SPLENDİD OTELİ
Büyükada'da Nizam Caddesi, no. 71'dedir.
Daha önce aynı arazide Giacomo Ote-li'nin yer aldığı ve caddenin adının da Giacomo Caddesi olarak anıldığı bilinmektedir. Otel, yanarak ortadan kalkmıştır. Bugün Splendid Oteli'nin giriş bölümünde yer alan Grek kadın heykeli, Giacomo Oteli'nden kalmadır. Geniş bir alanı kaplayan yapı, Sakızlı Kâzım Paşa tarafından, Kaludi Laskaris Kalfa'ya, 1911'de otel olarak yaptırılmıştır.
Dört katlı, ahşap yapıda, bir de bodrum katı vardır. Bodrumda, mutfak, sıcak ve soğuk su kalorifer kazanları, soğutma dolapları, kiler, kuaför salonu, sağında da yemek salonu yer almaktadır. Oturma salonunun duvarını F. Dubreuil, giriş salonunun duvarlarım J. Saville ve Ratzkowski, yemek salonunun duvarlarını ise Ratz-
Ayios
Spiridon
Manastm'mn
1930 tarihli bir
çizimi.
A. Millas, I Halkı
ton Pringiponison,
Atina, 1984
Eski bir kartpostalda Splendid Oteli,
Nazım Timuroğlu arşivi
kowski ve H. Mocel gibi Batılı ressamların tabloları süslemektedir. Otele giriş merdiveninin her iki yanında yaz bahçesi ve bir de resim galerisi, merdivenden çıkınca, ana giriş kapısının her iki yanında yemek terası yer almaktadır.
Otelin yapımı, 19H'de tamamlanınca Beyoğlu'ndaki ünlü Tokatlıyan Oteli'nden Dikran, Tavit ve Onnik adlarındaki üç garson oteli kiralamışlardır. Otel, onlar tarafından döşenmiştir. Otelin bütün mobilyaları istanbul'daki Austro-Ottoman mobilya fabrikasından, hasır koltuk takımları Lion'dan, "DDO" monogramlı bütün çatal bıçak ve gümüş yemek takımları Paris'teki ünlü Christophl firmasından ve kristal bardak, tabak takımları, havlu ve battaniyelerle diğer tüm eşyaları da Avrupa'dan getirtilmiş, ayrıca bütün dünya içkilerini içeren bir de kav oluşturulmuştu.
işletmeye açıldığında, Splendid'in birinci katına gaz motoru ile çalışan bir jeneratör konmuştu. Büyükada'da henüz elektrik yokken, asansör dahil, otelin aydınlatılması ve kuyulardan su çekilmesi gibi işler bu jeneratör aracılığıyla yapılmaktaydı. Splendid Oteli'nde dönemin ünlü orkestraları çalar, önemli sanatçılar tarafından verilen konserler dinlenirdi. Her hafta sonu "Avrupa Geceleri" düzenlenirdi. PELiN AYKUT
SPOR
Bizans Dönemi
Antik çağda ve Bizans döneminde spor faaliyetlerine sporcu ya da izleyici olarak katılmak en önemli eğlence şekliydi. 4. yy' dan itibaren Bizans'ın Hıristiyanlaşlamasıy-la birlikte kilise, sosyal yaşamın diğer yanlarında olduğu gibi spor alanında da bazı yasaklamalar getirdi. Örneğin tehlikeli sporlar arasında sayılan Roma tarzı gladyatör dövüşleri yasaklanırken, I. Theodosi-us(->) döneminde (379-395) olimpiyat
oyunlarına son verildi (393). Sarayın ve halkın en gözde eğlencesi ise özellikle 4-7. yy'lar arasında Hippodrom'da(->) yapılan araba yarışlarıydı. Hippodrom'da başkentin ve dolayısıyla imparatorluğun siyasal yaşamında da büyük ağırlığı olan dört grubun, Yeşiller, Maviler, Kırmızılar ve Beyazların mensubu olan araba yarışçıları gün boyu yarışırlardı (bak. Maviler ve Yeşiller). Bu yarışlar 7. yy'dan itibaren imparatorluğun diğer yerlerinde yok olmakla beraber, Konstantinopolis'te 12. yy'a kadar (sayıları ve önemi azalsa da) devam etmişti. Hippodrom'da yapılan araba yarışlarına ilişkin önemli kaynaklardan biri, Madrid'de saklanan İoannes Skilitzes(-0 yaz-masındaki minyatürler, diğeri ise Kiev'deki Ayasofya Kilisesi'ndeki freskolardır. Ayrıca Hippodrom'da, efsanevi araba yarışçıları Porfirios, Faustinos, Konstantinos, Uranios ve lulianos adlarına dikilmiş 7 heykel vardı. I. Anastasios(->) döneminin (491-518) yarışçısı olan Porfiros'tan söz eden 24 kadar anonim epigram bulunmaktadır. Afrikalı olan Porfirios, Maviler adına yarışırken, Yeşilleri tutan imparatorun baskısıyla Yeşillere geçmiş ve bundan sonra da heykelinin dikilmesine izin verilmişti. TeofilosC-») döneminin (829-842) ünlü yarışçısı Teodoros Krateros, II. Romanos dönemininki (959-963) ise Filoraios idi.
