Ey kalbi islâm ile yanan, sevdiğim, gençler!
Bütün islâmiyyetden, size nümûnedir bu!
İlm ile ma’rifetdir, hep içindekiler,
Hakîkaten bulunmaz eşsiz hazînedir bu!
En büyük âlimlerin, en büyük velîlerin,
En meşhûr sîmaların, en ulvî gönüllerin,
Âleme ışık tutan, hayât sunan ellerin,
Kalem ve kalblerinden, sızan bir katredir bu!
Resûlullahın yolu, hakîkî müslimânlık,
Ve her iki cihânda, aranılan sultânlık,
Sulhda her an çalışan, harblerde kahramanlık,
Gösteren ceddimizden, bize emânetdir bu!
Her kelimesi huccet, ilmdir her cümlesi,
Dinle budur hakîkî, islâmiyyetin sesi.
Kalbden pasları siler ve artdırır hevesi,
İşte başlı başına, bir islâmiyyetdir bu!
Aşkîle pek çok yaş dökdüm; şâhiddir, hâk-i Erzincan!."
EHL-İ SÜNNET KASÎDESİ
Ehl-i sünnet i’tikâdı, sana önce, lâzım olan,
Yetmişüç fırka var, ammâ, Cehennemlik geri kalan,
Müslimânlar, hep sünnîdir; cümlenin reîsi Nu’mân.
Cennet ile müjdelendi; îmânda bunlara uyan.
İ’tikâdı sağlam edip; sonra islâmiyyete bağlan!
İslâmın beş şartını yap; harâmlardan sakın hemân!
Bir günâhı işler isen, tevbe et, kaçırma zemân!
Kim ki uymaz islâmiyyete, birgün olur, elbet pişmân.
Dinsize sakın aldanma, mahv olursun sen de, amân!
Tatlı söze inanırsan; olur sonra, hâlin yamân!
İki yüzlüler çoğaldı: dışı melek, içi yılan,
Tuzağa düşürmek için;dostgörünür, hem de candan.
Herkes kendin haklı sanır: Kötü der, bana uymayan.
İslâmiyyet terâzidir, odur haklıyı ayıran!
İslâma uymıyan bil ki; doğru yoldan sapık insan.
Bu söze inanır elbet: Târîhi iyi anlıyan.
Neden doktora koşuyor; herhangi bir yeri ağran?
Çünki,ölmek sevmez kimseherşeyden dahâtatlı,can.
Sonsuz yaşamak arzûsu;bende yokdur,var mı diyen?
Ölmek, yok olmak değildir; kabr hayâtına inan!
Cennet sonsuz,Cehennem de;haberverdi,bunuKur’ân
Sonsuz derdden sakınmalı;hattâ,olsa da,birgümân,
Buna inanmıyan da var; yarasa kaçar ziyâdan.
Karga çöplükden tad alır; bülbüldür, gülü arayan.
İslâmı elbet sevemez, nefse, keyfe düşkün olan.
Bu ikisi, bir olur mu? Ayrıdır iyi, fenâdan!
Müslimânlar, hakkı tanır, her mahlûka eyler ihsân,
Îmânsızlar, yılan gibi; lezzet alır can yakmakdan.
Amân yâ Rabbî el’amân; ne müşkilmiş âhır zemân,
Din bilgisi unutuldu; pek azaldı nemâz kılan,
Mason olanlar, sinsice; dîni yıkmakda her yandan,
Komünistlerde işkence; müslimâna ölüm, zındân.
Bugünkü şaşkın hâlleri, eylemişdi, Resûl beyân.
Demişdi: (Birgün gelecek; garîb olur, bana uyan.
Her evde, çalgı çalınır; işitilmez olur ezân,
Âlim bulunmaz bir yerde, câhillere kalır meydân!
Mü’minler, olur zevallı; kâfirler, sanki Süleymân,
Kadına uyar her erkek; olur evde hâkim, zenân,
Yüksek binâlar yapılır; kelb dişi gibi apartman.
Yolculuk sür’atli olur; uzaklık kalkar aradan.
