Dibe vurmadan kurtulamamak
Baskın Oran
Mülkiyeli abem Hıncal Uluç ilginç bir sentez.
Bir yönüyle, çarşaf gibi milliyetçi bayrak açar ve “Buyurun işte, asker çocuğu!” dedirtir; bir diğer yönüyle doğuştan muhalifliği Burhan Özfatura’nın İzmir’in içine etmesini destekleyecek boyutlara götürür.
Ama, bir başka yönüyle de, değme devrimci kafayı imrendirecek lafları eder.
Bu sonuncu boyutu, bugünkü (2 Aralık Çarşamba) Sabah’ta okuyabilirsiniz: “Neden Korkuyoruz Acaba?”
Çok özetle şunu diyor:
Uluslararası mahkeme kurulmasından korkmamak lazım. Vicdanımız mı rahatsız? Yoksa eldeki bunca kanlı delile rağmen Apo’yu suçlayamamaktan mı korkuyoruz? Kendimizi Avrupalılara anlatamıyoruz diye durmadan şikayet ediyoruz ya, al işte sana kendini anlatma fırsatı.
Asıl, bunun arkasından söylediği önemlidir:
“Bu arada; bizim de başta insan hakları, bazı kusurlarımız olduğu ortaya çıkarsa, işte fırsat. Düzeltiriz.”
* * * * *
Benim bunları yazdığım saatlerde tüm İstanbul akın akın maça gidiyor.
Yukarıdaki bir buçuk satırlık sözü söylemek ise harbi harbi “maça” istiyor.
Şimdi, böyle bir mahkeme olsa...
Örneğin, hiç ortada terör merör olmayan dönemlerde altkimliklerini makale yazarak ifade etmek isteyen Kürt kökenli vatandaşlarımızın başlarına neler geldiği...
Örneğin, Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in Diyarbakır’da kendisini dinlemeye gelen binlerce Kürt’e: “Size Kürt diyenin suratına tükürün!” dediği...
Güneydoğu’da terörle mücadeleye gönderilen kimi asker ve polislerin halka bitakım çok tatsız şeyler yaptığı...
Bütün bunlar ve buraya sığmayacak daha niceleri, ne var ne yoksa konuşulacak. Zaten, büyüklerimizin korkusu da buradan geliyor.
* * * * *
Şimdi, bu durumda düşünüyorum:
H.Uluç bu sözü niye söyledi? İki sebepten söylemiş olabilir.
Birincisi, Türkiye’nin “sütten çıkmış kaşık” olduğunu düşündüğü için.
Bu olacak iş değil, çünkü H.Uluç geri zekâlı değil.
İkincisi (ki galiba bu gerçek sebep), temel çizgisini oluşturan iyimserliği bir kere daha sergilediği için. Yani, bir “wishful thinking” (umduğuna inanma) örneği.
Çünkü Türkiye’nin geçmişteki ve bugünkü çizgisine bakarsanız, insan hakları konusunda kendini zerre kadar düzelteceğe benzer hali yoktur. Polislerin “Kahrolsun İnsan Hakları” diye slogan atarak yürüyüş yaptığı ve ceza görmediği bir ülke yahu burası!
Dışişleri Bakanlığının ısrarıyla uluslararası insan hakları sözleşmeleri imzalıyoruz, ama ortaçağı andıran iç hukukumuzu bu imzalara göre düzeltmeye hiç niyetimiz yok. Sayıları şimdiden 2205’e ulaşan (ve çığ gibi üreyen) uluslararası davalarda sadece para olarak on milyarlarca dolar tazminat ödeyeceğimizi bile bile.
* * * * *
Sakın, sakın, Mülkiyeli abem, “dibe vurarak kurtulma” teorisini dile getirmiş olmasın?
Hani, Marksist terimle “diyalektik”, Müslüman terimiyle “şerden hayr” denen şeyi?
Çünkü örnek, aramadığınız kadar bol...
Bireysel derseniz; çok sevdiğim bir kadın dostum, Sultanahmet’teki bir bankın üzerinde uyandığı ve evden çıktığından beri dört gün geçmiş olduğunu dehşetle hesapladığı sabahtan bu yanadır ki, alkol ve kokaini bıraktı; başarıyla 8 yıl oluyor...
Siyasal tarih derseniz; Yunanistan, başının belâsı Megali İdea’yı teoride 1922’de (Afyon), pratikte de 1974’te (Kıbrıs) dibe vurduktan sonra tarihe gömdü ve üstelik Albaylar Darbesi faşizminden gerçek bir demokrasiye geçti. Başarıyla 24 yıl oluyor.
Avrupa, ancak 1945’te dibe vurduktan sonra, bugünkü muazzam birliğine ulaştı. Başarıyla 53 yıl oluyor.
Osmanlı, ancak 1920’de Sèvres’le dibe vurduktan sonra daha küçük ve daha güçlü Türkiye Cumhuriyetini doğurdu; yoksa “imparatorluğa” talime devam edecekti. Başarıyla 75 yıl oluyor.
* * * * *
Apo’nun uluslararası mahkemeye (veya İtalyan adaletine) çıkarılması anında, Pandora’nın Kutusu açılacak.
İlk dökülecek, PKK’nin kirli çamaşırlarıdır.
Bunun sonucu, yoğun propaganda nedeniyle şimdiye kadar sütten çıkmış kaşık bildiği PKK’nin kanlı yüzünü Avrupa ilk defa görecektir. Orly davasında ASALA’ya olduğu gibi.
İkinci dökülecek, Türkiye’nin kirli çamaşırlarıdır.
Ama, bunları Avrupa zaten eksiksiz bilmektedir. Üstelik, abartılı olarak. Kabul etmeyen, Türkiye kamuoyudur.
O da öğrenecektir. Şok geçirir ve teşhisi nihayet kabul eder.
Teşhis, tedavi’nin yarısıdır.
* * * * *
Ama birader, Türkiye’de sistem bu kadar da mı tıkandı?
Dibe vurmaktan medet umduracak kadar mı?
Avrupa mecbur etmeden bişey yapılamayacak mı bu ülke için?
Dostları ilə paylaş: |