabite Tur Gülerman mezarı başında bir şarkısını okudu.

Selahattin Pınar Cumhuriyet döneminin en ünlü şarkı bestecilerinden biridir. Şarkı üslubu Hacı Arif Bey'den kaynaklanan geleneksel şarkı üslubundan farklıdır. Bütünüyle kendine özgü olan üslubu duygusallığı, içtenliği, alışılmış ezgi örneklerinden kaçınması ve meyan bölümlerinde çok tiz seslere yer vermesiyle hemen fark edilir. Şarkılarında karşılıksız sevgi, ayrılık acısı, gönül kırıklıkları gibi alışılmış konulan güfte olarak seçtiği çarpıcı şiirleri 1940'ların İstanbul'una özgü bir "küçük insan" duyarlığıyla işler. Bazı eserlerinde görülen marazi duyarlık da ayırt edici bir özelliğidir. Zamanın birçok bestecisinin şarkılarında görülen Batı musikisi etkileri ve halk musikisi zevki onun eserlerinde görülmez. İstanbul musiki zevkiyle Anadolu ezgilerinden uzak durduğu söylenebilir. Güfte ile beste arasın-

PIRGİÇ KİLİSESİ

250


251

PİRIZADELER

Selahattin Pınar

Cengiz Kahraman arşivi

daki uyum, hem işlediği konular hem de prozodi yönünden dikkati çeker.

Pınar, Sadeddin Kaynak(->) ve Yesari Âsim Arsoy'la(->) birlikte dönemin halk tarafından en çok sevilen üç bestecisinden biriydi. Zamanında çok tutulan "fantezi" şarkılar bestelemediği halde popüler bir besteciydi. Ölümünden sonra da eserleri çok geniş bir dinleyici kesimine ulaştı. Şarkıları sık sık radyolarda okundu, ünlü icracıların sesinden plaklara alındı. Bazı şarkıları da fasılların gözde parçaları arasında yer aldı. Selahattin Pınar sevgisi günümüze kadar hiç eksilmedi.

Pınar 90 dolayında eser besteledi. 4 saz eseri dışında bütün eserleri şarkı tütündedir. "Bir bahar akşamı rastladım size", "Söndü yâdımda akisler gibi aşkın seheri", "Kalbim yine üzgün seni andım da derinden", "Nereden sevdim o zalim kadını", "Aylar geçiyor sen bana hâlâ geleceksin", "Gecenin matemini aşkıma örtüp sarayım", "Hâlâ yaşıyor kalbimin en gizli yerinde", "Ayrılık yarı ölmekmiş", "Beni de alın ne olur koynunuza hatıralar", "Ben yürürüm yane yane" güfteli şarkılar sevilen pek çok eserinden birkaçıdır.

Pınar Türk musikisinde son dönemin en çok iz bırakan bestecilerindendir. Öldüğü yer olan Todori Gazinosu'nda uzun yıllar ölüm yıldönümlerinde musiki anma toplantıları düzenlendi. Ölümünden sonra Mecidiyeköy'de bir sokağa onun adı verildi.

Bibi. inal, Hoş Şada; B. S. Ediboglu, Ünlü Türk Bestekârları, ist., 1967; M. Rona, Yirminci Yüzyıl Türk Musikisi; N. Özalp, Türk Musikisi Tarihi, II, Ankara, 1989; Öztuna, BTMA, II; S. Aksüt, 500 Yıllık Türk Musiki Antolojisi, ist., 1967.

İSTANBUL


PIRGİÇ (SURP) KİLİSESİ

Kazlıçeşme'deki Surp Pırgiç Ermeni Hasta-nesi'nin bahçesindedir.

Hastanede kalanların ve hastane çalışanlarının ibadeti için tasarlanan kilise, ilk

kez 1832'de hastanenin kuruluşu zamanında yapılmaya başlanmıştır. Yapımında hastanenin en büyük bağışçısı ve kurucusu Harutyun Amira Bezciyan ve Hassa Mimarı Garabed Amira Balyan'ın katkısı olmuştur. Ahşap olarak inşa edilen kilise 3 Mayıs 1834'te Patrik II. Isdepanos Zakar-yan Ağavni tarafından takdis edilerek ibadete açılmıştır. 19. yy'ın sonuna harap olarak varan kilise, 1898 de Tahtaburunyan ailesi tarafından yenilenmiştir. Kagir olan bu ikinci yapının mimarı Kevork Aslanyan'dır. Birkaç yıl sonra büyük bir onarım daha geçiren kilise, l Aralık 1906'da Patrik I. Ma-ğakya Ormanyan tarafından takdis edilerek ibadete açılmıştır. Bu onarım Krikor Kalfa Melidosyan'ın eseridir. Son büyük onarımını 1966'da geçiren kiliseye bir galeri kat eklenmiştir. Yetvart Şahbaz'ın gerçekleştirdiği bu onarımın bitiminde kilise Patrik I. Şınorhk'un eliyle meshedilerek ibadete açılmıştır.