Öte yandan kilise yasaları tarafından onaylanan güreş, boks, koşu, atlama ve disk atma gibi sporlar da Hippodrom'da yapılırdı. I. Basileios(->) (hd 867-886) gençliğinde güreşle uğraşmıştı, I. İoannes Tzi-miskes(->) (hd 969-976) ise okçulukta ünlüydü. Hippodrom'da yapılan diğer spor gösterileri arasında yer alan "tzikanion", "tornemen" ve "dzustra" denen binicilik sporları ise muhtemelen Latinsever imparatorlar diye adlandırılan II. İoannes(->) (1118-1143) ile halefi I. ManueK-) (1143-1180) dönemlerinde popüler olmuştu. Bunlardan "tzikanion" Perslerden Bizans'a geçmiştir. At üstündeki yarışçılardan oluşan iki takımın, elma büyüklüğündeki deri topu karşı takımın kalesine göndermeye çalıştıkları bu oyun günümüzdeki poloya büyük benzerlik gösterirdi. Tarihçi Kin-namos'a göre II. Teodosios döneminde (408-450) Büyük Saray'ın(->) yakınında bu oyun için inşa ettirilen Tzikanisterion adlı stadyum, I. Basileios döneminde Nea Ekk-lesia'nın(-») yapımı için yıkılmış, yeni Tzikanisterion ise kiliseye iki galeri ile bağlanmıştı. Kaynaklar, I. Basileios'un bu sporda mükemmel olduğunu ileri sürer.
12. yy'da neredeyse harabe halinde olan Hippodrom'da yapılan nadir sporlardan biri olan "tornemen" ise Batılıların şövalye karşılaşmalarına benziyordu. Torne-mende gruplar muhtemelen mızraklar aracılığıyla dövüşürken, "dzustra" denen diğer oyun tipinde dövüşler teke tek yapılırdı. 12. yy yazarı Niketas Honiates(->), I. Manu-el tarafından yönetilen bir tornemenden söz eder. Ayrıca III. Andronikos'un 1332' de oğlunun doğum günü şerefine yapılan iki yarışmaya katıldığı bilinmektedir.
Bizans'ta avcılık da önemli bir spordu. Özellikle soyluların çıktığı tavşan, yaban-
1910'lu yıllarda
İstanbul'da
yaygın spor
dallarından
biri de çim
hokeyi idi.
Salâhattin Giz/
TETTV Arşivi
domuzu avları ile Hippodrom'daki yarışlar sırasında yapılan av sahnesi animasyonları gözde bir eğlence şekliydi. Hrisopolis (Üsküdar) civarındaki çam ormanlarının imparatorluğun av alanı olduğu bilinmektedir. Bunların dışında, antik çağda olduğu gibi halk arasında, çuval ya da yük kaldırma, gülle atma gibi sporların yapılmış olması da muhtemeldir.
Bibi. W. Rudolph, "Der Sport in der spatan-tiken Gesellschaft", Forschungen undFortscb-ritte, S. 40 (1966), s. 208-210, A. Ducellier, "Je-ux et sport a Byzance", Dossiers de l'arche-ologie, S. 45 (1980), s. 83-87; A. Pagliaro, "Un gioco persiano alla corte di Bisanzio", 5. Congres International deş Etudes Byzantines: Actes, Roma; 1939, s. 521-524.
