X- Kısas İle İlgili Sözleri
Turan Dursun, 57 nci sayfada şunları söylüyor:
"islâm, yeni bir dünya nizâmı getiriyordu. Bu nizâm, kuşkusuz Câhiliye çağının anarşi ve zorbalığından daha ileriydi, belli bir uygarlaşmanın hukuki çerçevesi getirilmişti, insanlar yeni nizama uyacaklardı. Bunun yaptırımı, hem bu dünyada hem de öteki dünyada en ağır cezalardı.
Bu dünyadaki cezalar, özet olarak kısasa kısastı.
Bakara sûresi şöyle diyordu: "Ey inananlar, öldürmede kisas size farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın." (178. aycı)
Bu şekilde kısas istemek ölenin velisinin hakkıydı. Eğer bir müs-lüman erkek, kâfir erkeği öldürürse, kısas uygulanmazdı. Bakara suresi, cezayı bireye değil, eski kabile hayatının bir kalıntısı olarak topluluğa vermiş oluyordu. Ölenin karşılığında kan bedelini, öldürenin topluluğundan bir eşidi oluşturabiliyordu. Kısas yerine bedel de ödenebilirdi. Kadın Müslümanm değeri, erkeğin yarısı kadardı."
Bu sözlerinden, sanki kısas gibi ağır bir cezanın, daha önce hiç olmadığı, bu cezayı tslâmm getirdiği anlamı çıkmaktadır. Oysa haksız yere adam öldüreni öldürmek, bir başkasının vücudunu yaralayanı aynı şekilde cezalandırmak hem Arap kabileleri arasında uygulanagelen bir hüküm, hem de yahûdîler arasında uygulanan bir ceza idi. Mâide Sûresinin 45 nci âyetinde, Tevrat'ta yahûdîlere: cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralamalara karşılıklı kısasın farz edildiği belirtilmektedir. Tevrat'ın, Çıkış: 24/12-25 nci âyetlerinde bu kısas hükümleri anlatılmaktadır.
Kur'ân gelince toplumun yararına olan hükümleri bırakmış, zararına olan hükümleri kaldırmıştır. Kısas, toplumun huzur ve güvenini sağlayan bir yasa idi. Önceki İlâhî Kitapta da vardı. Kur'ân da, kendinden önceki ilâhî Ktapta var olan bu yasayı kabul etmiş, "Ey sağduyu sahiplen, kısasta sizin için hayât vardır!" (Bakara: 178) demiştir.
Turan Dursun'un iddiasına göre eğer bir müslüman erkek, kâfir erkeği öldürürse kısas uygulanmazdı. Bakara Sûresi, cezayı bireye değil, eski kabile hayatının bir kalıntısı olarak topluluğa vermiş oluyordu. Ölenin karşılığında, kan bedelini, öldürenin bîr eşiti oluşturabili-yordu. Kısas yerine bedel ödenebilirdi. Kadın müslümanın değeri, er-kcğİn yarısı kadardı.
Aslında yazar, fıkıh ihtilâflarını, İctihâd görüşlerini Kur'ân'ın açık hükmü gibi göstererek kamuyu yanıltmak çabası içindedir. Gerçekte "Kur'ân cezayı bireye değil, gelenek uyarınca topluluğa vermiş oluyordu" sözü, Kur'ân'ın: "Hür karşılığında hür, köle karşılığında köle, kadın karşılığında kadın" İfadesine uyar mı? Bir kere birinin yaptığı suçu başkalarına yüklemek, Kur'ân'ın genel ve en temel prensibine aykırıdır. Kur'ân'a göre "Hiç kimse, başkasının günâh yükünü taşımaz." (îsrâ: 15) Kinişe, işlemediği suçtan sorumlu olmaz. Kısasta sadece suçu İşleyen cezalandırılır.
Ancak öldürenin velîlerine, yani en yakın akrabasına kısastan vazgeçme hakkı tanınmıştır ki Tevrat'ta da böyledir. Kısasın asıl amacı, toplum düzenini sağlamaktır. Eğer öldürülenin yakınları, katili bağışlar da diyete (kan bedeline) razı olurlarsa o zaman kabile dayanışmasının bir gereği olarak diyeti, katilin akrabası öder. Bunda yardımlaşma yanında, aile içinde yetişmiş bireyin davranışlarının, familya tarafından kontrol edilme amacı da güdülmüştür. Zira ferdin suçunun, kendisine de zarar vereceğini düşünen aile, fertlerinin davranışlarını kontrol eder, onların yanlış bir şey yapmalarına engel olmağa çalışır. Maamâfîh âkile denilen bu uygulama, Kur'ân'ın emri değildir. Kur'ân'da böyle bir hüküm yoktur. Ama Tevrat'ta vardır. Kur'ân'ın açıkça belirlediği kısas hükmüne göre suçu işleyen cezalandırılır.
