Tablo I
İstanbul İÜ SSK'ya Tabi İşyerleri ve İşçi Sayıları
Yıllar
|
İşyeri (Kamu-Özel)
|
İŞÇİ
|
1970
|
19.305
|
361.503
|
1973
|
63.368
|
546.108
|
1977
|
75.870
|
630.962
|
1980
|
78.165
|
583.395
|
1987
|
113.400
|
800.492
|
1988
|
130.003
|
868.509
|
1989
|
137.825
|
874.831
|
1990
|
150.524
|
927.710
|
1991
|
158.806
|
1.007.290
|
1992
|
163.945
|
1.064.008
|
yal güvenlik önlemlerine daha fazla ihtiyaç duymaya başlamışlar, özellikle emeklilik ve malullük sigortası talepleri ve uygulamaları tek tek işyerlerinde yaygınlaşmıştır. Ancak bunların hiçbiri, henüz gerçek anlamda bir sosyal güvenlik sistemi değildir. Cumhuriyet'ten sonra, 1930'da Umumi Hıfzıssıhha Kanunu çıkarılmış, işçi, çocuk ve ana sağlığını korumaya yönelik genel ilkeler getirilmiştir. En az 50 işçi çalıştıran işyerlerinde hekim bulundurma zorunluluğu, 100'ün üstünde işçi çalıştıran işyerlerinde her 100 işçi için bir hastane yatağı zorunluluğu konmuştur. 1936'da çıkarılan İş Kanunu, 10'dan fazla işçi çalıştıran işyerlerine işçi sağlığını korumak için bazı yükümlülükler getirmiştir.
Sosyal Sigortalar Kurumu'nun kurulması ve sosyal sigorta uygulaması ancak 1946'da gerçekleşebilmiş; İstanbul'da bir SSK şubesi kurulmuştur. İş kazası, meslek hastalığı, analık sigortasını 1949'da ihtiyarlık, 1950'de hastalık sigortası uygulaması izlemiş; 1965'te yeni SSK kanunu ile tüm sigortalar birleştirilmiştir.
1946'da SSK İstanbul Şube Müdürlüğü Tekirdağ, Edirne ve Kırklareli'ni de içerirken, 1954'te Eminönü, Kadıköy ve Beyoğlu ayrı birer SSK şubesi olmuş; 1901'de Fatih ve Bakırköy ayrı şubeler haline gelmiş, 1907'de, Şişli ve Beşiktaş bağımsız şube statüsü kazanmış, 1978'de bütün bu şubeler bölge müdürlüğü olarak doğrudan SSK Genel Müdürlüğü'ne bağlanmıştır. 1982'de istanbul'da 7 bölge müdürlüğü, 2 şube müdürlüğü, ayrı olarak İhtiyarlık Sigortası Bölge Müdürlüğü, Bölge Sağlık Müdürlüğü vardı.
Başlangıçta 10'dan fazla işçi çalışan işyerlerini kapsayan sosyal sigortalar uygulaması, 1952'den itibaren büyük kentlerde 4 ve daha fazla işçi çalıştıran işyerlerine de yaygınlaştırılınca, İstanbul sosyal güvenlikten en fazla yararlanan il haline gelmiş; 1971'den sonra İstanbul'da uygulama tek işçi çalıştıran işyerleri de dahil tüm işyerlerine yaygınlaştırılmıştır.
Devlet memuru statüsünde bulunan kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanların bağlı olduğu Emekli Sandığı, 1866'da başlayan, devlet memurları için emeklilik sigortasının çeşitli aşamalardan geçerek ku-
rumlaşmasıyla ortaya çıkmıştır. 1930'da yürürlüğe giren Askeri ve Mülki Tekaüt Kanunu ile tek tek devlet kurum ve işyerlerindeki emekli sandıkları kaldırılmış, bunların birleştirilmesiyle bir bütçe sistemine geçilmiş, daha sonra devlet işletmelerinin yaygınlaştığı 1930'larda inhisarlar, Devlet Demir Yolları, Merkez Bankası vb devlete ait büyük işletme ve sektörlerde çalışanlar için ayrı kanunlarla ayrı tekaüt sandıkları kurulmuş; bu sandıkların sağladıkları sosyal güvenlik kapsam ve konuları genişletilmiş, nihayet sayıları 9'u bulan bu bağımsız emekli sandıkları, 1949'da 5434 sayılı yasayla kurulan Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı'nda birleştirilmiştir. Bu kurum, İstanbul'da Cağaloğlu'nda bulunan bir bölge müdürlüğü ile temsil edilmekte ve çalışmaktadır.
