Osman Yüksel Serdengeçti, "Özgürlük verme bahanesiyle; kadınları kafes arkasından çıkaranlar, şimdi onları sokakta kafesliyor" demişti.
Fakat, kadınlar bunun farkında değiller. Hatta bu istismarları, haklara, özgürlüklere kavuşma şeklinde algılıyorlar. Kadın bir kesimde değil hemen hemen her kesimde sömürülüyor; ticarette, reklamda, siyasette, köşe dönmede...
Bir gazetede çıkan şu haber bunu açıkça ortaya koymaktadır. Haber kısa ama başlığı da dahil sonuna kadar istismar, yönlendirme, aldatma, kandırma üzerine bina edilmiş. Tam bir İngiliz siyasetiyle hazırlanmış. “İş yerinde flört faydalı çıktı” başlıklı haber şöyle:
“İngiltere’de çalışan 5 bin kadın arasında yapılan bir anket, çalışan kadınların iş yerinde flört etmeyi sağlıklı ve faydalı bulduğunu ortaya koydu. Ankete göre İngiliz kadınları, iş yerinde flört etmenin kendilerine güven kazandırdığına inanıyor ve çalışan her 10 kadından biri de, partner olarak ‘patronu’ seçiyor. Çalışan kadınların iş yerinden biriyle beraber olma oranları ise yüzde 28’e kadar çıkıyor. Ayrıca patronuyla beraber olan yüzde 10’luk bölümün yüzde 11’i evlenmeyi başarırken, yüzde 12’si de en azından ‘terfi etmeyi’ garantiliyor.”
Yönlendirmeli haber
Haberi gördünüz, başından sonuna kadar istismar ve yönlendirme demekle haksız mıyım? Haberi tahlil edecek olursak; önce “İş yerinde flört faydalı çıktı” şeklinde verilerek daha baştan bu gayri meşru beraberlik cazip hale sokuluyor.
İkincisi, anket tarafsız bir şekilde ilmi incelemelere dayandırılmadan, olayın içinde olan yani taraf olan kimselerle yapılıyor. Hırsıza, dolandırıcıya niçin bu işi yaptınız diye sorduğunuzda, kendini haklı çıkarmak için bir kılıf, bir bahane bulacak herhalde. Dolandırılan kimseye, hırsızlığın topluma verdiği zararları inceleyen ilim adamlarına sormadan hırsızın ifadesiyle yola çıkıldığında sağlıklı netice almak mümkün mü?
Üçüncüsü, % 28 gibi büyük bir oranla bu iş yapıldığına göre, siz de yapabilirsiniz mesajı verilerek ahlaksızlık meşrulaştırılıyor.
Dördüncüsü, bununla da kalınmıyor, teşvik ediliyor, cazip hale getiriliyor. Flört neticesinde patronla evlenmek suretiyle servete, rahatlığa kavuşursunuz, bu olmazsa bile en azından, terfi edersiniz, şef olursunuz, müdür olursunuz mesajı veriliyor. Bu bir sömürü değil midir? Kadının cinsiyetini istismar değil midir? Bu arada, evli iseler patronun ve flörtçü kadının yuvasının yıkılacağından, çocukların perişan olacaklarından, genç kızların sokağa düşüp orta malı haline geleceğinden, fuhuşun yaygınlaşacağından niçin bahsedilmiyor? Çünkü, bahsederlerse kadını nasıl tuzaklarına düşürecekler? Bütün bunlar, insanları ahlaksızlığı, fuhuşu teşvik değil midir?
Halbuki, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 1979'da kabul edilmiş, Devlet olarak bizim de imzaladığımız, 165 devlet tarafından da imzalanmış, kadınların korunması ile ilgili sözleşmenin 6. maddesine göre, kadının satışı, istismarı yasaktır.
Buna rağmen, sanki istismar yasaklanmayıp emredilmişcesine bütün dünyada kadınlar çok hızlı bir şekilde istismar edilmekte, adeta köleleştirilmektedir.