Zekâ,çok şey bulursa da;gaflet,gitmez insanlardan)
Birgivi] kitâbda yazdı, eyledi çok hadîs beyân:
Kıyâmet alâmetleri, çıkar, birbiri ardından,
Alâmetlerin meşhûru, serhoş olur; pek çok kesân.
Âlim diye tanıtılır, dinden haberi olmıyan.
Zâlime ikrâm olunur, kurtulmak için belâdan.
Hayâsızlık pek çoğalır, deyyûslara kalır meydân,
İnsanların en alçağı, Moskovada okur fermân.
Herkes kendin âlim sanır, Müslimâna denir nâdân.
Doğru konuşan azalır, yalancı söyler durmadan.
Çok medh edilen kimsede, bir zerre bulunmaz îmân,
Erkekler de kadın gibi, ipek giyer, sıkılmadan.
Gınâ, zinâ san’at olup, kız yerine geçer oğlan.
Kadınlar dar libâs giyer, hep açılır baldır, gerdan.
Fitne kaplar her tarafı, adam öldürülür yokdan.
Bid’at yayılır her yere, kalmaz sünnetlere uyan.
Deccâl gibi vicdansızlar, uydururlar binbir yalan,
Bir kimse doğru söylerse, saldırırlar her tarafdan.
Erkekler dînini bilmez, taşkınlık eder çok nisvân,
Emr-i ma’rûf unutulur, fısk emr eder şaklaban.
İslâmiyyet kötülenir, harâm işlenir her yandan.
Müslimânlık lâfda kalır, ses için dinlenir Kur’ân.
Mü’mine gerici denir, kayrılır mürted olan.
Bunların hepsi muhakkak, olur kıyâmet kopmadan.
Büyük alâmet Deccâldir, çıkacağı yer, Horasân.
Sonra, Şâmdaki Câmi’e Îsâ inecek semâdan.
Bir hadîsde buyuruldu, (Kızım Fâtıma evlâdından,
Babası Abdüllah olan, Mehdî adında bir civân.
Çıkıp dine kuvvet verir, cihâna yayılır îmân,
Îsâ aleyhisselâmla, birleşerek ol pehlivân.
Deccâlı da öldürürler, dünyâ dolar adl-ü emân.
Ye’cüc Me’cüc adındaki, kavim çıkar sed ardından.
Sayısı milyonlarcadır, her tarafda dökerler kan.
Dâbbet-ül-erd çıkar sonra, Mekkede Safâ altından.
Dağ kadar bir hayvandır, ayırır iyiyi fenâdan.
Dahâ sonraki alâmet, güneş, doğacakdır garbdan.
Kâfirler bunu görünce, îmâna gelecek cem’an,
Fekat, kabûl olmaz artık, doğru yola gelen mihmân.
Alâmetlerin biri de, Adenden çıkan bir duhân.
Kâ’beyi yıkacak hem de habeş renkli birkaç yaban,
Yer yüzünde kalmıyacak, büyük ni’met olan Kur’ân.
Müslimânlar hep ölecek, yaşıyacak ehl-i tuğyân.
Her kötülüğü yapacak, insan adlı canaverân,
Lâkin Hicâzdan bir ateş, verip herkese heyecân.
Şaşkın, azgın dolaşırken, kıyâmet kopar nâ-gehân.
Dahâ neler olur, ammâ söyleyemez onu, lisân.)
Ne hazîndir, ne yazıkdır; Ma’bûd oldu, falan filân,
İlâhî, sen korumazsan, olur hep sonumuz giryân.
Bu irtidâd modasında; işimiz suç, günâh, isyân.
İnsanlar, yolu şaşırdı; gemisin kurtaran kaptan!
Etrâfımın zulmetinden, beni de kapladı nisyân.
Ömür geçdi, pek sür’atle, uyan gönül, artık uyan!
Hep, bu dünyâya çalışdın; âhıretin oldu ziyân.
Düşdün bedenin peşine, kalbini eyledin vîrân.
Akla, ilme hiç uymadın; nefs oldu, sana kumandan,
Geçdi gençlik, hep gafletle; dünyâ hırsındasın el’an.
Nasîhat hiç dinlemedin; yoldan çıkdın, sanki sekrân.
Dünyâ zevklerine daldın; şimdi hâlin âh-ü figân.
Hâinler aldatdı seni; sandın sonsuz bu deverân.