Bağımsız çalışanların sosyal güvenlik örgütü olan Bağ-Kur İstanbul'da bölge müdürlüğü olarak 1978'de faaliyete geçmiştir. İş ve İşçi Bulma Kurumu ise, 1946'da Çalışma Bakanlığı'na bağlı İş ve İşçi Bulma Kurumu'nun şubesi olarak çalışmalarına başlamış, 1979'da İş ve İşçi Bulma Kurumu Bölge Müdürlüğü haline gelmiş; 1964'e kadar yurtiçi olduğu kadar yurtdışı hizmeti de vermiştir. 1964'ten itibaren yurtdışına, özellikle Almanya'ya işçi göçü hızlanınca, bu göçün aktarma merkezi durumundaki İstanbul'da yurtiçi ve yurtdışı hizmetler ayrılmış ve Tophane'de Yurtdışı Hizmetler Şube Müdürlüğü açılmıştır. Yine Çalışma Bakanlığı'na bağlı İstanbul Bölge Çalışma Müdürlüğü 1946'da açılmış ve işyerleri işçi müfettişleri tarafından iş güvenliği ve işçi sağlığı açısından denetlemeye başlanmıştır. Ayrıca OYAK kısa adıyla bilinen Ordu Yardımlaşma Kurumu ve büyük özel şirketlerin kendi ek sosyal güvenlik ve yardımlaşma kuruluşları da vardır.
Sosyal Güvenlik hizmetlerinden en yüksek oranlarda yararlanan il olan İstanbul'da, sosyal güvenlik hizmetlerinden yararlanamayanların sayısı da bir o kadar yüksektir. Bunun başlıca nedeni, kayıtsız ve kaçak çalışmanın, İstanbul gibi önemli işçi ve hizmet gereksinimi olan ve kalifiye olmayan, iç göçle gelmiş bir yedek işsizler ordusu barındıran bir metropolde çok yaygın olmasıdır. Özellikle küçük işyerlerinde, ev hizmetlerinde çalışanlarla, çırakların çok büyük bölümü her türlü sosyal güvenlikten yoksundur.
Bütün Türkiye'deki ücretlilerin yaklaşık beşte birinin İstanbul'da olduğu düşünülürse sosyal güvenlikten yararlanan veya sosyal güvenlik önlemlerini talep eden nüfusun Türkiye ortalamasının üstünde olması da doğaldır. Buna karşılık Bağ-Kur'dan yararlananların oranı İstanbul'da düşük görünmektedir ki bunun nedeni, kendi işine sahip, bağımsız çalışan kesimin İstanbul'da ortalama olarak yüksek gelir grubuna girmesi ve Bağ-Kur gibi küçük esnaf ve zanaatkarların kuruluşu niteliğindeki bir örgütlenmenin dışında kalmasıdır.
1980 itibariyle İstanbul'da SSK'ya bağlı olanlar 583.395 (faal nüfusa oranı yüzde 37), Emekli Sandığı'na bağlı olanlar 169.137
SOSYAL HİZMETLER
38
39
SOUTT,T,TF.R SİRKİ
Sarayburnu'nun güneyinde Soter Filantropos Kilisesi'ne ait olduğu sanılan kalıntılar. Mülier-Wiener, Büdlexikon
(yüzde 10,7), Bağ-Kur'a bağlı olanlar 187.807 (yüzde 11,8), özel sosyal güvenlik kuruluşlarına bağlı olanlar da 27.679 kişiydi (yüzde 1,7) ve bunlar faal nüfusun yüzde 6l,2'sini meydana getiriyorlardı. 1992 itibariyle SSK'liların 1.064.000, Bağ-Kur'luların 316.096, Emekli Sandığı'na bağlı olanların (takribi) 370.000 kişi oldukları görülüyor. Toplam faal nüfusun 1990'da 2.539.963 olduğu ve 1992'de 2.650.000 civarında bulunması gerektiği hesaplanırsa, faal nüfusun yüzde 66'smın sosyal güvenlik şemsiyesi altında olduğu anlaşılır.