AYŞE HÜR
Osmanlı'dan Günümüze
İstanbul'un fethinden hemen sonra, II. Mehmed'in (Fatih) fermanıyla kurulan ve Meydan-ı Kemankeşâni adıyla anılan Okmeydanı^), İstanbul'un ilk spor tesisi olma özelliğini taşır. II. Bayezid'in emriyle burada tesis olunan Okçular Tekkesi(->) ise ilk örgütlenmedir. Burada ok sporunun
i:MJ§ii;Sf:tirt
1921'de Taksim Topçu Kışlası'nda yapılan ilk resmi boks karşılaşması.
Salâhattin Giz/'TETTVArşivi
SPOR BASINI
42
STAMBOUL
Spor ve Sergi Sarayı'mn 195Ö'li yıllardan bir görünümü. Nazım Timuroğlu arşivi
olan Ali Faik Bey (Üstünidman) ise mezun olduğu yıl bu okulda beden eğitimi öğretmeni olarak göreve başlamış ve 40 yılı aşkın bir süre hizmette bulunarak sayısız öğrenci yetiştirmiştir.
20. yy'm hemen başında ilk Türk futbol takımı Black Stockings(->) ortaya çıkmış ve böylece ilk Türk futbolcuları Kadıköy'de kendilerini göstermişlerdir (bak. futbol).
Hüsnü Bey adında bir hoca tarafından yetiştirilen ilk Türk eskrimcilerinin 1903'te Yıldız Sarayı'nda II. Abdülhamid'in huzurunda İtalyan eskrimcilerle yaptıkları gösterilerde elde ettikleri başarı hükümdarı son derece sevindirmiş ve çıkardığı bir ferman ile eskrim sporunu bütün askeri mekteplerin öğretim programı içine aldırmıştı (bak. eskrim).
Yine aynı yıl jimnastik, halter ve eskrim sporlarına gönül vermiş bir avuç gencin girişimleriyle ilk Türk spor kulübü olan ve bugün Beşiktaş Jimnastik Kulübü(-») adıyla tanıdığımız Beşiktaş Bereket Jimnastik Kulübü ortaya çıkmıştı.
1910'lu yıllara gelindiğinde ilk Türk boksörleri ringlerde boy göstermeye başlamışlardı (bak. boks). Yine 1910'da istanbul'un Tepebaşı semtinde ilk bisiklet(->) yarışları yapılmaktaydı. Bunlar bir bisiklet acentesinin bisiklet reklamı için düzenlediği ve sportif olmaktan çok iddialaşmaya dayanan yarışlardı. Ancak yine de Türkiye'de bisiklet sporunun doğuşuydu.
19l4'te patlayan I. Dünya Savaşı ile İstanbul'da bulunan İngiliz ailelerin varlıklarına devletçe el konulurken bu ailelerin İstanbul'da başlatmış oldukları yelken ve kürek sporlarına ait tekneler de devletin eline geçmiş ve bunların Türk spor kulüplerine dağıtılmasıyla Türk kulüplerinde yelken ve kürek sporları da başlamıştı. Bu konuda ilk faaliyet Fenerbahçe Spor Kulü-bü'nde(->) görülmüştü. Tenis sporu da yine bu kulübün yaptırdığı beton kortlarda
bu yıllarda kendini göstermekteydi. Yine 1910'lu yıllarda Kadıköy çayırlarında ilk at-letizmC-») yarışmaları yapılıyordu. Ancak bunlar çayır üzerinde yapılan düz koşulardı. Fakat yine de saat tutularak belirli mesafelere ait ilk dereceler belirleniyordu. 1913'te o zamanlar "alafranga güreş" denilen ilk minder güreşi faaliyeti yine İstanbul'da kendini göstermeye başlamıştı (bak. güreş). Yine aynı yıl Harbiye Nazırı Enver Paşa ve arkadaşları tarafından kurulan Sipahi Ocağı'nda binicilik(->) faaliyetine girişilmişti. 1915'te Robert Kolej'de(-») bir Amerikalı öğretmenin nezaretinde ilk basketbol maçı oynanmıştı. Yine aynı yıllarda İstanbul kulüplerinde çim hokeyi maçları yapılmaktaydı.