Didinmeler, boşa gitdi; yâr olmadı, servet sâmân!
İslâmiyyete uyan kimse, anladım olur şâdümân,
Ne yazık, ömrü uçurdum, ye’is çökdü, her tarafdan,
Keşki, Kur’âna uysaydım; olurdum, ebedî sultân,
Dünyâya mâlik olsa da; kalmıyor insân bî pâyân!
Hani Dârâ ve İskender; hani Roma, hani Yunan?
Hani Nemrud, hani Fir’avn; hani Kârun, hani Hâmân?
Hani Cengiz, hani Hitler[1]! nesi kaldı, zikre şâyân?
Edison, Markoni, Pastör, âhıretde bulmaz ihsân!
Dünyâya fayda verenler; sanma olur, kâmil insan!
Yılandan tiryak yapılır; zehir olur ba’zan derman!
Sakın bakma görünüşe, insanın kemâli, îmân!
Îmân eden, tenbel olmaz; çalışınız! diyor Sübhân,
Tenbeli ve gericiyi; zem etdi Nebiy-yi zîşân,
Bir hadîsde buyurdu ki (Rabbe mahbûbdur, çalışan!)
Rûhu da,düşünmek lâzım;hep bedeni besler,hayvân!
Bu bedenin sağlamlığı; geçer, sanki âb-ı revân!
Evet, beden lâzım, çünki; odur, rûhumuz taşıyan.
Her birin korumak gerek, böyle olmalı, müslimân!
Nebiyyullah, boş durdu mu? İyi düşün, eyle iz’an!
Eshâbın hepsi olmuşdu; sulhda üstâd, harbde arslan.
Bunları bildiğim hâlde, nefse uydum, hâlim lerzân.
Günâhlardan sakınmadım; böyle mi olurdu şükrân?
Hilmi ümîdini kesme, Rabbinin ismidir, Rahmân!
İlâhî imdâd et bize; etrâfımız sarmış düşman!
Kitâb, gazete, film, radyo; olmuş hepsi birer şeytân.
Bunlar doğruyu gösterse; olur idi, hepsi burhân.
Bilgi, fen kaynakları da; niye aceb, böyle husrân?
Yeni fizik, modern kimyâ seni gösteriyor, her ân!
Her zerre diyor, Allah var; atomdan tâ be âsümân!
Fekat, bunları gören yok; kalblerden silinmiş irfân.
Hakka inâd edenlere; olur dünyâ elbet zindân!
Avrupa, Amerika hem; Asyada da, niçin buhrân?
Çünki, Hakkı görmiyorlar; kafalarını sarmış dumân,
Maddede yükselmiş ammâ; haberi yok insanlıkdan!
Râhat,huzûr beklenirmi komünizm ve masonlukdan?
Se’âdete kavuşamaz; islâmlıkdan uzaklaşan!
Moskova radyosu hergün; dine çatdı, bu Ramezân.
Çok alçakça, pek nâmerdce; İslâma eyledi bühtân.
Küfr, devâm ederse de; zâlimler kalkar aradan,
Zâlime imhâl ederim; ihmâlim yok! dedi Yezdân.
Müslimânlar üzülmesin; Kur’ânı hıfz eder Deyyân!
Târîhde hep böyle oldu; küfrde geldi, Peygamberân,
Dünyâyı zulmet basınca; doğar idi şems-i tâbân,
Şimdi de hidâyet şemsi; doğacak, Anadoludan!
Hidâyete ermek için; Habîbullah, verdi imkân!
Habîb ne demek? Düşünse; kemâlini anlar, insân.
Yâ Rab! büyük nebîdir O; köleleri, olur sultân!
Bir kalbe sevgisi dolsa; eder envâr, ondan feyzân.
Niye görünmüyor o şems? A’mâ olmuş, bütün cihân,
Sonsuz ni’met,büyük şeref;Onu sevmekde,bîgümân.
Onun sevgisine vallah; mâlım, cânım olsun kurbân!
Şekerin tâdını bilmez; ağzına koymıyan bir ân.
Günâhkârım, yüzüm kara;fekat kalbim,aşkla lem’ân.
Aşkîle pek çok yaş dökdüm; şâhiddir, hâk-i Erzincan!
