Bir başka mektûbları:
Pek çok sevilen Hilmî ve Sedâd. Sevimli mektûbunuzu aldım. Şâkir okudu. Senâ ve şükre bâis oldu. Avâmilin tercemesini güzel yapmış, demek anlamış. Hilmî istifâde eder. Sedâd istifade eder. Avâmilin bir şerhi, bir de mu'rebi vardır. Bunları bir vâsıta ile gönderirim. Zâten nahiv itibariyle kâfî olur. Sonra kimyâ mühendisi olduğunuz gibi, bir de sarf ve nahiv mühendisi olursunuz. Diğer mühendisler çok olduğundan kıymetten düşerler. Bu mühendisler hadd-ı zâtında makbûl olduğu gibi, nâdir olmuş, azalmış ve bitmiş olduğundan çok makbûl olur. Demek orada bulunmanız böyle devlet-i azîmeye nâil olmak için olmuş. Selâmlar ve dualar ideriz.
Bir başka mektûb:
Hilmî, Bu mektûbunuzdan çok memnun ve mesrûr oldum. Dâima bu itikadın kuvvetlenmesini arzu ider, dualar iderim.
Hablar, ya’nî müshil habları bana çok yarıyor. Kolay ise bir mikdar daha yapınız ve gönderiniz!
Başka bir mektûb:
Aleyküm selâm. Esnâ-i tilâvet-i Kur'anda [Kur'an okurken] selâm sünnet değildir. Fakat selâm eden [veren] olur ise, reddi [cevâb vermek] vâcib olur. Tilâvet esnâsında [okurken] tilâveti keser, selâmı red eder [cevâb verir]. Bir daha başlar. Zirâ tilâvet sünnettir. Redd-i selâm [selâma cevâb vermek] vâcibdir. Vâcib sünnet için terk ve te’hîr olunmaz.
Evvelce gördüğün ve anladığın gibi oku. Zirâ bu hakdan murâd, hurmet ma’nâsındadır. (Bi-hakk-ı Muhammed) sallallahü aleyhi ve sellem demek, bi-hurmeti Muhammed demektir. Mevkufât sâhibi zan etmiş ki, hak kelimesi, bir hakk-ı şer’î veya hakk-ı aklîdir. Öyle murad olunur ise, öyle olur. Minel- kadîm [eskiden beri] bu dua böyle okuna gelmiştir ve bi-hakkı kelimesinden murad hürmet demektir. Evet, Allahü teâlâya, hiç bir suretle, hiçbir şey ne şer'an ve ne de aklen vâcib değildir. Burada hak'dan murâd, bu değildir. Belki mütercim yanlış anlamıştır.
Azîzim, senin hâlin gibi, herkes bu derdle derdli, bu hastalık ile hastadır. Böyle olmaz ise, başka sûretle râhatsızlık olur. Âdetullah böyle câri olmuştur. arabî beyt:
Küllü men telkahü yeşkü dehrehü
leyte şa'rî hâzihid - dünyâ limen
Ya'nî her kime rast gelirsen,hâlinden, zamanından şikâyet eder. Âh bilseydim, bu dünyâ kimin malıdır. İyisi yine sensin
Başka bir mektûb:
Hilmî, mektûbunuza müteşekkir oldum. Sıhhatinize şükr ettim. Din ve dünyânıza en ziyâde yarıyan ve dîn-i İslâm’da misli telif edilmiş olmıyan Mektûbât kitâbını okuyup bazısını anlamanın çok ziyâde bir fadl ve ihsân olduğunu bilmelisin..!
Viran oluyor gönlüm senden ayrı kaldıkca,
sözlerinin tadını unutmam yaşadıkça.
Halâl et de hakkını, öleyim ben râhatca,
biçâre gönlüm her an, sizi görmek istiyor!
Hasret, deryâlar gibi, kesdi yolumu benim,
yıllarca ayrı kalsam, seni dâim severim.
Uzak yerlere düşdüm, bu mu benim kaderim,
bîçâre gönlüm her an, sizi görmek istiyor!
Sizden ayrı kalınca, uyduk hep nefsimize,
yanlış yollara düşdük, bilmem ne oldu bize.
Şeytân bakıp gülüyor, kararan kalbimize,
bîçâre gönlüm her an, sizi görmek istiyor!
