WALKMENLI GENÇLİK
Gençlerin ruhî halleri hiç dikkatinizi çekiyor mu bilmiyorum. Sanki gençler uyur gezer gibi. Refleksleri neredeyse dumura uğramış. Olumlu veya olumsuz tepki veremiyorlar. Hiçbir şeyi ciddiye almıyorlar. Kulaklarında Walkmen, yeme-içme, gezme, dolaşma, kadın ve müzik. Bütün dünyaları bu. 1980’den beri yani, 70’li ideolojik yılların sona ermesinden sonnra gençlerin durumu hiç de iç açıcı değil. Bunun için de istikbal pek iyi görünmüyor.
Gençleri bu hale getiren, bu denli tahribata uğratan sebepler çok. Acaba bu sebepler arasında en büyük pay hangisinin? Bunu, bakınız M. Şahanov, “Medeniyetin Yanılgısı” adlı kitabında nasıl anlatıyor:
“Günümüzde en tehlikeli şey, insanın ses vasıtasıyla tahribidir. Bir zamanlar Hitler'e sormuşlar, "Doğuda fethettiğimiz topraklara nasıl bir eğitim tarzı uygulayalım?" diye "Onlara sabahtan akşama kadar hafif müzik dinleteceğiz. Onlara düşünme, okuma fırsatını vermemek lazım. Çünkü manevî derinliği olmayan insanlar kendilerini hep mutlu hissederler" demiş.
Bugün Hitler'in hayalleri gerçekleşmiş durumda. Günümüzde müzik kültürü bizi istila etmiş durumda. İnsanı insan yapan edebiyat ve sanat 30-40. sıralara gerilemiş durumda. İlk sıralara, insanın hissiyatına hitap eden ve taklide sürükleyen araçlar çıkmış bulunuyor.
Bilim adamları ispatlamıştır ki, insanlara, devamlı olarak tahrik edici müzik dinletildiği zaman beyinleri çalışamaz duruma geliyor. Yunus balıklarına tahrik edici müzik dinlettiler ve yüzlerce yunusun kendilerini karaya attığını gördüler.
Müzik ile beyin yıkama
Günümüzde insanı uyuşturan, beyin faaliyetlerini, tefekkürü zayıflatan birçok araç keşfedilmiştir. Bunların en önemlisi müziktir. Kazakistan'da 1986'da “Aralık hadiseleri” oldu. Gençler ayaklanmıştı. Olayları araştıran komitenin başkanı idim. Yanıma bir kız geldi ve başından geçen hadiseleri anlattı. Ölen gençleri de tanıyormuş. Bizi de sürekli takip ediyor ve dinliyorlarmış. Odadan çıktığımız zaman kızı yakalamışlar. KGB'de özel bir müzik odası varmış. Son sistem teknolojiyle donatılmış. Kızı müzik odasına sokmuşlar ve tavandan, tabandan, duvardan, hatta oturduğu masadan çeşitli müzikler dinletilmiş. Bir kaç saat bu odada tuttuktan sonra kızı akşam serbest bırakıyorlar.
Başka günler yine çağırıp aynı odaya sokuyorlar. Ve iki üç uygulamadan sonra otobüs durağına bırakıyorlar. Fakat kız biliyor ki evi yakında fakat adresi bir türlü hatırlayamıyor. Geri dönerek KGB'nin kapısını çalıyor ve "Hafızama ne yaptınız?" diye bağırmaya başlıyor. "Bana adresimi söyleyin" diye yalvarıyor.
Bugün de aynı şekilde ses vasıtasıyla insanların beyinleri tahrip ediliyor. Bu süreç dünya çapında yaşanıyor. Fakat insanlar bunu tam olarak kavrayabilmiş değil.”
Yeri gelmişken, müziğin dini açıdan durumuna da bir bakalım: “Dürr-ül-müntekâ” kitabında müziğin bütün dinlerde büyük haram olduğu yazılıdır. İncîlin yasak ettiği müziği, sonradan papazların Hıristiyan dînine soktuklarını Büyük İslam âlimi Zerkânî bildirmektedir.
Müzik kilisenin eseri
Bozuk dinler, kalbleri ve rûhları besliyemediği için, müziğin, her çeşit çalgı sesinin nefislere hoş gelmesi, nefisleri beslemesi rûhânî tesîr sanıldı. Bugünkü batı müziği, kilise müziğinden doğdu. Bugün yeryüzünü kaplayan bozuk dinlerin hemen hepsinde, müzik, ibâdet hâlini almışdır. Müzik ile, her çeşit çalgı ile nefisler keyiflenmekte, şehvânî, hayvânî arzûlar kuvvetlenmektedir. Müzik insanları, alkolikler ve morfinmanlar gibi gaflet içinde, uyuşuk yaşatmaktadır. Müziğin harâm olduğunu bütün âlimler söz birliği ile bildirmişlerdir. Hadis-i şeriflerde, “İlk tegannî eden şeytândır” ve “Müzik, kalbde nifâk hâsıl eder” buyuruldu.
