M E Y D Â N E G E L
Bir yolculuğa çıktık da baştan,
İsterse gönlün olsun taştan,
Geri kalmasın gözün yaştan,
Haydi yürü meydâne gel.
Gariptir erlik sanma kolay,
İlim oku dolay dolay,
Gönlünü parlat kalay kalay,
Haydi yürü çalışmaya gel.
Seyrandasin eyle sefer,
Gönlüne koymayasın keder,
Ömrün sonu olmasın heder,
Haydi yürü seyrâne gel.
İnce işler eylemiş eller,
Yerlerinde esiyor yeller,
Gönlünde hep açsın güller,
Haydi yürü nakkaşe gel.
Uzaklarda kaldın neden,
Yakında elden gider bu ten,
Yok olursun bilmeden sen,
Haydi yürü kendine gel.
Pak eyle gönlünü bir dem,
Olmayasın nefsine yem,
Çalış gayret eyle de hem,
Haydi yürü gönlüne gel.
“Levlâke levlâk” dedi Hakk,
Bu hitaba çok iyi bak,
Başına kerramnâyı tak,
Haydi yürü kendine gel.
Zahirle olma kayıtlı,
Bu günlerin hep sayılı,
İçine dön, budur hayırlı
Haydi yürü bâtına gel.
Özden alınca haberi,
Kalmaz gönlünün kederi,
Edersin seyr-ü seferi,
Haydi yürü “ilm-ü ledün”e gel.
“İkra” dedi baştan Hakk,
Gönlünde muhabbeti yak,
Gaflet uykusundan hemen kalk,
Haydi yürü Kûr’ân’a gel.
Esmâdan da olur zuhuru,
Anlarsan bulursun huzuru,
Men arafe nefsehu,
Haydi yürü Rabbına gel.
“Allah” dedirtti zâtına.
Baksan ne olur bâtına.
Lûtfeyle nûrdan canına,
Haydi yürü Allah’a gel.
Nefsinle cenk eyleyiver,
Arzularını yere ser,
Yayını kuvvetlice ger,
Haydi yürü savaşa gel.
Tanımaya bak özünden,
Hakk kapısıdır, gir gözümden,
Anla biraz sözümden,
Haydi yürü Necdet’e gel.
Muhyiddin-i Arabi’de, sonsuz ilim tecellisi,
Gavs’ül A’zam’da, azamet tecellisi;
Biri ilimde; biri yaşantıda ihata sahibi.
25/06/1998
U R F A I B R A H İ M
U : Umuttur insânlara,
R : Rahmettir hep canlara,
F : Fakr anlayanlara,
Düştü İbrahim yollara.
Bir gece çıktı mağaradan,
İbret aldı yıldızdan, aydan,
Güneşi gördü sonradan,
Rabb’i zannetti gariban.
O da kaybolunca bir vakit,
Bozuldu yaptığı akit,
Anladı Rabb’ını o vakit,
Batanlardan Rabb olmaz diye.
“Halil” dedi Rabbım, candan,
Tevhidi bildi her yandan,
Hullet giydi hemen baştan,
Canan oldum bugün diye.
İbrahim atıldı ateşe,
İlâhi, bak sen şu işe,
Hiç bakmadılar geçmişe,
Sevindiler hep yandı diye.
Çıktı hüzünle yerinden,
Yaralanmıştı derinden,
Çok üzüldü kederinden,
Babası kafir kaldı diye.
Düştü yollara belirsiz,
Garip, yürüdü sessiz sessiz,
Mısır’da oturdu belirsiz,
Verdiler Hacer’i gülsün diye.
Oradan da ayrıldı birgün,
Sanki bunlar olmuş gibi dün,
İbrahim gerçekten yaptı ün,
Çok sıkıntılar çekti diye.
Bir gün yolu düştü Urfa’ya,
Makam kurdu o buraya,
Gelenler girdi hep sıraya,
Ziyaretler edilsin diye.