Rûhum çılgına döndü, göklere çıkdı âhım,
sizden pek uzak düşdüm, nedir benim günâhım?
Yüzü kara olmakdan, koru beni Allahım!
bîçâre gönlüm her an, sizi görmek istiyor!
Doğar gelir inşâallah, gecelerin gündüzü,
garîblerin o zemân, gülecek hemen yüzü.
Odalarda kısıldı, mü’minin tekbîr sözü,
bîçâre gönlüm her an, sizi görmek istiyor!
Pusu kurmuş hâinler, yollarımı bekliyor,
süslü, tatlı sözlerle, sen, bu yoldan dön diyor.
Îmândan haberi yok, aptal bir şey bilmiyor,
bîçâre gönlüm her an, sizi görmek istiyor!
Hiç uğraşma ey câhil, dönmem billâhi geri,
hedefim, maksadım hep, iyi yoldan ileri.
Çok uğraşdı dünyâda, senin gibi serserî,
bîçâre gönlüm her an, sizi görmek istiyor!
Eserini görünce, önce kıymet vermedim,
on altı yaşındaydım, kötü şeyler söylerdim.
Rahmet saçdı Allahım, hakîkatı öğrendim,
bîçâre gönlüm her an, sizi görmek istiyor!
Bîçâre gönül sen de, durma çalış ilerle!
doğru yolu gösteren o zâta bak ibretle.
Sizi çok sevdiğimi, yazıyorum kalbime,
bîçâre gönlüm her an, sizi görmek istiyor!
Garib İhsân senin de, ağlıyan kalbin var mı?
Onun seveni çokdur, feryâdını duyar mı?
Engeller çelik olsa, insan bundan korkar mı?
Bîçâre gönlüm her an, sizi görmek istiyor
Hüseyin Hilmi Işık “rahmetullahi aleyh” efendi, bir bayramda yakınları ve sevenlerine buyurdularki;
Kimse, kendi rızkını bitirmeden ölmez. Bayram geldi, bütün müslimânlar seviniyor, ama bizim sevincimiz herkesden kat kat fazla. Rabbimize şükrler olsun, bu mübârek güne yetişdirdi. Ve bilhassa, onun yolunda, kendisinin yolunda, hayatlarını tehlükeye koyarak, onun dinini, onun kullarına yaymak için, oruçlu oruçlu uğraşan, yorulan, kendilerini tehlükeye atan, sizin gibi kardeşlerimizle böyle karşılaşdığım, mübârek ellerini sıkmakla şereflendiğim için Rabbimize sonsuz şükr ediyorum efendim. Bu samimi sözlerim, kalbimin ifadesidir. Rabbime şükrler olsun. İslâmiyyetin garib olduğu bir zemânda, kahhar sıfatının tecellî etdiği bir zemânda, böyle, onun dini için, aşk ile, gayret eden, çalışan insanlara ne mutlu. Ne mutlu onun seçdiği müslümanlara! O müslümanların sınıfında bulunmak, onların arasında bulunmak se’âdetine kavuşan din kardeşlerime ne mutlu. İnanıyorum ki, sizin hizmetinizde gezdiğiniz, bastığınız yerlere melekler kanadını serdi. Niçin inanıyorum ben buna? Çünki hadîs-i şerîf bildiriyor: “Yâ Ebâ Hüreyre...” diye uzun bir hadîs-i şerîf var. “Yâ Ebâ Hüreyre, Allahın kullarına, Allahın dinini öğret. Onları öğretmeye giderken bastığın yere melekler kanatlarını serer. Gökteki melekler, yerdeki hayvanlar, havadaki kuşlar, denizdeki balıklar senin için düâ ederler. Kıyâmetde sana öyle bir makam ihsan olunur ki, Peygamberler gıpta eder.” diyor hadîs-i şerîf. Elhamdülillah, bu müjdeye mazhar olan kardeşlerimizsiniz siz. Onun için çok bahtiyarsınız kardeşim. Cenâb-ı Hakkın bu ni’metine karşı çok şükr edin. Evet, belki bu hizmetinizde çok sıkıntılar çektiniz, çok üzüldünüz. Çok ye’se düştüğünüz anlar oldu. Amma Evliyâ-yı kiramın, hatta Eshâb-ı kirâmın çektiği sıkıntılar daha fazla idi. Onlar sizin çektiğiniz sıkıntılardan kat kat fazlasını çektiler. Bu sıkıntılar hizmet edenlerin aşkını, hevesini arttırır efendim. Neş’e içindeyim elhamdülillah. Cenâb-ı