* * * * *
Sabah kalktım abdest alıp uyku mahmurluğunu giderdim, bir taraf-tan bant dinleyip bir taraftan da devamlı zikr hâli öğleye kadar sürdü, bu arada bulunduğum mahalde kabrin iki hâlini de yaşadım yani azap ve lütûf.
Eğer kişi, kabre kişiliği ile girerse gerçekten en büyük felaket, alıştığı ve onlara bağlı yaşadığı bağlantıları varsa sonsuz perişanlık...
Fakat bunun tam aksi hiç bir şeye bağlantısı kalmamış hür olmuş kişinin, kişiliksiz olarak oraya girmesi, rahatlığın en güzeli târif edi-lemiyecek kadar.
Bu hâller ile öğle oldu abdest alıp namaz kıldım, namazdan sonra zikre başladım.
Bu arada bazı değişik hâller olmaya başladı. İçeriye birtakım rûhani varlıklar gelmekte olduğu anlaşılıyordu dünkü gibi...,
Ortada diz üstü zikr hâlinde oturuyorum sanki bana selâm verip geçmek istiyorlar gibi...
Bu arada benimde rûhaniyetim artmaya başladı. Odaya doldular, yalnız karışık oldu bir merasim sırası değil, ancak sonra iş sıraya kondu, o sırada da ben tesbihi bırakmış devamlı tekbir getiriyordum.
Sol tarafta ayakta beyaz sakal ve saçlı bir zât duruyordu Âdem (a.s.) olduğu bilinci var, o seyirci olarak ayakta bakıyor.
Ben arttırarak tekbirlere devam ediyorum.
İkinci olarak selâm vererek önüme yine beyaz uzunca saçlı ve sakallı buğday tenli az uzun yüzlü bir zât, İbrahim (a.s.) bilincindeyim geliyor oturuyor selâmını alıyorum.
Tekbirler ile birlikte “lebbeyk allahümme lebbeyk”in tamamını devamlı tekrarlıyorum, fakat o hâlin tesiri ile artık ben, bende değilim o zamana kadar hiç böyle bir hâle girmemiştim; “allahu ekber, allahu ekber, allah, allah” zikr ve fikri çok dehşet bir hâl idi, bir müddet son-ra biraz sakinleşince selâm vererek ayrıldı.
Arkasından Gavs’ül A’zam selâm vererek geldi selâmını aldım önümde duruyordu, bu arada yine çok şiddetli bir zikr’e başladım, ömrümde hiç bu acayip hâllerle hâllenmemiştim, adeta canımı severek veriyordum sanki can bayramı.
Oturduğum yerde elimi kolumu sallıyorum, son derece sert ve seri hareketler yapıyorum böylece içimden ve dışımdan sanki bir çok şeyi atıp boşaltıyorum, bir müddet sonra yine sakinleşmeye başladım Gavs’ül A’zam da selâm verip ayrıldı.
Arkadan Abdülkerim Ciyli geldi, selâm verdi aldım, bu arada “allah, allah” zikrine de devam ediyordum.
Ancak Abdülkerim Ciyli durgundu bende de evvelki hâller pek olmadı. Akşam okuduğum “İnsân-ı Kâmil” kitabının bazı bölümlerinde dikkatimi çeken yerler oldu, herhâlde onun için durgundur diye düşünü-yordum; selâm verdi ayrıldı.
Sırada Hz. Ali vardı fakat onun rûhaniyetini bir müddet tutamadım; sonra o da selâm verdi; ben yine bu arada tekbirlere devam ediyorum ve hepsinin selâmlarını alırken lâkaplarıyla “sizlere ve bizlere” diye medih yollu alıyorum ve özelliklerinden ricada bulunuyorum.
Sonra Hz. Ebubekir aynı şekilde selâm verdi aldım. Bir müddet durdu; selâm verdi, ben de aldım ayrıldı.
Arkadan Muhyiddin’i Arabi geldi selâm verdi, aldım; “medet ya şeyh’ül ekber medet ya imam-ı ilâhi” gibi sözler söyledim.
O geldiğinde yine bende değişik hâller olmaya başladı. Son derece şiddetli bir zikre başladım, belki evvelkilerinden daha da şiddetli idi ve göğsümün sağ tarafında yavaş yavaş yayılan bir akım hissetmeye baş-ladım.
