Bibi. Ayvansarayî, Hodîka, I, 160; E. S. Gibb, A History ofOttoman Poetry, II, Londra, 1902, s. 317-346; A. N. Tarlan, Şiir Mecmualarında XVI. ve XVII. Asır Divan Şiiri, Fas. 4, İst., 1949; A. inan, Şeyh Vefa Hayatı ve Eserleri, ist., 1941, s. 5, 36; Barkan-Ayyerdi, Tahrir Defteri, 170-171, no. 910; Ziya, İstanbul ve Boğaziçi, II, 53-56; Ş. Akbatu, "istanbul'un Kaybolan Camileri: Revanî Çelebi Camii", istanbul Ekspres, (18 Mart 1959); S. Eyice, "istanbul'un Ortadan Kalkan Bazı Tarihi Eserleri: IV, Revanî Çelebi (Koğacılar) Mescidi", TD, XXVI (1972), 152-158; Eminönü Camileri, 159-161.
SEMAVİ EYİCE
REVNAKOĞLU, CEMALEDDİN SERVER
(1909, İstanbul - 23 Eylül 1968, İstanbul) Tekkeler, tarikatlar tarihi, mezar taşları ve kitabeler ile son yüzyılın önemli şahsiyetlerinin biyografileri hakkındaki derin araştırmalarıyla tanınmış tarihçi yazar.
Posta Müdürü Server Emin Bey ile saraylı Şerife Revnak Hanım'ın oğludur. Ru-melihisarı'nda doğmuş, çok iyi bir tahsil görmüş, Galatasaray'dan mezun olmuştur. Fransızca ve Arapçayı çok iyi bilir, gayet
Cemaleddin
Server
Revnakoğlu
(sağda),
emekli general
Pertev
Demirhan
(ortada) ve
eczacı Halit
Örikli ile.
Şinasi Akbatu
ağdalı ve uzun cümlelerle düzgün bir İstanbul şivesiyle Osmanlıca konuşurdu. Ru-melihisarı'nda doğmakla birlikte bütün hayatını Karagümrük'ün Fethiye semtinde geçirmiştir. Hiç evlenmemiştir.
Çok küçük yaşlardan itibaren İstanbul'un kültür mahfillerindeki ilmi, manevi topluluklarında yer almış; gördüklerini ve öğrendiklerini dikkatlice hıfzetmiştir. Kendi kuşağından başka bir önceki kuşağın tüm mühim şahsiyetleriyle tanışmış ve onlardan istifade etmiştir. Genç yaşta, üzerinde çalışılmamış bir konu olan tarikatlar ve tekkeler tarihini incelemeye başlamış ve bu çalışmayı zaman zaman makaleler halinde yayımlamak suretiyle ölümüne kadar sürdürmüştür. Resmi memuriyetinin belediye mezarlıklar mütehassıslığı olması sebebiyle mezar taşları ve kabristanlarda incelemelerde bulunmuştur. Tarikat eşyaları ve şahsi kütüphanesinin kitaplarıyla dolu olan evi, vârisi de olmadığından ölümünden sonra tereke hâkim-liğince haraç mezat satılmış, ömrünün mahsulü olan arşivi ise Abdülbaki Gölpı-narlı'nın gayretiyle kurtarılarak Divan Edebiyatı Müzesi olarak kullanılan Galata Mevlevîhanesi'ne aktarılabilmiştir. Bu arşiv 250 dosyadır.
Kabri Edirnekapı Mezarlığı'nda ise de gerek taşı ve gerekse mezarı, kimsesizliği sebebiyle tahrip ve yok edilmiştir.
Cemaleddin Bey tüm tarikat mensuplarınca tanınan, ilim erbabınca hürmetle yad edilen mümtaz bir kişiliğe sahip İstanbul efendisiydi. Saçlarının uzunluğu yüzünden "Saçlı Cemaleddin", derin tasavvuf bilgisinden ve tekkelerdeki mevkiinden dolayı "Şeyh Cemalullah" gibi adlar da takılmıştır. Yayımlanmış 2 kitabı Yemen Ellerinde Veysel Karani ve Erzurumlu ibrahim Hakkı veMarifetnamesi'dir. Makaleleri, Tarih Konuşuyor, Yeni Tarih Dünyası, Tarih Coğrafya Dünyası gibi dergilerde dağınık bir tarzdadır, toplanmamıştır.
"Türk Tarikatleri Tarihine Toplu Bir Bakış" adlı seri haldeki yazıları Eylül 1953' te Yeni Tarih Dünyası mecmuasında yayımlanmaya başlamış; 1967'den itibaren de Mustafa Unan'm çıkardığı Tarih Konuşuyor dergisinde "Kapatılışının 42. Yıldönümünde Tekke ve Zaviyeler", "Tekkele-
rin Çöküntü Sebepleri", "Tarikat Mensuplarına Ait Maarif Fıkraları ve Olaylar" gibi seri yazılar neşretmiştir.
NECDET İŞLİ
REVUE DE CONSTANTEVOPLE
İstanbul'da Vicomte Alfred de Caston adında bir Fransız (veya Belçikalı ?) tarafından yayımlanan Fransızca dergi.
Tam başlığı Revue de Constantinople, politique, financiere et litteraire (İstanbul Dergisi, Politika, Finans ve Edebiyat) olan bu-periyodik yayının ilk sayısı 1875' te çıktı. Derginin sahibi ve yöneticisi olan Alfred de Caston, o yıllardaki İstanbul ve Beyoğlu halkı hakkında içinde son derecede ilgi çekici bilgiler bulunan bir kitabın yazarıdır (Musulmans et Chretiens, 2 c, Paris, 1873-1874). Bundan başka, Constantinople en 1869 ve l'Orient en 1875, Deş bords duDanube auxfrontieres d'Algerie, (Paris, 1875) başlıklı kitaplar yayımlamış, Le Constitutionnel gazetesine "Lettres Orientales" başlığı ile makaleler göndermiş, Encyclopedie du XIXğme siecle' in zeyli olan Annuaires Encyclopediqu-es'de yazıları basılmıştır.