Hakk, Habib-i ekremine minnet ediyor. Diyor ki, “Sana yardımcılar yaratdım.” Biz de sizin gibi kardeşlerimizle Rabbimize şükrediyoruz. Elhamdülillah ki, Rabbimiz sizleri seçmiş; bu hizmet şerefiyle şereflendirmiş. Bu hizmetin devamını arzu ediyoruz. Nasıl devam eder bu? Kolay. Allahü teâlâ ne buyuruyor? “Ni’metlerimine şükr ederseniz arttırırım” buyuruyor. Bundan büyük ni’met olur mu? Onun yolunda çalışmak, onun dinine hizmet etmekden büyük ni’met olur mu? Bu ni’metin devamı için şükr edeceğiz kardeşim. Rabimize şükr edeceğiz. Şükrün dereceleri var. Evvela, bizi bu hizmete sürükleyen kuvvetli îmânımıza şükr edeceğiz. Îmâna nasıl şükr edilir? Âyet-i kerîmeler bunu bildiriyor. Diyor ki, “Ey mü’minler, ey îmânla şereflenenler, bu ni’metin şükrünü ifâ edebilmek için birbirinizi seviniz. Ananızdan, babanızdan, kardeşinizden daha çok seviniz. Hele, onlar da bu yolda ise, elbette onları da böyle seveceksiniz.” Binaenaleyh kardeşim, bizi bu yola, bu hizmete sürükleyen îmân ni’metinin şükrünü ifâ etmek için hubb-i fillah ile şerefleneceğiz. Birbirimizi seveceğiz. Birbirimizin kalbini kırmakdan titreyeceğiz. Zaten mü’minin kalbini kırmak, mü’mini incitmek harâmdır. Hele böyle mübarek kardeşlerimizi incitmek, hele hele darılmak, münakaşa etmek; Allah muhafaza etsin. Bazen işitiyorum; falanca kardeşimizle falanca kardeşimiz birbirleriyle münakaşa etmiş, kalbleri kırılmış. Eyvah diyorum, ye’se düşüyorum. Ümmidsizliğe kapılıyorum. Çok üzülüyorum. Aman el hazer, el hazer, el hazer! Sakınalım birbirimizi incitmekden. Evet, Peygamberlerden başka, hepizimin kusuru var, hepimizin günâhı var. Bir toplulukta günâhı az olan da var, çok olan da var. Bana sorarsanız, günâhı en çok olan hangimiz biliyor musunuz? Benim, ben. Çünki benim yaşım hepinizden daha çok. Herbirinizin elini sıkarken Rabbime yalvarıyorum. Şu mübarek kardeşimin hürmetine benim günâhımı afv et ya Rabbi diyorum. Kalbimden hep böyle geçiriyorum. Yâ Rabbi diyorum, Senin için rahatını bir tarafa bırakarak, Senin dinini yaymak için kendini tehlükelere atan, bu fitne-fesat zemânında, bu îmân ve aşk ile çırpınarak uğraşan kardeşim hürmetine, şu mübârek genç hürmetine beni afv et ya Rabbi diye, hepinizin elini sıkarken kalbimden böyle geçirdim. Binaenaleyh, günâhsız insan olmaz; kusursuz insan olmaz. İşte, birbirimizin kusurlarını görmeyeceğiz, iyiliklerini göreceğiz. Birbirimizin iyilikleriyle birlik yapacağız, birleşeceğiz. Kusurlarımızı afv edeceğiz, hatta ikaz edeceğiz. Her zemân söylüyoruz, zâten münakaşa yasak, hatta bunun tercemesi, “Vehhâbîye nasihat” kitâbında var. Ordan okursunuz. Nasıl olur bir mü’min incitilir efendim. Muhammed Ma’sum hazretleri “Mektûbât”da buyuruyor ki, “Münakaşa etmeyiniz” diyor. Bir mü’minin, bir müslüman kardeşinin kalbini incitmenin Kâbeyi yedi kerre yıkmakdan daha günâh olduğunu dinimiz bildiriyor. Onun için, en çok dikkat edeceğimiz şey; birbirimizin kusurunu afv edeceğiz, sabr edeceğiz. Sabr edenin gideceği yer neresidir? Peygamber efendimiz, “Cennetdir” buyuruyor. Onun için, birbirimizi incitirsek dahi, karşıdakinin sabr etmesi lâzımdır. Ona düâ etmesi lâzım. Müslimânlık budur, kardeşlik budur. (bu konu yarın devam edecek inşallah)...