Mimari: Anıtsal bir girişi ve ön cephesi vardır. Batıdaki ana kapı ve rüzgârlıktan sonra nartekse girilir. Ermeni kiliselerinde-ki geleneksel kafes burada bulunmadığından narteksle nef birleşmiştir. Narteks kuzey ve güney yönlerindeki pencerelerden ışık almasına rağmen loştur. Bazilikal planlı kilisenin nefi de kuzey ve güneydeki pencerelerden ışık alır. Düz kemerli bu pencereler üzerlerindeki sivri kemer şekilli kartonpiyerler, binaya az da olsa bir hareketlilik kazandırmaktadır. Beşik tonozla örtülü olan nef, din adamlarına ayrılmış olan "tas"la son bulur. "Tas"tan sonra kuzey ve güney uçlarından dört rıht-la çıkılan "pem" bölümüne geçilir.

Yarı dairesel planlı absidin merkezinde üç kubbeli kilise tipinde yapılmış ahşap sunak yer alır. Absidin kuzey yönünden hazine odasına, güneyinden ise bir geçitle güney şapeline girilir. "Tas"ın kuzey ve güneyinden yanal şapellere geçilir. Bunlardan kuzeydeki vaftizhane olarak kullanılmaktadır. Kilise narteksinin üzerine 1966' da eklenen galeri kata çıkış, kilisenin güneyindeki dış merdivenden sağlanır.

Ön görünüşte etkileyicilik, anıtsal kapı ve kitabenin dışında galeri kata açılan üç pencere ve çan kulesi ile sağlanır. Yanal yüzeylerde ise dikkat çeken bir unsur yoktur.

Kilise, sadece hastane sakinleri için yapıldığından, süsleme yok denecek kadar azdır. Absid kemerinin üzerinde isa'nın "Bana gelin ey yorgunlar ve ağır yüklü olanlar, ben size rahatlık vereceğim" sözü yazılıdır.

VAĞARŞAG SEROPYAN

PISAK, MUSTAFA NEVZAT

(Aralık 1879, Gönen - 20 Şubat 1968, İstanbul) Eczacı.

Aslen Kafkasyalı olan Hacı Mehmed Bey'in oğludur. 1902'de Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne'nin(-0 eczacı sınıfından üsteğmen rütbesiyle mezun oldu. îlk görevi Selanik Askeri Hastanesi eczacı ve kimyagerliğiydi. 1909'da istanbul'a döndü, sonra bir süre Edirne gümrük kimyagerliği yaptı.

19H'de Eczacı Mektebi'nin anorganik

kimya muallim muavinliğine getirildi. 1915'te, emekliye ayrılan fenn-i ispençiyari (galenik farmasi) hocası Nişan Ho-kasyan'dan (1848-1918) boşalan muallim kadrosuna atandı ve bu görevde, istifa suretiyle ayrıldığı, 1933'e kadar çalıştı.

Pısak 1918'den itibaren Darülfünun Tıp Fakültesi farmakoloji kürsüsünde de fenn-i ispençiyari dersleri verdi ve Şam Tıbbiye Mektebi hocalarından Ligor Taranakidis (1875-1959) ile birlikte Fenn-i İspençiyari (ist., 1924) adlı bir de kitap yayımladı. İkinci Türk KodeKsi'ni (1940) hazırlayan komisyonda da üye olarak bulundu.

Pısak, öğretim üyeliği yanında hazır ilaç ve tıbbi ampul yapımı ile uğraştı. Tıbbi ampul yapımı işine 1919'da Toptaşı'nda bir eczanede başlamış ve 1923'te Üsküdar Ihsaniye semtinde Kemal Muhtar Bey'in konağında "Mustafa Nevzat ispençiyari Müstahzarat Laboratuvarı"m açarak bilhassa injektabl çözeltiler hazırlamış ve yaptığı çözeltilere "Mustafa Nevzat Ampulleri" adını vermiştir. Laboratuvar 1933'te Divanyolu (İkdam Yurdu'nun bir katına) ve daha sonra Nuruosmaniye'de bir binaya (Nuruosmaniye Caddesi no. 81) taşınmış, 1957'de Mustafa Nevzat İlaç Sanayii AŞ haline gelmiş ve Mecidiyeköy'de yaptırılan tesislere geçmiştir.



