Sorgulanan Yöntembilim: FEYERABAND (1924-1994)
Viyana’da doğan filozof 1950’li yıllarda Londra’da Karl Popper’in öğrencisi olduktan sonra tamamen Popper’e karşıt bir kuramsal konumda düşüncelerini temellendirmiştir[1]. Hocasının eleştirel akılcılığını kabul edilemez bularak akılcılığın, bilim felsefesinden arındırılmasına yönelir. Popper, bilimsel bilginin sahip olduğumuz en iyi bilgi türü olduğunu öne sürerken Kuhn da bilimin bir rasyonellik örneği olduğunu iddia eder. Feyerabend ise hem bilimi hem de bilimsel bilginin oluşmasına katkıda bulunan başta deney gelmek üzere yöntemi reddeden bir anarşisttir. Bu bakımlardan çalışmaları, bilimsel dogmatizme karşı çıkan anarşist bir kuramdır. Feyerabend, bilimin yanı sıra bunun doğal sonucu olarak bilim kuramını da reddetmektedir. Zira bilim kuramı da bilimlerin ortay koydukları düşünsel sorunları inceleyen ve bilimlerin yöntemlerini, ilkelerini araştıran felsefe dalı olmakla yadsınmaktadır.
Bilgi kuramsal anarşizmin, hiçbir kurama bitmez tükenmez bir bağlılığı yoktur fakat esasen düşmanlığı da yoktur. Mutlak olarak karşı çıktığı tek şey evrensel ölçülerdir. Aklın tek ve bütünsel bir nitelik taşıdığına itiraz ederek görece bir bilim anlayışını savunur. İnsanlar, dünyayı kendi yapılarının elverdiği ölçüler içinde ve sahip oldukları dilin olanakları çerçevesinde algıladıklarından dolayı bütün insanların aynı şekilde algılayacakları ne kendiliğinden bir düzen ne de bağımsız ve ortak bir deney/gözlem dili yoktur. Bu bakımdan bilimsel kuramlar görelidir ve bilgi bakımından diğer kaynaklardan üstün ve ayrıcalıklı bir konuma sahip olamazlar diyerek bilimsel dogmatizme karşı durur. Bilim de tıpkı din, sanat, edebiyat, sihirbazlık gibi mümkün bilgi olanaklarından biridir, her biri bilgi edinmenin farklı yollarıdır. Birbiriyle ortak ölçülebilir değildirler. Bir noktadan sonra neyin bilimsel olduğu yahut bilim olanla olmayanın birbirinden ayırt edilmesini sağlayacak ölçütlerin neler olduğu o kadar önemli değildir. İşte ortak bir deney ve gözlem dili olmadığından hangi tür bilginin başarılı olacağının önceden bir garantisi yoktur. Bunun için de birbirine alternatif tüm bilgilerin birbirleriyle yarışmasına olanak verilmelidir.
Oysa modern toplumda bilim, bireyin eğilimlerine göre benimsenebilen veya benimsenmeyebilen bir düşünce sistemi diye değil de itiraz edilemeyecek bir şeymiş gibi düşünülür. Ayrıca bir bilginin bilimsel olması ona, insanların itaatini zorunlu kılacak bir nitelik kazandırmamaktadır. Feyerabend, modern toplumda bilime haddinden fazla itibar edilmesinin yersiz şekilde bilime yüksek statü bahşettiğini düşünmektedir. Bbilimi, modern insan üzerinde dinin özellikle de Hıristiyanlığın daha önce toplum üzerindeki nüfuzuna benzer bir güce sahip bir ideolojiye ya da dine benzetir. Hıristiyanlığın, toplum üzerindeki nüfuzunu sağlamlaştırmak için kullandığı baskı araçlarına benzer bir yöntemi kullanarak bilim de modern insanın gözündeki yüksek statüsünü devam ettirir. Bilim artık en saldırgan dinsel kurum olmuştur.