Bu arada dışarıdan birisi geliyormuş gibi diyor ki, “burada bizde varız, merasime biz de iştirak edeceğiz” gibilerde geldiğini hissedi-yorum bu zâtın Yahya Efendi olduğu bilincindeyim, varlığını tanımak istiyoruz, ancak sakallarının ağzından çenesine doğru iki yanının açık olduğunu o kadarını anlayabiliyorum.
Biraz sonra sakinleşince Muhyiddin’i Arabi selâm verip ayrıldı. Çok terlemiştim, üstümdekileri çıkardım sadece gömlek kaldı.
Daha sonra Hz. Hüseyin gelip selâm verdi; “aleyküm selâm ya şehidler sultanı, şehid-i kerbelâ, seyyidlerin efendisi,” dedim; tekbirlere devam, o da selâm verip ayrıldı.
Arkasından Hz. Hasan selâm verdi; onun da selâmını, “aleyküm selâm ya Şerifler sultanı” diye aldım.
Ondan sonra da Hasan Hüsamettin Uşşâki geldi ve selâm verdi. Ona “aleyküm selâm size ve bize ya pirim,” dedim; tekbirlere devam; bütün selâmlardan sonra ve “alâ ibadillâhissalihin” dedim.
Yahya Efendi de selâm verip aldı.
En sonda Nûsret Babam da orada idi fakat selâma girmedi orada kaldı.
Selâmın birinci faslı bitince, iyice terden ıslanan gömleğimi de çıkar-dım fakat terli olduğum için yanda duran beyaz çarşafı üstüme aldım bir ara bir baktım çarşafa sarınmışım, her tarafım beyazla örtülmüş; “acaba efendimiz niçin sonraya kaldı.”
Bu arada odanın boşaldığını hissettim yine hisettim ki, efendimiz ile birlikte gelecekler o zaman çarşafa sarınmış olarak ayağa kalktım ve ayakta kıbleye karşı durup beklemeye başladım.
Bu arada,
“lekad caeküm rasûlün min enfüsiküm,” âyetini okuyorum.
Epey bir müddet bekledim kapıdan gelecek gibi, hayır şartlanma ile bekleme...
Bir müddet sonra, nadide taşlarla işlemeli tepe taraf konik gibi hafif sivrilen, alın tarafında 3 tane ileriye çıkmış 10 cm kadar uzunluğunda altın çubuklar ve uçlarında küçük yuvarlak değerli taşlardan bilyeler takılmış burnun üstüne doğru ve yanlardan da kulaklara ve yanaklara doğru uzamış bir taç, miğfer gibi belirmeye başlıyor.
3 tane uç alındaki bunlar, “ilmel, aynel, hakkal yakıyn” işaretleri-dir, diyorum. Bu görüntü kıble tarafında oluşuyordu.
Yavaş yavaş tacın bulunduğu mahal aşağı doğru belirmeye başlıyor; ben ayaktayım tekbirlere devam ediyorum.
Beden her tarafı çok nadide inciler yakutlar her türlü değerli taşlarla işlenmiş elbise ve üstünde oturulan taht belirginleşiyor.
Ben hem seyrediyorum, hem de tereddütteyim acaba hayâli veya şeytani olabilir mi diye...,
Bir müddet durdum; tereddüdümü anlayınca “ENE MUHAMMED” dedi, dolgun vakur bir sesle...
Bu sefer ben düşündüm “acaba ses bir yönden mi geliyor,” di-ye... yine aynı ses “ENE MUHAMMED” dedi.
Ben yine emin olmak istedim.
Biraz bekledi. ayakta ve ellerim bağlı olarak duruyorum tekrar üçün-cü defa “ENE MUHAMMED” dedi
Ve tahtın arkasından “livaül hamd” sancağı yükselmeye başladı yeşil üzerinde
“lâ ilâhe illâllah muhammedürrasûlüllah” yazılı olarak, o anda secdeye kapandım “medet ya Rasûlüllah” diye hepimiz için niyazda bulundum. Hatırıma gelen şeyler hakkında ricada ve hepimiz için şefaat dileğinde bulundum.
Bir müddet sonra merasim bitti, her şey yerli yerinde idi. Zannettim ki bu arada epey uzun süre geçti, halbuki yarım saat kadar bir şey olmuş, eğer o anda biri gelip aniden beni çarşafa bürünmüş ayakta durur hâlde görseydi her hâlde kalp sektesinden giderdi.
Dostları ilə paylaş: |