Mustafa Nevzat Pısak

Turhan Baytop arşivi

Başarılı bir öğretim üyesi ve Türk hazır ilaç sanayiinin öncülerinden olan Pısak, istanbul'da vefat etmiş ve Edirneka-pı Şehitliği'nde toprağa verilmiştir. Bugün Mustafa Nevzat İlaç Sanayii AŞ, kızı Eczacı Nevhiz Pak (d. 1925) tarafından yönetilmektedir. N. Pak, babasının Ihsani-ye'deki ilk laboratuvarını kurduğu Kemal Muhtar Özden Konağı'nı 1984'te satın alarak restore ettirmiş ve "Mustafa Nevzat Eczacılık, Tıp ve Kültür Evi" adı atında tıp mensuplarının hizmetine sunmuştur. Bu tesiste bir eczacılık müzesi, kitaplık, toplantı salonları ve semt çocuklarına sağlık hizmeti veren bir birim bulunmaktadır.



Bibi. S. Çelebioğlu, Mustafa Nevzat Pısak, ist., 1957; R. Dramuf, Memleketimizde Türk Hekimliği ve Eczacılığının Yerleşmesinde Önemli Rolü Olan Bazı Hekim ve Eczacıların Biyografileri, ist., 1986; K. C. Güven, Farmasi ve Teknolojisi, İst., 1983.

TURHAN BAYTOP



PİRÎ MEHMED PAŞA KÜLLİYESİ

Silivri llçesi'nde, Silivri Kalesi'nin batısında, sahil şeridinde yer alan yapılar topluluğunun merkezinde bulunmaktadır.

Banisi, Pirî Mehmed Paşa, I. Selim'in (hd 1512-1520) son, I. Süleyman'ın (Kanuni) (hd 1520-1566) ilk sadrazamı olup, adına yaptırdığı bu külliyenin naziresinde gömülüdür (1465/1532). 937/1530'da inşa edüen külliyenin yapım yılı Kanuni döneminde başmimarlık yapan Acem (Esir) Ali zamanına denk gelmekle beraber, yapı nispetleri bakımından Mimar Sinan'ın eserlerini de çağrıştırmaktadır. Ancak Tuhfetü'l-Mi-marin 'de "Camii Şerif der Silivri" şeklinde bir ibare bulunmakla birlikte tezkerelerde caminin adı geçmemektedir. Aynı tarihlerde Saraybosna'da inşa edilen ve yine mimarı bilinmeyen Gazi Hüsrev Bey Ca-mii'nin Pirî Mehmed Paşa Camii ile benzer özellikler göstermesi, başka mimarları da düşündürmektedir. Çeşitli görüşlerin yer aldığı bu durumda kesin bir şey söylemek doğru değildir.

Külliye, cami, imaret, medrese, mutfak, sıbyan mektebi ve handan oluşmaktadır. Geniş bir avlunun ortasında yüksek bir set üzerinde yer alan camiyi ve önünde bulunan 16 köşeli mermer şadırvanı, kuzeyde medrese odaları, batı yönde imaret, doğuda han, güneydoğuda ise hazirenin çevrelediği yapılardan günümüze sadece sıbyan mektebi, han ve hazire ulaşmıştır. Kesme taştan kiremit çatıyla örtülü sıbyan mektebi bugün imam evi, 42,5x13,5 m boyutlarında moloz taş duvarlar üzerine kirpi saçaklı, kiremit çatıyla örtülü han ise günümüzde ahır olarak kullanılmaktadır.

Cami, 1961-1971 arasında Vakıflar 1da-resi'nin gerçekleştirdiği restorasyonlar sonucunda bugünkü görünümünü kazanmıştır, iç tezyinatı ve minarenin dışında yapı orijinal durumunu korumuştur. Yapı, kare planlı, tek kubbeli ve dışarı taşkın yarım kubbeyle örtülü mihrap bölümünün bulunduğu harim kısmı; ana mekâna geçişin sağlandığı daha alçak ve kubbeyle örtülü yan mekânları; dışarı açılan beş kubbeli son cemaat yeri ile tabhaneli camiler adı verilen grubun içinde yer almaktadır. Batı tarafta yer alan tabhane hücresi buraya minarenin yerleştirilmesi nedeniyle