Amerikan YMCA(-0 örgütü 1920'de Türkiye'deki şubesini faaliyete geçirirken bu örgütün spor şubesi de İstanbul'da özellikle Amerikan sporlarının tanınması ve yayılması konusunda önemli rol oynamıştı. Basketbol ve voleybol bu örgütün geniş kitlelere yaydığı sporlar olmuştu.
1908'de II. Meşrutiyetin ilanıyla dernek kurmak serbest bırakılınca İstanbul'da üç Türk kulübü resmen kuruldu. Bunlar 1903'te kurulan Beşiktaş, 1905'te Galatasaray Lisesi içinde vücut bulan Galatasaray ve 1907'de Kadıköylü gençlerin kurdukları Fenerbahçe idi. Bu üç kulüp aynı zamanda Cemiyetler Kanunu hükümlerine göre tescilleri yapılan Türkiye'nin ilk spor kulüpleri olmuşlardı.
Kadıköy'de Union Club tarafından kurulan futbol sahası Türkiye'nin ilk modern spor tesisi olurken bunu Taksim'de-ki Topçu Kışlası avlusunda meydana getirilen Taksim Stadı izlemişti. Böylece Türk sporunun ilk spor tesisleri de yine İstanbul'da vücut bulmuş oluyordu.
Türk sporunun ilk örgütü olan Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı da yine İstanbul'da kurulmuş ve daha sonra diğer ille-
1930'lu yıllarda Robert Kolej'de bir atletizm karşılaşması, soldaki atlet M. Ali Aybar'dır. SalâhatHn Giz/ TETTVArşivi
rimizin kulüpleri bu ittifaka katılmışlardı. Bu örgüte bağlı ve "heyet-i müttehide" adıyla anılan ilk federasyonlar da yine İstanbul'da faaliyete başlamışlardı.
Bütün bunlar, modern sporların ülkemizde doğum yerinin İstanbul olduğunu gösteren ve kanıtlayan örneklerdir. Bugün İstanbul, özellikle futbol alanında birer yetişme yeri olan tüm alanlarım, çayırlarını, arsalarını yitirmiş olmasına rağmen yine de Türk sporundaki önemli yerini korumaktadır.
CEM ATABEYOĞLU
SPOR BASINI
Türkiye'de spor basını da İstanbul'da doğmuştur. Türk basınında ilk spor yazısı İstanbul'da yayımlanan Servet-i Fünun (->) dergisinin 14 Mart 1891 tarihli sayısında yer almıştı. Bu, Ali Ferruh Bey adında bir zatın Paris'ten yazıp gönderdiği eskrim konusunda bir makale idi. Türkiye'de spor konusunda ilk kitap da yine aynı yıl Mek-teb-i Sultani (Galatasaray Lisesi) beden eğitimi öğretmeni Ali Faik Bey (Üstünidman) tarafından yayımlanan Jimnastik ya-butRiyazet-iBedeniye'diı. Türk basınında ilk spor dergisi ise 1910'da, Üsküdarlı Mehmed Burhaneddin Bey (Burhan Felek) tarafından İstanbul'da yayımlandı. İlk sayısı 28 Eylül 1910'da çıkan dergi Futbol adını taşıyordu. Bunu daha sonra 19H'de Selim Sırrı (Tarcan) tarafından yayımlanan Terbiye ve Oyun ile 1913'te Cemi Halid Bey tarafından yayımlanan İdman dergileri izlemişti. Yine o yıllarda gündelik gazeteler de spora sayfaları arasında yer vermeye başlamışlardı. Tasvir-i Efkâr gazetesinde Abidin Daver (Dav'er), Sabah gazetesinde Bedri, Peyam gazetesinde Suat Hayri çeşitli gazete ve dergilerde de Mehmed Burhaneddin (Burhan Felek), Burhan Asaf (Belge) ve Nasuhi Esad (Baydar) beyler de Türk basınında ilk spor yazarları olarak görülüyorlardı.
Çelebizade Said Tevfik Bey (Said Çelebi) tarafından 1919'da yayımlanmaya başlanan Spor Âlemi, ilk Avrupai spor dergisi olma özelliğini taşırken ünlü spor adamı Selim Sırrı Bey de (Tarcan) daha ziyade öğrencilere ve öğretmenlere hitap eden spor kitaplarını peş peşe yayımlamaktaydı.