Dergi, kapağında bildirildiğine göre her pazar günü çıkıyordu. Yüksekkaldı-
REVUE
CONSTANTİNOPLE
POUTİQUE, FIBBCIERE ET LITTEfiSIBE TOJIE I.
DlRECTEUR-PBOl'llIErilRE V" ALFRED DS CASTON.
CDBTJKTIIİOPLE ı. A. Zcu.ıcb, Yt«sıcK.<,u>Kr,w.
Revue de Constantinople dergisinin Ocak-Şubat-Mart 1875 tarihli sayısının kapağı. Semavi Eyice arşivi
REY, CEMAL REŞİT
322
323
RIDVAN PAŞA KÖŞKÜ
rım'da Zürefa Sokağı'nda A. Zellich Ba-sımevi'nde 17x25 cm ölçülerinde 40-50 sahifelik fasiküller halinde basılan derginin idare yeri Yeniçarşı'da no. 12'de idi. Bu satırların yazarı, arada eksikler ile derginin 21. sayısına kadar sahiptir. Bunlarda. Osmanlı Devleti kadar dünya politikasındaki olaylardan bahsedilmekte azınlıklar, Beyoğlu sosyetesinin dedikoduları, Osmanlı ricalindeki değişiklikler, atamalar, Beyoğlu'ndaki imar hareketleri, çok canlı olan tiyatro ve konserler üzerinde durulmaktadır. Ayrıca Avrupa'da cereyan eden bazı kabullere dair de haberler yer alır (Berlin'deki Türk Elçiliği'nde imparator ve eşinin de katıldıkları yemek gibi).
7 Mart 1875 tarihli 9. sayının başında A. de Caston tarafından yazılan uzun bir makalede (s. 395-421) Abdülaziz tarafından yaptırılan Maçka Silahhanesi(->) ile inşasına başlanan Aziziye Camii'nden(->) bahsedilerek, mimar Sarkis Balyan ile yapılan bir söyleşiden parçalar aktarılır. Aynı yazıda, Balyan ailesinin(->) tarihçesi takdim edilir. Bununla birlikte Balyanlann İstanbul ve yakın çevresinde inşa ettikleri çoğu kasır ve saray olmak üzere pek çok binanın listesini verir.
Derginin her sayısında "Causerie Finan-ciere" (Finans Sohbeti) başlığı altında borsa durumu hakkında da açıklamalar yapılır. 10. sayıda (14 Mart 1875), Fransız Tiyat-rosu'nda 9 Mart 1875'te oynanan "Leş Mongols" adlı operadan bahsedilir ve sözleri ile müziği S. Manasse'ın, kostümleri M. Blot'nun, dekorları M. Joly'nin olan üç perdelik operanın oyuncuları bildirildikten sonra bütün metni verilir (s. 463-500). Tramvay şirketinin genel kurulunda cereyan eden bazı sürtüşmelerin özeti de şehir tarihi bakımından ilgi çekicidir (S. XV, s. 96-106). Aynı sayıda Gedikpaşa Tiyat-rosu'nda Güllü Agop Efendi'ye karşı Basiret gazetesinde açılan kampanyanın bahsi geçer (s. 118).
Revue de Constantinople, 1870'li yıllarda, Osmanlı Devleti'nin durumu, İstanbul'da bilhassa Galata ve Beyoğlu'nun şehircilik problemleri, buradaki yabancı tiyatrolar hakkında bilgiler veren ilgi çekici bir kaynaktır.
Bibi. G. Groc-İ. Çağlar. La presse Française de
Turijuie de 1795 â nosjours, ist., 1985, s. 161.
SEMAVi EYÎCE
REY, CEMAL REŞİT
(25 Eylül 1904, Kudüs - 7 Ekim 1985, İstanbul) Besteci, orkestra şefi, piyanist, müzik eğitimcisi.
Servet-i Fünun dergisinde H. Nâzım takma adıyla yazılar yayımlayan Edebiyat-ı Cedide yazarlarından Ahmed Reşit Bey'in oğludur. Müziğe küçük yaşta annesinden piyano dersleri alarak başladı. Kısa zamanda nota öğrenerek 8 yaşında bir vals besteledi. İlköğrenimine Galatasaray Lise-si'nde başladı, ancak 1913'teki Babıâli baskınından sonra, Kâmil Paşa hükümetinin dahiliye nazırı olan babası ailesiyle birlikte Paris'e yerleşmek zorunda kalınca, ortaöğrenimini Lycee Buffon'da sürdürdü. Pa-
ris Konservatuvarı müdürü ünlü besteci Gabriel Faure'nin aracılığıyla piyanist Mar-guerite Long'un (1874-1966) özel öğrencisi oldu. I. Dünya Savaşı patlak verince annesiyle İsviçre'ye geçerek ortaöğrenimini bu kez Cenevre'de St. Antoine Kole-ji'nde sürdürdü; 5 yıl da Cenevre Konser-vatuvan'na devam etti. 1920'de Paris'e döndü, başta Gabriel Faure olmak üzere ünlü eğitmenlerden bestecilik, orkestra şefliği, müzik estetiği dersleri aldı.