Turan Dursun'a göre: "Bir müslüman erkek, kâfir erkeği öldürürse kısas uygulanmaz." Kur'ân'ın açık anlatımında müslüman kâfir kaydı yoktur. Hür deyimi içine, müslim, gayri müslim bütün hürler girer. Köle deyimi içine de dini ne olursa olsun bütün köleler girer. Bu müslüman kâfir ayırımı, Kur'ân'a âit değildir, fıkıhçıların görüşleridir. Bu konuyu daha iyi kavrayabilmek İçin Bakara Sûresinin, kısasla ilgili 178-179 ncu âyetlerinin tefsîrini verelim:
"Ey inananlar, öldürmede kısas size farz kılındı. (Binaenalayh, kaatilin de öldürülmesi gerekir). Hüre hür, köleye köle, kadına kadın. Ama kim (yani kaatil, müslüman) kardeşi tarafından affedilirse, o zaman (affedenin, örfe göre) uygun olanı yapması, (uygun diyet istemesi, affedilenin de) güzelce onu ödeme (si) gerekir. Bu, Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve acımadır. Kim bundan sonra da saldırıya kalkarsa artık onun için acı bir azap vardır. Ey akıl sahipleri, kısasla sizin için hayat vardır, böylece korunursunuz."
Bu iki âyetin iniş sebebi hakkında birkaç rivayet vardır. Katâde'dcn anlatıldığına göre: Cahiliyye çağında kabileler, kendilerini birbirlerinden üstün görürlerdi. Şayet kuvvetli olan kabilenin kölesi Öldürülse, onun yerine bir hür; kadın öldürülse, yerine bir erkek; hür bir erkek öldürülse yerine iki hür erkek öldürmek isterlerdi. Böylece o kabile; kölelerinin, başkalarının hürlerine; kadınlarının, başkalarının erkeklerine; bir hürlerinin, başkalarının iki hürrünc denk olduğunu ileri sürerek övünmüş olurdu, işte Yüce Allah, bu âyeti indirerek ancak köie karşılığında kölenin, kadın karşılığında kadının kısas edilebileceğini bildirdi ve insanları böyle aşırılıklardan menetti. Daha sonra da Mâide Süresindeki: "Onlara (israil oğullarına) Tevrat'ta cana canın, göze gözün, buruna burnun, kulağa kulağın ve yaralamaların da birbirine karşı kısas edileceğini yazdık." mealinde bulunan 45 nci âyetini indirdi. Buna benzer bir rivayeti de tabiûndan bir topluluk, Şa'bî'den nakletmiştir.
Âyetin mânâsı: Ey inananlar öldürülenin katiline kısas yapmanız, size farz kılındı. Kimse kimseye karşı haksızlık yapmasın, aşırı gitmesin. Hür bir insan, hür bir insanı Öldürdüğü zaman yalnız o hürrü öldürün; köle, köleyi öldürdüğü zaman da yalnız onu öldürün. Kadına karşılık da sadece katil kadını öldürün. Hür yerine birçok hür, köle yerine hür; kadın yerine erkek öldürmeyin. Her kim için kardeşi tarafından (yani maktulün velisi tarafından) kısastan birşey, diyete bırakılmış olursa arlık diyeti isleyen kişi, işi yokuşa sürmeden güzelce hakkını alsın, diyeti veren de işi sürüncemede bırakmadan borcunu ödesin. Kısastan vazgeçip, cezanın diyete indirilmesi, Rabbinizden size bir rahmettir. Halbuki sizden önce yahudîlerde diyet almak yasaktı. Maktulün velileri yalnız kısas yapmak zorunda bırakılmışlardı. Size ise kısası diyete indirme kolaylığı sağlandı, imdi kim diyeti aldıktan sonra katili de Öldürmeğe kalkarsa onun için acı bir azap vardır. Kim kendisine çizdiğim yolun dışına çıkar da cahiliyye âdetine dönerse onun için acı bir azap vardır.