Yine 1992 itibariyle, İstanbul'da emeklilik, maluliyet, dul veya yetim aylığı vb, herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşundan aylık alanların sayısı: SSK'dan aylık alanlar 430.872, Emekli Sandığı'ndan aylık alanlar 192.561, Bağ-Kur'dan aylık alanlar 79.308 olmak üzere toplam 692.741'cür.
Özellikle istanbul gibi sanayi kuruluşlarının ve buralarda çalışan işçi sayısının önemli olduğu bir ilde en önemli sosyal güvenlik kuruluşu olan SSK'ya tabi işçi ve işyeri sayısının yıllara göre gelişmesi tabloda gösterilmiştir.
Faal nüfus içinde sigortalı işçi sayısı ve oram, SSK uygulamasının yaygınlığı açısından önem taşır. İstanbul'da 1970'te 301.503 (faal nüfusun yüzde 33,2'si), 1980'de 583.395 (yüzde 37,8), 1990'da 1.064.008 (yüzde 39,6) sigortalı işçi bulunmaktaydı ki, SSK sigortalılarının faal nüfus içindeki paylarının sürekli yükselişi, giderek daha fazla işçinin sosyal güvenlikten yararlandığının ifadesidir. Ancak aynı dönemlerde İstanbul'da nüfus ve faal nüfus artışının bu sigortalı işçi oranındaki artışın çok üstünde -seyretmesi sosyal güvenlik sisteminin kapsayamadığı geniş bir kitlenin varlığını kanıtlamaktadır.
İSTANBUL
SOSYAL HİZMETLER
Sosyal hizmet, toplumsal yardım duygusunun ve ihtiyacının yoğunlaştığı yer ve zamanlarda ortaya çıkan uygulamalar bütünüdür.
Sosyal hizmet kavramının ilk tanımı, yaşlılara, yoksul ve yoksun kişilere, sakatlara ve akıl dengesi bozuk olan kişilere sunulan hizmet şeklinde yapılabilir. Daha ge-
niş anlamıyla sosyal hizmetler, yaşlı, yoksul, sakat ve zihinsel özürlüler ile kimsesiz ve korunmaya muhtaç çocukların sosyal yoksunluklarının giderilmesi, sorunlarının önlenmesi ve çözümlenmesi, gereksinimlerinin karşılanması, yaşam düzeylerinin iyileştirilmesi ve yükseltilmesi amacıyla toplumun ve özellikle gönüllü kuruluşların ve devletin ilgi ve yardımının sağlanması için yapılan düzenli ve sürekli çalışmaların tümüdür.
1948'de Birleşmiş Milletler, üye ülkelerin uymasını koşul gösterdiği İnsan Hakları Bildirgesi'nde sosyal hizmetlerin amacına uygun maddelere yer vermiştir. Özellikle bu bildirgede yer alan 23. ve 25. maddelerde bulunan hükümler, sosyal hizmetin amacını ve insanların ekonomik ve sosyal haklarını, yani insanın kişiliğinin gelişebilmesi için toplumca tanınıp gerçekleştirilmesi gereken hakları belirtmektedir. Birleşmiş Milletler'in kabul ettiği bu bildirgeyi Türkiye 5 Mayıs 1949'da benimsemiştir.