Günümüzde, dinimizin haram kıldığı şeylerin hikmetleri, hergün tek tek ortaya çıkmakta, ilim yolu ile ıspatlanmaktadır. Dünya ve ahıret huzuru ancak dinin emir ve yasaklarına uymakla sağlanabilir. Gayrısı seraptan su beklemek olur.
GENÇLER UYUŞTURUCU BATAĞINDA
Gençlerin uyuşturucu bataklığına düşme oranları her gün daha artmakta. Bu illet yüzünden gün geçmiyor ki birkaç gencimiz heba olmuş olmasın. Bütün bunlara rağmen bu konuda ciddi bir çalışma da yapılmıyor. Sadece sineklerle mücadele edildiği, bataklıklar kurutulmadığı hatta, çoğaltıldığı için de zayiat hergün artmaktadır. Bütün kötülüklerde olduğu gibi uyuşturucu pisliğinin kaynağı Batı’dır. Batı ile yakınlaşmamız arttıkça uyuşturucu illeti de ülkemizde yaygınlaşmaktadır.
Batı tehlikenin boyutlarını geç de olsa farketti fakat, çareyi yanlış adreste aradığı için bu bataklıktan kurtulamıyor, gün geçtikçe de bu bataklığa daha da batıyor:
Avrupa Birliği Uyuşturucu İzleme Merkezi (EMCDDA) tarafından yapılan bir araştırmada, AB ülkeleri vatandaşlarının yüzde 20'sinin hayatlarında en az bir kere esrar kullandığı belirlendi. Danimarka'da 15-16 yaş grubundaki gençlerin yüzde 89'u hayatlarında en az bir kere sarhoş oluyorlar. İrlanda ve Norveçli gençler, sürekli alkol tüketiminde AB ülkeleri içinde ilk sıralarda yer alıyor. AB'ye üye 15 ülke ve Norveç'te uyuşturucuyla mücadele konusunda yılda yaklaşık 2.5 yılda milyar euro harcanıyor.
Uyuşturucunun korkunç gücü
Geçiş yolu üzerinde bulunan ülkemize, Batı’ya sadece geçiş esnasında uyuşturucunun bıraktığı paranın 25 milyar dolar olduğu konuşuluyor. Sadece geçiş ücreti bu olursa malın kendisinin değeri ne kadar olur siz tahmin edin. Bu kadar büyük miktarda giden zehir girdiği yerde neler yapmaz.
İçkinin uyuşturucuya alt yapı oluşturduğunu bilmeyen yok. Fakat Batı’da su gibi içki içilmiyor. Su yerine bira kullanılıyor. Reklamlar serbest olduğu gibi ayrıca özendiriliyor. İçki içilmeyen yemek, resmi ve özel protokol yok. Ondan sonra da, bu gençler niçin böyle oldu deniliyor. Mesela, Almanya’da yapılan anketler, alkol zehirlenmesiyle hastaneye kaldırılan 16 yaşından küçük genç sayısının bir yılda 3 katına çıktığını gösteriyor. Bilim adamları, gençleri alkole teşvik edenlerin başında meşrubat üreten şirketlerin geldiğini belirtiyorlar. Gençlere hitap eden votkalı limonata gibi içecekler geçen yıl 100 milyon şişe satılmış.
Yukarıda bahsettiğimiz gibi, Batı bataklıkla değil, sineklerle mücadele ediyor. Çünkü, gençleri, içkiden, uyuşturucudan korumanın yolu, aileden, maneviyattan geçer. Sen, yıllardır aileyi yıkmak için elinden geleni yap, ailenin temeline dinamit koyma anlamına gelen her türlü sapık ilişkiyi serbest bırak, erkek erkeğe evlenmeye kanuni zemin hazırla; yine sen, 18 yaşını bulmuş gençleri kız erkek demeden evden uzaklaştır, ne haliniz varsa görün de, sonra da gençlerimiz uyuşturucu tacirlerinin eline nasıl düşüyor diye araştırma yap.
Evden atılan bu genç kızlar, gençler için hazırlanan “randevu evi “ olarak kullanılan apartmanlarda sözde kiracı olarak kalmaktadırlar. Kümesten tavuk seçer gibi seçilen gençlerin ücreti 30 euro. Peki, bu kadar genç kızı burada çalışmaya nasıl razı edebiliyor bu kiracılar, diyeceksiniz? Bu ev sahipleri, aynı zamanda uyuşturucu madde kaçakçılarının ele başlarıdır. Beyaz zehire alıştırılmış gençler, paraları tükenince tutkularını, sürdürebilmek için, kendileri gibi uyuşturucu maddeye alıştırdıkları sevgililerini buralarda çalışmaya ikna ediyorlar. Bir de bakarsınız ki, çok iyi bir ailenin evden atılmış genç kızı, bu seks apartmanlarından birinde, kendisine 25-30 euro ödeyecek yabancı erkeği bekliyor. Çünkü, alıştığı uyuşturucu maddeye kavuşmanın tek çaresi budur!
Aileden, maneviyattan uzak, başıboş bırakılmış Batı gençliğinin hali bu. Peki ülkemizdeki gençlerin durumu nedir?