Ey gözlerimin nûru, ey cândan yakîn cânân!
Abdülhakîm Arvâsî, hasta rûhlara dermân!
Bizler nerde siz nerde, perdeler feth olmuyor,
Sizden uzak kaldıkca, kalbler râhat bulmuyor.
Sohbetden, muhabbetden, dâim konuşurdunuz,
Talebe, hocası ile ölçülür, diyordunuz.
Adım adım, hakîkat yolunu geçmişsiniz!
Rûhları serhoş eden, şerbetden içmişsiniz!
Dünyâ yok gözünüzde, kalb sâhibi ile meşgûl,
Sensin cihânda şimdi, Rabbin en sevdiği kul!
Tevâzû’, büyüklüğün alâmeti derdiniz,
Her hareketinizde bunu gösterirdiniz.
Cihân zûlmetde iken Fehîm nûr saçıyordu,
O haznedeki esrâr, hep size nasîb oldu!
Ya Rabbî! Seyyid Fehîm, ne büyük mürşid imiş,
ölü kalbi dirilten, bir Hakîm yetişdirmiş.
Resûlullahdan gelen, nûru nakş etmiş size,
En büyük arzûmuzdur, kavuşmak lutfünüze!
Nûra kavuşulur mu, bir rehber olmadıkca?
Kalbleri ihlâs ile, ona bağlamadıkca
Hüseyin Hilmi Işık “rahmetullahi aleyh” efendi, bir bayramda yakınları ve sevenlerine buyurdularki;
Eshâb-ı kirâmdan bir zât diyor ki, “Peygamber efendimiz, Bayram günü hutbeye çıkıyordu. Merdiven üç basamakdı. Birinci basamağa çıktı. Bir şeyler söylüyordu. Kulak verdim işitdim. Buyuruyordu ki: (Yâ Rabbi, Sen, bir kulunu, anasını-babasını gördüğü halde, onların hizmetinde kusur eden, kalblerini inciten, onların rızasını, düâsını almayanı Cehenneme sok.) Ben de âmin dedim” buyuruyor. O halde birbirimizi seveceğiz, amma, anamızın, babamızın da kıymetini bileceğiz, onların rızalarını düâlarını alacağız, gönüllerini alacağız. Hepiniz biliyorsunuz; “Ananın, babanın evladına düâsı, Peygamberlerin ümmetine düâsı gibidir.” Zevcelerinizin kıymetini bilin, hatta Peygamber efendimiz, bak, ne buyuruyor: “Ailesinin ağzına yemek koymak ibâdetdir. Onlar Allahü teâlânın bize emanetidir. Nemâzını kılan, tesettür eden bir hanım, dünyânın en büyük ni’metidir. Cennet ni’metlerindendir” buyuruyor Peygamber efendimiz. O hayatını bize vermiş. “Se’âdet-i Ebediye”de 30. madde var ya, orada yazıyor. Biz neş’eli isek o da neş’elidir, biz üzüntülü isek o da üzüntülüdür. Böyle bir müslimânın kalbini incitmek, emin olalım ki, Beytullahı yıkmakdan daha büyük günâhdır. Öyle büyük günâhdır. O, çünki, herşeyden ümmidsiz, onun bir dâne ümidi, Allahdan sonra zevcidir. Onlara sert söylemeyelim, onların kusurlarını afv edelim, onları tatlılıkla ıslah edelim, kusurlarına sabr edelim. Sabr edenin gideceği yer Cennetdir dedik ya... Duyuyorum da, bazıları ailelerine sert söylüyormuş. Nasıl sert söyleyebilir aklım almıyor. Üzerseniz hasta olur, siz sıkıntı çekersiniz. Aklı olan öyle mi yapar? Aman, aman, ailelerinize çok dikkat edin kardeşim. Onların gönlünü alın. Evinizin içinde rahat olsun, huzur olsun. Sizin için söylüyorum kardeşim. Dünyânız ve ahıretiniz için söylüyorum. Sabırlı olun. Peygamber efendimiz tekrar tekrar buyuruyor ki, “Güzel huylu olunuz, ailelerinize hakaret etmeyiniz, ailelerinizle iyi geçininiz. Ailesine karşı en iyi muamele edeniniz benim.” buyuruyor. Onun için, çok dikkat edin kardeşim.