Ayetin baş tarafı, kısası genel prensip olarak farz kılmakta, fakat maktulün velisine kaatili affetme yetkisini de vermektedir. Bu husus, ümmet için bir rahmettir. Kısastan maksat, toplumun huzurunun teminidir. Çünkü haksız yere öldürülenin kaatili de hayattan mahrum edilmezse bu durum, maktulün yakınları arasında bir infiale, kan davasının sürüp gitmesine ve iki taraf arasında ardı arası kesilmez öldürmelerin cereyanına sebeb olur. Ama kaatil, şeriatin bir emri olarak öldürülünce iki taraf da yatışır, kardeş olarak yaşamalarını sürdürür. Kısasın yanında af yetkisinin de tanınması, Kur'ân hükmüne her zaman uygulanabilecek bir elâstikiyyet vermiştir.
Allah, âyetin başiyle kaatilin öldürülmesini farz kılmıştır. Bu hüküm, bütün katillere şamildir. Kaatil, ister hür olsun, ister köle olsun; ister kadın olsun, isLer erkek olsun; ister müslüman, ister zimmi olsun değişmez. Her kaatil öldürülür: "Hürre karşılık hür..." cümlesi ise, geçen hükmü, teyid şeklinde açıklamakta ve bazı kabilelerin tatbikatını yasaklamaktadır. Onlar kölelerine karşılık hür öldürmek istiyorlardı. Âyet onların bu zulmünü önlemekte ve ancak kaatilin öldürüleceğini emretmektedir.
Buna göre âyette öldürülmüş olan bir hürrün, öldürülmeyeceğine dair bir delil olmadığı gibi kadın öldüren erkeğin öldürülmeyeceğine dair bir delil de yektur. Âyetin başı, genel bir hüküm ifade eder. Hür yerine hürrün öldürülmesinin zikredilmesi, öteden beri uygulanan bir zulmü iptal etmektedir. Zulmen öldürülen herkes: "Kim zulmen Öldü-rülürse, onun velisine yetki veririz ama o da Öldürmede aşın gitmesin." 112 âyetinin kapsamına girer. Maktul müslüman olsun, zimmî olsun, hür olsun, köle olsun, kadın olsun, erkek olsun velisine kısas tale-betme yetkisi verilmiştir. Mâİde Sûresinin 45 nci âyetinde de "cana can, göze göz"ün kısas edileceği beyan edilmektedir. Ehli kitap hakkındaki bu hükmü nesheden bir âyet inmemiştir. "Kim size tecâvüz ederse, onun size tecavüz ettiği kadar siz de ona tecavüz ediniz!"113
"Ceza verirseniz, size edilen azap kadar ceza veriniz."114 âyetleri de kısası emretmektedir. Sünnet de kısastaki bu genel hükmün, kölelere de şamil olduğunu gösterir. Peygamber (s.a.v.), müslümanlann kanlarının birbirine denk olduğunu söylemiş, köle ile hür arasında ayırım yapmamıştır. Peygamber (s.a.v.); "Kölesini, öldüreni öldürürüz, onun burnunu, kulağını kesenin burnunu, kulağını keseriz ve onu iğdiş edeni iğdiş ederiz " 115 buyurmuştur.
Kitabı Mukaddes'te Kısas hükümleri şöyledir: "Bir adamı vuran, vurduğu ölürse mutlaka öldürülecektir... Ve babasına, yahut anasına vuran mutlaka öldürülecektir. Ve adam çalan, onu satmış olsun, yahut kendi elinde bulunsun mutlaka öldürülecektir. Ve babasına, yahut anasına lanet eden mutlaka öldürülecektir.
Eğer bir adam kölesine, yahut cariyesine değnekle vurur ve onun eli alünda ölürse mutlaka cezalandırılacaktır. Ancak bir yahut iki gün yaşarsa cezalandırılmayacaktır; çünkü o kendi malıdır. Ve eğer adamlar kavga edip bir gebe kadına çarparlar ve onun çocuğu düşerse ve bir zarar olmazsa, kocasının kendi üzerine tayin edeceği gibi tazmin edecek ve hakimler vasıtası ile verecektir. Fakat zarar olursa o zaman can yerine can, göz yerine göz, diş yerine diş, el yerine el, ayak yerine ayak, yanık yerine yanık, yara yerine yara, bere yerine bere vereceksin." (Çıkış, 2/2-25)
Kur'ân'ın ifadesinde köleye karşılık hürrün öldürülmeyeceği şeklinde bir beyan yoktur. Ancak Mâliki ve Şafiî fıkıhçılara göre köle karşılığında hür, zİmmî (gayri müslîm) karşılığında müslüman öldürülmez. Ancak kadın öldürmüş olan erkeğin öldürüleceğinde icmâ' (oy birliği) vardır.