Yola çıktı Kâ’be yönüne,
Ne gelirse geçti önüne,
Tamir etti Hacc gününe,
Çağrılanlar gelsin diye.
Büyümüşler İsmail, İshak,
Aç gönlünü hakikate bak,
Bu oyunu oynayandır Hakk,
Kullarım beni anlasın diye.
Nihâyet ömrü oldu tamam,
Ne çileler çekti hep yaman,
Derviş olamaz tanımayan,
Açıldı sırrı bilinsin diye.
Müşahâde et İbrahim’i,
Bırakıp da gayriyi,
Boydan boya giy hulleyi.
İbrahim’e uy diye.
Gönül Kâ’be’ni eyle mamur,
Kır nefsini olsun hamur,
Geç kalma amir ol amir,
Saltanatını kurasın diye.
İbrahim’den kaldı miras,
Göçtü diye eyleme yas,
Bu makam sana, bana has,
Biz de ona erelim diye.
Afak enfüs oldu bir,
Sende o mertebeye gir,
Yavaş yavaş olursun pir,
Hullet sahibi olursun diye.
İşte bu gun Urfa’da,
Sıra Halil-ür Rahmân’da,
Ziyaret ediyoruz burada,
Onu daha iyi bilelim diye
24/06/98
SURİYE-IRAK SEYAHAT NOTLARI
B A Ş L A N G I Ç
Düştük bugün yollara,
Yeşil yeşil bağlara,
Kara kara dağlara,
Vardık elhamdülillâh.
Meğer duymuşuz bir ses,
Ey gönül, rüzgârla es!
Nefis ettiğinde pes,
Dedik elhamdülillâh.
Gelince Göl Başı’na,
Gitti canların hoşuna,
Aş ve zikir başına,
Oturduk elhamdülillâh.
Yollar geçiyor bir bir,
Ey can gönlüne gir gir,
Çalış da olursun pir,
Pirleri gördük elhamdülillâh.
Ulaştık nihâyet Urfa’ya,
Uğradık Halil-ür Rahmân’a,
Neler verilmez bu ana,
Balıkları gördük elhamdülillâh.
Gece perdelemiş her yanı,
Bir rû’yada’dır anlayanı,
Çekmiş İbrahim bayrağını,
Dalgalanıyor elhamdülillâh.
Gece kaplamış her yanı,
lşık aydınlatmış alanı,
Rû’yadan güzel bu anı,
Gördük bildik elhamdülillâh.
Tekerrür etmiş de tarih,
Anlatıp ediyor târif,
Bunu anlar ancak ârif,
Anladık elhamdülillâh.
Ona bir şiirimiz vardı,
Yolda gelirken Necdet yazdı,
Bu armağan çok çok azdı,
Okuduk elhamdülillâh.
Allah Allah! Bir vadi-i rûhani,
Sanki mânâlar cismani,
Her an yaşatıyor o hâli,
Hissettik elhamdülillâh.
Oldukça geniş bir alan,
Düzeni böylece kuran
Hakikat-i İbrahim’den alan.
Olduk elhamdülillâh.
Sabahîdendir ezan sesi,
Kesilir insân’ın nefesi,
Kurulmuş oyun sahnesi,
Seyrettik elhamdülillâh.
Tarih tekerrür etmiş sanki,
Üç bin beş yüz sene evvelki,
İbret al bu gün de geçerli,
Bildik elhamdülillâh.
At nefsini darağacına,
Fısılda gönlün kulağına
Mutlak girersin gül bağına,
Giriliyor elhamdülillâh.
Çok sürmedi bu hâl-i güzel,
Araya girdi bir garip el,
Bozdular sahneyi tez el,
Uyduk elhamdülillâh.
Bilmem ne zaman gelinir,
Bir daha nasıl seyredilir,
Elden gidince “Ah!” edilir,
Az da olsa gördük elhamdülillâh.
Yola koyulduk bir hüzünle,
Epey yol aldık bugün de,
Nihâyet ulaştık Nuseybin’e,
Ziyaret ettik elhamdülillâh.
