Psikologlar ailelerin kendilerinin de çocuklara hayır demeleri gerektiğini bildiğini söylüyorlar. Fakat özellikle son yıllarda, iş yerinde geçirilen saatler daha değerli hale geldiği ve çocuklarıyla geçirdikleri saatler giderek azaldığı için, aileler bu zamanı çocuklarına hayır dedikten sonra yaşadıkları tartışmalarla geçirmek istemiyorlar. Ancak uzmanlar ailelere, çocuğun hayatta bazı limitlerin olduğunu anlayabilmesi için, kısacası çocukların iyiliği için hayır demeyi öğrenmelerini tavsiye ediyor. GENÇLER NASIL SATANİST OLDULAR? Bir sabah işe gelince, Kadıköy’den bir bey aradı: “ Sizinle bir konuyu görüşmek istiyorum” dedi. “ Buyurun!” deyince, “ Telefonla zor olur, mümkünse, sizi ziyaret edip, yüz yüze görüşmek istiyorum” dedi. “ Öğleden sonra bekliyorum” diyerek telefonu kapattım.
Öğleden sonra geldi. Giyiminden, tavırlarından hali vakti hayli yerinde biri olduğu anlaşılıyordu. Kısa bir hal hatır sormasından sonra hemen konuya girdi:
“Yıllar sonra bir oğlumuz oldu. Doğumundan itibaren üzerinde titremeye başladım. Maddi durumum da iyi olduğu için, oğlumdan hiç bir şeyi esirgemedim. İlkokul çağına gelince de en iyi okullarda okutmaya başladım.
Lise son sınıftan itibaren son model arabayla okula gelip giderdi, kredi kartından istediği kadar harcama yapabiliyordu. Cep telefonu ile sınırsız konuşabiliyordu. Üniversiteden sonra, mesleğini ve dilini geliştirmek için, ABD’ye gönderdim.
Hanımla bizim sevincimize artık diyecek yoktu. Komşular bizim durumumuza imreniyorlardı. Nasıl imrenmesinler, bu imkanlar kaç kişiye nasip oluyordu memleketimizde.
“Başımdan kaynar sular döküldü”
Geçen ay tatil için geldi. İşte olanlar bundan sonra başladı. İkinci gün yemek yerken,” Size önemli bir şeyden bahsetmek istiyorum. Ben Müslümanlıktan çıkıp Yehova Şahidi oldum. Size de tavsiye ederim, bununla ilgili kitaplar getirdim,” demesin mi?
İkimizin de başından kaynar sular döküldü. Ağzımdaki lokmayı yutamadım. Dona kaldık. Yarım saat kendimize gelemedik. Ne yaptıysak, ne anlattıysak boşuna. Size bunu sormaya geldim, nedir bu Yehova Şahitliği?”
Mesele anlaşılmıştı. Fakat olan olmuş, atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiş...
Kendisine” Önce şunu söyleyeyim size, oğlunuz zaten Müslüman değilmiş. Çünkü, islamiyeti bilen bir Müslümanın, din değiştirmesi, hele Hıristiyanlığın bile red ettiği bir inancı din olarak kabul etmesi mümkün değil. Bunun tarihte örneği yok.”
Sonra sordum, “Bütün bu imkanların yanında, çocuğunuza mensubu olduğunuz dini hiç anlattınız mı? Bununla ilgili hiç kitap okuttunuz mu?”
“Hayır, hatta lise son sınıftayken, bazı dini kitaplar getirmişti, derslerin aksamasın bunları, üniversiteyi bitirip bir mesleğin olunca okursun, tavsiyesinde bulunmuştum.”
Diyanetin yayınladığı, “ Yehova Şahidliği” kitabını alıp okumasını, ikna edebilirse oğluna da okutmasını tavsiye ettim. Başka ne yapılabilir ki. Olan olmuş...
Ataköy’den arayan bir bayan da feryat ediyor, “ Liseye giden iki kızım var. Ne yapacağımı bilemiyorum. Ya satanist olurlarsa, diye uykularım kaçıyor. Bunları nasıl koruyabiliriz?”