Kendilerini ilerici sayan, kadın hakları konusunda lâfa gelince mangalda kül bırakmayan bazı aydınlarımız, yazarlarımız, feminist kadın derneklerimiz nedense bu işlerle ilgilenmemektedirler. Çünkü bunlar kadını korumak için değil istismara destek olmaları için vardırlar. Kadının istismarı ile uğraşırlarsa faaliyet alanlarının dışına çıkmış olurlar.
Maksat kadını sokağa çekmek
Bakınız, araştırmacı-yazar Sayın Aytunç Altındal feminist hareketi kimlerin yönlendirdiğini nasıl anlatıyor: Feminist hareketler Masonluğun etkisi altındadır. Son 50 yıldaki feminist hareketlere baktığımızda bunların arasında ilaç ve kozmetik üreticileri olduğunu görüyoruz. ‘Kadına bir şey satabilmemiz için onu sokağa ve inançsız bir alana çekmemiz lazım’, diyorlar. Onun için birçok paneller düzenliyorlar. Önde kadın var, arkada ise görünmeyen bir sponsor. Ya da çok agresif bir kadını köşe yazarı yaptırıyorlar. Bu yeni değerleri savunması için.”(Sabah,10.8.2005)
Kadının istismarından herkes memnun. Çünkü; patronlar kadının cinselliğinden istifade ediyorlar, ucuz işçiliğinden istifade ediyorlar. Bedeni ön plana çıkartılarak fazla mal da satıyorlar ;bunun için kadının çalışmasından patronlar çok memnun. Ahlaksızlık, fuhuş yayıldığı için de egemen masonik çevreler, islam düşmanları da memnun... Bu kadar “memnuniyet” birliğinden kadının kurtulması çok zor. Allah yardımcıları olsun! Akıllarını başlarına toplayıp çevrilen dolapları anlamak nasip etsin!
“KADININ HAL- İ PÜR MEALİ”
(Kadının perişan hali)
1850’li yıllara kadar, bütün dünyada ailenin yapısı hemen hemen aynıydı. Erkek evin geçimi sağlar, kadın da ev işleri ile, çocuklarının eğitimi ve yetişmesiyle uğraşırdı. Sanayi devrimi ile beraber evin geçimine kadın da dahil edildi. Bu, görünüşte kadına bir iyilik olarak sunuldu. Fakat patronların gizli niyeti başkaydı. Bu da, kadını ucuz işçi olarak gördüklerinden, kadını istismar ederek zenginliklerine zenginlik katmaktı. Bu maksatla, “Kadınlara özgürlük”, “Ekonomik bağımsızlık” gibi cazip sloganlar ile zaten çok yorucu olan ev işlerine ilaveten kadına bir de geçim yükü yüklendi. Gücünün çok üzerinde yük yüklendiği için de kadının vücut kimyası bozuldu. Günümüz kadının bu halini, “Kadının Hal-i Pür Meali” (Kadının perişan hali) yazısı ile “Bazaar” moda dergisinde Candan Turhan hanım çok güzel dile getirmiş:
Gidişat gidiş değil!
“Ne olacak bu halimiz? Bir türlü olamadık, olduramadık, dolduramadık; olunması gereken halleri halledemedik. Boşa koyduk dolmadı, doluya koyduk almadı. Bizden önce, kadınların sorunu hiçbir şey olamamaktı; bizimki her şey olabilmek. Yaş geliyor kemale, biz hala kendimizi oradan buraya atıp, çırpınıp çabalayıp duruyoruz; böyle de olacağız, böyle de yapacağız diye diye perişan oluyoruz. Bu halimiz hal değil; gidişat gidiş değil!
Daha genç kızlardık; ilk seçeneğimiz annelerimiz gibi olmamak ya da annelerimizden farkı olmaktı. Hedef, annelerimizin tam tersi olmaktı: "Özgür kız" olacaktık. Okuyacak, çalışacak, gezip tozacak, günümüzü gün edecektik. Olunması gereken buydu. Evle, evlilikle, annelikle ilgili her şeyden uzak duracaktık. Bunun için, kendimizi eğitime verdik. Okuduk, öğrendik, doymadık, gidebileceğimiz kadar yükseldik.
Sonra çalışmaya giriştik. Bizden önceki neslin yapmadıklarını, yapamadıklarını yapmaya soyunduk. İşte yükseldik, kendimizle gurur duyduk. Ama bu durum da çabucak sıradanlaştı, tatminkarlığı azaldı, eksik bir seyler hissettik yine de.