Güzel bir bahçe içinde,
Sanki yatıyorlar evinde,
Ziyaret edilir her gün de,
Biz de ettik elhamdülillâh.
Oradadır mübarek canlar,
Biri de Hz. Zeynel Abidin’dir,
Diğeri kız kardeşi Sitt-i Zeynep
Ulaştık elhamdülillâh.
Bahçede geçti gecemiz,
Misafir olduk hepimiz,
İnşeallah yine geliriz,
Sabah kalktık elhamdülillâh.
Yola koyuldu kervan,
Ulaştık kapıya bir an,
Suriye’ye geçtiğimiz zaman,
Sevindik elhamdülillâh.
Geçmek istedik Irak’a,
Geldiğimizde kapıya,
Almadılar bizi oraya,
Geriye döndük elhamdülillâh.
İstikâmet Şam’a doğru,
Hepimizin yanık bağrı,
"Herşeyin vardır bir hayrı,"
Dedik elhamdülillâh.
Nihâyet ulaştik Şam’a,
Yol sorulur mu aşıka,
Haydi artık uyansana,
Uyandık elhamdülillâh.
Ziyarete Emeviye’den,
Başladık seyrederken,
Geniş avludan girerken,
Dedik elhamdülillâh.
Çok güzel tarihi mekân,
Geçmişi yaşıyor insân.
Bulaşmış buralara kan,
Seyrettik elhamdülillâh.
İşte Yahya Peygamberi,
Kesik başı, kaderi,
İnsânlann neydi derdi,
Hüzünlendik elhamdülillâh.
Kuyu duruyor yerinde,
Kanı akıtılmış içinde,
Kendi yatıyor kabrinde,
Gördük elhamdülillâh.
Şehiyd-i Kerbelâ’dan,
Kalmış izler başından,
Çevirmişler etrafından,
İbret aldik elhamdülillâh.
Nihâyet akşam namazında,
Ulaştık Zeynep anamıza,
O da girdi aramıza.
Huzuruna erdik elhamdülillâh.
Kapısından girdik içeri,
Andırıyor zaman mahşeri,
Unuttuk hemen herşeyi,
Hayran kaldık elhamdülillâh.
Bakınca kubbeye hemen,
Sanırsın göktür yere inen,
Binbir yıldız gibi yanan,
Aynaları gördük elhamdülillâh.
Nasıl işlemiş o eller,
Kristalle süslenmiş her yer,
Seyrine doyulmaz meğer,
Orayı da gördük elhamdülillâh.
Bilâl-i Habeşî sırada,
Ziyaret ettik bu arada,
İşte kabri de orada,
Bildik, gördük elhamdülillâh.
Cafer Tayyar oğlu Abdullah,
Durmadan ederiz ah ah!
Hepsi neler çekmis vah vah!
Onu da gördük elhamdülillâh.
Esmâ zevcü Cafer Tayyar,
Meymune bint-i imam Hasan Mücteba,
Hamide bint-i Müslim bin Akıyl’ı
Da gördük elhamdülillâh.
Heze kabri Fatıma,
Sugra bin Süleyman,
Hüseyin Aleyhisselâm
Ziyaret ettik elhamdülillâh.
“Bab-üs-sagir” Küçük Kapı’da
Neler var daha orada,
Tarih yazılmış burada,
“Fatiha” dedik elhamdülillâh.
Muhyiddin-i Arabi’de sıra,
Yattığı yer hayli dışarıda,
Bir garip olmuş buralarda,
Nihâyet ulaştık elhamdülillâh.
Uzun zamandır istediğim,
Ne muhteşem oldu gördüğüm,
İlm-i ilâhisine girdiğim,
Hazret’e ulaştık elhamdülillâh.
İlk baktığımda oldukça sade,
Bir gariplik oluşmuş çevrede,
Dolaşıyor insânlar bu yerde,
Ziyaret ettik elhamdülillâh.