Cumhuriyetin ilanından sonra spor daha, geniş kitlelere yayılırken ve spor karşılaşmaları büyük kitlelerin ilgisini çekerken basın da spora gereken önem ve değeri sayfaları arasında vermeye başlamıştı. Bu arada Türk basınında ilk spor polemikleri de Akşam ile Cumhuriyet gazetelerinin sayfalan arasında kendini gösteriyordu. Ali Naci (Karacan) ve Abidin Daver (Dav'er) beyler arasındaki bu polemiğin konusu Fenerbahçe-Galatasaray rekabetiydi. 1925'te Paris'ten dönen Galatasaraylı eski atlet Suat Hayri Bey'in (Ürgüplü) yayın hayatına attığı Şa şa şa isimli spor dergisi de spor basınına ayrı bir renk katmıştı.
Türk futbolunda "Şiir" adıyla ün yapan milli futbolcu Refik Osman Bey (Top) tarafından çıkarılan Gol isimli dergi ise olay yaratmıştı. Refik Osman Bey bu dergide
Spor Âlemi'nin Eylül 1992 tarihli sayısı. Türkiye'de Dergiler Ansiklopediler (1849-1984), İst., 1984
yayımladığı "Yağma Hasan'ın Böreği" başlıklı yazı dizisinden ötürü günün spor örgütü Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı yöneticilerine ağır hücumlarda bulunduğundan teşkilat tarafından "ebedi boykot" cezasına çarptırılarak en verimli çağında futbol sahalarından uzaklaştırıldı (1926).
3 Ekim 1929'da Talat Midhat (Hemşe-ri) tarafından çıkarılmaya başlanan Türk Spor'un, yeni harflerle basılan ilk spor dergisi olma özelliğinin yamsıra güzel görünüşü ve zengin içeriği ile de spor basınında önemli bir yeri vardır.
1934'te İzzet Muhiddin Apak, Haber gazetesinde ilk kez "spor sayfası"nı Türk basınına sokan kişi olmuştu. Bu günlerde Olimpiyat ve Top adlı iki spor dergisi de yayımlanmaktaydı. 1937'de yayın hayatına atılan Kımızı-Beyaz ise spor yazarlığında önemli bir "okul" olacaktı. Yine aynı yıl Fenerbahçe Spor Kulübü Genel Sekreteri Hayri Celal Atamer tarafından Türk basınında taraflı ilk spor dergisi olan San-La-civert yayımlanmaya başlandı. Bunu 1940' lı yılların sonlarında Fener, Özfenerbah-çe, Galatasaray^^ Beşiktaş Karakartaladlarını taşıyan dergiler izleyecekti.
Türk basınında ilk özel spor ajansı, Kasım 1953'te Nuri Bosut, Cem Atabeyoğlu ve Atıf Sakar tarafından Spor Haberler Ajansı adı altında faaliyete geçirildi. Türk basınında gündelik ilk spor gazetesi olan Türkiye Sporda 1954 başında yayın hayatına atıldı.
İstanbul, Türk basınında olduğu gibi Türk spor basınında da öncü olmuş ve bugünlere kadar bu durumunu da korumuştur. 1994'te İstanbul'da gündelik üç spor gazetesi (Fotomaç, Fotospor, Spor Gazetesi) yayımlanırken gündelik siyasi gazetelerin tümü her gün birkaç sayfalarını spora ayırmakta, ayrıca haftalık 3 spor dergisi ile l spor ajansı faaliyet göstermektedir.
Çeşitli illerde 14 şubesi bulunan ve 600'ü aşkın üyeye sahip Türkiye Spor Yazarları Derneği'nin genel merkezi de İstanbul'da bulunmaktadır. Derneğin Levent'te modern bir lokali, olimpik bir yüzme havuzu ile tenis kortları, kapalı yüzme havuzu, açık hava basketbol sahaları ve ayrıca yüzme, atletizm gibi dallarda faaliyet gösteren bir de spor kulübü bulunmaktadır. CEM ATABEYOĞLU
SPOR VE SERGİ SARAYI
Harbiye'deG»), Askeri Müze'nin(->) arkasında yer almaktadır.