Bu sevgi, cürme son verdi; hâlim oldu, nâle figân.
Bilinmez son nefes, ammâ; se’âdete budur nişân!
Ni’met, Onu sevmek imiş; oldu bana şimdi ıyân!
Habîbin yanında olsun; bu aşkı bizlere sunan!
1960 Mîlâdî
1380 hicrî
Erzincan
Gel kardeşim, dinle benden hoş sözü,
söylüyorum sana, esrârı özü:
Ahmed-i Serhendî, bunu şerh eyledi,
gör de (Mektûbât)ı bak neyledi.
O kitâbda neler söyler, hem neler,
Onda oynatmış ne zevkli cilveler.
İlm-i nâfi’, cümle (Mektûbât)dadır.
Herne varsa mahzende, hepsi andadır.
O kitâbdır, se’âdet hazînesi,
Onda tevhid, madde, ma’nâ bilgisi.
Mektûbât-ı Ahmedî sâyesinde,
Onun ulûm-i bî-nihâyesinde.
Geldi (Se’âdet-i Ebediyye) vücûde,
teşekkür eylerim Rabb-i vedûde.
İlâhî! Bu kitâbı eyle mebrûr!
Berât olsun bana, mahşerde, hem nûr!
Salât olsun, selâm olsun Resûle! ki,
vücûde geldi, (Se’âdet-i Ebediyye).
Hüseyin Hilmi Işık “rahmetullahi aleyh”
Erzincan’da, “Askeri Lise”de iken bu zat,
Birinci sınıftayken, “Hocam”dı benim bizzat.
“Onbeş yaşım”da iken rastladım kendisine,
Zira O geliyordu bize “Kimya dersi”ne.
Çok öğretmen görmüştüm, ama O farklı idi,
Öğretmenden de öte, “Müşfik baba” gibiydi.
Biz bütün talebeler, Onu çok seviyorduk,
Çünkü Ondan, çok güzel şeyler öğreniyorduk.
Liseden sonra dahi, aradım, Onu buldum,
Hatta kendilerine çok yakın “Komşu” oldum.
Bir ara fakültede okurken İstanbul’da,
Gariptik, elimize geçmezdi para pul da.
Birkaç kişi, bir bodrum katında kalıyorduk,
Velakin doğru dürüst yemek yiyemiyorduk.
Muttali olduğundan Hocam bu halimize,
“Yemek” gönderiyordu evinden sık sık bize.
Yalnız Hocamın değil, “Hanım anne”nin dahi,
Bize ihsanlarını vasfedemem Vallahi.
Her ne zaman girseydim bir sıkıntı ve derde,
Onların yardımıyla çıkardım selamete.
Hele “Nişanlı”ydık ki, kız tarafıyla, birden,
Aramıza soğukluk girdi bir “Hiç” yüzünden.
Cahildim, toydum henüz, sıkılmıştı çok canım,
Tam yüzüğü atıp da, nişanı bozacaktım.
O gün de yine Hocam yetişerek imdada,
Kısa bir nasihatta bulundular o anda.
Dediler ki: (Kardeşim, sizin seadetiniz,
Bil ki, şimdiden başlar, aman dikkat ediniz.
“Hanım”ınıza karşı olun kibar ve nazik,
Ağzınızdan çıkanı, kulağınız duysun ilk.
Kalp, “Sırça sarayı”na benzer ki, kırılsa bir,
Artık hiç yapılamaz ve kolay olmaz tamir.
Onlar “Temiz insan”lar, bil de kıymetlerini,
Olur olmaz şeylerle incitme kalplerini.
Annen baban misafir, bugün var, yarın yoklar,
Sen “Hanım”la birlikte yaşarsın uzun yıllar.)
Bu, bir iki cümlelik bir nasihattı, fakat,
Bahşetti ömür boyu bana “Mutlu bir hayat.”
“Otuziki yıl” oldu evlendiğimden beri,
Silinmedi kalbimden Hocamın o sözleri,
Derdi ki: (Uzak durun fitneden, bölünmekten,
Zira daha günahtır bu, “Adam öldürmek”ten.
Ne suç işler, ne günah hakiki bir Müslüman,
Kanuna karşı gelmez, devlete etmez isyan.)