“Beni kabrimde arama" dedi,
“Mânâlar (*) arasındayım" dedi,
Bir güzel hoş kabul eyledi,
Anladık bildik elhamdülillâh.
Nihâyet ulaştık Bağdat’a
Geçmişleri ana ana
Ziyaret ettik kana kana,
Buraları da gördük elhamdülillâh.
Sabah namazına giittiğimizde,
Hazret-i Abdül Kâdir Geylâni’ye,
Giremedik o kutlu haneye,
Avluda namaz kıldık elhamdülillâh.
Zikreyledi Kâdirî kardeşler,
Ne mutlu pirlerine gelmişler,
Salavat ilâhi söylediler,
Biz de dinledik elhamdülillâh.
Bir bülbül geldi aramıza,
Karıştı birlikte duamıza,
Bu hâlde girdi hatırımıza,
Sonradan da hatırladık elhamdülillâh.
Tekrar geldik öğle namazına,
Eriştik o zaman makamına,
Güzelce uyduk imamına,
Öğleni eda ettik elhamdülillâh.
(*) Satırlar
Sıra geldi Hazret-i Pir’e,
Acaba nasıl girdi bu kabre,
Kudret verilmiş Abdül Kâdir’e,
Anladık biraz elhamdülillâh.
Şanına yaraşır bir türbe,
Bütün tavan iş!enmiş aynayla,
İhtişamı bugün de aynıyle,
Gördük seyrettik elhamdülillâh.
Kudret zuhuru olmuş zahirde,
Hükmü geçer zorda kalan her yerde,
Yetişir sıkışınca dervişe,
Bize de yetişti elhamdülillâh.
Restoranta gittik bir güzel,
Yemek yedik acele, tezel
Böyle düzenlenmiş demek ezel,
Yedik, doyduk elhamdülillâh.
Ulaştık Seyyit Mûsâ Kâzım’a,
Vardık hemen Murat Kapısı’na,
Hayran olduk da yapısına,
Dedik elhamdülillâh.
Geçince iç avluya hemen,
Gördük kapı, kubbe altından,
Nasıl ilham etmiş Yaradan,
Seyrettik elhamdülillâh.
Girdik içeriye huzura,
Ziyaret için hemen sıraya,
Başladık İhlâs, Fatiha’ya,
Dua ettik elhamdülillâh.
Aynalar süslemiş tavanı,
Değerlendirmek lâzım bu anı,
Rûhuna okuyalım Kûr’ân’’ı
Feyzaldik elhamdülillâh.
İmam-ı Ebu Yûsuf Yakup,
El Ensari’yi de ettik ziyaret,
Burası da dehset, hayret hayret,
Dedik elhamdülillâh.
İmam-ı Â’zam’a geldi sıra,
Girdik büyük kapıdan sıra sıra,
Bakılmaz inşeallah kusura,
Dedik elhamdülillâh.
Akşam ezanıdır duyulan ses,
Dinliyor hep güzelce herkes,
"Es gönüllerdeki rüzgar, es"
Dedik elhamdülillâh.
Eda ettik namazı ardından,
Neler kaldı bilmem duamızdan,
Eksiliyor hep zamanımızdan,
Diye düşündük elhamdülillâh.
Bir Temmuz Çarşamba oldu bugün,
Çok gezip yorulmuştuk da dün,
Sabah kahvaltı yaptık bir öğün,
Yedik, içtik, doyduk, elhamdülillâh.
Telefon için postahaneye,
Haber vermek için Türkiye’ye,
Yolda çalıyordu Arabiye,
Dinledik elhamdülillâh.
Cüneyt için çıkınca yola,
Geçtik köprüden karşı tarafa
Hayâllerimiz çıktı zuhura,
Buna da dedik elhamdülillâh.
Behlül-ü Dânâ bir sakin yerde,
Ziyaret ettik bu sade yerde,
Dünyada gibi basit makberde,
Ziyaret ettik elhamdülillâh.