Bilime ve bilimsel standartlara karşı çıkan Fayerand’ın önemli bir diğer gerekçesi, bilimin bilim için yapıldığı ve toplumun aydınlanmasına hizmet etmediğidir. Toplum yararına olması gereken bilim, devlet egemenliğinden kurtarılıp, demokratikleştirilmelidir ve demokratik bir bilim anlayışı, insanlığa hizmet edecektir. Bu demokratikleştirmenin diğer ayağı olarak vatandaşlar, bilim adamlarının egemenliğinden de kurtarılmalıdır. Hatta daha ileriye giden Feyerabend, bilim adamlarının yürüttüğü araştırma sonuçlarının halkın yaşamı üzerinde etkide bulunduğu durumlarda halkın bu kararlara katılmasını, demokratik haklar arasında saymaktadır.
Toplumun, bilimin hegemonyasından kurtarılmasının yanında bilimin de yöntembilimcilerin öngördüğü kuralların hegemonyasından kurtarılması lazımdır. Keskin bir anarşist sıfatıyla Feyereband, yöntemin hükümranlığının tek amacının, akademik otoritelerin entelektüel konforunu ve iktidarını sağlama almak olduğunu düşünmektedir. Diğer taraftan yöntemden kurtulma bilimin ve en azından bazı bilim insanlarının da özgürleşmesiyle sonuçlanacaktır. Bilimin modern toplumda kurumlaşması, bilim adamı olmayı amaç edinen bir kimsenin, bilimin standartlarını kurumlaşmış eğitim ve öğretim yoluyla öğrenmesini gerektiren bir şeydir. Bu standartlardan sapan birisi cemaatten ihraç edilir ve görüşleri bilimdışı olmakla yaftalanır. Feyerabend’in kastettiği bu kurumlaşmadır. Bilimin değişmez, genel geçer kurallarla işlediği düşüncesi zararlıdır. Genel geçer kuralları güçlendirme çabası, bilim insanının mesleki niteliklerini, insanlığını tehlikeye atma pahasına arttırmasına bağlıdır. Bilim insanlarının, genel geçer kuralları güçlendirmekten vazgeçmesi onları özgürleştirecektir.
Özgür Bir Toplumda Bilim adlı eserinde yöntem karşıtlığını Feyerabend’ın, Copernicus ve Galileo analizleri üzerine temellendirerek, birbirine bağlı iki saptamada bulunmaktadır. Bir taraftan her yöntembilimin kuralları, en aydın bilim insanları dahil bilinçli olarak ihlal edilmiştir, diğer taraftan zaten bu kuralların ihlali de gereklidir zira söz konusu ihlal, bilimlerdeki ilerlemenin olmazsa olmaz koşuludur. O halde geçerli tek yöntembilimsel kural, “ne olsa gider, işe yarar (anything goes) şeklinde vecizleştirilebilir. Bundan sonra ise Feyereband, mevcut yöntembilimlerin kullandıkları kavramların tarihsel süreçte anlamlarının değiştiğini, bu değişimin de dil oyunlarına ve egemen yaşam biçimlerine bağlı bulunduğunu gösterir. Galileocu devrim örneğinde fenomenleri gözlemleyerek değil gözlem sözcüğünün anlamını değiştirerek ve böylece bu kelimenin anlamını yeni bir dil oyununa dahil etmek suretiyle hareket etmiştir. Nitekim bu hareket neticesinde yeni tavrı, eskisine dayatmış olmaktadır.
Bilimsel olan ile olmayan arasında bir ayrıma gidilemeyeceği gibi doğruya yakınlık açısından hiçbir hiyerarşik ölçüt olamaz. Her şey ama her şey bilimi geliştirebilir; önemli olan kuramları azaltmak değil tam tersine onları çoğaltmaktır. Bilim karşı-tümevarımla ilerler. Karşı-tümevarımı, bir kuramı çürütecek gözlem ancak bu kuram ile uyuşmayan başka bir kuram aracılığıyla ortaya konabilir şeklinde açıklamaktadır. Bu ilke yalnızca alternatiflerin icat edilmesini önermekle kalmaz, çürütülen teorilerin dahi tasfiye edilmesini önleyici bir işlev de görür. Çürütülen teori gündemde kaldığı müddetçe rakip teorinin içeriğine katkıda bulunacaktır. Ne teorilerin birbirinin yerini almaları ile ilgili ne de bir teorinin doğruluğunu garantileyen ölçülere sahip olmadığımız için her türlü bilgiye yarışma şansı vermek en güvenilir yoldur. Feyerabend buna çoğalma ilkesi demektedir.