Rabbime şükr ediyorum ki, mübarek kardeşlerimizin teneffüs etdiği şu havayı, sizin ciğerlerinize girip çıkmakla şereflenen şu havayı, teneffüs etmeyi bana nasib eyledi diye şükr ediyorum kardeşim. Her zemân söylüyorum, kimseyle münakaşa etmeyin. Münakaşa zarardır. Muhabbeti azaltır; düşmanın da düşmanlığını arttırır. “Men sabera zafera.” Sabr eden kazanır. Hadis-i serif bu. Huccetdir, sağlamdır. Birbirimize düâ edelim. “Duâ-i zahrul gayb icabete makrundur.” Birbirimize arkamızdan hayr düâ edeceğiz kardeşim. Sizin düânız makbuldür. Mü'min olmayanlar dedikodu yaparlar; mü’minler, salihler düâ ederler. Aradaki farka bakın. Elhamdülillah, biz dedikodu etmeyiz, tenezzül etmeyiz, harâma yanaşmayız, müslimânlara hayr düâ ederiz. Bütün insanların hidâyeti için düâ ederiz.
Rabb-i teâlânın sıfatları çok. Bazı kullarına Hâdi ismiyle tecelli etmiş, bazı kullarına Mudil ismiyle tecelli etmiş. Cenâb-ı Hakkın ef’aline süâl sorulmaz. Şuna inanılır, Cenâb-ı Hak Hakîmdir, hikmet sâhibidir. Her fi’linde hikmet vardır. “Ben Mahlûklarımı abes olarak yaratmadım” buyuruyor. “Boş, fâidesiz, lüzumsuz olarak yaratmadım.” Her zerrenin fâidesi vardır, sebebi vardır. İşte bazı kullarına Hâdi ismiyle tecelli etmiş, hidâyet nasib etmiş, bunları kendi hizmetinde kullanıyor. Ötekilere de Füdûl sıfatıyla tecelli etmiş, bunlar dalaletdedirler, yıkıcıdırlar, bölücüdürler. Elhamdülillah, Rabbimiz bize doğru yolu nasib etmiş. Elhamdülilah, Rabbimiz bizi mes’ûd ve bahtiyar kullarından eylemiş. Ne büyük se’âdet, ne büyük müjde. Ne büyük ni’met içindeyiz kardeşim. Sevinelim, üzülmiyelim, kızmayalım. Se’âdete kavuşan kızar mı? Peygamber efendimiz buyuruyor ki, “Mü’minin alâmeti güleyüzdür. Münafıkın alâmeti çatık kaşdır.”
Allahü teâlâ ihsan etdiği ni’meti izhar etmemizi sever; göstermemizi, belli etmemizi sever. En büyük îmân ni’metini nasıl göstereceğiz? Güler yüzümüzle, tatlı dilmizle göstereceğiz. Şefkatimizle, merhametimizle göstereceğiz. Merhametli olacağız, şefkatli olacağız.
Cânân elinden gelmişim, fânî mekânı neylerim,
Ol mülke meylim salmışım, ben bu cihânı neylerim.
Hep i’tibârım atmışım, âşıklığa el katmışım,
Ben nefsi dosta satmışım, bu düşmanı neylerim.
Aşkı tabîbim kılmışım, derdinde derman bulmuşum,
Abdülhakîmi görmüşüm, yünâniyânı neylerim.
Ma’rifet tadın almışım, fenâ tahtına varmışım,
Mahfice sultân olmuşum, dünyâ varlığı neylerim.
Herne gelirse yahşîdir, zirâ o dostun bahşıdır,
Çün cümle onun işidir, ben bed gümânı neylerim.
Gerçi zemân devran ile, pîr etdi cismim şân ile,
Gönlüm civândır can ile, pir-ü civânı neylerim.
Yâri bana bes görmüşüm, ağyârı dilden sürmüşüm,
Ünsile tenhâ durmuşum, ben ins-ü cânı neylerim.
Dilden dile bin tercüman, varken ne söyler bu lisan,
Çün cân-ü dildir hem zebân, nutk-u beyânı neylerim.