Bu iki feryadın da, çıkış sebebi ve kurtuluş çaresi aynı olduğu için beraber ele aldım. Aslında, çare belli, ilaç belli... Mesele bunları idrak edip kullanabilmekte... Bir ağaç, hatta, saksıdaki bir çiçek bile kendiliğinden yetişmez; gübre ister, su ister, ilaç ister...
İnsanın yetişmesi kolay mı? Çekilen sıkıntıların sebebi, insanın sadece madde olarak görülmesi ve mana tarafının ihmal edilmesidir. Denge bozulunca, felâketler birbirini izliyor...
Bugün, her türlü imkâna, lükse rağmen gençlik bunalımda. Bunun en ibretli örneği, günün konusu olan, satanist inancına sahip gençlerin işledikleri cinayetler, intiharlardır...
Bu olayların birçok sebebi varsa da, şu iki konuda toplamak mümkün: Birincisi, manevi boşluk. İkincisi, ihtiyaçsızlık.
İnanma ihtiyacı, insanın yaratılışında mevcut. Bunu yok etmek veya bunun yerine başka bir şeyi koymak mümkün değil... Her türlü maddi imkânlarla donatılmış olmak, lüks içinde yüzmek bu boşluğu doldurmaz. Bilakis boşluğa iter.
Eğer, çocuğa yaşı müsait olunca, Allah’a inanmanın lüzumu öğretilmezse, aksine bu, derslerini aksatacak, kafasını karıştıracak bir şeymiş gibi empoze edilirse; o da gider, ateist olur, şeytana tapar, Yehova Şahidi olur veya başka din arayışına girer.
Manevi boşluk
Manevi boşluğu doldurmak için, önce içki, fuhuş, uyuşturucu hepsini denemeye kalkar. Sonra da, şeytana tapma, ölüye tecavüz, kedi kanı içme gibi hayvanların bile yapmayacağı, her türlü caniliği, vahşeti göze alır. Aslında bunlara hayvan demek bile, hayvanlara hakaret olur; Kur’an-ı kerimde böyleleri için “ Hayvandan daha aşağıdırlar” buyurulmaktadır.
İhtiyaçsızlık da, azgınlığa, sapkınlığa sebep olur. Çünkü, her ihtiyaç, başka bir ihtiyacı doğurur. Bunun sonu gelmez. Çocuğa her ihtiyacını almak, ona iyilik değil, en büyük kötülük olur. Kur'an-ı kerimde,“Gerçek şu ki, insan, ihtiyaçsız olunca, elbette azar!” buyuruluyor.
Zararın neresinden dönülürse kârdır. Çocuklarımıza karşı davranışlarımızı gözden geçirelim. Benim çocuğuma bir şey olmaz demeyelim. Ne ekilirse o biçilir; çavdar ekip buğday biçen görülmemiş!..
ORTA ÖĞRETİMDE, “CİNSEL EĞİTİM” DERSİ
Bundan böyle, pilot bölge seçilen İstanbul’da 6. 7. ve 8. sınıf öğrencilerine “cinsel eğitim” dersi verilecek. Artık eğitimde, bütün problemler halledildi sanki. Üniversitelerimiz gelişmiş ülkeler seviyesinde eğitim veriyor! Her sene yüzlerce öğrencimiz, uluslararası ilmi yarışmalarda dereceye giriyor! Üniversitelerimizin mezun ettiği öğrenciler Batı’da kapışılıyor! İlim adamlarımız her sene Nobel ödülü alıyor!..
Nerede o günler diyorsunuz değil mi? Bu seviyeye gelebilecek durumda mıyız, gelebilsek bile kim bilir kaç yılda gelebileceğiz? Hesaplarını yapmamız gerekirken, bu cinsel eğitim de nereden çıktı diye ister istemez insanın aklına takılıyor. Eğitim kalitemiz ortada... Üniversite seviyesi lise seviyesine, lise seviyesi ortaokul seviyesine inmiş durumda... Belli olmaz belki de, bu dersi gören çocuklar birden gelişmiş ülkelerdeki eğitim seviyesine çıkacak!