Türkiye'de sosyal hizmet kavramının içerdiği anlama uygun uygulamalar, Osmanlı İmparatorluğu zamanında, İslamiye-tin sosyal adalet ilkesine uygun olarak yardıma muhtaç çocuk, dul ve yetimlere, sakatlara ve yoksullara vakıflar aracığıyla yapılmıştır. Hukuksal anlamda sosyal hizmet kavramı ilk olarak 1808'de "Sened-i ît-tifak"ta yer almıştır. Hukuki anlamda bir sözleşme niteliği taşıyan bu belgenin 7. maddesi sosyal hizmet kapsamına uygun hükümler içermektedir. Bu maddeye göre, fakirlerin ve reayanın gözetilmeleri ve korunmaları esas alınarak, halka karşı saldırıların, zulmün ve vergilerin kaldırılması hususlarına özen gösterilmesi gerektiği belirtilmektedir. Bu belgeden sonra, 1893'te ülkede, özellikle İstanbul'da dilenciliği önlemek üzere "Teseülün Menine Dair Nizamname" çıkarılmıştır. 1896'da adı sonradan Darülaceze olarak değiştirilen Düşkünler Yurdu sakat ve yoksul erkek, kadın ve kimsesiz çocukları korumuştur. 1909'da serseri ama çalışabilecek durumda olup da çalışmayan, dilencilik yapan kişilerin çalıştırılmasını zorunlu kılan "Serseri ve Muzan-na'i Şu Eşhas Kanunu" çıkarılmıştır.
Bu uygulamaların yanısıra, 1822-1884
Yakacık Çocuk Yuvası
Sadat Hasanoğlu, 1994
arasında Midhat Paşa'nın Tuna valiliği sırasında korunmaya muhtaç çocuklar için ıslahhaneler açılması, bu konuda atılmış ilk adımlardan biri olmuştur. Daha sonra korunmaya muhtaç yetim çocuklar için devlet tarafından darüleytamlar kurulmuştur. 19l4'te I. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla birlikte kurulan darüleytamlar, göçmen ve mültecilerin yetim kalan çocuklarının yetiştirilmesini sağlamıştır.
1921'de Atatürk'ün emriyle "Himaye-i Etfal Cemiyeti" kurulmuştur. Bu cemiyetin amacı savaş sırasında cephe gerisinde kimsesiz ve şehit çocuklarına bakmak olmuş ve daha sonra da kimsesiz çocuklarla ilgili çalışmalar sürdürülmüştür. 1935'te cemiyetin adı Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu olarak değiştirilmiştir.
1957'de bu alanda hizmetlerin geliştirilmesine yönelik olarak Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı'na bağlı Sosyal Hizmetler Enstitüsü kurulmuştur. 196l'de, hizmet verecek profesyonel eleman yetiştirilmek üzere akademi açılmıştır.
1961 ve 1982 anayasalarında sosyal hizmetlere ilişkin hükümler; ailenin, ananın, çocuğun, sakatların, yaşlıların korunması; herkesin sosyal güvenlik hakkına sahip olması gibi ilkeler yer almıştır.
24 Mayıs 1983 tarih ve 2828 sayılı kanunla Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü kurulmuş, böylece daha önceki yıllarda yürürlüğe girmiş olan kanunlarda belirtilen hususlar bu müdürlüğün görevleri kapsamına alınmıştır. 2828 sayılı kanun, korunmaya, bakıma veya yardıma muhtaç aile, çocuk, sakat ve yaşlılara ilişkin sosyal hizmetleri ve bunlara ait faaliyetleri kapsamaktadır.