Şimdi! cemî’i halkdan, müstağniyim billâhi ben,
Hallâk-ı âlem var iken, halk-ı zemânı neylerim?
Bâyezîd câmi'inde
Birgün dersden çıkmış öğle nemazını kılmak için Bâyezîd câmi'ine girmişdi. Kıldıkdan sonra kitâbcılar tarafında birinin va'z verdiğini gördü. Oturup dinledi. Bir hoca elindeki ince ve ufak bir kitaba bakarak îmânın altı şartını anlatıyordu. Hep bildiği şeylerdi. Fekat kalkıp başka, yere otursaydı, dersi beğenmedi ve gitdi sanarak hoca üzülür düşüncesi ile yerinden kalkmadı. Zâten dinliyen de, üçbeş. ihtiyardı. Hoca dersi çabuk bitirdi. Önündeki bir formalık ince kitâbları göstererek, (Bunlar herkese lâzımdır. Satıyorum alınız) dedi. Hocanın çok fakir olduğu hâlinden anlaşılıyordu. Kitâb alan kimse olmadı. Hilmî efendi, hocaya acıdı. Bir dâne alıp, bir gence hediye ederim düşüncesi ile (kaç kuruş?) dedi. Yirmibeş kuruş deyince, almadı. Hem yirmibeş kuruşu yokdu. Hem de, küçük kitabın değeri iki kuruş kadardı. Çünki, para kıymetli idi. İmâm ma'âşı onyedi lira, teğmen aylığı altmışbir lira idi. Kitabın encok beş kuruşdan fazla olmasını din adamına yakışdıramadı. (Allah rızâsı için parasız verilir. Haydi nafaka için beş kuruş olsun) diye düşünerek, bu hocayı beğenmedi. Kalkıp karşı tarafa doğru yürüdü. Bâyezîd meydanı tarafındaki parmaklık içi ve dışı çok galabalıkdı. Bir ihtiyar, içerde oturmuş kitâbdan anlatıyordu. Güçlükle gidip, arkasına oturup dinledi. (Evliya mezarları nasıl ziyaret edilir?) anlatıyordu. Hiç bilmediği, çok merak etdiği şeylerdi. Fekat cami' içinde ikindi nemâzı kılınmağa başlandı. Hoca da kitabı kapayıp, (Bu kitâb Allah rızâsı için bu küçük efendiye hediyyem olsun) diyerek arkasına uzatdı. Kalkıp nemâza başladı. Hilmî efendi, bu hocayı dinlerken, hep karşıdaki hocayı düşünüyor. Allah adamı, din kitabını bedava verir düşüncesini zihninde tekrarlıyordu. Bu hoca ise, kendisini görmemişdi. Arkasında küçük efendi, olduğunu nerden anlamışdı? Kitabı alınca, câmi'in boş yerine koşup nemâzını kıldı. Kitabın kapağında (Râbıta-i şerife) ve altında (Abdülhakîm) yazılı idi.
......
Abdülhakîm-i Arvâsî (rahmetullahi aleyh) den anlatırdı
Sevdiklerimden ayrı kaldığım için,
göğsümde, ruhum kan ağlıyor.
Birlikde oturduklarımın ayrılığı,
kemiklerimin iliğini yakıyor!