Projesi P. Vietti-Violi, Şinasi Şahingiray ve Fazıl Aysu'ya ait olan yapının temeli 27 Ocak 1848'de dönemin belediye başkanı Dr. Lütfi Kırdar tarafından atıldı. 3 Haziran 1949'da Avrupa Serbest Güreş Şampiyonası ile hizmete açıldı. 7.000 kişi kapasiteli büyük salonda basketbol, voleybol, güreş, boks, halter, hentbol ve hokey gibi tüm salon sporları yapılabilmekteydi. Salonda ayrıca pek çok sergi açıldı, konserler verildi, sirk gösterileri yapıldı. Ayrıca gazino, büfe yerleri, bilardo salonları, müdürlük ve idare odaları bulunmaktaydı.
Salon, uzun yıllar uluslararası yarışmalar için İstanbul'un tek kapalı spor salonu olma özelliğini sürdürdü. Eczacıbaşı, İTÜ, Efes Pilsen, Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş gibi İstanbul takımları basketbol maçlarını, spora hizmet ettiği yıllar boyunca hep Spor ve Sergi Sarayı'nda yaptılar. 1982'de A Milli Basketbol Takımı'mn ikinciliği elde ettiği Balkan Basketbol Şampi-yonası'nın da aralarında bulunduğu birçok uluslararası organizasyon bu salonda düzenlendi.
Salonun adı 1988'de Lütfi Kırdar Spor Salonu olarak değiştirildi. 1992'de dönemin büyükşehir belediye başkanı Nurettin Sözen tarafından kongre salonuna dönüştürülmek amacıyla spor faaliyetlerine kapatıldı. İnşaat çalışmaları hâlâ sürmektedir. A. SELÇUK SAKAOĞLU
STADİON
Eski çağlarda atletizm müsabakalarının yapıldığı yer.
Antik Bizantion'un(->) stadyumu bugünkü Sirkeci bölgesinde olmalıdır. Fakat Konstantinopolis öncesi (330'dan önce) dönemlerde böyle bir yapının varlığına ilişkin herhangi bir kaynak olmadığı gibi, 2. veya 3. yy'da kentte bulunan 150 kadar yapıyı zikreden Bizantionlu Dionisi-os'un(->) yazmalarında da stadyumun adı geçmez.
Konstantinopolis Stadyumu'ndan söz eden tek kaynak, 425'lerde yazılmış bir çeşit resmi tanıtım kitabı olan Notitia Urbis Constantinopolitanae'dir. Buna göre stadyum, kentin IV. bölgesindeydi. I. İustini-anos(->) döneminin (527-565) ünlü tarihçisi Prokopios'un yazmalarında da stadyumun olduğu yerde, denize yakın bir han kurulduğundan bahsedilmiştir.
Bibi. Janin, Constantinople byzantine, 429-430.
ALBRECHT BERGER
STAMBOUL
1875-1964 arasında yayımlanmış İstanbul'un en uzun ömürlü günlük Fransızca gazetesi. Kapatılmalar sebebiyle zaman zaman Matin ve başka adlarla çıkmış, Stam-boul adını 16 Ağustos 1934'e kadar sürdürmüş, sonra İstanbul adını almış, son sayısı 11 Ekim 1964'te yayımlanmıştır.
İrlandalı John Laftan Hanly İstanbul'da Levant Times and Shipping Gazette ile başladığı gazetecilik hayatını, önce, kısa yaşayan Progres d'Orientile sürdürdü, sonra Stamboulile devam etti. İlk gazetesinin yarı yarıya İngilizce olması, Fransızcanın egemen olduğu Galata-Pera iş çevrelerinde yeterli ilgi görmesini engellediğinden bu kez yalnız Fransızca kullandı. İyi bir haber gazetesi olmak, yorum ve eğlence, kültür konularını ikinci plana bırakmak iddiasıyla çıktı. İstanbul'da sayıları pek çok olan Fransızca gazeteler arasında sürekli yaşa-
STEFAN KİLİSESİ
44
STRZYGOWSKI, JOSEF
Balat Vapur İskelesi Caddesi'ne, giriş cephesi ise buna paralel olan Mürsel Paşa Caddesi'ne bakmaktadır. En ilginç yanı tümüyle demir malzemeden ve prefabrik olarak yapılmış olmasıdır. Planı, uzunlamasına kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda, Haliç kıyısına dik konumda, üç neni bir bazilikadır. Bu plan 3 m'lik bir aks sistemine yerleştirilmiştir. Yan netlerin genişliği l aks (3 m), orta nefin genişliği 2 aks (6 m) tutulmuştur. Kilisenin dikdörtgen biçimindeki kütlesinin güneybatı ucunda, orta nef yarım aks boyu (1,5 m) çıkıntı yaparak giriş bölümünü, kuzeydoğu ucunda da l aks boyu (3 m) çıkıntı yaparak yarım sekizgen biçimindeki apsisi
Sveti Stefan
Kilisesi'nin dış
ve içinden
görünümler.