2828 sayılı kanun ve belirtilen esaslar uyarınca sosyal hizmet kuruluşları, çocuk yuvalan, yetiştirme yurtları, kreş ve gündüz bakımevleri, yaşlılar için huzurevleri, bakım ve rehabilitasyon merkezleri olarak tespit edilmiş ve bu konuda merkezler yurt sathında il ve ilçelerde hizmete açılmıştır. Çocuk yuvaları, 0-12 yaş arası korunmaya muhtaç çocuklarla gerektiğinde 12 yaşını dolduran kız çocuklarının bedensel, eğitsel, psiko-sosyal gelişimlerini, sağlıklı bir kişilik ve iyi alışkanlıklar kazanmalarını sağlamakla görevli ve yükümlü yatılı sosyal hizmet kuruluşlarıdır. Yetiştirme yurtlan, 13-18 yaş arası korunmaya muhtaç çocukları korumak, bakmak ve bir iş veya meslek edinmeleri ve topluma yararlı kişiler olarak yetişmelerini sağlamakla görevli ve yükümlü olan yatılı sosyal hizmet kuruluşlarıdır. Kreş ve gündüz bakımevleri, 0-6 yaş grubundaki çocukların bakımlarını gerçekleştirmek, bedensel ve ruhsal sağlıklarını korumak ve geliştirmek ve bu çocuklara temel değerleri ve alışkanlıkları kazandırmak amacıyla kurulan ve sunduğu hizmetler karşılığında ücret alan ve yatılı olmayan sosyal hizmet kuruluşlarıdır. Huzurevleri, muhtaç yaşlı kişileri huzurlu bir ortamda korumak ve bakmak, sosyal ve psikolojik ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla kurulan yatılı sosyal hizmet kuruluşlarıdır. Bakım ve rehabilitasyon merkezleri, bedensel, zihinsel ve ruhsal özürleri
nedeniyle normal yaşamın gereklerine uyamama durumunda olan kişilerin fonksiyon kayıplarını gidermek ve toplum içinde kendi kendilerine yeterli olmalarını sağlayan beceriler kazandırmak veya bu becerileri kazanamayanlara devamlı bakmak üzere kurulmuştur.
Sosyal hizmetler il ve ilçe müdürlükleri, merkezi Ankara'da bulunan Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu'na bağlı olarak hizmet vermektedir.
1994 yılı itibariyle İstanbul İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü bünyesinde faaliyet gösteren kuruluşların listesi, bulundukları yerler ve kapasiteleri şöyledir:
Çocuk yuvaları 8 tanedir. Bunlar, Yakacık'ta (110 çocuk), Küçükyalı'da (300 çocuk), Üsküdar'da (50 çocuk) ve Bakırköy'de (300 çocuk), Eyüp'te (60 çocuk), Kasımpaşa'da (75 çocuk), Göztepe'de (120 çocuk) ve Bakırköy'de (200 çocuk) bulunmaktadır.
İki yetiştirme yurdundan biri Bakırköy'de (120 çocuk), diğeri Büyükçekme-ce'dedir (100 çocuk.
Kreş ve gündüz bakımevleri, Okmeydanı (225 çocuk), Kocamustafapaşa (110 çocuk), Zeytinburnu (50 çocuk) ve Bakırköy'dedir (250 çocuk).
İstanbul İl Sosyal Hizmetler Müdürlü-ğü'ne bağlı huzurevleri ise Kartal-Malte-pe (250 yatak), Bakırköy (210 yatak), Zeytinburnu Sosyal Sigortalar (90 yatak), Göztepe (108 yatak) ve İzzet Baysal (60 yatak) huzurevleridir.
Bibi. S. Ballar, Türk Hukukunda Sosyal Hizmet ve Çocuklar, İst., 1988; W. A. Friedlan-der, Sosyal Hizmetin Kavram ve Metotları, (çev. E. Besin), Ankara, 1965.
ÇAĞLAYAN KOVANLIKAYA
SOTER FİLANTROPOS KİLİSESİ
"İnsanı seven İsa" anlamına gelen "Soter Filantropos" adındaki iki Bizans manastırından biri bugünkü Atik Ali Mahalle-si'nde, diğeri ise Sarayburnu civarında idi. Soter Filantropos manastırlarından ilki, I. Aleksios Komnenos'un (hd 1081-1118) karısı Eirene Dukaina'nın vakfettiği yapılardan biriydi. Edirne Kapısı civarındaki Çukurbostan'ın güneydoğusunda olduğu
sanılan bu e. ;ek manastırı, yakınlardaki bir kadınlar manalın iie bağlantılıydı. Şehrin Osmanlılarca alınmasına (1453) kadar varlığını koruduğu bilinen manastırdan günümüze herhangi bir iz kalmamıştır.