İlme ve insanlığa bir “Hizmet” yaptı ki hem,
Acizdir anlatmaktan onları “Dil” ve “Kalem.”
Başta “Hanım anne”ye, cümle ailesine,
Rabbimiz sabr-ı cemil ihsan etsin hepsine.
Abdüllatif Uyan
Gözlerimi kapayıp, derin düşünüyorum,
hayâlimde, rûhumda, bir delîl görüyorum.
Kalbleri temizliyen, bakışlar önündeyim,
fekat bu, rü’yâ değil, bilmiyorum nerdeyim.
Bir teveccühle, gaflet perdelerini gideren,
bir tebessümle, sonsuz se’âdetleri veren.
İlm, irfân, kerâmet, hârikalar menba’ı,
bu dünyâ nazarında, sanki örümcek ağı.
Âşıkları ma’şûka, bu delîl kavuşdurmuş,
onun ardından giden, ebedî sultân olmuş.
Her sözünde rûhlara, âb-ı hayât damlıyor,
her kelâmı, kalblerden, pasları kaldırıyor.
Yalnız bir arzûsu var, bir mahbûb peşindedir,
tecellî ile yanan, dağın ateşindedir.
Sohbeti, ehl-i soffa, huzûru andırıyor,
derdlere devâ olan, tiryâki dağıtıyor.
(İnsanların üstünü, doğru yolun rehberi,
hayât sırrını çözen, âriflerin serveri.
Güzellerin güzeli, rûhların tek matlûbu,
değil mahlûkun yalnız, Hâlıkın da mahbûbu).
Ya’nî, Resûlullahı, gösteren aynadır bu!
hadîsde bildirilen, (Sıla) sâhibidir bu!
İki bin müceddidi, o vâris-i enbiyâ,
hurmeti için yâ Rab, bizi ondan ayırma.
HüseyinHilmi Işık “rahmetullahi aleyh” efendi,
Tam ilmihal Seadet-i ebediyye kitabının başında buyuruyorki;
İnsan için üç dürlü hayât vardır: Dünyâ, kabr, âhıret hayâtı. Dünyâda, beden rûh ile birlikdedir. insana hayât, canlılık veren rûhdur. Rûh bedenden ayrılınca, insan ölür. Beden mezarda çürüyüp, toprak olunca veya yanıp kül olunca, yâhud yırtıcı hayvan yiyip yok olunca rûh yok olmaz. Kabr hayâtı başlar. Kabr hayâtında his vardır, hareket yokdur. Kıyâmetde bir beden yaratılıp, rûh ile bu beden birlikde Cennetde veya Cehennemde sonsuz yaşarlar.
İnsanın dünyâda ve âhıretde mes'ûd olması için, müslimân olması lâzımdır. Dünyâda mes'ûd olmak, rahat yaşamak demekdir. Âhıretde mes'ûd olmak, Cennete gitmek demekdir. Allahü teâlâ, kullarına çok acıdığı için, mes'ûd olmak yolunu, Peygamberler vâsıtası ile kullarına bildirmişdir. Çünki insanlar bu se'âdet yolunu, kendi aklları ile bulamazlar. Hiçbir Peygamber kendi aklından birşey söylememiş, hepsi, Allahü teâlânın bildirdiği şeyleri söylemişlerdir. Peygamberlerin söyledikleri se'âdet yoluna (Din) denir. Muhammed aleyhisselâmın bildirdiği dîne (İslâmiyyet) denir. îmânı olan kimseye (Müslimân) denir. (îmân), herşeyi, bir olan Allanın yaratdığına inanmak ve Muhammed aleyhisselâmın Onun Peygamberi olduğuna inanmak ve ahkâm-ı islâmiyyeye uymak lâzım olduğuna inanmakdır. Şimdi se'âdete kavuşmak için islâmiyyeti öğrenmekden başka çâre yokdur. İslâmiyyet, kalb ile inanılacak (îmân) bilgileri ve beden ile yapılacak (Ahkâm-ı islâ-miyye) bilgileridir. îmân ve islâm ilmleri (Ehl-i sünnet âlimleri)nin kitâblarından öğrenilir. Câhillerin, sapıkların bozuk kitâblarından öğrenilmez. Hicrî bin senesinden evvel, islâm memleketlerinde çok (Ehl-i sünnet âlimi) vardı. Şimdi hiç kalmadı. Bu âlimlerin yazdıkları arabî ve fârisî kitâblar ve bunların tercemeleri, dünyânın her yerinde, kütübhânelerde çok vardır. Hakîkat Kitâbevinin bütün kitâbları, bu kaynaklardan alınmışdır. Se'âdete kavuşmak için, (Hakîkat Kitâbevi)nin kitâblarını okuyunuz!