1923'te İstanbul'a dönerek daha sonra Belediye Konservatuvarı adını alacak olan Darü'l-Elhân'da bestecilik ve piyano dersleri verdi. 1926'da Uluslararası Besteciler Birliği'ne üye seçildi. Aynı yıl Darü'l-Elhân'da bir koro oluşturdu; fesli erkeklerle çarşaflı kızlardan oluşan bu koronun konserlerine Cemal Reşit piyano ile eşlik ediyordu. 1943'te bir yaylı çalgılar orkestrası kurdu. 1945'te nefesli çalgıların katılmasıyla İstanbul Şehir Orkestrası'na dönüşen bu topluluğu 19ö8'e kadar yönetti. 1946'da, birçok dünyaca ünlü solist ve orkestra şefinin İstanbul'a gelerek konserler, resitaller vermesini sağlayan Filarmoni Derneği'nin kuruluşuna önayak oldu. Bu arada 1938-1940 arasında Ankara Rad-yosu'nda müzik yayımları yöneticisi, 1949'da da bir yıl süreyle İstanbul Radyo-su'nda müzik danışmanı olarak görev aldı. Uzun yıllar İstanbul Radyosu'nda açıklamalı müzik programlan hazırladı. 1949' dan 19öO'a kadar yurtdışında, dünyaca ünlü konser salonlarında orkestralar yönetti. Mimar Sinan Üniversitesi'ne bağlı Devlet Konservatuvarı'ndaki bestecilik öğretmenliğini ölümüne kadar sürdürdü. 1982'de "devlet sanatçısı" unvanını aldı.
Cemal Reşit Rey, Türk müziği tarihine "Türk Beşleri" diye geçen bestecilerden biridir. Eserlerinde genellikle Fransız izlenimcilerinin etkileri görülür. Ezgi fikrini ön planda tutmuş, izlenimcilik sonrasının yeni, deneysel akımlarından uzak durmuştur. Rey, Batı tekniğinde yazan Türk bestecileri arasında gerek konu seçimi, gerekse beğeni ve duyarlık yönünden geleneğe en bağlı olanıdır.
Batı tekniğinde yazan yeni Türk bestecileri kabaca ikiye ayrılabilir: Ulusal müzik geleneğinden aldıkları öğeleri Batı müziği tekniğiyle işleyenler ya da geleneğe atıfta bulunanlar; ulusal geleneklerin dışında, uluslararası düzlemde bir bestecilik anlayışına bağlı olanlar. Cemal Reşit Rey birinci gruba giren bestecilerin öncü-südür. Bu anlayıştaki besteciler arasında da İstanbul'un tarihi ve kültürü ile ilgili konulara en çok yer veren, geleneksel müziğin özündeki malzemeye en çok yakınlık duyan sanatçıdır.
"Sultan Cem" (1924) ve "Çelebi" (1973) operaları, "Karagöz" (1931) ve "Fatih" (1953) senfonik şiirleri, "Eski Bir İstanbul Türküsü (Kâtibim) Üstüne Çeşitlemeler" (1961) adlı piyano parçası, bütün operetleri ve revü denilen müzikli oyunları, konusunu doğrudan doğruya İstanbul'dan alan eserleri arasında ilk akla gelenlerdir. Türk Beşleıi'nin öteki üyeleri gibi o da halk türkülerini armonize etmiş, Anadolu folkloru-
na özgü öğeleri işlemiştir. Ancak Rey, müziğinde geleneksel Türk müzik kültürünün öteki kolu olan klasik Türk musikisine özgü makam zevkini de aramış, makam çeşnisini Batı tekniği içinde, izlenimci bir anlayışla kullanmıştır. Makam çizgilerini senfoni orkestrasının imkânlarından yararlanarak, "amodal" bir serbestlik için yansıtmaya çalıştığı söylenebilir. Özellikle 1931'den sonra bestelediği bu tür eserlerde mistik bir duyarlık ağır basar. "Çağrılış" (1950) adlı senfonik şiiri izlenimciliği mistik bir duyarlıkla işlediği orkestra eserlerindendir. 1936'da piyano için yazdığı, "Sonat" başlığını taşıyan eserinde ise aynı duyarlığı tek bir çalgının imkânlarıyla yansıtır; saba, bes-tenigâr, dügâh gibi makamların ezgisel yürüyüşünden kaynaklanan mistik esintilerini piyano anılarıyla, ama teksesliliğe çok yakın bir yapı içinde kullanır.
Rey, özellikle 1930'larda İstanbul'da çok tutulan operet ve revülerin de bestecisi-dir. Librettolarım kardeşi Ekrem Reşit Rey'in yazdığı "Üç Saat" (1932), "Lüküs Hayat" (1933), "DeliDolu" (1934), "SazCaz" (1935), "Maskara" (1936), "Hava Cıva" (1937), "Yaygara 70" (1969), "Uy! Balon Dünya" (1970), "Bir İstanbul Masalı" (1971) adlı operetleri ile, "Adalar Revüsü" (1934), "Alabanda" (1941), "Aldırma" (1941) adlı revüleri onun geniş bir halk kesimince de tanınmasını sağlayan sahne eserleridir. Özellikle, zamanın tanınmış tiyatro sanatçılarının rol aldıkları "Lüküs Hayat" çok sevilmiş; bu operetin bazı şarkıları eserin ilk sahnele-şinde rol alan Hazım Körmükçü tarafından plağa okunmuş; eser 1980'li yıllarda İstanbul Şehir Tiyatrolarında ikinci kez sahne-lenişinde 5-6 yıl kapalı gişe oynamış; sinema ve televizyon için de filme alınmıştır.
Cemal Reşit Rey yalnızca bir besteci olarak değil, müzik uğraşını bestecilikle, icracılıkla, eğitimcilikle, radyoculukla ve müzik kurumlarındaki idari görevlerle bir bütün olarak gören ve düşündüklerini hemen eyleme geçiren tipik bir Cumhuriyet
aydını olarak da yeni Türkiye'nin özellikle de İstanbul'un kültüründe iz bırakmıştır. Ölümünden hemen sonra İstanbul Bele-diyesi'nce Harbiye'de inşa edilen konser, salonuna "Cemal Reşit Rey Konser Salonu" adı verilmiştir.