Sonuç olarak Fayerabend’e göre, bilim adamları diktatoryası ile siyaset yahut dini otoritelerin diktatoryası arasında bir nitelik farkı yoktur. Bilimin doğasında onu kurtarıcı yapan hiçbir şey olmadığına göre insanların onayını almak şartıyla her şey gider en iyi ilkedir.
3. DOĞRU BİLGİNİN KAYNAKLARI
a. Deneycilik/Empirizm
Deneycilik, tüm bilgilerimizin kaynağını gözlem/deneye ve sınırlarını da duyu verilerine indirger. Empiristler, bilginin kaynağını genellikle beş duyumuzun sağladığı yaşantılara dayandırırlar. Bir empiristi bir şeyin var olduğuna ikna etmeye çalışsak şöyle kendisi bize şöyle derdi: “Göster bana!”. Deneycilere göre herhangi bir şeyin varoluşu yahut var olmayışı hakkındaki bir önermenin anlam taşıması için herkes tarafından doğrulanabilir olma ölçütünü karşılamalıdır. Deneyciliğin bir başka özelliği, düzenlilik ilkesine bağlılığıdır. Doğal dünya düzenlidir. Olayların geçmişteki oluş tarzı ya da şimdiki benzer şeylerin hareketlerindeki bir örneklilikten hareketle nesnelerin gelecekteki olası davranışlarıyla ilgili öndeyilerde bulunmamız meşrulaşır. Empirist, düzenliliğe başvurmanın yanı sıra benzerlik ilkesinden de yararlanır. Benzerlik, insanın farklı nesne ve algıların benzer yanlarını soyutlayabilme yeteneğini gerektirir.
Deney dışında bilginin olmadığını ileri süren bu görüş, metafiziğe karşı çıktığı için önsel bilgileri de reddeder. Deneycilerin başında gelenlerden John Locke’un savı şudur: İnsan zihni doğuştan boş bir levhadır (tabular asa). İnsan doğduğunda bilgi yüklü olarak değil de boş fakat yazılmaya olanaklı bir anlama yetisiyle donatılmıştır. Bu boş levha, deneylerimizden gelen basit izlenim ve bu izlenimlerin oluşturduğu idelerle yavaş yavaş dolmaya başlar. Tüm bilgilerin deneyden gelmesi, bilginin deneyden sonra yani a posteriori kazanıldığına işaret etmektedir. Çağdaş köktenci deneyciler ise Locke’u anlaşılması daha kolay şu sözcüklerle yeniden dile getirebilirler: Bilgi, içinde dış nesnelerin bir ya da daha fazla duyu organını uyardığı ve beyin denen fiziksel organda maddi ya da elektriksel bir değişikliğe yol açtığı karmaşık bir nöro-kimyasal sürecin ürünüdür.
Deneyciler analitik bilgi yerine sentetik bilginin önemi üzerinde durarak bu bilgilerin de deney sonrası çıktığını ifade ederler. Eğer tüm bilgilerimiz deneyden geliyorsa aklın ilkeleri olarak bilinen özdeşlik, çelişmezlik, üçüncü halin olanaksızlığı ilkesi de deneylerimiz sonucu öğrendiğimiz bilgilerden bir şey olamaz. Çünkü doğuştan gelen hiçbir bilgi zihinde yoktur.