Çevremizdeki tüm kadınlar gibi iyi eğitimli, evli, süper kariyerli, kendini geliştiren bir kadındık! Boşluğa düşmek üzereydik ki "kendimizi geliştirebileceğimiz" yeni bir alana dikkat çekti egemen güçler: güzellik. Ve daldık estetik girdaplarına.
Neyse: Biraz uğraş, biraz masrafla en güzel, en bakımlı da olundu. Ama çevredeki kariyersiz kadınlar çocuk yapmayı da beceriyordu arada. Elbette onu da yapabilirdik. Sağlıklı, akıllı, güzel hamileler olamaz mıydık? Olduk tabii. Eh, çocuğumuzu el yordamıyla, sıradan yöntemlerle yetiştirecek halimiz yok ya! Kitaplar, dergiler, pedagoglar, konferanslar, danışmanlar, çocuğa bol zaman mı ayıralım, kaliteli zaman mı falan derken zaten ayıracak ne zaman kaldı ne enerji.
Bu böyle sürüp giderken fark etmediğimiz,görmemezlikten geldiğimiz bir şey vardı ama; çok temel bir hata, ta başından itibaren oyunu geçersiz kılan: Erkeklerin kurallarıyla, erkeklerin oyunuyla oynuyorduk! Erkek dünyasının taleplerini ve gereklerini hiç tereddütsüz birebir üzerimize almış, gereken bütün "safra"larımızı bırakmış, ve onlarla "bir"miş gibi onların oyununda onlarla aşık atmaya kalkıyorduk. Beceriyorduk da, iyi rekabet koyuyorduk, ama pozisyon itibarıyla oyunun kazananı baştan belli değil mi?
Sen kalk kendi canım niteliklerini hor görüp bir kenara koy, ondan sonra "Aman ne başarılıyım, ne güçlü kadınım, nasıl da kendi dünyalarında erkeklere kök söktürüyorum!" diye gurur duy, bravo vallahi... Oyuna geldik, oyuna! Oyun onların oyunu, "kendinin" dişilik kısımlarını ezip erkek rolleri üstleniyorsun oynayabilmek için. Erkeklerin oyununu becerdin, aferin, ama içinde işkence çeken, küçük çürümüş, ezilip aşağılanmış, bir işe yaramaz sayılmış bir kadıncağız var şimdi, hayırlı uğurlu olsun...
Uyanalım bu tuhaf rüyadan
Haydi uyanalım bu tuhaf rüyadan: Daha fazlasını, daha iyisini, en mükemmelini istememiz en başta, bizim talebimiz değildi; bize ait olmayan bir dünyanın talebiydi. Her alanda, her anlamda rekabete girmek kadınlara ait bir dürtü değil. Kendimizi böylesine kırbaçlamak, böyle zora koşmak hiç kadınsı bir yaklaşım değil. Kendimizi içinde bulduğumuz dünyaya ayak uyduralım derken kadınlığa ait tüm güzelliklerimizi, en güzel niteliklerimizi bir kenara bıraktığımızın farkına varan yok mu? Ve bu uğraşımız sonucu ortaya pek de şaşırılmaması gereken bir karmaşa çıktığının: "Kadınlığı" azalmış ama çok güzel, çok seksi, en maharetli, süper anne ve harika eş olduğuna inanan kadınlar. Karşısındakinin rakibi mi, kadını mı olduğunu anlayamayan, neye göre davranacaklarını bilemeyen erkekler.
Hep karşıt şeyler sokuldu kafamıza. Seçemedik bu kadar çok seçenek arasından, hepsini almak istedik, her şeyi birden arzu ettik. Ne çok vazife yüklendik, ne beklentiler üstlendik: Muhteşem bakımlı ve çalışkan ve becerikli olduk, perişan olduk, sonra da ortaya agresif kadın türü çıktı, her zaman yırtıcı, savaşcı, istediğini elde etmeye odaklı, bunun için duruma göre ya aktif agresif, ya da pasif agresif olan. Hepsi bir yana: Mutsuz ve savaş içinde! “
Dostları ilə paylaş: |