Uyuşturucudan ölen “örnek” gösterilirse
Liselerde -özellikle zengin muhitlerdeki liselerde- hızla yayılan uyuşturucu alışkanlığı, ortaöğretime kadar indi. Polis uyuşturucu tacirleri ile mücadele ediyor ama, sadece polisin mücadelesi ile iş bitmiyor. Bataklık kurutulmadığı için tam bir netice almak mümkün olmuyor.
Bu mücadelede, en büyük iş ailelere düşüyor. Sonra da, medyaya. Magazin basın sanatçıları devamlı haber yaparak genç nesilleri bunlara özendiriyor. Gençler bunların sadece sanatına değil günlük yaşayışına da ilgi duyuyor. Bunların çoğunun bu bataklıkla ilgisi malum. “çağdaş insan” olabilmek için uyuşturucuya da yabancı olmamak lazım geldiği kanaatı yaygın.
Kültürel faaliyetlerde, yarışmalarda, ödüllendirmelerde sanatçıların bu yönüne de bakılması lazım. Fakat buna pek dikkat edildiği yok. Örneğin, ilk kadın tiyatro sanatçısı ve modern dünyanın örnek kadını olarak gösterilip, adına ödül törenleri düzenlenen Afife Jale uyuşturucu bağımlısı biri idi. Türk Tiyatrosu’nun ilk kadın oyuncusu Afife Jale, bağımlısı olduğu kokain yüzünden hayatını kaybetmişti.
Afife Jale’nin yanısıra birçok ünlü sanatçının uyuşturucu tedavisi görmesi veya uyuşturucudan dolayı hayatını kaybetmesi “çağdaş” dünyanın uyuşturucu batağına ne denli saplandığını açıkça ortaya koyuyor. Bu ve bunun gibi örnekler, topluma nasıl bir çarpık zihniyetin pompalandığını da gözler önüne seriyor.
Bu mücadelede, aile, basın ve polis üzerine düşeni eksiksiz olarak yapmadıkça gençlerimizin bu illetten kurtulması mümkün değildir.
Ailelerin herşeyden önce, çocuklarını manevi yönden yetiştirmeleri, haramı helalı öğretmeleri şarttır. Bunun vicdanlara yerleştirilmesi gerekir. Böyle yapılırsa ailesinden uzak kaldığı yerde de sahip olduğu Allah korkusu onları kötülüklerden korur. Ayrıca ihtiyaçsızlık da, insanları azgınlığa, yanlış yollara sürükler. Bunun için aileler çocuklara ihtiyaçtan fazla para vermemelidir. Çocuğum sıkıntıya düşmesin diye her istediğini vermekle çocuğa en büyük kötülük yapılmış olmaktadır.
Gençlerin sıkıntısına katlanmak gerekir
Anne- baba, çocuğun çevresini daima kontrol etmelidir. Kimlerle görüşüyor, nerelere gidiyor bilmelidir. Pek çok aile oğlunun arkadaşları eve geldiğinde, ev kirlenecek, dağılacak diye tepki gösteriyor. Ev kirlenmesin de nereye giderse gitsin diyor. Genç nereye gidecek? En yakın kahvehaneye gidecek. Burada, önce bira sonra diğer içkilere alışacak. Sonra da, bunun devamı olan uyuşturucuya sıra gelecek. Zaten uyuşturucu tacirleri buralarda kol geziyor.
Basın da, sanatçılar ile ilgili magazin haberlerinde uyuşturucu ile ilgisi olan sanatçıları gündemde tutmamalıdır. Sanatçılardaki manevi boşluk onları bu tür yanlış yollara sevk etmektedir. Nitekim Psikiyatrist Dr. Sefa Saygılı, “Bu insanlarda bir manevi doyumsuzluk var. Bu doyumsuzluğu maddiyatla tatmin etmeye çalışmaları, onları uyuşturucu gibi bağımlılık oluşturan maddeleri kullanmaya sevkediyor. Şöhret ve para sahibi üst gelire sahip bu insanları bir yerden sonra gece hayatı gibi eğlenceler de tatmin etmeyince, kendilerini uyuşturucunun pençesinde buluyorlar. Zaten içinde bulundukları ortam da buna müsait” diyor.
Yeşilay eski Genel Başkanı Selahattin Kaptanağası da, ”Sanatçılar maalesef bulundukları konumun ne kadar önemli olduğunun bilincinde değiller. Para ve şöhretle maddi tatmini yaşayan sanatçılar, manevi tatminlere yöneliyorlar. Maddi güçlerini kullanarak, manevi duygularını tatmin edeceklerini zannediyorlar. Bu da onları uyuşturucu gibi maddelere sevkediyor.” diyor. Basını da şöyle uyarıyor: “Medya, insanların bu konudaki eğitiminde öncü olmalıdır. Özellikle gençleri böyle bir yaşama özendiren programlardan kaçınmalıdır. Maalesef magazin programları gençleri adeta zehirlemektedir”
Dostları ilə paylaş: |