b. Akılcılık/ Rasyonalizm
Akılcılık, somut olgulara, gözlem ve deneylere dayanmak yerine aklıda önceden var olan bazı ilke ve bilgilerin yardımı ile bilebileceğimizi söyleyen öğretidir. Deneylerin temelinde yatan duyu verilerinin güvenilirliğini tartışmaya açan akılcı yaklaşım, duyuların bazen yanıltıcı olabileceğini ortaya koymuştur. Duyu ve deney bilgisine kuşkucu yaklaşmaları, akılcıların sağlam ve değişmez, kesin bilginin peşinde koşmalarındandır. Onlara göre duyular, kesin, doğru ve evrensel bilginin kaynağı olamaz çünkü duyular, değişen şeylerin bilgisidir. Tüm nesneler hareket içindedir ve hareket yani değişim, bize değişmez ve kalıcı bilgiyi sağlamaz. Bilgi, genel-geçer, her yerde ve durumda aynı olmalıdır.
A priori bilgiyi kabul ederek deneycilerin aksine insan zihninin doğuştan boş olmadığını öne sürerler. İnsanlar doğdukları anda önceden bazı bilgilerle donatılmışlardır ve zamanla bunları anımsarlar. Sistemlerini üzerine kurdukları temel aksiyomlar (belitler), insan zihni için açık seçik ve kesin olduğu öne sürülen idelerden türetilir. İnsan zihni bu ideaları bilme gücüne sahip olmakla birlikte onları yaratmadığı gibi deneyim yoluyla da öğrenmez. Bu idealar (fikirler) bir biçimde insan zihni tarafından içerilir. Rasyonalizm klasik anlatımını Platon’da bulur. Platon’a (8) göre bir kimse, bir önermenin daha önce doğru olduğunu bilmezse, öğrendiği zaman da onun doğru olup olmadığını söyleyemez. Bir diğer deyişle, insanlar hiçbir şey öğrenemezler sadece zaten bildikleri şeyleri anımsarlar. Tüm temel ve evrensel ilkeler, insanların zihinlerinde önceden vardır. Geometri, akılcıların gözde örneklerinden biridir. Geometrinin örneğin; “iki nokta arasındaki en kısa mesafe doğrudur”, türünden temel aksiyomları, insanların tam olarak bildikleri açık seçik idealardır.
Böylece de doğuştan getirdiğimiz bilgileri kabul eden akılcılar, bilgilerimizin sınırlarını deneycilerden daha geniş tutmaktadır. Zira bilgimizin sınırlarının deney ötesine geçebileceğini söyleyerek metafizik bilgiyi olanaklı hale getirirler.
Akılcılar yöntem olarak bilimde tümdengelimi kullanırlar(9).
c. Bilginin Kaynağı Hem Akıl Hem Deneydir
Bilginin kaynağını daha doğrusu bilginin elde edilmesindeki önceliği radikal biçimde deney yahut akılda görenlere karşı olarak her iki kaynağı da bilginin temeline koyan uzlaştırmacı görüştür. Bu görüşe göre bilgi için hem deney hem de akıl gereklidir. Yalnızca biri olması, bilginin oluşması için yeterli değildir. Bu görüşün en iyi temsilcisi Kant’tır.
4. BİLGİYE ULAŞMANIN MANTIKTA BAŞLICA YÖNTEMLERİ
Bilgiye ulaşmada tümdengelim ve tümevarım yöntemlerini incelemeye geçmeden önce tarihi bağlamları içinde kısaca değerlendirmek daha isabetli olacaktır. Tümevarımcılığın tarihi 1600lü yıllara kadar geri gider. Kilise otoritesine ve Aristocu tümdengelim mantığına başkaldıran Francis Bacon, bilgi edinmede gözlem ve deneyin önemli olduğunu savunarak tümevarımın temellerini atmıştır. Düşünce tarihinde akılcılık- deneycilik ya da tümdengelim/tümevarım arasındaki çatışma yalnızca epistemolojik (bilgi kuramsal) farktan kaynaklanmaz. Bu iki yaklaşımın, geniş toplumsal ve siyasal arka planı olup batı düşünce tarihinde akılcılık, kutsal kitapların açıklanmasında deneycilik de kiliseye ve onun dünya tasavvuruna karşı yürütülen mücadelenin bilgisel zeminini kurmada önemli işlevler yüklenmiştir. Ortaçağda temel bilgi üretim ve aktarım kurumu kiliseydi ve bu süreçte yer alan kişilerin en temel işi de iyi bir Hıristiyan toplumu ortaya çıkarmaktı. Bilgi üretim sürecinde kilise otoritesi azalmaya başlayıp, öte dünya merkezli Hıristiyan öğretisi yerine bu dünyayı esas alan aydınlanma felsefesi geçince, dini ilkelere göre belirlenen normatif (olması gerekene ilişkin) bilgi, değerini kaybetmeye başlamıştır. Esas olarak nasslardan sonuç çıkarma olan tümdengelim yerini tümevarıma bırakmıştır. Tümdengelim, öte dünya merkezli ve bu dünyayı aşan ilke ve değerler doğrultusunda dönüştürmeyi amaçlayan; tümevarım ise bu dünyada olanların epistemolojik düzeydeki izdüşümüdür (10).