Hüseyn Hilmî Işık efendi, her sohbetinde islâm âlimlerinin kitâblarından okur, imâm-ı Rabbânînin ve Abdülhakîm-i Arvâsînin sözlerinden söyler, gözleri yaşarırdı. (Kelâm-ı kibar, kibâr-ı kelâmest) derdi. Büyüklerin sözü, sözlerin büyüğüdür demekdir. Abdülhakîm efendinin, (Kötülük yapmak için yaratılmış olanın zarar yapdığını görünce niçin şaşıyorsun? Ondan iyilik mi bekliyorsun? Ben de senin bu şaşmana şaşıyorum. O, şerr-i mahzdır. Onun kötülük yapması, şaşılacak şey değildir. Onun bir iyilik yapdığını görürsen, o zeman şaş! Nasıl oldu da iyilik yapabildi de!) ve islâm âlimleri anılınca, (insan onlar idi. Onların yanında biz hiç kalırız. Hâzır olsak, hesaba katılmayız. Gâib olsak, aranmayız) ve (Ben zayi' oldum!) ve (Yabancı dil bilseydim, çok fâideli olurdum)ve (Hassas, nâzik ruhlu kimse, fabrikadan yeni çıkmış olup, ambalajından kendisinin ayırdığı bir çocuk oturağı içine yemek koyup yiyemez. Onun benzerlerine necaset konulduğunu hatırlayarak tiksinir. Küfr alâmeti olan şeyleri kullanmak da böyledir. İmânı kuvvetli, dînine hassas olan, nasıl övülürse övülsün, onları kullanamaz) ve (imâm-ı Rabbânînin Mektubâtını herkes anlıyamaz. (Mektûbât), ne Hâfız-ı Şîrâzînin yazılarına, ne de (Hamse) ye benzer. Biz onu anlamak için değil, bereketlenmek için okuyoruz) ve (Nemâz kılmak, Allahü teâlâya teveccüh etmek demekdir. Dünyâda şer'i şerife muvafık nemâz kılanlara hakâyık münkeşif olur. İlm-i ledünnî ihsan olunur. Bu ilmin yetmişiki derecesi vardır. En aşağısı, yaprakların sayısını bilmek ve Said ile Şakıy olanı ayırmakdır. Bunlar kabrde nemâz kılarlar. O nemâz, kıyam ve rükû' değildir. Allahü teâlâya teveccüh etmekdir) sözlerini sıksık tekrar ederdi.
İlmsiz birşey olmaz, ilm herşeye başdır,
karanlık yollarda o, en azîz arkadaşdır.
Ondan sâdık dost olmaz, ondan vefâlı yâr yok,
herşeyde zarar olsa, onda aslâ zarar yok.
İlm, ucsuz bucaksız, bir ummânı andırır,
ilmden başka herşey, insanı usandırır.
Nasıl kıymetli olmaz, Allah onu övüyor,
bak! Nebî-yi muhterem, bir hadîsde ne diyor:
Ara, her yerde ilmi, o yer ister Çin olsun!
İlm öğrenmek farzdır, her mü’min için olsun.
Bak! Alî-yülmürtezâ, ne diyor dinlesene,
(Köle olurum bana, bir harfi öğretene).
Âlimler, şerî’atı, yıkılmakdan kurtarır,
âlimler yer yüzünde, zıll-i sıfâtullahdır.
Mürekkeb-i ulemâ, azîzdir hattâ şundan:
fî sebîlillah akan, şehîdlerin kanından.
Çünki, cihâd-ı ekber, ancak ilmle olur,
dâreynde, ilmi ile, âmil olan kurtulur.
Âlim, zâhidden üstün, zühd, ilmin altındadır,
âlimler, âhıretde, nebîler yanındadır.
Dime! Cihânda âlim, kalmadı, belki vardır,
aç gözünü, kalbinden zulmet perdesin kaldır!
Bu dînin âlimleri, hadîsle övüldüler,
Benî isrâ’îldeki nebîler gibidirler.
Âlimlerin bir sözü, yıllarca, bâkî kalır,
insanı en alçakdan, bâlâlara kaldırır.
Şimdi âlim bulmak zor, o hâlde ne yapmalı?
âsâr-ı ulemâyı, durmadan okumalı!
Kitâb, altun bir kafes, ilm içinde kuşdur,
kafesi satın alan, kuşa mâlik olmuşdur.
Sarıl kitâblara ki, kalbin nûr ile dolsun,
önce okuyacağın, Kur’ân-ı kerîm olsun!
Sonra, kıymetli eser, Buhârî ve Müslimdir,
ba’dehu Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânîdir.
Tesavvuf ile fıkh, burada vaslolmuşdur,
öyle bir âlimdir bu, hadîsle övülmüşdür.
Hârikalar menba’ı, hiç duyulmıyan sözler,
asrlarca çözülmez, mu’ammâ mes’eleler.
Hepsi Mektûbâtda ve tercemesinde vardır,
onsuz kurtuluş zordur, onsuz ilm, noksandır.
Eshâb-ı kirâm risâlesi de, gör, ne iyi,
oku! Güzel anla da, takdîr et sahâbeyi.
Mektûbât tercemesi, ebedî se’âdetdir,
le-hül-hamd her yerde var, temâmı bil, üç cilddir.
İbni Âbidîne bak, bir deryâ ki, sonsuzdur!
hanefîde en büyük fıkh kitâbı budur.