Herhalde Mâliki ve Şâfiîlerin, bir köle öldüren hürrün, öldürdüğü köleye karşılık kısas edilmeyeceği hükmü, biraz Önce kaydettiğimiz Kitabı Mukaddcs'in hükmünden esinlenmiştir. Hattâ sanıyoruz ki Kitabı Mukaddesin bu hükmü, Araplar arasında da uygulanıyor ve onlar köle katleden hürrü öldürmüyorlardı, işle onların bu örfü, îmâm Mâlik'in ve onun talebesi Şafiî'nin içtihadına kaynak olmuştur. Fakat bu görüş, âyetlerin ruhuna ve Islâmın genel eşitlik prensibine aykırıdır. Bu bakımdan Ebû Hanîfe'nin içtihadı, Kur'ân'ın ruhuna daha uygundur. Âyetin zahirinde de insanlar arasında böyle ayırım yapılacağını gösteren bir husus yoktur. Kaatil kim olursa olsun, birisini zulmen öldürmüşse kendisi de öldürülür. Kanda köle kadın, müslüman ve zimmî hep birbirine eşittir. Müslümanın malı nasıl haramsa zimmîninki de haramdır. Zimmînin malını çalanın da eli kesilir. Hz. Peygamber (s.a.v.), zimmîye karşılık müslümandan fidye almış ve: "Ben, zimmetine riâyet edenin hakkını korurum" demiştir.
Âyetten anlaşılıyor ki insanların vasıflarındaki farklılık, kısasta hükmü değiştirmediği gibi sayıdaki farklılık da hükmü değiştirmez. Yani bir şahsı, birkaç kişi beraberce öldürmüş olsa. Zahiriyye, Hanbelî mezhebi hariç, bütün mezheplerin ittifakiyle o topluluk öldürülür.
Bu hüküm, ilk bakışta ağır bir ceza gibi gelirse de ağır değildir. Allah'ın adaleline uygundur. Çünkü kısas, nefsi müdafaa gibi meşru bir sebep olmadan bir adamı zulmen öldürenlere uygulanır. Birisinin
yaşama hakkını yok yere, kaba gücüne dayanarak elinden alan kimseye, kendisinden daha güçlünün var olduğunu bildirmek, onun da elinden hayat hakkını almak lâzımdır. Birisini haksız yere öldürdüğü takdirde kendisinin de öldürüleceğini bilen insan, kimseyi öldürmeğe cesaret edemez. Böylece toplumda öldürme olayları çok azalır. Arada sırada gözü dönmüş kaaüllcr çıkarsa onlar da Allah'ın kanunuyla ortadan kaldırılınca topluma tam bir huzur havası hakim olur. Sonra zâlimler öldürülünce, mazlum olarak öldürülen kimsenin akrabalarının kalbinde kin ve intikam hissi kalmaz. Hak yerini bulur. Devlet cezayı verdiği için, fertler öldürmek suretiyle ceza vermeğe kalkmazlar. Kan dâvaları, kavgalar ortadan kalkar. Belki birçok yılda bir kişi öldürülür ama toplum yaşar. Yüce Allah, 2/179 uncu âyette bu cezanın hikmetini açıklamış, "Ey akıl sahiplen kısasta sizin için hayat vardır, korunmanız için bu hüküm size farz kılındı" buyurmuştur.
Turan Dursun: Diğer eczalar da, yapılanın misliyle kısastı. "Eğer bir topluluğa azap edecekseniz, size yapılan azabın eşiyle azabedin." Nahl suresinin 126. ayetinde böyle emrediliyordu.
Kısasa kısas uygulanarak organ kesme türünden cezalar yanında, kırbaçlamak gibi gene ezaya dayanan cezalar da vardı.
Zinanın cezası ise recm idi, yani toprağa gömüp taşlamak, (s. 58) diyor.
Nahl Sûresinin 126 ncı âyetini, yine kasten yarım almış. Âyetin sonundaki "Sabrederseniz, bu, sizin için daha hayırlıdır!" cümlesini almamış. Çünkü püf noktası burada. Âyet, affetmeyi, öc almağa tercih etmektedir.
Yapılan kötülüğü cezalandırmanın amacı, intikam almak, kin ve Öfkeyi taîmin etmek değil, toplum düzenini korumaktır. Âyette, toplum düzenine zarar vermeyecekse suçu bağışlamak Öğütlenmektedir.