Bibi. G. Oransay, Batı Tekniğiyle Yazan 60 Türk Bağdat; Ankara, 1965; F. Yener, Müzik Kılavuzu, ist., 1970 (1. bas.); istanbul Devlet Senfoni Orkestrası, Cemal Reşit Rey-80. Yıl, (80. yılını kutlama konseri kitapçığı), ist., 1984; Müzik Ansiklopedisi, c. 4, Ankara, 1985; E. II-yasoğlu, Yirmi Beş Türk Bestecisi, İst., 1989. BÜLENT AKSOY
RICHTER, JEAN-PAUL
(1847, ? -1937, ?) Alman asıllı filolog.
İstanbul'un Bizans dönemindeki eserlerine dair kaynaklarda verilen bilgileri derleyen ve bunları Almancaya çeviren filolog. Richter'in hayatına dair bir bilgi edinilemedi. 1847'de Almanya'da doğduğu ve sonra İngiltere'ye yerleştiği bilinir. Ünlü klasik arkeoloji uzmanı Amerikalı Gisela Richter onun kızıdır.
19. yy'ın ikinci yarısı içinde R. Eitelber-ger von Edelberg başkanlığında, Viya-na'da Wilhem Braumüller adındaki yayımcı, Quellenschriften für Kunstgeschichte und Kunsttechnik deş Mittelalters und der Renaissance (Ortaçağ ve Rönesans'ın Sanat Tarihi ve Sanat Tekniklerine Dair Yazılı Kaynaklar) genel başlığı altında 1871' den itibaren bir dizi kitap bastırmaya girişmişti. Bu dizinin XII. cildi F. W. UngerC-0 (1810-1876) tarafından hazırlanan, Quellen der byzantinischen Kunstgeschichte (Viyana, 1878) (Bizans Sanat Tarihinin Kaynakları) başlıklı kitap oldu. Bu XXXVI+333 sahifelik eser, Unger tarafından tasarlanan çalışmanın sadece yarısı idi. Bunda kaynaklara dair verilen bilgilerden sonra, şehrin ilk kuruluşu, Bizantion'un tarihçesi, Konstantinopolis'in kurulması, yangınlar, depremler, dış mahalleler, caddeler, meydanlar, su tesisleri ve sarnıçlar, surlar, kuleler ve kapılar, limanlar, hamamlar ve Hippodrom'a dair Bizans kaynaklarında rastlanan bilgiler derlenerek Almancaya çevrilmiştir. Fakat Unger'in 22 Aralık 1876' da ölümü ile programlanmış olan bu önemli kitap yarım kalmış oldu.
Bizans kaynaklarında İstanbul'un kilise,
OUELLEN
BYZANTINISCHEN KUNSTGESCHİCHTE.
KÜNSTANTINOPICI,
Richter'in
Bizans
Sanat
Tarihine
Ait
Kaynaklar
adlı
kitabının
kapağı.
Semavi
Eyice arşivi
manastır, saraylar vb diğer eserlerine dair verilen bilgilerin derlenmesi işini yıllar sonra J.-P. Richter üstlendi. Bu sanat tarihçisi Ravenna mozaikleri ile Batı kilise mimarisinin menşei hakkında iki kitabın yazarı idi.
Richter'in daha önce yayımlanan Unger'in eserinin ikinci cildi olan derlemesi, Quellen zur byzantinischen Kunstgeschichte, ausgeıvâhlte Texte überdieKirc-hen, Klöster, Palâste, Staatsgebâude und andere Bauten von Konstantinopel (Viyana, 1897) (Bizans Sanat Tarihine Ait Kaynaklar, Kiliseler, Manastırlar, Saraylar, Resmi Binalar ve Diğer Yapılara Dair Seçme Metinler) adını taşır. Birinci ciltten 19 yıl sonra basılan bu cilt, yine Viyana'da ilkinden değişik bir yayınevi (Cari Graeser) tarafından LI+433 sahifelik bir kitap olarak yayımlandı.
Bu ikinci cilt içinde başta Ayasofya olmak üzere Bizans dönemi patrikhanesi, imparatorların dönemlerine göre sıralanarak şehir içi ve şehir dışındaki kilise ve manastırlar, imparatorların Büyük Saray'ı, diğer saraylar, devlet daireleri, kültür yapıları ve özel saraylara dair kaynaklardan derlenen bilgiler Almanca olarak takdim edilmiştir. İstanbul'un Bizans dönemindeki arkeolojisinin henüz yeni tanınmaya başladığı yıllarda böyle bir derlemede kusurların olmasından sakınılamazdı. Fakat kitap satışa çıktığında onun hakkında bir tanıtma ve eleştiri yazısı hazırlayan Th. Preger (Byzantinische Zeitschrift, X [1898], s. 198-201), eseri aşırı denilebilecek bir biçimde tenkit etmiştir. Preger yazısının sonunu şu cümleler ile bağlar: "Kısacası, istanbul'un sanat tarihi ve topografyası üzerinde çalışmak isteyenlere, kitap ilk ve sathi bilgiler edinmeleri hususunda bazı yardımlarda bulunabilir, fakat eksiksiz ve hatasız olduğuna hiçbir vakit güvenmemelidir".
Bu çok ağır değerlendirmeye rağmen Richter'in, Bizans kaynaklan hakkındaki bu kitabı, dikkatli kullanılmak ve aradan geçen yüzyıl içindeki yeni bilgiler de katılmak suretiyle yine de araştırıcılara hizmet verebilmektedir.
SEMAVİ EYİCE
RIDVAN PAŞA KÖŞKÜ
Kadıköy llçesi'nde, Erenköy'de Ömer Paşa Sokağı'nda no. 23'te bulunuyordu.