a.TÜMEVARIM
Boşluğa bıraktığım 1.cisim düştü.
Boşluğa bıraktığım 2.cisim düştü.
Boşluğa bıraktığım 3. cisim düştü.
Boşluğa bıraktığım n. Cisim düştü.
------------------------------------------------
O halde boşluğa bırakılan bütün cisimler düşer.
Tümevarım, bir varım yöntemidir.
Naif tümevarımcılığa göre bilim deney/gözlem ile başlar. Sağlıklı duyu organlarına sahip olan gözlemci, gözlemekte bulunduğu durum hakkında görebildiği, duyabildiği vb.şeyleri önyargısız bir şekilde kaydetmelidir.
Sınırlı sayıda bir dizi gözlem önermesinden evrensel bir yasayı genelleme meşrudur. Tümevarımcının bu tür genellemeleri meşru sayması için şu koşulların karşılanmış olması gerekir:
a. Bu genellemeye temel oluşturan gözlem önermelerinin sayısı çok olmalıdır.
b. Gözlem ve deneyler çok değişik şartlar altında tekrarlanmalıdır.
c. Hiçbir kabul edilmiş gözlem önermesi, onlardan elde edilen yasayla çelişmemelidir.
Metal bir çubuğun genleşmesiyle ilgili tek bir gözlem temeli üzerine tüm metallerin ısıtıldıkları zaman genleştikleri sonucuna varmak, sarhoş bir Alman ile ilgili tek bir gözlem temeli üzerinde bütün Almanların ayyaş oldukları sonucuna varmaktan daha doğru değildir. “Bütün metaller ısıtıldıklarında genleşir” önermesi sadece genleşmeyle ilgili gözlemler çok değişik koşullar altında yapımlı bir deney/gözlemler serisine dayanıyorsa meşru bir genelleme olabilir. Farklı metal türleri ısıtılmış olmalıdır. Uzun demir çubuklar, kısa demir çubuklar, gümüş çubuklar, bakır çubuklar vb., yüksek basınç altında, alçak basınç altında,yüksek ısılarda, düşük ısılarda vb. ısıtılmış olmalıdır. Şayet bütün durum ve koşullar altında ısıtılan metaller genleşiyorsa ancak ve ancak o zaman elde edilen gözlem/deney önermeleri listesinden, yasayı genellemek meşru olur. Ayrıca örneğin belirli bir metal örneğinin ısıtıldığında genleşmediği gözlemlenmişse, bu durumda evrensel genelleme meşruiyet kazanamaz.
İşte tikelden tümele yani tek tek deney/gözlemlerden hareketle genel yasalara varan akıl yürütme türüne tümevarımlı akıl yürütme, sürece de tümevarım denmektedir.
b. TÜMDENGELİM
Bilimin önemli özelliklerinden biri de açıklama ve tahminde bulunma yeteneğidir. Bilim adamı bir kez evrensel yasa ve teorilere sahip oldu mu bu yasa ve teorilerden çeşitli sonuçlar çıkarması mümkün demektir. Örneğin “metaller ısıtıldıklarında genleşirler” olgusu dikkate alındığında kesintisiz inşa edilmiş uzayıp giden demiryolu raylarının güneş sıcağı altında eğrilip büğrüleceği olgusunu çıkarmak mümkündür. Bu akıl yürütme tarzına tümdengelimli akıl yürütme denir.