Gör, İhyâ-ül-ulûmu, Kimyâ-ı se’âdeti,
Gazâlîyi yâdından çıkarmazsın ebedî.
Riyâdunnâsıhîni okuyunca anlarsın,
Muhammed Rebhâmîye, ne büyük âlim dersin.
Şeyhul-ekber, Geylânî, öğren Behâ’eddîni,
böyle zâtlar korumuş, yıkılmakdan bu dîni.
Mevâhib, her eserde, adı geçen kitâbdır,
Resûl-i müctebâyı, uzun uzun anlatır.
menkıbeler pınarı, Çihâr-ı yâr-ı güzîn,
İhtiyâcı çok ona, kararan kalbimizin.
Merâkıl-felâh ve Mevkûfât kıymetlidir,
Mecmû’a-yı zühdiyye, sana çok şey öğretir.
Ma’rifetnâmeyi gör, İbrâhîm Hakkıyı bil,
çok oku Birgivîyi, sanma fâideli değil.
Terceme-i hâlleri, tanınmış Evliyânın,
içinde anlatılmış, Reşehât, Nefehâtın.
Berekât-ı Ahmedî, Mu’cizât-ül-Enbiyâ,
ne güzel yazılmışdır, Hadîka-tül-Evliyâ.
Dürr-i yektâyı da gör, hem Umdetül-islâmı,
Miftâhul-Cenneti, ey oğul ilmihâlini.
Râbıta risâlesi, tesavvufu bildirir,
musannifi (esseyyid Velî Abdülhakîm)dir.
Dahâ nice kitâb var, denizde inci bunlar,
Rahmet-i Hakda olsun, her birini yazanlar.
Bizlerden selâm eyle, yâ Rabbî, sen onlara,
kolaylık ver onların yolunda olanlara!.
Fransız profesörü Hadamar yanlış yazmış
Lisede iken geometri hocası, her dersi verince Hüseyn Hilmî efendiye tekrar etdirirdi. Arkadaşları, sen anlatınca daha iyi anlıyoruz derlerdi. Lise ikinci sınıfda (bir dik açının düşeyinin de dik olması için bir kenarının, düzleme paralel olması lâzım ve kâfidir) teorisini isbât ederken, durakladı. Hocası yüzbaşı Fuâd bey hatırlatmak isteyince (Efendim! Burasına aklım ermiyor. Dediğinizi anlıyorum. Fekat, iki isbâtlama birbiri yerine oluyor) demişdi. Fuâd bey, sınıfın ikincisine soruyor. O da, rakibinin bu hâline sevinerek, (Hayır efendim. Hilmî efendi yanılıyor. Kitâb da sizin anlatdığınız gibi yazıyor) diyor. Hilmi efendi, bunu anlıyamadığında ısrar edince, Fuâd bey, onu yerine oturtuyor ve (Hilmî efendi! insanlık hâli bu. Belki bugün çok çalışarak kafan yorulmuş. Belki de başka üzüntün vardır. Başka zeman iyi anlarsın. Üzülme) diyor. Gece oluyor. Herkes uykuda. Nöbetçi, Hilmî efendiyi uyandırıyor. (Kalk! Geometri hocası, öğretmenler odasında seni istiyor) diyor. Kalkıp giyiniyor. Geceyarısı, şaşkın şaşkın odaya gidiyorlar. Füâd bey: (Yavrum Hilmî efendi! Evime gidince düşündüm. Hilmî efendi her yeni verilen dersi bülbül gibi tekrar eder. En çetin matematik problemlerini çözer. Onun bugün iki ayrı geometri davasının birbirine ters düşduğünü söylemesi boşuna olmasa gerekdir dedim. Çok inceledim. Anladım ki Hilmî efendi haklı imiş. Fransız profesörü Hadamar yanlış yazmış. İzmir lisesi geometri muallimi Ahmed Nazmi bey de, bunu terceme ederken farkına varamamış. Ben ise, senelerce, bunu yanlış anlatmışım. Oğlum sen haklısın. Seni tebrik ederim. Senin gibi talebem olduğu için iftihar ediyorum. Senin rahat uyuman, sevinmen için, yarını bekliyemedim, geldim) dedi. Hilmî efendinin alnından öpdü ve gitdi.
Viran oluyor gönlüm senden ayrı kaldıkca,
Dostları ilə paylaş: |