ikinci manastır ise Sarayburnu'nun 800 m kadar güneyinde, kıyıya yakın bir yerdeydi. Erkek ve kadınlar için iki ayrı bölümü olan bu çifte manastır, buradaki adı bilinmeyen bir manastırın yerine, II. And-ronikos döneminin (1282-1328) devlet adamı ve bilgin Nikeforos Humnos'un kızı Eirene tarafından yaptırıldı. Nikeforos ve karısının gömüldüğü (1327) manastır, ölümüne dek (1360) Eirene tarafından yönetildi. Soter Filantropos Manastırı ve Kilisesi, 15. yy'a kadar Rus hacıları tarafından ziyaret ediliyordu. Bu hacıların anlattıklarına göre, kilisenin denize bakan duvarında mucize yarattığı ileri sürülen bir İsa tasviri ile denize yakın duvarlarının önünde binlerce hastayı mucizevi biçimde iyileştirdiğine inanılan bir ayazma vardı. Manastırda bulunan Aziz Averkios'un vücudu da ziyaret edilen değerli röliklerden biriydi.
Bu anlatımlara göre, söz konusu manastırın ayazması ile Topkapı Sarayı'nın denize bakan duvarları üzerindeki Sinan Paşa Köşkü'nün(-0 tonozlarının altındaki ayazma aynı yerdir. Ayazma ile köşk tonozlarının aynı tip malzemeden ve aynı tarihte yapılmasından anlaşıldığına göre ayazma erken Osmanlı döneminde tümüyle yenilenmiş olmalıdır. İncili Köşk'ün altındaki ayazma, 1821'e kadar İstanbullu Rumlar tarafından ziyaret edilirdi. Soter Filantropos Kilisesi'nin, İncili Köşk'ün hemen kuzeyinde, iki deniz kulesinin arasındaki alanda, mevcut üç sahınlı mekânın üstünde yükseldiği tahmin edilmektedir. Bu mekânın denize bakan ön cephesi, tuğla süslemeler ve nişlerle zengin biçimde dekore edilmiştir.
Bibi. R. Demangel-E.Mambouıy, Le Quartier deş Manganes et la premiere region de Cons-tantinople, Paris, 1939, s. 49-68; Janin, Eglises et monesteres, I, 3, 525-529; G. P. Majeska, Rus-sian Travelers to Constantinople in the Four-teenth andFifteenth Centuries, Washington, 1984, s. 371-374.
ALBRECHT BERGER
SOUILLIER SİRKİ
"Souillier Canbazhanesi" olarak da tanınır. İstanbul'a birçok kez gelen topluluğun önemi Gedikpaşa Tiyatrosu'nun yapımındaki katkısındandır.
At canbazı olan Louis Souillier 1813'te doğdu. Kurduğu sirk topluluğu ile 1864'te Rusya, Siberya, Çin ve Japonya'yı dolaştı. 1866'ya dek Japonya'da kaldı. İki evlilik yaptı, birinci karısından olan dört çocuğundan ikisi at canbazıydı. İkinci karısından olan iki kızından Olga Souillier özellikle İstanbul'da çok beğenilen bir sirk sanatçısıydı. Louis Souillier 1886'da öldü, karısı Eugenie uzun süre Fransa'da sirk gösterimleri verdi.
Souillier Sirki'nin ilk gelişi II. Mahmud döneminde oldu. Padişah Souillier sirkini çok görmek istiyordu. Eflâk beyi bu isteği yerine getireceği sırada II. Mahmud 1837'de Rumeli gezisine çıktı. Silistre'ye gelince Souillier Sirki de oraya gelip gösterimler verdi ve II. Mahmud'la birlikte İstanbul'a geldi. Burada Souillier'ye bir ev verildi. Yanında 50 kişi ve 33 at vardı. Sirk İstanbul'da iki yıl gösterimler verdi. Viya-na'ya döneceği sırada II. Mahmud'un kızı Atiye Sultan'ın Ahmed Fethi Paşa ile 1840'taki düğününde gösterimler vermesi için kalması istendi. Bunun için Souillier programında yenilikler yaptı, 6 uçan akrobat, 8 yunusbalığı, 3 İngiliz atlısı, 3 kaplan, l öküz, l geyik getirtti. Ayrıca düğün için havai fişekler de sağladı. Düğün Dol-mabahçe yamaçlarında yapıldı, Souilli-er'nin gösterimleri için büyük bir çadır kuruldu. Düğünden sonra üç yıl kaldığı İstanbul'dan ayrıldı. Souillier gösterimlerini Be-yoğlu'nda sarayın yardımı ile yaptırılan büyük bir amfiteatrda veriyordu. Hemen onun yakınında bir başka amfiteatrda ise rakibi Gaetano Mele Sirki vardı (bak. sirkler).