Tümdengelim, Bir Çıkarımdır.
Öncüllerin doğru kabul edilmesi halinde sonucun, bu öncüllerden zorunlu olarak doğru çıktığı yani aslında mantıkta geçerli olabilen tek akıl yürütme yöntemi dedüksiyondur.
Geçerli bir tümdengelime dayalı akıl yürütmede, sonuç önermesi, öncüllerin içinde zaten saklı ve örtük olarak vardır. Sonuç, öncülleri içerik yönünden ne aşmakta ne de ona yeni bir şey ilave etmektedir. Bu nedenle öncüller doğru ise sonucun yanlış olması olanaksızdır. Dedüksiyonun öncüllere bir şey katmaması nedeniyledir ki başarısızlık tehlikesi olmaksızın daima uygulanabilir.
Bütün A’lar B’dir
X, bir A’dır.
-------------------------------------
O halde X, bir B’dir.
Bütün insanlar ölümlüdür.
Sokrat bir insandır.
--------------------------------------------------------
O halde Sokrat bir ölümlüdür.
Sonuç, Öncülleri İçerik Yönünden Ne Aşmakta Ne De Ona Yeni Bir Şey İlave Etmektedir.
Anlaşılacağı üzere Sokrat’ın ölümlü olduğunu belirten sonuç önermesi zaten “bütün insanlar ölümlüdür” öncül önermesinde örtük ve saklı olarak vardır.
Örnek2: Felsefeyle ilgili birçok kitap pahalıdır.
Bu kitap felsefeyle ilgili bir kitaptır.
O halde bu kitap pahalıdır.
Bu örnekte ise bir ve ikiden zorunlu olarak üçüncü çıkmaz. Birinci ve ikinci öncülün doğru fakat sonuç önermesi olan üçüncünün yanlış olması mümkündür. Söz konusu kitap, felsefeyle ilgili pahalı olmayan kitaplar azınlığı içindeki kitaplardan biri çıkabilir. (11)
Ancak öncüllerin doğruluğunun saptanması, mantıksal bir sorun değildir. Mantık yalnızca öncülleri doğru saymakla işe başlar. Mantığı ilgilendiren, öncül halindeki önermelerin doğru kabul edilmeleri halinde sonucun, bu öncüllerden zorunlu olarak çıkıp çıkmayacağıdır. Önermelerin içerik yönünden doğruluk ve yanlışlığı ile mantık ilgilenmez. Mantıkta geçerli bir akıl yürütme, önermelerin içerik bakımından doğruluk ve yanlışlıklarına değil akıl yürütmenin formuna ait bir özelliktir. İçerik açısından yanlış öncüllerle, geçerli bir tümdengelim akıl yürütmesi mümkündür
Bütün insanlar kuştur.
Ahmet insandır.
-----------------------------------
O halde Ahmet kuştur.
Tümdengelim, bize yeni bilgi vermeyip eldeki bilgiyi tekrarladığı yönünden eleştirilmiştir. O, bilgilerimizi arttırmaktan çok bilgilerimizi çözümleyici, bilgiyi açığa çıkarıcı, sistemleştirici ve denetleyici bir akıl yürütme türüdür. Tümdengelimin asıl önemi ve işlevi, bilgilerimizi sistemli bir şekilde düzenlemeye elveren kanıtlayıcı özelliğindedir.
Tümdengelim, Yeni Bilgi Vermez Ancak Bilgileri Düzenler Ve Denetler.