daha küçüktür. Fakat dışarıdan her iki tabhane hücresi de eştir. Dışarıya birer kapıyla açılan bu hücrelerin dış yüzeylerinde bulunan konsol ve saçak izlerinden, yapının orijinal durumunda bu mekânlara bitişik küçük hücrelerin bulunduğu anlaşılmaktadır. Kesme taştan inşa edilen yapının cephesini iki sıralı pencereler çevrelemektedir. Pencereler alt kısımda sivri boşaltma kemerleriyle açılmış dikdörtgen söveli, üst kısımda ise ince uzun kemerlidir. Dışarı taşkın mihrap bölümünün güney duvarında dört, doğu ve batı tarafında ise ikişer, harim kısmının doğu ve batı cephesinde dörder, güney taraftaki köşelerde ise ikişer tane pencere bulunmaktadır. Ana mekânı dışarıdan, tabhane ve yarım kubbeli mihrap bölümünü de içine alan saçak hattı çevrelemektedir. Bu saçak hattının üzerinde yükselen ana mekân, üzerini örten 11,9 m çapındaki kubbesi ile yapıya hâkimdir. Son cemaat yeri mukarnaslı sütunların taşıdığı sivri kemerli ve üzeri kubbeyle örtülü beş bölümlüdür. Ortadaki kubbe daha yüksek tutulmuştur. Girişte portalin üzerinde yer alan kitabede yapının inşa tarihi bulunmaktadır. Minare, son cemaat yeri ile harim kısmının birleştiği batı yöndedir. Sadece kaidesi orijinal olan minare, portalin sağında ve solunda yer alan kitabelere göre 11797 1765' te Saadeddin Bey tarafından yeniden yaptırılmıştır. 18. yy özelliklerini taşıyan minare kesme taştan, ince, uzun ve tek şerefe-lidir. Soğan biçimli taştan külahı döneminin özelliğini yansıtmaktadır. Yapının içerisinde mihrap kısmı bir kemerle ana mekândan ayrılarak ayrı bir bölüm oluşturmuştur. Bu kısım dilimli yarım kubbeyle örtülüdür. Mukarnaslı bir yaşmağa sahip mermer mihrabın köşelerinde birer sütun-çe yer almaktadır. Caminin içi son restorasyonda kalem işleriyle süslenmiştir.

Fütüvvet, tabhaneli, zaviyeli, ters "T" planlı, Bursa tipi camiler olarak adlandırılan bu yapı tipleri çeşitli uygulanışlarıyla Osmanlı mimarisinde önemli bir yer tutarlar. Özellikle erken Osmanlı mimarisinde çok sık karşılaştığımız bu yapı tipi, klasik dönemde pek uygulanmamıştır. Plan kuruluşu bakımından, Tire'deki Yeşil İmaret (1441) ve İstanbul Üsküdar'daki Rum

PM Mehmed Paşa Camii

Enis Karakaya, 1994

Pirî Mehmed Paşa Gamü'nin içinden bir

görünüm.

Enis Karakaya, 1994

Mehmed Paşa Camii (1471) ile benzerliği olan Pirî Mehmed Paşa Camii geç bir örnektir. Yeşil İmaret ve Rum Mehmed Paşa Camii yapılarında asıl ibadet mekânı yarı kubbeyle örtülmüştür. Pirî Mehmed Paşa Camii'nde ise bir kemerle ana mekândan ayrılan dışarı taşkın ve üzeri yarım kubbe ile örtülü mihrap bölümü, ölçüleri küçük olmakla beraber asıl ibadet mekânı izlenimim vermektedir. Aynı tarihlerde inşa edilen Saraybosna'daki Hüsrev Bey Camii de yarım kubbeli mihrap kısmı ile bu plan tipini devam ettirmektir. Pirî Mehmed Paşa Camii nispetleri bakımından klasik dönem özelliklerini göstermekle beraber plan kuruluşu ile erken Osmanlı mimarisinde çok sık kullanılan tabhaneli camilerin geç bir örneği olmasıyla da ilginç bir yapı olma özelliğini korumaktadır.



Bibi. S. Eyice, "Zaviyeler ve Zaviyeli Camiler", iktisat Fakültesi Mecmuası, 23/1-2 (1962), s. 1-80; O. Aslanapa, Osmanlı Devri Mimarisi, İst., 1986, s. 175-178; Akkaya, "Silivri'de bir Osmanlı Abidesi Piri Mehmed Paşa Camii ve Külliyesi", STAD, 2/5 (1989), s. 43-48.

EMiNE NAZA



PİRÎ MEHMED PAŞA TEKKESİ

bak. KORUK TEKKESİ



PİRÎZADELER

18-20. yy'larda, istanbul'un dini, siyasi ve kültürel yaşamında yeri olan ilmiye ailesi. Osmanlı şeyhülislamlarının üçü bu ailedendir.

Pirîzadelerin atası, Yeniçeri Ocağı'nda orta çorbacısı (subay) olan Pirî Ağa olup 17. yy'ın ikinci yarısında yaşamıştır. Pirî Ağa'nın oğullan olan Yeniçeri Kâtibi Hacı Ahmed Efendi (ö. 1729) ile Mehmed Sahib Efendi, medrese öğrenimi görerek ilmiye sınıfına geçtiler. Pirîzadeler, Mehmed Sahib Efendi'nin soyundan yürüdü.