Herkes vazgeçerken
Geçmişte birçok ülkede uygulandıktan sonra elde edilen netice ortada iken bunda ısrarın sebebini anlamak mümkün değil. Rusya 1920’li yıllardan itibaren verdiği bu eğitimden 31 sene sonra vazgeçmek zorunda kaldı.
Bu dersin verildiği Batı ülkeleri hatalarını anladılar fakat geri dönemiyorlar. Cinsel özgürlüğün öncülüğünü yapan, bu konuda kanun çıkartan İsveç’in durumu ortada. İsveç, bütün kötülüklerin, fuhuşun sebebini cinsel yasaklarda gördü ve derhal bu eğitime ve cinsel serbestliğe geçti. Neticesini mi merak ediyorsunuz; uygulamanın yapıldığı sene sonunda, kız- erkek karışık yatılı okullardaki bir-iki hamilelik oranı on kat arttı. Akla hayale gelmedik cinsel sapıklık türleri ortaya çıktı. Bugün bu bataklıktan nasıl kurtulurum, planlarını yapmakta.
Herşeye rağmen bozulmayan, çökertilemeyen aile kavramımız var. Osmanlı geleneği aileyi koruyor. Bu tür faaliyetler aileyi sarsar. Milletimizin çekirdeği durumundaki aile parçalanırsa, toplumda çöküş başlar. Haklı olarak bu cinsel eğitim meselesi birçok kesimde tepki ile karşılandı:
Bundan büyük kötülük olabilir mi?
Mesela, "Eyvah, korktuğum başıma geldi” sözleri ile yazısına başlayan Gülay Göktürk, endişelerini özetle şöyle dile getirmektedir:
" Okullarda cinsel eğitim talebi bana hep çağdaş kamuoyunun en tehlikeli yanılgılarından biri olarak görünmüştür. Cinsel kültür bugün dünyada çekilen acıların baş kaynağıdır. Yüzyıllardır milyarlarca insanı inim inim inleten, bedenlerini tutsak edip ruhlarında derin yaralar açan; sapkınlığın binbir çeşidine, kanlı katliamlara, acı intiharlara sürükleyen şey bu cinsel kültürdür.
Ve biz kalkmış, ruhlarımızı ve bedenlerimizi esir almış olan bu cinsel kültürü genç kuşaklara aktarmaktan söz ediyoruz. Elimizden gelse bizim unutmamız, hafızalarımızdan silmemiz gereken bilgileri, bizden sonraki kuşağın beynine kopyalamaya çalışıyoruz. Tıpkı eskiden veremlilerin şimdi AIDS'lilerin büyük bir haset, hınç ve intikam duygusuyla hastalıklarını sağlam insanlara bulaştırmaya çalışmaları gibi...
Bundan büyük kötülük olabilir mi? Bildiklerimizin tümü bilinmemesi gerekenler yığınından ibaretken, bir yanlış cevaplar kümesi iken; kime ne öğretebiliriz ki? Çağdaş eğitimcilerimiz ve velilerimiz, "çocuk bütün bunları geleneksel yollardan yalan yanlış öğreneceğine, yetkili ağızlardan ve bilimsel yollardan öğrensin" diyorlar.
Bense onların bütün bunları, karşılarına güç ve otoritenin simgesi gibi dikilen, "iyinin, güzelin ve doğrunun" temsilcisi olarak gördükleri bir öğretmenden; bir "yetkili ağızdan" öğreneceklerine, sokaktaki arkadaşlarından öğrenmelerini yeğliyorum.
Kulaktan dolma, yalan yanlış diye küçümsenen informel bilgilerin, "yetkili ağızdan" formel eğitim içinde "bilimsel doğru" olarak aktarılan bilgilerden daha kolay sorgulanabileceğini umduğumdan tabii... “
Dostları ilə paylaş: |