Souillier Sirki 1858'de İstanbul'a yeniden geldi. Bu kez Abdülmecid'in kızları, Cemile Sultan'ın Mahmud Celaleddin Paşa ile Münire Sultan'ın ise İbrahim İlhami Paşa ile düğünleri vardı. Önce Maslak'ta Souillier için geçici bir bina yapıldı. 1860'ta Palais de Fleurs ve Taksim'de gösterimler veriyordu. Hükümet Souillier'ye elmas iftihar nişanı ve imparatorluk adını kullanmak imtiyazını verdi. Ayrıca Gedikpaşa'da gösterilerini vereceği bir arsa satın alınmış, hükümet İstanbul Tiyatrosu tüzüğünü yürürlüğe koymuştur. Ayrıca bina için 15 yıllık bir imtiyaz da tanınmıştı. Gazetelerden Souillier Sirki'nin daha sonra burayı bıraktığını ve bu yerde Garabet Papazyan topluluğunun pandomima gösterimleri verdiğim öğreniyoruz. Ancak tarih bakımından basındaki haberlerde bir çelişki vardır, çünkü 1860'ta Souillier Sirki'nin Mısır Valisi Said Paşa'nın oğlu Tosun Paşa'nın sünnet düğünü için İskenderiye'ye gideceği duyurulmuştu. Büyük bir olasılıkla buradan tekrar İstanbul'a dönmüştür.
Bibi. H. W. Otto, Artisten Lexicon, Düsseldorf, 1891; B. de Keroy, Cirque Imperial de Louis Souillier-Esquises historiques et biographiques, Lyon, 1853; S. N. Gerçek, "Sulye Cambazhanesi", Perde ve Sahne, S. 12 (Mart 1942); And, Os~
SPİRİDON MANASTIRI
40
41
SPOR
yanısıra koşular ve güreş müsabakalarının da yapıldığı bilinir.
Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi'nde bulunan tarihi bir belgeden, 1579'da İstanbul'da kürek(-») yarışlarının yapıldığı öğrenilmektedir. Haydarpaşa açıklarından başlayıp Haliç ağzında sona eren bu yarışa, sadrazam, vüzera ve ağa kayıklarının katıldığı ve 26 kayık arasında Sadrazam Sokol-lu Mehmed Paşa'nın kayığının birinciliği, Ferhad Paşa'nın kayığının da ikinciliği kazandıkları ve III. Murad'ın bu yarışmayı Sa-rayburnu Kasrı'ndan ilgiyle izlediği ayrıca dereceye giren kayıkların kürekçilerine ihsanlarda bulunduğu da öğrenilmektedir. Bu yarışın kıyıları dolduran halk tarafından ilgiyle ve heyecanla izlendiği de anlaşılmaktadır.
1868'de açılan Mekteb-i Sultani de modern sporların İstanbul'a gelişi konusunda önemli bir yer işgal eder (bak. Galatasaray Lisesi). Fransa'dan getirtilen öğretmen kadrosu içinde yer alan beden eğitimi öğretmeni M. Moiroux da jimnastik ve halter sporlarını İstanbul'a sokan kişi olarak tanınır. Onun en yetenekli öğrencisi
â î fi
m s|
l
manii Tiyatrosu: R. Tuncay. "Türk Tiyatro Tarihi Belgeleri". Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, S. 8 (Mayıs 1968).
METiN AND
SPİRİDON (AYİOS) MANASTIRI
Heybeliada'nın güneydoğusunda Çam Limanı mevkiinde bir tepenin üzerindedir. Halk arasında Terk-i Dünya (Tarik-i Dünya) Kilisesi adıyla da tanınır.