Hazret-i Yuşa da burada,
Tamirat varmış bu makamda,
Çalışma yapılıyor mekânda,
Gördük elhamdülillâh.
Şimdi geldi sıra Bağdadi’ye,
Girdik kapısından içeriye,
Ne güzeldi hâlet-i rûhiye,
Şükrettik elhamdülillâh.
Okurduk menkıbelerini,
Öğrenirdik haberlerini,
Kurardik hep hayâllerini,
Huzuruna erdik elhamdülillâh.
Sırr-ı Sakati’de içerde,
Ceddimizdir her ikisi de,
Yatıyorlar sessiz ayni yerde,
Seyrettik elhamdülillâh.
İşte sırada meczuplar şeyhi,
Onun adı Abdullah el Ahmed,
Allah’tan hepimize rahmed,
Diledik elhamdülillâh.
Ahmed Halil Ağa da orada,
Bu da bir Türk girmiş sırada,
İsmi yazıyor bu duvarda,
Okuduk elhamdülillâh.
Davud-u Tai, Maruf-u kerhi,
Gördük, giremedik içeri,
İnşaatlar kaplamış çevreyi,
Dışarıdan gördük elhamdülillâh.
Geldik akşam namazına,
Mûsâ Kâzım makamına,
Misafir olduk dergâhına,
Sabahı yaptık elhamdülillâh.
02/07/1998 Perşembe
Mûsâ Kâzım Hazretlerinin Türbesinde sabahladık
Eda ettik sabah namazını,
Aldık mı dersin günün kârını?
Gördük gecenin berekâtını,
Bu gece de geçti elhamdülillâh.
Otobüs gidiyor yol boyu,
Hedefimiz Basra’ya doğru,
Yolcuların yanık bağrı,
Ulaşırız inşeallah, elhamdülillâh.
Zâtına yol bulan azmış âlemde,
Kendini var sanan kalmış âlemde,
Kim var, kim yok, bilmiş olan âlemde,
Seyreder Rabb’ını ölmeden bu âlemde,
Can u canan birleyen bu âlemde,
Rabb’ını bulan olmuştur bu âlemde.
Çok uzun bir yolculuk oldu,
Gönlümüz ümitlerle doldu,
Güneş kum fakirlik çok boldu,
Sonunda ulaştık elhamdülillâh.
Ümmi ubeyde karşısında Hasan köyde
Ahmederrufai Hz. Kabri şeriflerini ziyaret ediyoruz.
Saat öğlen yarım civarı.
Çölün ortasinda bir yapı,
Girdik hemen, açıktı kapı,
Gerçekten çok güzel bir yapı,
Orayı da gördük elhamdülillâh.
Oldukça garip ve hüzünlü,
Sanki çölde kalmış gönüllü,
Buradadır Ahmederrufai,
Ziyaret ettik elhamdülillâh.
İstanbul’dan gelen yazılar,
Hemen duvara asıldılar,
Bizlerden hatıra kaldılar,
Ulaştırdık elhamdülillâh.
Kuş cıvıltıları içerde,
Onlar da gelmiş ziyarete,
İnsân giriyor da hayrete,
Duyduk elhamdülillâh.
Derken çıktı geldi bir gurup,
Karşıladılar bender vurup,
Bizler de olmustuk bir garip,
Hoşlandık elhamdülillâh.
Nihâyet geldi ayrılık vakti,
Herkes son bir defa daha baktı,
Her şey çok güzeldi inan ki,
Burayı da gördük elhamdülillâh.
Hoşçakal ya Ahmeder Rufaî,
Tekrar nasıl gelinir bilmem ki,
Kabul eyle ziyaretimizi,
Duada bulunduk elhamdülillâh,
Geriye dönüş hemen başladı,
Güneş başlarımızı haşladı,
Rûhumuz bunlardan hoşlandı,
Yine dedik elhamdülillâh.
Yol boyunca Asfak-i Murtaza,
Orada verdik biraz mola,
Su yoktu devam ettik yola,
Buna da dedik elhamdülillâh.