Aklın varsa eğer, islâmiyyete bağlan!
İslâmiyyetin aslı, Hadîsdir ve Kur'ân!
Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki, (Ümmetim arasında fesâd yayıldığı zemân, sünnetime yapışana, yüz şehîd sevabı vardır). Uydurma tefsîrler ve dinsizlerin yazdıkları bozuk din kitâbları çoğaldığı, müslimânlar aldatıldığı zemân, Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdıkları, hakîkî din kitâblarına tâbi' olanlara yüz şehîd sevabı verilecekdir. Dört mezhebden herhangi birisinin âlimlerine (Ehl-i sünnet âlimi) denir. Ehl-i sünnet âlimlerinin reîsi, İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfedir. Bu âlimler, Eshâb-ı kiramdan öğrendiklerini yazmışlar, Eshâb-ı kiram da, bunlara Resûlullahdan işitdiklerini söylemişlerdir.
Allahü teala şefaatine kavuştursun inşallah.
Muzdarib bir gönülle, kâbûslu hayâllerle,
vuslat-ı cânâna ve gülistâna elvedâ!
Gizli âh çekmelerle, içli iniltilerle,
zevkıne doymadığım nevbehâra elvedâ’!
Gökler karardı yine, hiçbir yer görünmiyor,
mübhem bir kuvvet beni, her an geri çekiyor,
Mâdem ayrılacakdın, yâ niçin geldin diyor,
basdığın azîz taş ve topraklara elvedâ’!
Göz yaşım ummân oldu, yol vermiyor geçeyim,
ayrılıp, göz nûrumdan, ben nereye gideyim?
Bu firak ateşiyle, yanıp yanıp biteyim,
hergün yeniden doğan arzûlara elvedâ’!
Zulmet basdı cihânı, bütün emeller söndü,
kalbim kan ağlar dâim, rûhum çılgına döndü.
Demek ayrılık geldi ve bana yol göründü,
bu derdsiz yolculara, bu yollara elvedâ’!
Son bir def’a bakayım, o hüsn-i cemâline,
bir nazarın değişmem, bütün dünyâ mâline,
İster gülsün gâfiller, bu âşıkın hâline,
bundan böyle neş’e ve sürûrlara elvedâ’!
Rabbimden diliyorum, yakınlara gelmeni,
âh yine görebilsem, dünyâ göziyle seni!
Ayrılık pek yakıyor, al bağrına bas beni,
fâidesiz hayâllere, hulyâlara elvedâ’!
Gözün, gönlün arkada, nereye gidiyorsun?
bakmağa kıyamazken, nasıl terk ediyorsun!
(Allaha ısmarladık!) düşün kime diyorsun!
aslsız, hakîkatsız, rü’yâlara elvedâ’!
Nereye gidiyorsun, ey yârine doymayan?
bir ân fazla görmeği bulunmaz ni’met sayan,
Hasretîle gün be gün, kavrul, alevlen ve yan!
cihânı tenvîr eden en son Nûra elvedâ’!
Nereye gidiyorsun, ondan nasıl ayrıldın?
seni yakan o değil, kendi kendini yakdın!
Düşün! Göz yaşlariyle, kimin yüzüne bakdın?
ayrılırken inleyen bakışlara elvedâ’!
Mâzîyi hâle tebdîl edip, seyredeceğim,
gönlümü gözyaşîle, tesellî edeceğim.
Derin iniltîle âh, ayrılık diyeceğim,
yârı bırakıp giden, bu firâra elvedâ’!