yabilmesi, gazetecilik açısından başarılı bir çizgi izlediğini gösterir. Buna karşılık, reklamı ve satışı az bir toplumda ayakta kalabilmesi maddi desteğe bağlıydı. Hükümetten destek aldığı gibi, sermaye çevrelerinden de kaynak bularak yaşayabildi.
Osmanlı sansürünün etkisi zaman zaman ihtarlar alması ve kapatılma cezasına çarptırılması sonucunu verdi. Bu sebeple öncelikle Babıâli'nin politikalarına uyumlu olmaya dikkat etti. Yine de diğer gazetelere göre daha yumuşak bir üslupla resmi politikaya uymayan görüşleri de yansıtmaktan geri kalmadı. 1908 öncesi dönemde, okuyucu sayısının sınırlılığı ve özellikle Fransa'dan gelen gazetelere ilginin artması istanbul'un Fransızca basınım sıkıntıya sokuyordu. Bu yüzden birçok gazete yaşamadı, ayakta kalanlar arasında da bazı tatsız çekişmeler belirdi. Stamboulda bir ara Rum tüccar kesiminden maddi destek alarak yaşamak ve Yunan propagandası yapmak durumunda kaldı. Laffan'ın kardeşi Henry ve onu izleyen Chester'den sonra gazete 1897'de bir Fransız işadamının kontrolüne geçti. Böylece, Osmanlı topraklarında en çok yatırıma sahip Fransız sermayesinin sözcüsü haline geldi. Genellikle Ittihad ve Terakki'yi destekledi, özellikle Alman etkisine karşı bir tavır aldı.
I. Dünya Savaşı sırasında kapanan gazete, Mütareke döneminde Fransız hükümetinin maddi desteğiyle yayımlanmaya başladı. Başlangıçta Milli Mücadele'ye karşıyken Fransa ile Ankara Antlaşması imzalanınca Kemalistler! desteklemeye yöneldi. Yöneticisi Pierre Le Goff'un bu yaklaşımı sebebiyle Cumhuriyet döneminde kendini kabul ettirmekte zorluk çekmedi. Yeni Türkiye ile Fransa arasında bir bağ oluşturmaya çalıştı. II. Dünya Savaşı sırasında Vichy yönetimini destekleyen Le Goff, Almanların yenilgisi üzerine yönetimi, kapanışa kadar başta kalan Jules Compte-Calix'e devretti. Savaş sonrasında Fransızca okuyanların azalması kadar, Türkçe gazetelerin daha dinamik haber vermeleri de gazetenin satışını sınırladı. Tesisleri eskidi ve yaşlılıktan kapandı.
Bibi. K. Alemdar, istanbul 1875-1964, Türkiye'de Yayınlanan Fransızca Bir Gazetenin Tarihi, Ankara, 1978.
ORHAN KOLOĞLU
STEFAN (SVETİ) KİLİSESİ
İstanbul'da, Balat'la Fener semtleri arasında, Haliç kıyısında yer alan, Bulgar Eksarh-hanesi'ne(->) bağlı kilise.
Apsis cephesi, Haliç boyunca uzanan
oluşturur. Transept de orta nef gibi 2 aks genişliğindedir ve uçları iki yanda ana kütleden yarımşar aks boyu dışa taşar. Böylece yapının uzunluğu 10,5 aks boyu, eni ise nefler hizasında 4, transept hizasında da 5 aks boyu olmaktadır.