Tümdengelimcilerin eleştirildikleri iki ana nokta daha vardır. Bu noktalar;
-
Bir çıkarım veya ispat yolu olan tümdengelimin bir bilgi üretme yolu olarak görülmesi,
-
Aksiyom veya postula denilen ilk önermelerin doğruluğunun apaçık ya da yadsınamaz birer mutlaklık olarak kabul edilmesi ve bunlara ulaşmanın tek yolu olarak da akıl yahut sezginin gösterilmesidir.(12)
c. TÜMEVARIM PROBLEMİ
Yaptığı tüm deneylerde arı suyun 100 °C’ de kaynadığını saptayan bir fizikçi, kendisinden önce yapılmış deneyleri de hesaba katarak “arı su 100 °C’ de kaynar” gibi bir sonuca varır. Oysa mantıksal açıdan bakıldığında varılan sonuç zorunlu değildir.
Varılan sonuç, öncüllerle sınırlı kalmamakta, öncülleri aşan, onların dışına çıkan bir bilgiye bizi götürmektedir. Varılan sonuç, gözlem ve deneyle saptanmış olanı aşmaktadır. “Boşluğa bırakılan bütün cisimler düşer” sonucunun zorunlu olabilmesi için boşluğa bırakılan tüm cisimlerin her zaman (geçmiş, şimdi ve gelecek) ve her yerde (uzamın her bölgesinde) düştüklerinin fiilen gözlemlenmiş olması gerekir. Bu zaman açısından olanaksız olduğu gibi (geleceğe ilişkin deneylerimiz olmaz), uzam açısından da olanaksızdır.
Tümevarımda, Sonuç Önermesi Daima Öncülleri Aşar.
Şimdiye kadar gördüğüm kuğular, tüm kuğuların ancak bir bölümünü oluşturmakta. Gördüğüm kuğularda gözlemlediğim beyaz olma özelliğini, tüm kuğulara genellediğimizde artık öncüller aşılmakta yeni bir sonuca gitmekteyiz. Sonuç, öncüllerde yer alan gözlemlere dayalı fakat kapsamı yönünden bunları aşan bir genelleme niteliğindedir. Bir diğer deyişle sonuç, evrenin tümünü kapsamakta halbuki öncüller bu evrenin yalnızca bir parçasından söz etmektedir. Öncüllerdeki gözlem sayımızı ne denli arttırırsak arttıralım, sonucun doğruluk olasılığı artar fakat bu doğruluk hiçbir zaman kesinlik kazanmaz. Mevcut kuğuların tümünü gözlemleme güçlüğü bir yana geçmişteki ve gelecekteki kuğuların hepsini gözlemleme olanaksızlığından kurtulamayız.
Öncüllerin Tümü Doğru Olsa Bile Sonucun Doğru Olduğu Kesin Olarak Söylenemez.
Burada deney ve gözlem yoluyla varılan sonucun bundan sonra da her gözlem ve deneyde gerçekleşeceği, bunun böyle olacağı umulabilir, beklenebilir ve bu konuda bizde bir inanç oluşabilir. Ama tüm bunlar bir zorunluluk olarak ifade edilmez ve ileri sürülemez. Burada sonuç, gözlem ve deneyi aşan bir genelleme niteliğindedir. Varıla sonuç önermesi mantıksal zorunluluğu değil olasılığı ifade etmektedir.
Doğa Bilimlerinde Kullanılan Tümevarım, Eksik Tümevarımdır.(13)
Popper, Yanlış ve Yanlışlamacılık
Popper’in başlangıçta tümevarım sorununu çözmek için yaptığı girişim, bu sorunu çözmekten öte tartışmanın zeminini genişleterek bilim felsefesini zenginleştirmiştir. Popper da[14] öncelikle bilim ile bilim olmayan arasında bir ayrımın nasıl yapılabileceği ile ilgilenmektedir. Mantıksal pozitivistler bunun ölçütünü doğrulanabilirlik olarak belirlemişlerdi. Doğrulama işleminin özünde yatan şey; ileri sürülen bir iddia (hipotez) ya da teorinin bilimsel bir temelde bulunup bulunmadığını saptamak için, onun olgusal ve deneysel verilerle doğrulanabilir olup olmadığına bakmak gerektiğidir. İşte Karl Popper, klasik bilim görüşünün yanlışlığını savunur ve bu pozitivist, ilerlemeci ve birikimci bilim anlayışını, eleştirir. Popper;
-
Teoriden bağımsız gözlem olamayacağını; tikel bilgilerin genellemesiyle tümel bilgi elde etmenin mantıksal bir kesinlik taşımadığını,
-
Bilimselliğin ölçütünün genel kanının aksine doğrulanabilirlik değil yanlışlanabilirlik olduğunu,
-
Yine yaygın kanaatin tersine bilimsel bilginin, doğruların biriktirilmesiyle değil yanlışların ayıklanmasıyla ilerlediğini öne sürmüştür.