Köşke adını veren Rıdvan Paşa (1855-1906), Matbuat Müdürü Mehmed Nüzhet Bey'in oğludur. İstanbul'da doğmuştur. Kaymakamlık, savcılık gibi idari görevlerden sonra mabeyin başkatipliği ve dahiliye müsteşarlığı yapmıştır. II. Abdülhamid (hd 1876-1909) kendisine paşalık ve vezirlik görevleri vermiştir. Daha sonra şehremini olmuş ve 16 yıl bu görevde kalmıştır. Tepebaşı'nda kışlık ve yazlık tiyatro yaptırmış, Avrupa'dan tanınmış grupların gelmesine yardımcı olmuştur. Bir yol yapımı nedeniyle Rıdvan Paşa ile Abdülrezzak Bey'in arası açılmış, Ali Şamil Paşa'mn adamları tarafından trenden inip arabasına binerken öldürülmüştür.
Maliye memurlarından Süleyman Efen-
di'ye ait olan bu arazide iki ahşap köşk vardır. Şehremini Rıdvan Paşa burayı satın alarak meşhur köşkünü yaptırmıştır. Öldükten sonra köşkü Mabeyinci Faik Bey almıştır. Son olarak Maarif Vekâleti'nce 7.500 altına satın alınmıştır. Yatakhane olarak kullanılan bina, Topçu Reisi Hacı Hüseyin Paşa'mn köşküdür. Bu bina Maarif Vekâleti tarafından son sahibi Hatice Sul-tan'dan satın alınarak okula ilave edilmiştir. Burada II. Meşrutiyet'ten sonra bir kız numune mektebi kurulmuş ve 19l6'da Erenköy İnas Sultanisi, 1924-1925 öğretim yılında ise Erenköy Kız Lisesi(->) ismini almıştır. 22 Şubat 1945'te yanan bu ahşap köşkün yerine 1953'te okulun halen yatakhane ve pansiyon kısımlarının bulunduğu büyük kagir bina yapılmıştır.
Rıdvan Paşa Köşkü'nün iç ve dış süslemeleri, bahçedeki hamamı ve kızı için yaptırdığı kasrın güzelliği dikkat çekiciydi. Her sene 19 Ağustos'ta yapılan cülus şenliklerinde Göztepe-Feneryolu arasındaki Mabeyin Başkâtibi Tahsin Paşa Köşkü, Göztepe'deki Rıdvan Paşa Köşkü ve Suadi-ye'deki Sadi Bey Köşkü'nün gerçekleştirdiği donanmanın güzelliği ve ihtişamı göz kamaştırıcıydı.
Rıdvan Paşa Köşkü, küçük kasrı, hamamı, serası, kameriyesi ve selsebilli havuzları bulunan bir kompleksti. Rıdvan Paşa Köşkü üç katlıydı. Dış cephe at nalı şeklinde ve düz kemerler ile dikkat çekiyordu. Cepheler pilastrlar ve pencere üstlerinde çeşidi formlarda alınlıklar ile ha-reketlendirilmişti. Bunlar üçgen, dikdörtgen ve at nalı şeklindeydi. Çatısı parapet ile gizlenmişti. Büyük boy aynaları, heykelleri, tavanlarda rokoko tarzında süslemeleri bulunan bu köşkten bir yangın nedeniyle günümüze hiçbir şey gelmemiştir. Yıkık bir vaziyette ayakta durmaya çalışan kasır ise ahşap ve Batı etkisiyle yapılmış tek katlı bir binadır. Yapının dış cephesi balıksırtı tarzında, ahşap süslemeleri, ajurlu pencere üstleri, kıvrık "S" ve ters "S" formları ve çatıya geçişte ise her pencerenin üstüne gelecek şekilde dizaynlı küçük sütunçeler üzerinde üçlü kemerler ile hareketlendirilmiştir. Geniş saçaklar dizi halinde ahşap sütunlar tarafından taşınır. Duvarlardaki fresko tekniği ile yapılmış manzara resimleri (ağaçlar, dağ, deniz) oldukça harap bir durumdadır. Odaların kapıları abidevi ölçülerde vitrayla süslenmiştir.
Köşkün hamamı kagirdir. Mekânların üzerleri aydınlık fenerli tonoz ve küçük kubbeler ile örtülmüştür. Pilastrlar, sütun başlıkları, sağır nişler ve çiçek vazoları ile dış cepheye önem verilmiştir.
Merdivenle çıkılan kameriye altıgen biçimlidir. Alt katında mahzen bulunur. Dökme demirden ağaç dallan, bütün kameriyeyi çevreler. Üst örtüsü balık pulu şeklinde çinko kaplıdır. Bütün formlar barok üsluptadır. Köşkün bahçesinde selsebilli havuzlar da bulunmaktadır. Eskiden son derece bakımlı olan bahçede asırlık fıstıkçamları ve çeşitli ağaçlar yer almaktadır.
CAVİDAN GÖKSOY
RIFAÎ ÂSİTANESİ
324
325
RIFAÎLİK
Albert Aublet'nin bir tablosunda Rıfaî Asitanesi'nde ayin sırasında devsiye yapan şeyh, 1891. David B. Chalmers Koleksiyonu, Nouston/ABD
RIFAÎ ÂSİTANESİ
Üsküdar'da, înadiye'de, Tavaşi Hasan Ağa Mahallesi'nde, eski adı "Eski Menzilhane Yokuşu" olan Gündoğumu Caddesi ile eski adı "Katırcılar Yokuşu" olan Ferah Soka-ğı'nın arasında, mahalleye adını veren mescidin karşısında bulunmaktaydı.