Âyetin asıl amacı, suçlara misliyle karşılık verip intikam almak değü, işlenen bir suça, hak ettiğinden daha ağır bir ceza vermeyi Önlemektir. Yani âyet, intikamı değil, adaletten ayrılmamayı emretmektedir. "Eğer ceza verecekseniz, size yapılan kötülük kadar, islenen suç kadar ceza verin; ama affederseniz, bu sizin için daha hayırlıdır!"
Bu ifadenin asıl amacı, işlenen bir hatâyı, ondan daha ağır bir ceza ile cezalandırmayı önlemektir. Çünkü bazı kimseler, ailesinden veya yakınlarından bir adam öldüreni öldürmekle kalmaz, onun çolu-ğunu, çocuğunu, yakınlarını dahi öldürerek intikam alırlardı. Kur'ân, bu tür aşırı davranışları yasaklamıştır. Suçun cezası, ancak dengi ile olur. Suça daha ağır ceza vermek zulümdür. Bu prensip: "Biri size saldırırsa, siz de onun size saldırdığı kadar ona saldırın, Allah'tan korkun." (Bakara: 194) âyetinde ifâdesini bulmuştur.
Zina Cezası:
Yazar, zinanın cezasının recm (taşlayarak öldürme) olduğunu söylüyor. Evet bu hüküm, İslâm hukukuna girmiş ve çok nadir de olsa uygulanmıştır. Ama Kur'ân'da böyle bir hüküm yoktur. Kur'ân'da zinanın cezası recm değil, yüz sopadır. Cinsel ilişki suçunu dört çeşide ayıran Kur'ân, her birine ayn bir ceza belirlemiştir:
Nisa Sûresinin 15 nci âyetinde kadınların kendi aralarında sapık ilişkilerinden (sevicilikten) söz edilir ve böyle kadınların, ölünceye, ya da Allah kendilerine bir yol gösterinceye (yani bunlar evlenip gidinceye) dek evde göz hapsinde tutulmaları emredilir.
Erkek-erkek arasındaki cinsel ilişkinin cezası ta'zîrdir, yani bunu yapanların yüzüne birkaç tokat vurmak, herkesin içinde yüzlerine tü-kürüp rezil etmek, böylece hem bunların, hem de başkalarının bir daha böyle bir şey yapmalarım Önlemektir. (Nisa: 16)
Nûr Sûresinin ikinci âyetine göre hür kadın ve erkek zina ettikleri takdirde bunların her birine yüz sopa vurulur. Demek ki hür kadın ve erkek arasında serbest irade ile işlenen zina suçu, dört tanıkla saptanırsa bu suçun cezası yüz sopadır.
Zina eden evli cariyenin cezası da hür kadının cezasının yarısı, yani eİIİ sopadır.
işte Kur'ân'm zina suçuna belirlediği ceza budur. Ama maalesef islâm fıkıhçiları bununla yetinmemişler, birçok konuda olduğu gibi bu konuda da Tevrat'ın kuralını hukuka geçirmişlerdir. Tevrat, serbest iradesiyle zînâ eden evli kadın ve erkeğe taşla öldürme cezası getirmiştir:
"Eğer bir adam, başka bir adamın karısı olan bir kadınla yatmakta olarak bulunursa, o zaman kadınla yalan adam ve kadın, onların ikisi de öleceklerdir ve kötülüğü Isrâîldcn kaldıracaksın."
"Eğer kız olan bir genç kadın bir adama nişanlı ise ve bir adam onu, şehirde bulup onunla yatarsa; o zaman onların ikisini o şehrin kapısına çıkaracaksınız ve onları, şehirde -olduğu halde bağinnadiğı İçin kadını, ve komşusunun karısını alçaklığı için erkeği taşla taşlayacaksınız ve ölecekler ve kötülüğü aranızdan kaldıracaksın." (Tesniye: 22/22-23)
Kıir'ân-ı Kerîm'de Hz. Muhammed'in, önceki toplumların üzerindeki ağır yükleri kaldırmak üzre görevlendirildiği (A'râf: 157) belirtildiği ve yüce Allah'tan, Önceki milletlerin sırtına yüklenmiş oîan ağır yüklerin, bizlere yükletilmemesi niyaz edildiği (Bakara: 286) halde, islâm fakîhleri önceki ümmetlere farz kılınmış olan fakat bu ümmetten kaldırıldığı için Kur'ân'm hiçbir yerinde söz edilmeyen, bu taşlama cezasını islâm hukukuna da geçirmişler, böylece dini zorlaştırmışlardır. Ama bunu Kur'ân'm hükmü gibi göstermek yanlıştır. Kur'ân'da böyle bir şey yoktur. 116
Dostları ilə paylaş: |