Mehmed Sahib Efendi (1675 ?, Istanbul-25 Haziran 1749, İstanbul) İstanbul medreselerinde okudu. Şeyhülislam Fam Feyzul-lah Efendi'ye (ö. 1703) hafız-ı kütüblük, Rami Paşa'ya imamlık yaptı. 1722'ye değin il kadılıklarında (mevleviyet) bulundu. 1731'de, I. Mahmud'a hünkâr imamı ve İstanbul kadısı oldu. 1734'te Anadolu, 1737'de Rumeli kazaskerliğine yükseldi. 1743'te ikinci kez Rumeli kazaskeri oldu. l yıl (6 Mart 1745-Nisan 1746) şeyhülislamlık yaptıktan sonra emekliye ayrıldı. Oğluyla hacca gitti. Yaşamının son yıllarını Üsküdar' daki konağında ve Beşiktaş'taki yalısında,



PİSAULAR

252


253

PİŞKİN, HALİDE

Pirîzadelerden Şeyhülislam Mehmed Sahib Beyefendi Sultan V. Mehmed'in (Reşad) kılıç alayında. Pirizade ismet Özbek albümünden

şiir, edebiyat, çeviri çalışmaları ile geçirdi. Ölümünde Üsküdar'da, babasının kabri yanına gömüldü. Arapça, Farsça, Türkçe şiirleri olup "Sahib" mahlasını kullanmıştır. İbn Haldun'un Mukaddime'sini Türkçeye çevirmiştir. Yeniliklere ve pozitif bilimlere açık olan Mehmed Sahib Efendi, Beyşehir Müftüsü Hacı Mahmudzade'nin buluşu olan bir mühendislik aletini I. Mahmud'a sunmuş ve ödüllendirilmesini sağlamıştı.

Mehmed Sahib Efendi'nin oğlu Pirîzade Osman Sahib Efendi (1710, İstanbul-2 Mart 1770, istanbul), özel eğitim ve medrese öğrenimi gördü. 1730'da Galata kadısı oldu. 1744'e değin istanbul medreselerinde müderrislik yaptı. 1745'te İstanbul kadısıy-dı. 1751'de Anadolu, 1755'te Rumeli kazaskerliğine yükseldi. 1756'da Bursa'ya sürüldü. 1761'de ikinci kez Rumeli kazaskerliğine getirildi. Aynı görevi üçüncü kez yapmakta iken şeyhülislam oldu (26 Ekim 1768-2 Mart 1770). Ölümünde Aksaray'daki Murad Paşa Camii yakınındaki Kara Da-vud Paşa'nın kabri yanına gömüldü. Osman Efendi de şair ve yazar olup şiirlerinde Sâhib mahlasını kullanmıştır.

Osman Efendi'nin kızından torunu olan Yahya Efendi (ö. 1837) ailenin ikinci atası sayılır. Anadolu kazaskerliğine kadar yükselen Yahya Efendi'nin oğlu ibrahim îsmet Efendi de (1805, İstanbul-1857, İstanbul) ilmiye sınıfına mensup olup Galata kadılığı yaptı ve 1847'de Anadolu kazaskerliği payesi aldı. 1854'te Meclis-i Maarifin reisliğine atandı.

Aileden yetişen üçüncü şeyhülislam olan Mehmed Sahib Beyefendi (1838, İs-tanbul-6 Temmuz 1910, İstanbul), Sâhib Molla olarak da tanınır. Özel eğitim ve medrese öğrenimi gören Mehmed Sahib döneminin ünlü hattatlarından "ta'lik" yazısı çalıştı. Fıkıh alanında da uzmanlaştı. 1858' de Meşihat mektupçuluğuna atandı. 1863-1876 arasında kadılık, Tanzimat meclis-