Rıfaî tarikatının istanbul'daki merkezi (âsitanesi) olan ve bu şehirdeki gelişiminde önemli bir yeri bulunan söz konusu tekke 1145/1732-33'te kurulmuştur. Divan Edebiyatı Müzesi, CSR Arşivi'ndeki ilgili dosyada 1000/1591-92 yılı civarında ilk olarak Rıfaîliği İstanbul'a getiren Şeyh Mehmed'in Yemen'den gelerek Tavaşî Hasan Ağa Camii'nde ayin icra etmeye başladığı, bir müddet sonra bu mescidin karşısındaki arsaya küçük bir zaviye kurduğu, bu zaviyenin 1145/1732-33'te Defter-i Ha-kanî Emini Yusuf Rıza Efendi tarafından geniş kapsamlı bir âsitaneye dönüştürüldüğü kayıtlıdır. Ne var ki Y. Rıza Efendi'nin, tekkenin haziresinde halen mevcut olan kabir taşında vefat tarihi 25 Safer 12437 1827 olarak verilmekte, yanında gömülü olan aile fertlerinin de 19. yy'ın ikinci çeyreği içinde vefat etmiş oldukları gözlenmektedir. Diğer taraftan İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü'nde bulunan Esâmi-i Tekâ-yâ ve Zevâyâ Defteri'nde vakıf sahibi olarak Y. Rıza Efendi'nin adı zikredilmiştir. Bu durumda, Yemenli Şeyh Mehmed hakkında nakledilenler de doğru kabul edildiği takdirde Rıfaî Âsitanesi'nin 1145/1732-33'te, büyük bir ihtimalle, Zâkir Şükrî Efendi'nin Mecmua-i Tekâyâ'srnda. ilk postnişin olarak gösterilen, C. S. Revnakoğlu'nun 1170/1756-57'de vefat ettiğini belirttiği Şeyh Mehmed Hadidî tarafından kurulduğu, Y. Rıza Efendi (ö. 1827) tarafından 19. yy'ın ilk çeyreğinde son şekliyle yeniden yaptırıldığı söylenebilir. BOA'da bulunan bir belgede 13l6/1898'de onarım geçirdiği kaydedilen tekke Cumhuriyet döneminde terk edilmiş, bakımsızlıktan harap düşen yapı 20 Haziran 1942'de yanarak ortadan kalkmış, geriye Gündoğumu Caddesi üzerindeki pencereli hazire duvarı ile bunun gerisindeki bazı mezarlar dışında hiçbir şey kalmamıştır.
"Burhan göstermek" tabir edilen ve zikrin coşkusu ile cezbeye giren dervişlerin doğaüstü birtakım şeyleri yapmaya muktedir olduklarını kanıtlama amacı güden gösterilerin, İstanbul'daki Rıfaî tekkeleri içinde en sık ve cüretkâr biçimde burada icra edildiği bilinmektedir. Vücudun çeşitli yerlerine "topuz" tabir edilen şişleri saplamak, "gül" denilen kızgın demirleri yalayarak soğutmak, keskin kılıç üzerine yatmak, aralarında kundaktık bebeklerin de bulunabildiği hastaların şeyh efendi tarafından çiğnenmesi ("devsiye") gibi, seyredenleri hayrete düşüren bu tür gösteriler Rıfaî Âsitanesi'ne, yerli ziyaretçilerin yanısıra birçok yabancı seyyahın da akın etmesine sebep olmuştur. İstanbul ile ilgili birçok seyahatnamede (G. de Nerval, G.-A. Olivier, E. de Amicis vb), ayrıca çeşitli dergilerde Rıfaî Asitanesi'ne ilişkin izlenimler ve resimler bulunmakta,
hattâ geçen yüzyıla ait bazı rehberlerde, İstanbul'da görülmesi tavsiye edilen "curi-osite'ler arasında, Pera'daki "dönen dervişlerin tekkesinden" (Galata Mevlevîha-nesi) başka Üsküdar'daki "haykıran, uluyan dervişlerin tekkesi" de (Rıfaî Âsitanesi) yer almaktadır. Bu arada İstanbul'da çalışmış olan yabancı ressamlardan bazıları da bu tekkedeki ayinleri konu edinen tablolar yapmışlardır. Bunların en ünlüsü, Rıfaî Asitanesi'ne sıkça gittiği söylenen saray ressamı Fausto Zonaro'ya(->) (ö. 1929) aittir. Bu tabloda, saf halinde kıyam zikri yapan dervişlerin önünde, mihrap ekseninde yüzükoyun sıralanmış hastalan çiğneyen (devsiye yapan) şeyh efendi, zikre eşlik eden bir neyzen ile bir kasidehan, arka planda ise, mahfillerde ayini izleyen yerli ve yabancı "züvvâr" görülmektedir. Tablodaki ilginç ayrıntılardan birisi de Zo-naro'nun zikre katılan dervişler arasında kendisini resmetmiş olmasıdır. Oryantalizm akımına bağlı Fransız ressamlarından Albert Aublet'nin (ö. 1938), Houston'da, David B. Chalmers Koleksiyonu'nda bulunan "Ceremonie deş derviches hurleurs de Scutari" adlı, 1882 tarihli tablosunda da aynı konu işlenmiştir. Gerek bu tablolar, gerekse de dergilerde rastlanan gravürler, hiçbir fotoğrafı bulunmayan Rıfaî Âsitane-si'nde, tevhidhane mekânını betimledikleri için belge niteliği taşımaktadır. Söz konusu belgelerde mihrabın ve sağır olan mihrap duvarının topuz, teber ve sancak gibi çeşitli tarikat eşyası ile, Rıfaî tekkelerine özgü bir biçimde donatıldığı tespit edilmektedir.