Adadaki Rum cemaat arasında Arsenios olarak bilinmekte olup aynı adlı keşiş tarafından 1862'de küçük bir kulübe olarak kurulmuş, daha sonraları genişletilmiş ve Aziz Spiridon'a ithaf edilmiştir. Bazı kaynaklarda burada daha 1859'dan itibaren bir yapının varlığından söz edilse de bunun doğruluğu tam açıklığa kavuşmamıştır.
Bugünkü yapının banisi Arsenios, Trakyalı olup önce Fener'e gelmiş sonra Hey-beliada'ya yerleşmiştir, inşa ettiği yapı 1894'teki depremde yıkılınca yazlığa gelen zenginlerin yardımıyla yemden yapılmış ve Arsenios'un isminin daha çok yayılmasına neden olmuştur. Arsenios 1906'da ölünce buradaki mütevazı mezarlığa gömülmüş, 1913'te mezarı açılarak kemikleri sunağın altına yerleştirilmiştir. 1933'te Kayserili bir rahip olan Kyprianos Stylianidis tarafından kilisenin etrafı taş bir duvarla örülmüş, bazı yerleri taştan yeniden inşa edilmiştir. 1954'te Patrik Athenagoras'ın arzusuyla yapı bir kere daha elden geçmiştir. Özellikle 12 Aralık'ta ve yaz mevsiminde her perşembe günü burada ayin yapılmaktadır.
Yapı bugün küçük bir manastır görünümündedir. Eskiden Panayia Kamariotis-sa ve Trias Manastırı'na bağlı bir kiliseydi. Rumlar bu yüzden yapıya Arsenios Skitisi (bir manastıra bağlı kilise) demektedirler. Kilise yaklaşık 7,50x6 m ölçülerinde, tek nefli bir yapıdır. Üstü kapalı bir avlunun içerisinde yer almış olup bu avlu âdeta bir narteks vazifesi görür. Avlunun güney ve kuzey kanadında manastıra ait mekânlar bulunmaktadır; girişi kuzeydendir; üstü düz ahşap çatıyla örtülüdür. Bu mekânlar kiliseden farklı olarak taştan yapılmış, tuğla hiç kullanılmamıştır. Üç sarnıç bugün de yapının su ihtiyacını karşılamaktadır. Kilise yukarıda sözü edilen üç avlunun tam ekseninde yer almış olup girişi batıdandır. Naosa tek kapıdan girilir. Yan du-
varlarda yuvarlak kemerli ikişer penceresi vardır; bunlar iç avluya açıldıklarından aydınlatmada herhangi bir işlevleri yoktur. Girişin hemen solunda kilisenin kuzeybatısında ambon yer almaktadır. Güney duvarında apsise yakın yerde ise yalnızca oranın metropolitine ait kutsal taht (thro-nos) bulunur. Doğuda bir apsisle nihayet-lenen yapıda apsis dışa taşkındır, fakat fazla derin değildir. Apsisi naostan ayıran iko-nastasis oldukça yüksek olup ahşaptan yapılmıştır. Yapının atfedildiği Spiridon'un ikonası, gümüş kaplama özelliği nedeniyle çalınmış, sonradan bulunmuş ama eski yerine konmamıştır. Bugün dua hücrelerinden birindedir.
Yapı ahşap beşik tonozla örtülü olup dıştan semerdam çatı görünümündedir. Çatının tam ortasında küçük ölçülerde yüksek kasnak ve kubbe tonoz vardır. Kasnakta her ne kadar üçüz pencereler varsa da aydınlatma için yeterli değildir, ilk yapıldığında Arsenios tarafından konduğu söylenen kitabe bugün mevcut değildir. Naosla zeminde bulunan kitabeler buradaki mezarlara aittir. Spiridon Manastırı 19. yy'da Arsenios tarafından kurulmuş olsa bile bulunan bazı parçalar Bizans döneminde burada bir yerleşim olabileceğini akla getirmektedir.
Bibi. Erdenen, Adalar, 90-92; A. Millas, IHal-
ki ton Pringiponison, Atina, 1984, s. 422-430.
FERUDUN ÖZGÜMÜŞ
Dostları ilə paylaş: |