Karşımdaki hayâlin, biraz dahâ kal diyor,
kalbini benim gibi, bu sevdâya sal diyor,
Öp elimi hasretle ve düâmı al diyor,
en derin sevgilerle, azîz yâra elvedâ’!
Evliyâyı sevenler, mağfiret olunmakla müjdelenmişlerdir..."
HüseyinHilmi Işık “rahmetullahi aleyh” efendi,
Kıyamet ve Ahiret kitabında buyuruyorki;
Dünyâda ve âhıretde se'âdete kavuşmak için, (Ehl-i sünnet i'tikâdı)nı öğrenip, îmânını buna göre düzeltmek, bundan sonra, fıkh bilgisi öğrenip, onunla amel etmek ve cenâb-ı Hakkın dostlarını, sevgili kullarını sevmek ve islâm dîninin düşmanlarını tanıyıp, onlara aldanmamak lâzımdır. Ehl-i sünnet i'tikâdını ve farzlardan ve harâmlardan lâzım olanları öğrenmek, her müslimâna farz-ı ayndır. Bunları öğrenmemek suçdur, büyük günâhdır. Öğrenilmesi zarûrî olan bu bilgiler, doğru ve açık olarak (TÂM İLMİHÂL-SE'ÂDET-İ EBEDİYYE) ve (İslâm Ahlâkı) kitâblarında yazılıdır. Her müslimân Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarından toplanarak hâzırlanmış olan bir ilmihâl kitâbı alıp, çoluğuna çocuğuna, arkadaşlarına, sevdiklerine okutmalıdır. Dünyâya ve âhırete fâidesi olmıyan, hattâ zararlı olan, dîni ve ahlâkı bozan bölücü gazete, mecmû'a ve kitâbları okumamalı, lüzûmlu ve fâideli olan kitâbları okuyup, öğrenmelidir. Lüzûmlu kitâblardan çok kıymetlisi imâm-ı Gazâlînin kitâbları ile, imâm-ı Rabbânînin "kuddise sirruhümâ"[1] (Mektûbât) adındaki kitâbıdır. Bu ikisinin hâl tercemeleri (Se'âdet-i Ebediyye) ve diğer kitâblarımızda yazılıdır. Hadîs-i şerîfde, (Evliyânın anıldığı yere rahmet iner) buyuruldu. Bu hadîs-i şerîf, Evliyâyı severek hâtırlayanın, feyz ve berekete kavuşacağını ve düâlarının kabûl olacağını haber veriyor. Herkes muhabbeti mikdârınca, o büyüklerin feyzlerinden ve nûrlarından istifâde eder. Onların bakışları devâ, sohbetleri hasta ve ölü kalblere şifâdır. Onları gören, Allahü teâlâyı hâtırlar. Şimdi onları bulmak, görmek imkânsız oldu ise de, kitâblarını okuyup, yüksek, seçilmiş olduklarına inanan ve bunun için onları seven, onların rûhlarından feyz alır, fâidelenir. (Müslimâna nasîhat) kısmında geniş bilgi vardır. Peygamberler "aleyhimüsselâm", kulları Allahü teâlâya yaklaşdıran vâsıta ve sağlam ipdirler. Hadîs-i şerîfde, Evliyânın, ya'nî (Ahkâm-ı islâmiyyeyi iyi bilip, bildiği ile amel eden âlimlerin, Peygamberlerin vârisleri olduğu) bildirildi. Bunun için, Evliyâ da "aleyhimürrahme", insanı, Allahü teâlânın rızâsına ve merhametine kavuşduran vâsıta ve ipdirler. Kur'ân-ı kerîmde, (Allahü teâlâya yaklaşmak için vesîle arayınız!) buyuruluyor. Bu vesîlelerin en büyüklerinden biri Peygamberler "salevâtullahi aleyhim ecma'în" ve onların vârisleri olan âlimlerdir "rahmetullahi aleyhim ecma'în". Hüccet-ül islâm imâm-ı Muhammed Gazâlî ve imâm-ı Ahmed Rabbânî müceddid-i ve münevvir-i elf-i sânî Fârûkî Serhendî "rahmetullahi aleyhimâ", bu vârislerdendirler. Peygamber efendimizin "sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem" vârisi olan ve Onun mubârek kalbindeki nûrlarını ve ma'rifetlerini alıp, temiz kalblere ulaşdıran, bu iki büyük zâtı vesîle ederek se'âdete kavuşmak çok kolaydır. Zîrâ, bunların eserlerini, hâl tercemelerini okuyarak, kendilerini tanımak ve sevmek pek kolay olur. Evliyâyı sevenler, mağfiret olunmakla müjdelenmişlerdir.