Rıfaî Âsitanesi kaynaklarda, ayin gününden ötürü "Perşembe Tekkesi" olarak, ayrıca 5. ve 7. postnişinlerinin adları ile de (Şeyh Sadık Efendi Tekkesi, Şeyh Hafız Efendi Tekkesi, Hafız İbrahim Efendi Tekkesi) anılmıştır. Dahiliye Nezareti'nin R. 1301/1885-86'da hazırlattığı istatistik cetvelinde burada l erkek ile l kadının barındı-
ğı, diğer taraftan Maliye Nezareti'nin R. 1341/1922 tarihli Tammiye ve Tahsisat Defteri'nde günde 2 okka et istihkakı olduğu belirtilmektedir.
Tekkenin postuna oturan şeyhler şu kimselerdir: 1) Şeyh Mehmed Hadidî (ö. 1756). Hayatı hakkında hemen hiçbir bilgiye sahip olunmayan bu şeyhin Arap kökenli olduğu, Rıfaîliğin merkezi olan Basra'dan geldiği, bir müddet burada şeyhlik görevinde bulunduktan sonra Mısır'a giderek orada vefat ettiği bilinmektedir. 2) Şamlı Şeyh Yasin Efendi: Karamanı Şeyh Mehmed Efendi'nin oğlu ve Şeyh M. Hadi-dî'nin halifesidir. Şam'da, tespit edilemeyen bir tarihte vefat etmiştir. 3) Hocazade Şeyh Mehmed Tahir Efendi (ö. 1812): Şeyh Yasin Efendi'nin halifesidir. Sıraselviler'de Paşa Baba (Hocazade) Tekkesi'ni kurmuş, vefatında banisi olduğu bu tekkenin naziresine defnedilmiştir. 4) Şeyh Ali Rıza Efendi (ö. 1813): Hocazade Ş. M. Tahir Efendi'nin halifesidir. 5) Hocazade Şeyh M. Tahir Efendi'nin diğer halifesi Şeyh Mehmed Sadık Hilmî Efendi (ö. 1826). 6) Şeyh M. Sadık Hilmî Efendi'nin halifesi Şeyh Feyzullah Efendi (ö. 1843). 7) Şeyh Feyzullah Efendi'nin halifesi Larendeli (Karamanlı) Tatar Şeyh Hafız İbrahim Hilmî Efendi (ö. 1864). 8) Şeyh İ. Hilmî Efendi'nin oğlu ve halifesi, "Büyük Tev-fik Efendi" olarak tanınan Şeyh Hafız Ab-durahman Tevfik Efendi (ö. 1898). 9) Şeyh Ahmed Ziyaeddin Efendi (ö. 1917): Şeyh A. Tevfik Efendi'nin oğlu ve halifesidir. Medrese tahsili görmüş, ilmiye mesleğine girmiş, babası hayatta iken İstanbul dışında bazı görevler almıştır. Bu yüzden "Ziya Molla" olarak anılan Şeyh Ziyaeddin Efendi son dönem İstanbul meşâyihi içinde ilmi, irfanı, sohbetinin hoşluğu, nüktedanlığı, kibarlığı, cömertliği ve titizliği ile şöhret yapmıştı. Fıkıh ve tefsir ilimlerinde derin bilgisi olduğu, Üsküdar'daki Yeni Valide ve Kara Davud Paşa camileri ile
Aziz Mahmud Hüdaî Tekkesi'nde vaazlar verdiği, ayrıca Rıfaî Asitanesi'ne yakın ola-n Malatyalı İsmail Ağa Camii'nde imamlık görevini üstlendiği bilinmektedir. Celvetî-liğin âsitanesi olan Aziz Mahmud Hüdaî Tekkesi'nde kendisine teberrüken Celvetî tacı giydirilen Ziya Molla Bektaşîliğe de intisap etmiş, önce Merdivenköy'deki Şalı-kulu Sultan Tekkesi(-») postnişini Hacı Ahmed Baha'dan (ö. 1918), sonra Çam-lıca'daki Tahir Baba Tekkesi'nin postnişini Ali Nutkî Baha'dan icazet almış, Giritli Postacı Ali Baba ile Sa'dî tarikatından, Eyüp'teki Balçık Tekkesi(->) şeyhi Mehmed Halid Efendi'ye, Karyağdı Tekkesi(->) postnişini Arif Yaşar Baha'nın (ö. 1930) rehberliğinde Bektaşîlikten nasip vermiştir. Ziya Molla'nın yeniliğe meraklı olduğu ve çoğu zaman mensup olduğu tarikatın (Rıfaîliğin) ayin ve erkânında olmayan içtihatlar yaptığı anlaşılmaktadır. Kendisine mensup olan dervişlerin araki-yeleri üzerine, dört terk (dilim) oluşturacak şekilde siyah şerit diktirmesi ve ancak devran idaresinde caiz görülen ayak vurmayı kıyam zikri idaresinde kullanması bu meyanda kaydedilebilir. Ziya Molla'nın halifeleri arasında Abdülaziz'in mabeyincilerinden Fuad Bey, Kadıköylü Kunduracı Emin Efendi, Üsküdar'da Ahmediye Külliyesi'ndeki(~>) Rıfaî tekkesinin şeyhi, döneminin tanınmış zâkirbaşı ve musiki ustalarından Şevki Bey ve Şeyh Rızaed-din Remzi Efendi tespit edilebilmektedir. Şehremini'deki Hulvî Efendi Tekkesi ile Fmdıkzade'deki (Mollagüranî'deki) Şerbet-dar Tekkesi'nde şeyhlik yapan R. Remzi Efendi'ye, Ziya Molla'nın vefatından sonra Rıfaî Âsitanesi'nin meşihatı tevcih edilmiş ancak resmi muameleler devam ederken vefat ettiğinden bu görevi ifa edememiştir. 10) Şeyh Hasan Hüsnü (Ceyhun) Efendi (ö. 1952): Aslen Selaniklidir. Sivas'ta "Arap Şeyh" olarak tanınan Şeyh Abdullah el-Haşimî'nin halifesi Zileli Şeyh Hacı Bekir Baha'nın halifesidir. Ziya Molla'nın vefatı ve yerinin boş kalması üzerine mürşidi tarafından İstanbul'a gönderilmiş, Mec-lis-i Meşâyih kararı ile Rıfaî Âsitanesi'nin meşihatını üstlenmiştir. Gençliğinde medrese ve tekkeler müfettişliği yapan H. Hüsnü Efendi bir ara Sinop'a sürülmüş, sürgünde bulunduğu sırada Samsun'da neşredilen Aksiseda dergisinde, daha sonra da İstanbul'da çıkarılan Hikmet dergisinde ta-savvufi ve edebi konularda çeşitli makaleler yayımlamıştır. Selefi Ziya Molla gibi hoşsohbet ve nüktedan olan Hüsnü Efendi tekkelerin son döneminde en iyi mazhar çalanlardan birisi olarak, ayrıca Yunus Em-re'ye olan büyük sevgisi ile ün yapmıştır. Çeşitli vesilelerle "Eğer namazda Ku-ran'dan başka bir şey okumak caiz olsa idi Yunus Divanı'ndan beyitler okurdum" demesi İstanbul'da yakın zamanlara kadar söylenegelmiştir.