lerinde azalık görevlerinde bulundu. II. Abdülhamid döneminde (1876-1909), Şûrayı Devlet ve Muhakemat Dairesi reisliklerinde bulunmakla birlikte kendisinden kuşkulanılan kişilerdendi. Bunun da nedeni dürüst, hür düşünceli, bilgili olmasıydı. Bir kez, hakkındaki bir jurnalden dolayı ilmiye sınıfından çıkarılıp ula rütbesi verilerek Amasya'ya mutasarrıf atanması söz konusu olmakla birlikte II. Abdülhamid, güvendiği devlet adamlarının aracılığı sonunda bu kararından vazgeçti. Aileden gelen serveti ve çiftlikleri ile İstanbul'un sayılı zenginlerinden olan Mehmed Sahib Beyefendi, Şirvanizade Rüşdî Paşa'ya verdiği borç yüzünden varlığının büyük bölümünü yitirdi. II. Meşrutiyet'in ilanından sonra, oğlu İbrahim Bey'in de İttihad ve Terakki Cemiyeti içinde yer almış olması, ayrıca kendisinin istibdat dönemindeki durumu nedeniyle adı öne çıkan ulema arasında yer aldı. 31 Mart Olayı'ndan sonra şeyhülislamlığa^ (5 Mayıs 1909-22 Temmuz 1909) ve Ayan azalığına atandı. Şeyhülislamken siyasi düşüncelerini bir beyanname yayımlayarak ilan etti. Heyet-i Vükela'da (Bakanlar Kurulu), Ayan Mec-lisi'nde ve Meclis-Umumi'de, önemli karar ve oylamalarda muhalif kalması ile dikkat çekti. Meclis-i Mebusan için Çırağan Sarayı'mn(->) tahsis edilmesinin doğru olmayacağını, zira böyle yoğun ve kalabalık bir çalışmaya açılan bu sarayın yana-bileceğini ileri sürdü. Nitekim Çırağan Sarayı, kısa bir süre sonra (Ocak 1910) yanmıştır. Sahib Molla, şeyhülislam olarak katıldığı törenlerde özellikle de sadaret alayında ve V. Mehmed'in (Reşad) kılıç alayında, şeyhülislamlara özgü törensel birer simge olan "teP'i ve "taleysan"ı sarığına takmamasıyla da dikkat çekti. Döneminin en kibar ve kültürlü İstanbul efendilerinden sayılan Sahib Molla, Hekimbaşızade-lerden(->) Tarihçi Hayrullah Efendi'nin kızı Fatma Fahrünnisa Hanım'la evliydi. Halası Behiye Hamm'm torunu Fatma Zehra Hanım da (ö. 1885) Hayrullah Efendi'nin oğlu Abdülhak Hâmid (Tarhan) ile evlendiğinden, bu iki aile arasında akrabalık ve kültür bağlan vardı. Abdülhak Hâmid, genç yaşta yitirdiği ilk eşi Fatma Zehra Hanım için yazdığı "Makber"de Pirîzade idi

Pirîzadelerden

Adliye

Nazırı


ibrahim

Bey.


Pirîzade

İsmet Özbek

albümünden

nâm ü sânı /Beş yüz senelikdi hanedanı diyerek Pirîzadelerin çok köklü bir aile olduğunu vurgulamıştır. Yine bu aileler arasında anlatılagelen öyküleştirilmiş bir rivayete göre Kafkasya'dan toplanıp İstanbul'a getirilen ve konaklara satılan Çerkez kızlarından ikisi uzun gemi yolculuğunda birbirlerine çok ısınırlar. Fakat İstanbul'da biri Ferid Efendi diye birisinin köşküne, diğeri de Pirîzadeler Konağı'na satılır, izlerini kaybederler. Hekimbaşızade Hayrullah Efendi, Ferid Efendi Köşkü'nde-ki cariyeye (Münteha Hanım) âşık olur, evlenir. Abdülhak Hâmid, bu evlilikten doğar, Pirîzadelerden İbrahim îsmet Beyefen-di'nin cariyesi olan Dilhezar Hanım ise Mehmed Sahib Efendi'nin annesidir. Sâhib Molla, Münteha Hanım'ın kızı Fahrünnisa ile evlenince gemideki kader yoldaşı iki Çerkez cariyenin çocuklarından yeni bir İstanbul ailesi kurulmuş olur.

Mehmed Sahib Beyefendi'nin büyük oğlu Pirîzade İbrahim Bey (1859, İstanbul-1930 ?, İstanbul) hukuk öğrenimi yaptı. İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin önde gelen üyelerindendi. II. Meşrutiyet'te (1908-1918) Selanik valiliği, adliye nazırlığı (1913-1915), Ayan Meclisi azalığı, Şûra-yı Devlet reisliği görevlerinde bulundu. 1919'da Malta'ya sürüldü.

İbrahim Bey'in ölen oğulları Osman Bey (ö. 1932) ve İsmail Bey de (ö. 1941 ?) II. Meşrutiyet döneminde mebustular. Adnan İbrahim ise, İstanbul'da ilk futbol oynayanlardan olup bir dönem Galatasaray Spor Kulübü'nün başkanlığım yapmıştı. İstanbul'un ünlü avcılarındandı. Ailenin son büyük yalısı Paşabahçe'de, şimdiki şişe ve cam fabrikasının yerindeydi. Buradaki cadde halen Sahip Molla adını taşır. Yalının arkasındaki tepede de Kara Köşk ve Beyaz Köşk vardı.

Bibi. Müstakimzade, Devhatü'l-Meşayih, (tıpkıbasım) İst., 1978, s. 93, 103; Altunsu, Şeyhülislamlar, 128-129, 145, 226-229; Y. Öztuna, Devletler ve Hanedanlar, Ankara, 1989, s. 788-790; S. Mümtaz, Tarihimizde Hayal Olmuş Hakikatler, îst, ty, s. 48-49; Gövsa, TûrkMeş-hurlan, 338; 1. Necmi, Abdülhak Hâmit ve Eserleri, îst., ty, s. 8; F. Ülgen, "Abdülhak Hâ-mid'in Ecdadı", Hayat Tarih Mecmuası, S. 5 (Haziran 1973), s. 74 vd.