Akşam üzere döndük otele,
Onikide gittik yemeğe,
Acır mı insân böyle emeğe
Epey yorulduk elhamdülillâh.
Sabah kalkınca kahvaltıya,
Anahtarı verdik bakıcıya,
Peynir, zeytin, çay girdi sıraya,
Yedik, dedik “elhamdülillâh.”
Yaklaşıyordu Cum’a namazı,
Nerden almalıydık bu hazzı,
Yol buldu İmam-ı Â’zam’ı,
Ulaştık vaktinde elhamdülillâh.
İmam-ı Â’zamda kıldık Cum’a’yı,
Tamamladık sünnet, farz edayı,
Sultan ettik kulu gedayi (*),
Şükrettik elhamdülillâh.
Namazdan sonra çıktık dışarı,
Gördük cümle aç fukarayı,
Nasıl unuturuz bu hatırayı,
Düşündük elhamdülillâh.
Ulaştık Kisra’nın sarayına,
Ne hâller gelmişti başına,
Bakmadılar gözünün yaşına,
O da gitti elhamdülillâh.
Yıkıldı Mevlûd gecesi direği,
Daha sonra yapıldı gereği,
Hazret-i Ömer’in yüreği,
Kaldırdı ortadan elhamdülillâh.
Bak yerinde kalmış bir kaç duvar,
Ne zaman insân gaflete dalar,
Varlığı masiva ile dolar,
Dedik, düşündük elhamdülillâh.
Saray karşısında garip Farisî,
Acaba daha iyi hangisi,
Biri isyan, biri habib sevgilisi,
İkisi de yerini buldu elhamdülillâh.
Selman-i Farisinin kabri,
Düşünüyor insânın kalbi,
Ne güzelmiş hepsinin hâli,
Diye düşündük elhamdülillâh.
*Köle
Ayni binada Muhammed Menan,
Abdullah bin Cafer ensari sahabiden,
HuzeyfetuI Yamani var,
Gördük elhamdülillâh.
Tekrar ziyaret Gavs-ul Â’zam’ı,
Faydalanmak yine â’zamî,
Ne güzelmis hepsinin hâlleri,
Düşündük elhamdülillâh.
Yemek yedik gece yarımda,
Çok güzeldi tadı damağımda,
Kısa uykuya daldığımda,
Dedik elhamdülillâh.
4-7 Cumartesi
şu anda saat 9,30 Necef’e ulaştık.
Cumartesi ulaştık Necefe,
Küçük göl karşısı Suudiya,
Sanki geldik bir başka dünyaya,
Dedik elhamdülillâh.
Burada yatıyor Hz. Ali,
Kendisi ne yücedir ne âli,
Nasıl anlatayım bu hâli,
Aciz kaldık elhamdülillâh.
Gökten bir kubbe inmiş yere,
Her tarafı altın işleme,
Ün salmış bütün âlemlere,
Duymuştuk elhamdülillâh.
İşte koca sultan-ı veli,
Hayatı çok gamlı, kederli,
Huzurundayız şu an düşünceli,
Ulaştığımıza şükrettik elhamdülillâh.
Hazret-i Ali’nin arkadaşı,
Olmuş bir vakitler sırdaşı,
Dökmüşler birlikte göz yaşı,
Orayı da gördük elhamdülillâh.
Küfe’ye geldik de Necef’ten,
Haber aldık Müslim bin Akıyl’den,
Şehiyd etmişler evvel Hüseyin’den,
Gördük ibret aldık elhamdulilâh.
Girdik dış kapıdan içeri,
Müslim bin Akiyl’in türbesi,
Çok geniş çevrili avlusu,
Dolaştık elhamdülillâh.
Onun da kubbesi altından,
Neler neler geçmiş başından,
İslâma hizmet yarışından,
Nasibini almış elhamdülillâh.