Tekkenin arsası batıda Gündoğumu Caddesi, doğuda Ferah Sokağı, diğer yönlerde komşu parsellerle kuşatılmış, tek bir ahşap yapıdan ibaret olan tekke ile Gündoğumu Caddesi arasında hazire yerleştirilmiştir. Gündoğumu Caddesi'ne açılan,
Rıfaî
Âsitanesi'nin
zemin kat
planı.
M. Baha Tanman
yan yıkık durumdaki cümle kapısının üzerinde tekkenin niteliğini ve tarikat pirinin adını belirten 1145/1732-33 tarihli mülemma bir beytin bulunduğu bilinmektedir. Cümle kapısının solunda, kesme küfeki taşı ile örülmüş olan hazire duvarında, dikdörtgen açıklıklı, mermer söveli yedi adet pencere sıralanır. Tekkenin ikinci banisi Y. Rıza Efendi'nin kabrine isabet eden ortadaki pencere diğerlerinden bir miktar daha geniş ve daha yüksek tutulmuş, ayrıca kısmen celi sülüs, kısmen celi talik hatlı bir ayet levhası ile taçlandırılmış, söz konusu levha kemerli olduğundan duvarın üzerindeki çift meyilli harpuşta da kavisli olarak tasarlanmıştır. Hazire duvarının arkasındaki ilk sırada Y. Rıza Efendi'ye ve yakınlarına ait toplam yedi adet şahide, ayrıca bol miktarda kırık taş bulunur.
En geniş yerinde 25x17 m boyutlarında olan tekke binasının kuzeyi tevhidhane ile türbeye, batısı giriş taşlığına, güneybatısı selamlığa, güneydoğu kesimi ise hareme tahsis edilmiştir. Haremin tek kaüı olan bir kısmı bu yönde kitleden dışarı taşar. Arsadaki eğime uyularak, mekânlar, batıdan doğuya doğru alçalan kademeler üzerinde inşa edilmiştir. Haremin tek katlı kanadı dışında yapı iki katlıdır. Türbenin kuzey ve batı duvarları hariç diğerleri ahşap olarak inşa edilmiştir.
Batı cephesindeki ana kapıyı izleyen taşlığın ortasındaki kuyu bileziği bu mekânın altında bir sarnıcın veya kuyunun bulunduğunu gösterir. Taşlığın batı duvarında, ana girişten başka, bahçeye açılan iki pencere, kuzey duvarında türbeye bakan iki pencere, doğu duvarında tevhidhane kapısı, güneyinde de hem kahve ocağı hem de taamhane olarak kullanılan birim bulunmaktadır. İki kat yüksekliğinde olan tevhidhane kare (9,60x9,60 m) planlıdır. Ortasında mihrabın bulunduğu güney duvarı sağırdır. İkisi doğu duvarında, beşi kuzey duvarında olmak üzere toplam yedi adet pencere mekânı aydınlatmakta, batı duvarında, tevhidhane girişinin yanında, zemini üç basamakla yükseltilmiş olan türbenin açıklığı boyunca ahşap korkuluklar sıralanmaktadır.
Ayinlere tahsis edilen alan iki katlı mahfillerle kuşatılmış, kare kesitli ahşap
dikmelerle taşman hanımlara mahsus fevkani mahfiller kafeslerle, ayinleri izleyen seyircilerin yer aldığı zemin kat mahfilleri ise korkuluklarla donatılmıştır. Tevhidhane ile bir mekân bütünlüğü içinde tasarlanmış olan türbe dikdörtgen (5,40x3,70 m) planlıdır. İki kat yüksekliğindeki bu bölümün, kagir olan batı ve kuzey duvarlarında toplam beş adet pencere dışarıya, ayrıca güney duvarında da bir pencere giriş taşlığına açılmaktadır. Türbe beş adet ahşap sandukayı barındırır.
Giriş taşlığından hareket eden bir me-divenin geçit verdiği selamlık, aynı zamanda mahfil niteliği taşıyan bir sofa ile buna açılan, şeyh odası ve meydan odası olmaları muhtemel iki birimden meydana gelir. Doğu yönünde, Ferah Sokağı'na açılan bağımsız bir girişe sahip harem kesimi oldukça girift bir plan düzeni arz e-der. Rıfaî Asitanesi'nde mutfak bölümü hareme dahil edilmiş, selamlık ve tevhidhane ile harem arasında kapılarla bağlantı kurulmuştur.
Dostları ilə paylaş: |