NECDET SAKAOĞLU



PİSAT.TT.AR

İtalya'nın Pisa kentinden gelip, 12-15. yy'lar arasında Konstantinopolis'te koloni kurmuş olan halka verilen ad.

Pisalılar, Venedikliler^) ve Amalfili-lerin(->) tersine, Gotlarm, Lombardlarm ve Frankların egemenliği altındaki bölgede yaşadıkları için Roma İmparatorluğu'ndan çok Germen etkisi altında kalmışlar, bu yüzden de diğer şehir devletleri halklarına göre daha geç özerkleşmişlerdi. 1004 ve 1011'deki Arap istilalarına karşı durarak Akdeniz'de yaşam hakkı elde eden Pisalılar, 1087'de diğer şehir devletleri ve papalık ile barış yaptıktan sonra 1094'te bağımsız bir devlet oluşturdular.

Pisa, Venedik ve Cenova ile birlikte, Haçlı seferleri(->) sırasında önemli rol oynamış; 1099'da Suriye'ye giden Haçlı ordu-

suna, Pisalılar yaklaşık 120 gemi teçhiz ederek katılmışlardı. Sefer sırasında Pisalılar, Ege sularındaki Bizans donanmasına ve garnizonlarına saldırarak ilk kez Bizans tarihinde görüldüler.

Bu seferler sırasında, askeri ve siyasi dengeler peşinde olan I. Aleksios(->) (hd 1081-1118) mektuplar yazarak Normanlar-la ittifak kurmamalarını istedi ve Pisalılara, llll'de "Kuropulates" Basileios Mezimeri-os aracılığı ile bir antlaşma önerdi. Buna göre Bizans, Pisa kilisesine ve başpiskoposluğuna her yıl para ve ipekli kumaşlar gönderecek, Pisa'dan gelen mallar da Bizans limanlarında serbestçe tahliye edilerek imparatorluğun her yanında satılabilecekti. Pisalılar altın ve gümüş ithalatı için gümrük resmi ödemeyecek, diğer maddeler içinse yüzde 4 ödeyeceklerdi. Ayrıca onlara Konstantinopolis'te, içinde bir rıhtım, ticaret mekânları, evler, mağazalar bulunan uygun bir mahalle verilecekti. İmparator, Pisalıları hedef alan, kız kaçırma, hakaret vb olaylarda adaleti derhal yerine getireceğine söz veriyordu. Buna karşılık, imparatorluğun herhangi bir yerinde yaşayan Pisalılar, gerekli görüldüğü takdirde Bizans ordusunda silah altına alınabileceklerdi.

19. yy seyyahı Paspati'ye göre bu mahalle, diğer Latin mahalleleri gibi Halic'in güney kıyısında, Neorion(->) (bugünkü Bahçekapı) ile İkanatissa köprüleri (bugünkü Yeni Cami civarı) arasında içeriye doğru uzanan dar bir şeridi kapsıyordu. Bu mahallede 20 kadar ev, St. Pierre ve St. Nicolas'a adanmış 2 kilise, 2 rıhtım (biri Dipli İskele adında), l hastane, l embo-lum (kemerli çarşı), l mezarlık ve l hamam vardı. Paspati'nin yaptığı tanımlamaya göre Pisalıların mahallesi Amalfililer ile Cenevizlilerin yerleşimlerinin arasındaydı. Yapılan antlaşma uyarınca, Pisa "vikonf'u, imparatorluğun ayrıcalıklı bir tebaası olarak Hippodrom'da ve Ayasofya'da birer locaya sahipti.

1135'te Pisalıların, Amalfi donanmasını Akdeniz'de yok ederek güçlerinin doruğuna çıktıkları görülür. Fakat llll'den 1136' ya kadarki Bizans-Pisa ilişkileri hakkında bilgi yoktur. 1136'da İmparator II. İoan-nes'in (hd 1118-1143), Pisalılara göndermeyi taahhüt ettiği ipeklileri yıllarca elinde tuttuktan sonra toptan göndermesinden anlaşıldığına göre, bu tarihte ilişkilerde bir iyileşme söz konusudur. Aynı yıl Kons-tantinopolis'e III. Lothar'ın elçisi sıfatıyla gelen Pisalı tercüman Burgundio bu iyileştirmede önemli bir pay sahibi olmalıdır. H4l'de Pisalı bir karı koca (Dudonisler) tarafından Konstantinopolis'te bir firma kurulduğu ve bunun 1143'e kadar varlığını sürdürdüğü bilinmektedir. llöO'ta Konstantinopolis'e gelen iki Pisa elçisi Pisa kolonisinin tüm gelirlerinin Pisa Kated-rali'ne yatırılmasını sağlamaya çalışmışlardı. Ayrıca buradaki 2 Pisa katedralinin hazinelerine Bizans hiçbir biçimde el koyamayacaktı.