Hz. Ali’nin hançerlendiği yer,
Bu işi yaptı İbni Mulcem şer,
Geriye bıraktı böyle bir eser,
Gördük, üzüldük elhamdülillâh.
İntikamını almiş Hüseyin’in,
Burası da kabri imiş Muhtar’ın,
Gönülleri hoş olmuş yaranın,
Onu da gördük elhamdülillâh.
Yorulduk epey gezdikten sonra;
Hemen girdik bir lokantaya,
Yöneldik çorbaya, salataya,
Doyduk, dinlendik elhamdülillâh.
Yola çıktık Kerbelâ’ya doğru,
İçimizde var ince bir ağrı,
Burada kaybetti dostlar yarı,
Hüzünle ulaştık elhamdülillâh.
Nihâyet ulaştık Kerbela’ya,
Hüseyin’in uğradığı belaya,
Bu en hüzünlü hatıraya,
Daldık gittik elhamdülillâh.
Nihâyet o hazretin kapısında,
Ne çok sırlar var hatırasında,
Gerek hüzün gerek yasında
Bulunduk elhamdülillâh.
Bu işler anlaşılmıyor kolay,
Rabb’ım aciz mi idi ki o ay
Sen bunları biraz da kaderden say,
Diye düşündük elhamdülillâh.
Rabb’ın öğdüğü yüce makamlar,
Nebilik, sıddıklık, şehitliktir,
Dördüncüsü salihlik bilinir,
Biz de bildik elhamdülillâh.
Ehl-i beyt kemâlde böyle olur,
Onlar yüceliği böyle bulur,
Şehitlik olmayınca eksik kalır,
Sırlarını anladık elhamdülillâh.
Münakaşası bizlere düşmez,
Her türlü akıl bunlara ermez,
Belirli bir kalıba girmez,
“Takdiri ilâhi” dedik elhamdülillâh.
Durduk önünde büyük kapısı,
Ne kadar muhteşem bak yapısı,
Hüzünlü oldukça hatırası,
Burulduk gönülden elhamdülillâh.
Girdik içeri bir büyük kabir,
İçinde yatıyor cihanda bir,
"Ey gönül sende ehli beyte gir",
Diye niyaz ettik elhamdülillâh.
Bedeni yatıyor burada,
Yaralandı çok yerinden savaşta,
İleri gitti, mertti yarışta,
Hüzünlendik elhamdülillâh.
Yatıyor daha yetmiş üç şehit,
Oldular hepsi Allah’a şahit,
Hepsinin mekânı belli Cennet,
Dedik, bildik elhamdülillâh.
İçerde başka kabirler de var,
Biri de Habib el Ensari Hüseyin,
Onlar da yardım ile olmuş yar,
Biz de gördük elhamdülillâh.
O gün şehiyd edildiği mahal,
Renklendirilmiş kırmızı al al,
Sanki yaşanıyor hep ayni hâl,
Bugün de yaşadık elhamdülillâh.
Nihâyet ayrıldık hüzünlü yerden,
Olan olmuş ne gelir elden,
Onların hepsi geçmişler serden,
Yerlerini gördük elhamdülillâh.
Hazret-i Abbas da sırada,
Ziyaret ediyoruz burada,
Kaç metre kaldı da arada,
Ulaştık elhamdülillâh.
Kapısından girince içeri,
İşlenmiş tavanlar cevherî,
Aynalar kaplamış her yeri,
Orayı da gördük elhamdülillâh.
Şanına yaraşır bir mekân,
Burasi gelir geçilir, değil han,
Yatıyor gönüllerde bu sultan,
Diye bildik elhamdülillâh.
Ziyaretten çıkınca dışarı,
Düşündüm tavanda aynaları,
Gelen seyretsin diyeymiş aynini
Anladık ibret aldik elhamdülillâh.
Vakt-i firak yaklaştı bu yerden,
Zaman doldu, ne gelir elden,
Ayrıldık makam-ı Kerbelâ’dan,
Ulaştırana dedik elhamdülillâh.
Dostları ilə paylaş: |