Yanlışlanabilirliğin anlaşılmasındaki kilit kavram, sınanabilirliktir. Buna göre sınanamayan bir önerme bilimsel olamaz. Zira sınanamayan bir önermenin ne zaman yanlışlanmış olacağı bilinemez. Bu bakımdan metodolojik açıdan önermenin doğru veya yanlış olması önemli değildir. Önemli olan önermenin mantıksal yapısının, onun sınanmasına olanak tanıması, hangi gözlem veya sınama sonucunda yanlışlanmış olacağını açıkça ifade eden önermeler içermesidir.
Bazen de önermenin içeriğinin sınanması mümkünse de mantıksal kurgu açısından yanlışlanamayan bir yapısı olabilir. Örneğin “Yarın hava ya sıcak ya da soğuk olacak” biçimindeki bir önermeyi ele alalım. Bu önerme hava hem sıcak hem de soğuk olduğunda doğru olacaktır. O halde bu önermenin bilgi içeriği bulunmamaktadır. Yarınki hava durumuyla ilgili olabilecek bütün ihtimalleri kapsadığı için yanlışlanamaz bir önermedir ve bu yüzden de bilim değildir.
Yanlışlamacılık, esasen yararlı bilimsel hipotezlerle sözde bilimsel hipotezleri ayırt etmeyi sağlamak amacıyla geliştirilmiştir. Bu bağlamda Popper, Marks ve Freud’un teorilerinin belirli somut olguların kuramlarına nasıl uygun düştüğünü kolayca göstermelerine karşın hangi koşulların ortaya çıkması durumunda kuramlarını savunmaktan vazgeçeceklerini hiçbir zaman belirtmiyorlardı. Bir örnek vermek istersek; Adlerci psikolojinin temel ilkesi, insan eylemlerini aşağılık duygusunun motive ettiğidir. Nehre düşmüş ve boğulmakta olan bir çocuğu gören bir adamın muhtemel iki tavrını bu kurama göre analiz edelim. Şayet adam çocuğu kurtarmak için nehre atlıyorsa Adlerci psikanalist bu davranışı, adamın tehlikeye rağmen suya atlamaya cesaretli olduğunu ispatlayarak aşağılık duygusunu yenmeyi amaçladığına yoracaktır. Eğer adam nehre atlamazsa bu defa da adam çocuk boğulurken bile kıyıda kalma soğukkanlılığına sahip olduğunu ispat ederek aşağılık duygusunu örttüğünü söyleyecektir. Adlerci psikolji, her tür insan davranışına uygundur ve bu yüzden insan davranışı hakkında bize hiçbir şey söylememektedir. Benzer bir diğer örnek olarak da Freud’un psikanalizini verebiliriz…… Psikanalist, hastanın gördüğü düşün, gerçekte hastanın çocukluğundan kalma ve çözüme kavuşturulmamış bir cinsel çatışmayla ilgili olduğu iddiasında bulunduğunda, bu iddiayı yanlışlaması mümkün hiçbir gözlem bulunmamaktadır. Bu bakımdan bilimsel olduğu düşünülen bazı hipotezler, yakından incelendiğinde test edilemez olduğu ortaya çıkar. Test edilemez teorilerden uzak durulma nedeni, bunların, bilimin ilerlemesine engel olmasıdır. Çürütme olanağı yoksa o zaman bunları daha iyi bir teoriyle değiştirmenin yolu da yoktur.
Dostları ilə paylaş: |