Kilisenin ibadet mekânı, toprak düzeyinden 0,9 m yükselen bir bodrum katın üstünde yer alır. Buraya güneybatıdaki ana girişten başka, her iki yan cephede de ikişer tane yan kapı açılır. İbadet mekânını apsis bölümünden ayıran, üzeri altın yaldızlı, görkemli ahşap ikonas-tasis, yapıdaki demirden olmayan sözü edilebilecek tek öğedir. Giriş bölümünün ve iki yan nefin üzerinde "U" biçiminde bir galeri katı vardır; buraya girişin iki yanında, yan netlerin dibinde yer alan birer merdivenle ulaşılır. Galerinin üzeri çapraz tonozlarla, orta nefle transeptin üzeri ise yarım silindir biçimindeki birer beşik tonozla örtülüdür. Beşik tonozların içi, Rönesans döneminde yapılmış birçok kilisede görüldüğü gibi kare biçimli kasetlerle kaplıdır.
Galerinin, girişin üstüne gelen orta bölümü koro yeridir. Koro yerinin üzerinde yükselen çan kulesine köşedeki bir dö-
ner merdivenle çıkılır. Kulede bulunan çeşitli büyüklükteki altı çanın üzerinde, Sveti Stefan Kilisesi için Rusya'daki Ya-roslavl kentinde döküldükleri yazılıdır.
Yapının taşıyıcı iskeleti çelik profillerden oluşturulmuş, sonra üzeri sac ve döküm levhalarla kaplanmıştır. Pencere doğramaları, kapı ve pencereleri çevreleyen süsler, dış cephe boyunca her aksı belirtecek biçimde düzenlenmiş pilastrların kompozit başlıkları, pencere kenarlarındaki sütunları taşıyan konsollar, bütün yapıyı saçak hizasında dolanan silmelerin arasındaki eski çelenk motifleri dökümdendir. Bütün parçalar birbirine civata-somun ve perçinle ya da kaynaklanarak birleştirilmiştir. Üslup açısından yer yer neogotik, yer yer de neobarok öğeler içeren yapı, yapıldığı dönemde Avrupa'da çok yaygın olan tarihsele! (historisist) mimarlık doğrultusunda, seçmeci (eklektik) bir anlayışla biçimlendirilmiştir.
Osmanlı Devleti'nin Bulgar uyrukları Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi'ne(-») bağlı Ortodoks kiliselerinde ibadet ederken, 19. yy'da kendilerine ait bağımsız bir kilise kurmak amacıyla girişimde bulunmuşlardır. Alınan izinle önce "metoh" adı verilen bir papaz evi inşa edilmiştir. Bu papaz evi bugün kilise girişinin tam karşısında, Mürsel Paşa Caddesi'nin öbür yanındaki yapıdır. Saçağının altında bütün cephesi boyunca uzanan tek satır halindeki Bulgarca bir yazıtta tamamlanış tarihi olarak 1850 yılı yazı verilmiştir. Onun ardından bugünkü kilisenin yerinde ahşap bir kilise yapılmıştır. Bir süre sonra da aynı yerde daha büyük bir kilisenin yapılmasına girişilmiştir. Haliç kıyısındaki zeminin çürüklüğü nedeniyle, yığma kagir bir yapının temellerinin batacağı düşünülmüş, daha hafif olması için demir iskelet yöntemi seçilmiştir. Yapının projesi İstanbullu bir Ermeni mimar olan Hovsep Aznavur'a(->) yaptırılmıştır.
Kilisenin uygulama projesinin hazırlanması ve prefabrik yapı parçalarının üretilmesi için 1892'de uluslararası bir yarışma açılmıştır. Yarışmayı kazanan Avusturya firması R. Ph. Waagner, 1893'te bir yandan projeleri tamamlarken, bir yandan da üretime geçmiştir. Bütün parçalar bitince kilise önce firmanın Viyana'daki fabrikasının bahçesinde tümüyle kurulmuş, eksikleri tamamlanmış, sonra sökülerek tahminen 1896 baharında Tuna Irmağı ve Karadeniz üzerinden gemiyle istanbul'a taşınmıştır. Burada, şimdiki yerinde yaklaşık bir buçuk yıllık bir çalışmayla yeniden kurulmuş ve 1898'de bir törenle kutsanarak açılmıştır.
HASAN KURUYAZICI-METE TAPAN
Dostları ilə paylaş: |