Aşkın bağında açan güllere, bülbül olan,
İslâmın hasret ile, beklediği kahramân,
ma'şûkunun aşkından yanıp yanıp kül olan,
ağlasa yeri vardır, seni görmiyen zemân!
İlmîle, irfânîle, sâhib olan (Sıla)ya,
İki temel bilgiyi, vasl eden bir araya,
dalıp ucsuz bucaksız, o mu'azzam deryâya,
ve bu Zikr deryâsından en büyük payı alan!
Kimi sâhile gider ve bu bana yeter der;
kimi uzakdan görür, mest olur, başı döner;
kimi yalnız seyr eder, kimi bir katra içer;
bir sensin, bu deryâdan, içip içip de kanan!
Kur'ândan, hadîslerden sonra, gelir eserin,
rûhlara şifâ olan, o mubârek sözlerin,
baş kumandanısın sen velîlerin erlerin;
ve (Müceddid-i elf-i sânî) adını alan!
Bize seni duyuran, fıtraten dostun olan,
ve cihânda bir tekdir, senin izinde kalan,
(Seyyid Abdülhakîm) o, senin aşkınla yanan,
hurmetine nasîb et, bize şefâ'atından!
Eserinle cihânı, yeniden tenvîr eden,
sihrli bir kuvvetle, bizi kendine çeken
ondördüncü yüz yılın, zulmetini gideren,
(Arvâs)ın ışığıdır, gerisi hayâl, yalan!
Biz onun talebesi, o sizin tâlibiniz,
muhakkak aks yapar, o nûrlu kalbleriniz,
belli, birbirinize, âşıksınız ikiniz,
ve size âşık olur, (Mektûbât)ı anlıyan!
Hasret kaldım, hep karardım, oldum nûrumdan cüdâ,
feyz kaynağım, elvedâ’, âh elvedâ, âh elvedâ’.
Abdülhakim Arvasi efendi rahmetullahi aleyh hazretlerinin yazdığı bazı mektublar;
Azîz Hilmî, Mektûbunuzun delâlet ettiği âfiyetinize şükrânlarda bulundum. Bilhassa Sedâd’a Avâmil dersi vermeniz pek hoşuma gitti. Demek ki, şehirlerden uzak kalmanızın takdîri boş değildir. Her ikiniz de müstefîd olursunuz. Evâil-i islâmiyette mukaddes [mübârek, kıymetli] kelimeler paralara nakş olunmuş değildir. Zirâ alış veriş vâsıtası olduğundan muhterem değildir, hakîrdir. Üzerlerine resim câizdir. Bu nakışlar [âyet-i kerîme, hadîs-i şerîf, kıymetli isim ve kelimeler] paralarda, Ehl-i Sünnet olmayan bir takım hükümdârların zamanlarında olmuştur. Fâtımîler gibi, Resulîler gibi, Mu'tezile ve sair şerîate tâbi' olmayıp islâm namı altında olanlardır. Evâil-i islâmiyyet, Sahabe, Tâbiîn ve Tebe'-i Tâbiîn idiler. Fırak-ı dallenin hudüsü [dalâlet fırkalarının ortaya çıkışı] zamanlarında, avamı kendi mezheblerine meyl ettirmek için kullanılan hilelerden birisidir. Fukaha-i izam muhterem saydığı kelimeleri, değil paralara, mezar taşlarına yazmağı bile tecvîz eylememiştir. İşte bu mezar taşları dahi öyledir. Mendilde resim câiz olduğu gibi, paralarda da câizdir. Zirâ mühândırlar. Hakîrdirler. Muhterem değillerdir. Size ve vâlide ve kardeşlerinize selâmlar ve dualar ederim. Ara sıra mektûb yazınız. Ahvâlinizi mufassalan [geniş olarak] yazınız. 19 Eski Mart
Dostları ilə paylaş: |