Il62'de Pisalıların Venediklilere saldırması, Il63'te ise Alman İmparatoru Fre-derik Barbarossa'yla ittifak kurmaları yü-

zünden, tüm ayrıcalıkları geri alınarak o güne dek oturdukları Haliç'ten Üsküdar ya da Galata'ya sürüldülerse de 1170' te I. Manuel, Pisa konsülünün imparatora sadakat yeminine karşılık, onlara eski mahallelerini vermeyi kabul etti.

1182'de Konstantinopolis'teki Latinle-re(-») karşı Grek halkın başlattığı ayaklanma sırasında, Pisa kolonisi büyük zarar gördü. Fakat II. İsaakios dönemi (1185-1195) tüm Latin kolonileri için olduğu gibi Pisalılar açısından da olumlu geçti. Böylece 1192'de başkentteki Pisa mahallesi genişletildi, imparator Pisa Katedrali'ne vereceği armağanların miktarını artırmaya ve Pisalılardan Bizanslılarla aynı oranda vergi almaya söz verdi. Fakat 1192 ve 1194'te Pisalı korsanlar Bizans sularında korsanlık yapmaya devam ediyorlardı.

1195'te III. Aleksios (hd 1195-1203) Pisa vikontunu eski antlaşmaları yenilemek için defalarca başkente davet ettiyse de Uguccione ve Pietro Modano adlı elçiler nedense ancak 1198'de başkente geldiler. Elçilere verilen talimat arasında Pisa tüccarlarının her türlü gümrük resminden muaf tutulmasının sağlanması, Bizans tarafından gönderilen yıllık armağanların artırılması, Pisa mahallesine bir bölüm evle yeni bir rıhtım eklenmesi de vardı. Bu tarihlerde Pisalılar ve Venedikliler Bizans sularında sürekli çatışma halindeydiler ve imparator açıkça Pisalıları tutuyordu. Hattâ 4. Haçlı Seferi sırasında tahttan uzaklaştırılan veliaht Aleksios, Konstantinopolis'ten Pisalı kont Segalari ve Familiatus'un yardımlarıyla kaçabilmişti. 4. Haçlı Seferi'ne karşı başkentin savunmasına büyük katkıda bulunan Pisalılar, 1204'te Konstantinopolis'te kurulan Latin İmparatorluğu^) sırasında Bizans'a gösterdikleri sadakatin cezasını gördüler. İşgal sırasında kiliseleri ve mahalleleri yakılan Pisa kolonisinin dini giderleri 1204'ten 1223'e kadar Pisalı papaz Benenatus tarafından karşılanmıştı. St. Nikolas ve St. Pierre kiliseleri yangında tahrip olduğu için bu dönemde kendilerine civardaki Apologotheton Manastırı verildi. Buna karşılık Pisalılar 1236'da Venedikliler ve Cenevizlilerle beraber şehri geri almak isteyen Greklere karşı koyarak durumlarını sağlamlaştırmaya çalıştılar.

İlişkilerdeki istikrarsızlığa karşın 1261' de şehri Latinlerden geri alan İmparator VIII. Mihael, Pisalıların şehirde kalmalarına izin verdi. Fakat artık Pisa kolonisi 1200'lerin başındaki gücünü yitirmişti. Bunun başlıca nedeni Cenova ile Pisa arasındaki ezeli rekabet olmalıdır. Nitekim 1284'te Oberto Doria komutasındaki bir Ceneviz donanması Pisalıların 33 kadırgasını ve on binlerce Pisalıyı tutsak ettikten sonra, 1290'da Pisa kentinin denize açılan iskelesi olan Tiren Denizi'ndeki Pisa Limanı şehri de (Marina di Pisa) yakılıp yıkılınca Pisalıların sonu geldi. Kaynaklarda II. Andronikos'a (hd 1282-1328) hizmet veren bir Pisa konsolosundan ve Pisalı Fransisken keşişlerine tahsis edilen bir arsadan söz edilmekle beraber Pisa kolonisinden bahsedilmemektedir. Bu dö-

nemde diğer Latin kolonileri gibi Beyoğlu ve Galata'da faaliyet gösteren Pisalı tüccarların ihracat ve ithalatta yüzde 2 vergi ödediklerine ilişkin bazı belgeler varsa da artık Konstantinopolis'ten neredeyse silinen Pisalıların yerini 1422'den itibaren bir diğer İtalyan şehir devleti olan Floran-sa'dan gelen Floransalılar(-») alıyordu. Konstantinopolis'e şarap, giyim eşyası, demir ve para getirip karşılığında baharat, tahıl, pamuk, şeker, yağ ve köle satın alan Pisalılar, tüm imtiyazlarını 1439'da Floran-salılara devrettikten sonra Konstantinopo-lis'i terk ettiler.



Yüklə 8,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   61   62   63   64   65   66   67   68   ...   147




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin