I d I n I a V a 3IV1ho nin



Yüklə 8,6 Mb.
səhifə13/140
tarix30.12.2018
ölçüsü8,6 Mb.
#87959
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   140

Ömerli Barajı

Terkos Barajı

B.Çekmece Barajı

Darlık Barajı

Sazlıdere Barajı

Kuzey Istranca Dereleri Regülatörleri

Yeşilçay Regülatörü

mektedir. Tanzimat'tan sonra, 19. yy'ın ortalarından itibaren İstanbul'da bazı kısmi imar hareketleri ve modern şehircilik anlayışının ilk belirtileri ortaya çıktığında, su tesislerinin yetersizliği görülmüş; öncelikle kentin batı yakasındaki binalara basınçlı şehir suyu verilmesi zorunluluğu kendini göstermiştir. Şehre 40 km uzaklıkta bulunan Terkos Gölü'nden şehre su getirilmesi düşünülmüş, 1874'te bir yabancı şirketin temsilcileri mühendis Terno ve Hariciye Teşrifatçısı Kâmil Bey adına 40 yıllık bir imtiyaz verilmiştir. Yapılan sözleşmeye göre, Terkos Gölü'nden alınacak suyun Beyoğlu, Galata ve Halic'in batı sahiline ve Boğaziçi'nin Rumeli yakasına isale hattıyla ulaştırılması; hastane, kışla, mektep ve belli yerlerdeki 12 çeşmeye günün belli saatlerinde ücretsiz su verilmesi karşılığında, geri kalanın şirket tarafından tesisat kurularak konutlara ve halka da satılması kabul edilmiş; böylece evlere bağlanan ilk şehir suyu ve su aboneleri başlamıştır. Halk arasında Terkos Şirketi diye anılan ve asıl adı Dersaadet Anonim Su Şirketi olan su şirketi 1880'lerde Terkos Gölü'nde çeşitli su arıtma tesisleri kurmuştur.

Anadolu yakasına şehir suyu sağlanması işi de 1888de bir Fransız şirketinin temsilcisi olan Karabet Sıvacıyan'a verilmiş ve Üsküdar-Kadıköy Su Şirketi Göksu'da Elmalı Deresi üzerinde I. Elmalı Barajı'm 1893'te inşa ederek Anadoluhisarı'ndan Bostancı'ya kadar giden kesimde su şebekesi kurmuştur (bak. barajlar ve baraj gölleri).

Cumhuriyet'in kurulmasından sonra yabancı sermayeli Terkos Şirketi'nin adı İstanbul Türk Anonim Su Şirketi olmuş; 1932'de Terkos imtiyazı devlet tarafından satın alınıp l Ocak 1933'ten başlamak üzere l Haziran 1933'te yürürlüğe giren 2226 sayılı yasa ile kurulan İstanbul Sular İdare-

Rezervi: 34.143.000 mVyıl İşletmeye Alındığı Yıl: 1972

Rezervi:


I. Elmalı 920.000 m'/yıl H. Elmalı 9.600.000 m'/yıl işletmeye Alındığı Yıl:

I. Elmalı 1893

II. Elmalı 1955

Rezervi: 10.000.000 m3/ yıl İşletmeye Alındığı Yıl: 1992

İstanbul İçin Kullanılabilir Rezervi: 100.000.000 m'/yıl İşletmeye Alınacağı Yıl: 1997

Temin Edeceği Su Miktan 248.000.000 mVyıl İşletmeye Alınacağı Yıl: 2000

Kullanılabilir Rezervi 1.250.000.000 mVyıl İşletmeye Alınacağı Yıl: 2012

si'ne imtiyaz verilmiştir. 1932-1950 arasında Sular İdaresi, su arıtma tesisleri, yeni isale hatları, hazneler kurmuş; şehir su şebekesinin altyapısını onarıp güçlendirmeye çalışmış, çeşmeler yaptırmış; ancak İstanbul'un su ihtiyacını sağlamakta hep yetersiz kalmıştır. (Ayrıca bak. İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi [İSKİ].)

Anadolu yakasındaki Üsküdar-Kadıköy Su Şirketi'ne de Sular İdaresi 1937'de el koymuş ve İstanbul'un su işleri böylece tek kuruluşta birleştirilmiştir.

1968'den itibaren, başta İstanbul olmak üzere büyük kentlerde mevcut su şirketlerinin yetersiz kaldıkları göz önünde bulundurularak büyük su projelerinin Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından yürütülmesi kanunlaşmış; 1981'de Belediye Fen İşleri Müdürlüğü'nün yetki ve görev alanındaki kanalizasyon işleri de Sular İda-resi'ne bağlanarak kuruluşun adı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ) olmuştur (bak. atıksu).

Yüzyıllar boyunca sürmüş çabalara, yeni su tesisleri yapılmasına, belediye bütçesinden önemli meblağlar ayrılmasına rağmen İstanbul'un su sıkıntısı ve su sorunu bitmemiş, giderek şiddetlenmiştir. Şehrin büyük bir hızla artan nüfusu, konut sayısındaki artış, gecekondu bölgelerinin yaygınlaşması, su ihtiyacını artırırken su sorununu da çıkmaza sürüklemiştir.

İstanbul'da bazı semtlerde, gecekondu mahallelerinde öteden beri su sıkıntısı bulunduğu, bazı semtlerin haftada ancak birkaç gün veya birkaç saat su alabildikleri her zaman bilinen bir gerçekti. Ancak 1990'da yaşanan kuraklık sırasında eskiden her zaman su alabilen semtlere de günlerce, haftalarca su verilememiş, bir bakıma zengin ve fakir semtler yoklukta eşitlik yaşamışlardır. 1990'da şehre verilen yıllık su miktarı 400.000.000 m3'e kadar

düşmüştür (1987'de 447.000.000 m3, 1992' de 518.000.000 m3).

Suyun azalması ve sürekli artan ihtiyaca yetmemesi olgusu yanında su havzalarının, barajların kirlenmesi şehir suyunun bir bölümünü kullanılmaz hale getirmiş; 1993'te Elmalı Barajı sağlığa had düzeyde zararlı bir kirlilik oranına eriştiğinden baraj tümüyle kapanmış, Elmalı'dan su alan Anadolu kesimindeki bazı yerleşmeler tümüyle susuz kalmıştır. 1994'te yaşanan kuraklık zaten yıllardır su sıkıntısı çeken İstanbul'u bir kez daha vurmuş, 1994 yazında, şehirde susuzluk 1990'daki boyutlara ulaşmıştır.

Uzmanlar, günümüzde İstanbul'u bekleyen bir tehlikenin de susuzluk yüzünden halkın evinin bahçesinde açtığı kuyuların yeraltı sularını hızla tüketmesi ve yeraltının sürekli kazılmasının jeolojik yapıda yarattığı dengesizlikler nedeniyle en küçük bir depremde önemli hasar ihtimalinin belirmesi olduğunu ileri sürmektedirler.

1994'ün ilk üç ayının verilerine göre İstanbul'a günde ortalama 1.300.000 m3 su verilmekteydi. 1994 yazı sonlarında, kuraklık ve rezervlerin hızla tükenmesi nedeniyle günde şehre verilen ortalama su miktarı 800.000 m3 civarına düşmüştü. İstanbul'un 1994'te gerçek nüfusu 10.000.000 kabul edilebileceğine göre kişi başına düşen 80 it su 1985'teki kişi başına 180 It'nin çok altında kalmaktadır. 1992 verilerine göre İstanbul'da şehir suyunun yüzde 47'si konutlarda, yüzde 40'ı işyerlerinde, sadece yüzde 2'si sanayide kullanılıyordu.

Günümüzde İstanbul'un, çevre kirliliği, trafik, kontrolsüz yapılaşma ile birlikte, en önemli kentsel sorunu, sudur.

Bibi. İSKİ Genel Müdürlüğü, Tarih Boyunca İstanbul Sulan, İst., 1983; İSKİ Çalışma Raporu 01.01.1991-31.12.1992, İst., 1992; İstanbul Sular İdaresi, Tarih Boyunca İstanbul'un Su Davası, İst., 1950; Çeçen, Su Tesisleri; Çeçen, Halkalı; Çeçen, Kırkçeşme; Çeçen, Haıni-diye; Çeçen, Üsküdar; N. Sakaoğlu, "İstanbul Sularına Şehrengiz", İstanbul, S. 8 (Ocak 1994), s. 26-44.

İSTANBUL


SUADİYE

istanbul'un Kadıköy İlçesi'ne bağlı 26 mahalleden biri.

Semtte bir muhtarlık kurulması ile mahalle oluşu ve Suadiye olarak adlandırılması 1908'e rastlar. 23 Mart 1930'da ise Kadıköy İlçesi'nin(-») kurulması ile Kadıköy'e bağlanmıştır. Şehrin Anadolu yakasında ve güneydoğu bölgesinde yer alan Suadiye Mahallesi; doğusunda Bostancı(->), kuzeydoğusunda Kozyatağı(->) ve kuzeybatısında 19 Mayıs mahalleleri, batısında ise Eren-köy(->) ve Caddebostan(->) mahalleleri ile çevrilidir. Güneyinde sahil yolu ve Marmara Denizi doğal sınır teşkil ederken, kuzeyindeki sınır ise Şemsettin Günaltay Cad-desi'dir. Kadıköy-Bostancı arasında uzanan Bağdat Caddesi ile ona paralel olan Hay-darpaşa-Gebze-Ankara demiryolu Suadiye Mahallesi'nin ortasından geçerek mahalleyi, kuzey-güney ekseni doğrultusunda, demiryolu ve sahil tarafı olarak ikiye ayırmaktadır.

Bizans döneminde Anadolu yakasının varoşu olan ve o dönem Poleatikon adı ile anılan Bostancı'da, aynı adla anılan ve Bizans imparatorlarının Anadolu seferinden döndükten sonra burada karşılanıp ağırlandıkları bilinen bir köşkün varlığına ilişkin bilgiler ve 1946-1947* Bağdat Cadde-si'nin genişletilmesi sırasında çatal çeşme sokulurken çeşme mermerlerinin Bizans dönemine ait işlenmiş taşlar olduğunun anlaşılması gibi verilerden yola çıkarak, bugün Suadiye olarak bilinen bölgenin geçmişinin Bizans dönemine kadar gittiği söylenebilir.

Osmanlı dönemine gelindiğinde, bugünkü Bağdat Caddesi'nin 1460-1640 arasında ordu yolu olarak kullanıldığı, Anadolu yönüne giden kervanların ise bu yolu izledikleri bilinmektedir. 1700'lü yıllarda bostancı erlerinin şehre girişi kontrol ettikleri ve Göztepe-Bostancı arasında denize bakan geniş, sık ağaçlıkların ve bostanların bulunduğu yerlere gizlenen kaçakçı ve hırsızları yakalamak üzere söz konusu bölgelerde kol gezdikleri ve pusu kurdukları da kaynaklarda geçmektedir. Diğer bir gerçek de, Suadiye ve çevresinin bu dönemde yerleşme dışı boş alan olduğudur. Melling'ın 18. yy'ın sonlarını gösteren haritasında istanbul şehrinin Anadolu yakası, özellikle Fenerbahçe ve bunun doğusunda bulunan topraklar tamamen boş olarak gösterilmektedir.

1872'de Haydarpaşa-İzmit demiryolunun tamamlanması, bu bölgenin fiziksel görünümünü değiştirmenin yanısıra bölgeye yerleşimin başlaması açısından bir dönüm noktası olmuştur. Orijinal haliyle Erenköy'ün Tellikavak kesiminden Bostancı'ya uzanan demiryolu, 1888'de Almanlar tarafından kısaltılarak şimdiki hattan geçirilmiş ve Suadiye bölgesinde bir de istasyon yapılmıştır. Aynı dönemde özellikle demiryolu yakınlarında seyrek de olsa bahçe içinde birtakım ahşap köşklerin inşa edildiği bilinmektedir.

Bu yerleşim sürecinin ivme kazanması, saray çevresinden bazı paşaların ve diğer görevlilerin 1890'dan sonraki dönemde bölgede yaptırdıkları bahçe içindeki köşklerde yaşamaya başlamaları ile gerçekleşir. Saraydan oldukça uzak olan Su-adiye'de yerleşme yönündeki eğilimin altında yatan en önemli etkenin, devlet büyüklerinin saray tarafından kontrol edilmekten ve jurnal tehlikesinden olabildiğince uzakta yaşamak arzusu olduğu söylenir.

1900'lü yılların başlarına gelindiğinde, bostan ve bahçelerin yavaş yavaş yerleşim alanı haline dönüştüğü gözlemlenir. Bir yanda şimdiki Kozyatağı Mahallesi sınırları içinde kalan ve II. Abdülhamid dönemi (1876-1909) maliye nazırlarından Reşad Paşa'nın Mehmed Efendi tarafından yapımı 14 yıl süren konağı, diğer yanda şimdiki Caddebostan Mahallesi'nde bulunan Ragıb Paşa Köşkü yer almaktaydı.

Tam semt merkezinde, istanbul Şehremini Rıdvan Paşa'nın erkek kardeşi ve kendisi de Abdülhamid'in paşalarından olan Reşid Paşa'nın köşkü vardı. O günleri yaşayanların naklettiğine göre köşk,

içinde atla dolaşılacak kadar büyük bir alana ve bu alan üzerinde ahırlar ve çeşitli hizmet binalarına sahipti. Arnavutkaldırımı döşenmiş olan ve iki tarafında yol boyunca sık ağaçlar bulunan araba yolu ise şimdiki Suadiye'de Pembegül Sokağı'nın bulunduğu yere tekabül etmektedir.

Semtin yerleşiminde önemli bir köşeta-şı da Suadiye-Bostancı sınırında Bağdat Caddesi'nden denize kadar uzanan ve bahçesi sonraki yılların Suadiye Plajı'na bitişik olan Mabeyinci Sadi Bey Köşkü'dür. Bu yapı yalnızca Suadiye'nin değil, Kadıköy yakasının doğu kısmının önemli yapı-larındandı. Büyük bir koru içinde olmasından dolayı yakın zamana kadar Sadi Bey Korusu olarak anılan yerin bir önemi de, Abdülhamid döneminde her sene 19 Ağustos'ta yapılan cülus şenliklerinde civarda en çok aydınlanan üç köşkten biri olmasıydı. Diğer iki köşk ise, Göztepe-Fe-neryolu'nda bulunan Mabeyin Başkâtibi Tahsin Paşa ve sonraları Erenköy Kız Lisesi olarak bilinen yerde bulunan istanbul Şehremini Rıdvan Paşa'nın köşkleriydi. Ile-riki yıllarda, söz konusu Sadi Bey Köş-kü'nün, arazisi parsellenirken yandığı bilinmektedir.

Yine bu yıllarda Suadiye'de yapılan önemli binalardan birisi de, Reşid Paşa'nın arazisine bitişik arazi üzerindeki Mr. Tuc-ker'ın köşküdür. Bir koruluk içinde yer alan köşkün, o dönemde İngiliz Konsolos-luğu'nda görevli Mr. Tucker tarafından yaptırılmış olup, ailesinin üç kuşak burada oturduğu bilinmektedir. Daha sonra Fettah ailesinin mülkiyetine geçen koruluk arazi, bugün 4 katlı apartmanlardan oluşan Ersoy Sahil Sitesi olarak anılmaktadır.

Suadiye bölgesi için bu ilk yerleşim birimlerinin dışındaki en önemli yapı, Maliye Nazırı Reşad Paşa'nın çok sevdiği kızı Suad Hanım'ın genç yaşta ölümü üzerine, onun anısına yaptırdığı ve onun ismiyle anılan Suadiye Camii'dir(->).

Cumhuriyet döneminin ilk yılları ile birlikte Suadiye, şehrin bir sayfiye yeri olma niteliğini kazanmıştır. Şehrin bazı ileri gelenleri, yaz aylarını şehir yaşamından uzakta, Suadiye'nin denizinden ve güzel havasından yararlanarak geçirmek üzere buraya gelmeye başlamışlardır. Böylece 1930'lu yıllarda, Suadiye'nin gerek fiziksel yapısında gerekse sosyal yaşamında birtakım dönüşümler yaşanmaya başlanmıştır.

1935'ten itibaren Bağdat Caddesi'nin iki tarafında bulunan araziler küçük parsellere bölünmüş ve geniş bahçeler içinde iki katlı köşklerin yaptırıldığı görülmüştür. 1940'ta Suadiye Plajı'nın açılması ile birlikte mahalle, istanbul şehrinin sayfiyelerinden biri olarak yerini iyice sağlamlaştırmıştır. İki tarafı ağaçlıklı asfalt bir yolla gidilen plajdan yararlanmak üzere, varlıklı aileler Erenköy-Suadiye çevresinde yazı geçirmek için, mevsimliği 50-100 TL arası değişen kiralar karşılığı köşklerde oturmaya başlamışlardır. Plajın açıldığı ilk yıllarda 35 kuruş olan giriş ücretinin o dönem için pahalı olduğu ve yazları Suadiye Plajı'nın seçkinlerin uğrak yeri haline geldiği bilinmektedir.

SUADİYE CAMÜ

50

51



SUBHİ PAŞA KONAĞI

Mahallenin sahil tarafının plajın etkisiyle hızla geliştiği görülürken, aynı yıllarda demiryolu tarafında yaşanan gelişmenin daha yavaş olduğu da bir gerçektir. Örneğin, Bağdat Caddesi'nden Suadiye Pla-jı'na giden yolun tam karşısına rastlayan noktadan demiryoluna doğru içeri giren Ayşe Çavuş Sokağı'mn 1946-1947'de sol tarafının boydan boya boş arsalarla dolu olduğu, sağ tarafında ise bahçe içinde iki-üç katlı 4 kagir köşkün bulunduğu belirtilmektedir.

Bölgede başlayan hareketlilik beraberinde ulaşımda birtakım yenilikler de getirmiştir. Kadıköy-Altıyol-Kızıltoprak-Ihla-mur-Feneryolu-Suadiye-Bostancı tramvay hatları 1934'te, Cumhuriyetin 11. yıldönümünde hizmete açılmış, 1963-1966 yıllarına kadar bölge halkına hizmet vermiştir. Suadiye'de bir diğer ulaşım aracı ise Suadiye Vapur İskelesi'ne yanaşan vapurlardı. Vapurların Bostancı'ya giderken uğradıkları iskelenin, ulaşımın yanısıra bölgenin sosyal yaşamı içindeki önemi büyüktü, iskele Suadiye'nin önemli piyasa yerlerinden biri olma özelliğini uzunca bir süre sürdürmüştür. Bölge sakinlerinin sosyal yaşamı için önemli olan bir diğer mekân da Çmardibi Aile Bahçesi olmuştur. Megafonla reklamı yapılan İsmail Dümbüllü gibi bellibaşlı tiyatro gruplarını misafir eden Çmardibi Aile Bahçesi, sonraları Çiçek Sineması olarak bilmen açık hava sinemasına dönüştürülmüştür. Şu anda ise aynı yerde bir cami yer almaktadır.

Tramvay ve demiryolunun varlığının, istanbul'un diğer çevrelerinden Suadiye Plajı'na insanların gelişini kolaylaştırdığı bilinmektedir. Mustafa Güler tarafından tabakhane yapılmak üzere satın alınan arazi üzerinde, bölge sakinlerinin itirazı üzerine, Muhittin Üstündağ'ın valiliği sırasında otel yaptırılmasına karar verilmiş ve bu olay 1950'lerden itibaren Suadiye'nin istanbul'un en gözde mahallelerinden biri olarak ün kazanmasında büyük rol oynamıştır. Suadiye Oteli'nin yapımını takiben, İstanbul dışından ve özellikle de Anadolu'dan, 1950'li yıllarda gelişen tarım sektörünün yarattığı varlıklı kişiler, gerek otelde kalmak, gerekse bölgede yazlık kiralamak yoluyla Suadiye'ye gelmeye başla-



Suadiye'den bir görünüm. Sadat Hasanoğlu, 1994

mışlardır. Otelin yaz aylarında çalışan gazinosu, bir dönem, her yaz geleneksel olarak düzenlenen Çocuk Esirgeme Kurumu ve Kızılay balolarına ve bu balolarda şarkı söyleyen Münir Nurettin Selçuk ve Safiye Ayla'ya ev sahipliği etmiştir.

1970'li yıllara gelindiğinde, Suadiye'de önce Bağdat Caddesi üzerindeki yerleşim alanının, belediye imar mevzuatı uyarınca izin verildiği gibi 5 katlı apartmanlarla dolmaya başladığı ve daha sonra benzer bir gelişmenin sahil şeridinde de 4 kat olarak gerçekleştiği görülmüştür. Yine bu dönemde Bağdat Caddesi ile sahil arasında çok yüksek binalar inşa edilmeye başlanmıştır. Böylece bahçe içindeki 2 katlı köşklerin yerlerine alçak ve yüksek birçok apartman yapılması ile birlikte mahallenin gerek fiziksel görünüm, gerekse yaşam biçimi olarak yeni bir dönüşüm daha geçirdiği söylenebilir. Sayfiye özelliğini giderek yitirmeye başlayan Suadiye'de aileler yaz kış oturmaya başlamış ve mahalle şehirle bütünleşme sürecine girmiştir. Mahallenin merkezi durumunda olan Şaşkınbak-kal(->) mevkii tam bir alışveriş merkezi olma yoluna girmiş, Atlantik Sineması açılmıştır. Vapur seferlerinin sona ermesiyle kullanılmayan vapur iskelesinin yerinde Suadiye Yacht Kulübü'nün açılması da yine bu döneme rastlamaktadır.

Bölgenin geçirdiği en son fiziksel değişim, yıllar boyu Suadiye'ye sayfiye özelliğini kazandırmış olan yalıların ve Suadiye Plajı'nm önündeki denizin aşağı yukarı 200 m kadar doldurulmak suretiyle yapılan sahil yolunun açılması olmuştur. Bu gelişme Suadiye Mahallesi'nin çehresini önemli ölçüde değiştirmiş, eski Suadiyeli-lerin, bir zamanlar yüzdükleri yerde kendilerini araba kullanırken bulmalarına neden olmuştur.

Bugün Suadiye'nin ulaşım ağı içindeki yerine bakıldığında, Kadıköy-Bostancı hattı üzerinde artık tramvay işlememekle birlikte, tren hattının, Haydarpaşa-Gebze arası banliyö hattı olmak suretiyle, Eskişehir-Ankara yönünde hâlâ hizmet vermekte olduğu görülmektedir. Suadiye İstasyonu' nün varlığı, mahalle sakinlerinin ulaşım gereksinimlerini büyük ölçüde gideren bir seçenek sunmaktadır. Trenler, özellikle

Gebze yönünden, birçok insanı her gün Suadiye ve çevresine taşımaktadır. Bunun yanısıra Kadıköy-Bostancı arasında dolmuşlar işlemektedir. Ayrıca Bostancı'dan da Taksim ve Şişli'ye kalkan dolmuşlar ve 1993-1994'ten itibaren seferlere başlayan çift katlı otobüsler bölgede oturanlara hizmet vermektedir. Yine sahil yolunun tamamlanması ile birlikte hizmete başlayan Deniz Otobüsleri İşletmeleri'nin Bostancı Vapur iskelesi yanında inşa edilmiş olan terminalinden kalkan Kabataş, Karaköy, Yenikapı, Bakırköy, Yalova, Adalar hatları da, Suadiye'nin Bostancı'ya yakınlığı nedeniyle, ulaşım açısından oldukça merkezi bir konuma gelmesini sağlamıştır.

Suadiye Mahallesi'nin Bağdat Cadde-si'nin kuzeyindeki kesimlerinde ise ulaşım Kadıköy-Pendik arasında işleyen minibüslerle sağlanabilmektedir.

ŞEHNAZ SABUNİŞ DÖLEN



SUADİYE CAMÜ

Kadıköy İlçesi'nde, Suadiye'de, Bağdat Caddesi'nin kara tarafında, tren yolunun kenarındadır.

Etrafındaki dükkânlar ve muvakkithane ile bir yapılar topluluğu şeklinde inşa edilen caminin, son cemaat yeri girişinin üzerinde yer alan iki mermer kitabenin altta olanından, 1325/1907-08'de yapıldığı öğrenilmektedir. Üstteki ise bir ayet kitabesidir. Cami, II. Abdülhamid'in (hd 1876-1909) Maliye Nazırı Ahmed Reşad Paşa (ö. 1927) ve damadı Düyun-ı Umumiye Komiseri Sa-id Bey tarafından, Reşad Paşa'nın genç yaşta ölen kızı Suad Hanım adına yaptırılmıştır. Önceleri Erenköy'e bağlı olan bu bölgenin Suadiye ismini alması da bu caminin yapımından sonradır.

Eklektik özellikler gösteren cami kare planlı, üzeri kubbe ile örtülü, küçük ölçülü, özenli bir yapıdır. Önünde tamamen camekân kaplı, 6 paye, 8 sütun tarafından taşınan tonoz örtülü, üst katı mahfil olarak değerlendirilmiş, son cemaat yeri bulunmaktadır.

Sözü geçen paye ve sütunlar kompo-zit başlıklara sahiptirler. Malta taşından inşa edilen caminin, batı cephesinde, harim kısmı ile son cemaat yerinin birleştiği yerde, yapının bünyesinden dışa taşkın biçimde yükselen bir mimarisi vardır. Ampir üs-lubundaki bu minare yıkılma tehlikesi gösterdiği için 1975-1976'da kaide kısmına kadar yıkılıp, aslına sadık kalınarak tekrar yapılmıştır. Kare kaideli, yivli gövdeli, ince uzun bir minaredir. Şerefe Korint başlık şeklinde bir kaide tarafından taşınmaktadır.

Caminin harim kısmı her cephedeki yuvarlak kemerli, büyük boyutlu ikişer pencere ile aydınlatılmıştır. Dairelerin birbirlerini kesmesiyle oluşturulmuş oldukça zarif madeni şebekelerle kaplanmış olan pencerelerin yuvarlak kemerlerinin etrafı dikine kemerin eğimine göre dizilmiş taşlarla çok hareketli bir görünüm kazanmıştır. Son cemaat yerinden harime, üzerinde uçları palmet şeklinde sonuçlanan dikdörtgen çerçeve içine yazılmış bir ayet kitabesi bulunan, basık kemerli, madeni ka-



Suadiye Camii

Enis Karakaya, 1993

natlı bir kapı ile girilmektedir. İçeri girildiğinde bütün yapının kubbe eteğine kadar tamamen çini kaplı olduğu görülür. Pencerelerin alt hizasından başlayan çini kaplama kubbe eteğine kadar (pandantifler hariç) kesintisiz olarak devam etmektedir. Beyaz zemin üzerine firuze, lacivert, siyah, yeşil, kırmızı, sarı ve eflatunla çalışılan çimlerde, sonsuzluk prensibine uygun olarak, natüralist ve stilize bitkilerin oluşturduğu bir kompozisyon kullanılmıştır. Bu bezemenin, doğu ve batı duvarlarında, pencere aralarında, karşılıklı olarak yapılmış, birbirlerinin eşi olan iki pano ile kesildiği görülmektedir. Kanuni Sultan Süleyman Türbesi'nin girişinin iki yanında yer alan bu panolar, başarılı uygulamaları yanında usta imzası taşımaları nedeniyle de bütün dikkatleri üzerlerinde toplamaktadırlar. "Amel-i Mehmed Emin min telâmiz-i Mehmed Hilmi Kütahya Osmanlı Fabrikası sene 1323" şeklinde her iki panonunda altında aynen tekrarlanan bu kitabelerden yapının çinilerinin 1323/1905-06'da Kütahya'da Mehmed Hilmi'nin öğrencisi Mehmed Emin tarafından yapıldığı öğrenilmektedir. Türk çini sanatı açısından çok önemli olan bu çini ustasının adını, o döneme ait, Türk neoklasik üslupta yapılmış pek çok yapıda görmek mümkündür.

Camide çini süsleme dışında kalan yüzeylerin ise kalem işi ile kaplandığı görülmektedir. 1959,1968 ve 1975-1976 yıllarında yenilenen kalem işlerinde klasik dönem motiflerinin kullanıldığı ve yine çinilerde olduğu gibi çok renkli bezemeye sahip olduğu göze çarpmaktadır. Kubbe on iki dilime bölünmüş ve her bölümün içinde, iç dolguları farklı olan dilimli madalyonlar yer almıştır. Pandantif ve ana mekânın içine doğru dalgalı bir hat şeklinde uzanan, ahşap korkuluklu mahfilin tonozunda da

madalyon şeklinde düzenlenmiş bezemeler görülmektedir.

Duvar yüzeyinden dışa taşkın olarak yapılan, klasik öğeler taşıyan mermer mihrap nişi, kademeli olarak dış cepheye de yansıtılmıştır. Eklektik özellikler gösteren mermer minberin ajur ve kabartma tekniğinde yapılmış bezemeleri ve kaliteli işçiliği dikkat çekicidir. Yine mermerden yapılan rumî ve palmetlerle bezenmiş vaaz kürsüsü de zarif bir görünüme sahiptir.

Yapılışından itibaren pek çok bakım ve onarım geçiren caminin doğu cephesine, 1985'te, yaklaşık l m boşluk bırakılarak ek bir bina yapılmıştır. Bu ek binanın caminin boyutlarından daha ufak olduğu ve doğrudan camiye birleştirilmediğinden orijinal yapıyı bozmadığı görülmektedir.

Parmaklıklarla çevrili bir avlu ortasında bulunan camiyle, aynı dönemde yapılmış olan altıgen planlı, kubbe örtülü muvakkithane ve şadırvan, avlunun güneyinde, girişin sol ve sağında yer almaktadır.

Avlunun kuzeyinde, köşelerde yer alan, yine altıgen planlı, kubbe örtülü, bu kez tuğladan inşa edilmiş birimler ise (iki adet) tabut koyma yeri ve tuvalet olarak kullanılmaktadır. Avlunun kuzey duvarına paralel olarak, doğu-batı yönünde, camiye gelir getirmek amacıyla, sivri çatılı, iki katlı 9 adet dükkân inşa edilmiştir. Günümüzde halen kullanılmakta olan bu dükkânlardan dört tanesi iki iki birleştirilerek hoca ve müezzin için konut haline getirilmiştir.

Caminin çevresindeki diğer yapılarla birlikte çok fazla değişikliğe uğramadan ve bakımlı olarak günümüze ulaştığını sevinerek söylemek mümkündür.



Bibi. Gövsa, Türk Meşhurları, 320; S. Eyice, "İstanbul Minareleri", Türk Sanatı Tarihi Araştırma ve incelemeleri, I (19Ğ1), s. 31-132; Öz, İstanbul Camileri, II, 61.

HAKAN ARLI



SUBHİ PAŞA KONAĞI

Fatih İlçesi'nde, Saraçhanebaşı'nda, Baba Hasan Alemi Mahallesi'nde, Horhor Caddesi üzerinde yer almaktadır.

Tanzimat döneminin kagir rical konaklarından olan bu yapı Samipaşazadeler-den(-0 Abdüllatif Subhi Paşa (ö. 1886) tarafından 19. yy'ın ortalarında (1865 civarında) inşa ettirilmiştir. Cumhuriyet döneminin başlarında, A. Subhi Paşa'nın oğullarından Hamdullah Subhi Tanrıöver (ö. 1966) tarafından ünlü mimarlık tarihçisi Ekrem Hakkı Ayverdi'ye(-0(ö. 1984) tamir ettirilen konak, H. Subhi Tanrıöver'in vefatından kısa bir süre sonra İstanbul Üni-versitesi'ne intikal etmiş, bir müddet rektörlük, daha sonra da tıp fakültesine bağlı Tıp Tarihi Enstitüsü olarak kullanılmıştır. Günümüzde de bu kullanımını devam ettiren konak, Osmanlı kagir sivil mimari örneklerinin ayakta kalabilen nadir örneklerindendir.

Üç katlı konağın tasarımında geleneksel Türk sivil mimarisinin orta sofalı ve ey-vanlı plan tipi uygulanmış, buna karşılık cephe düzenlemesinde, mimari ayrıntılarda ve süsleme programında, yapıya Avrupai bir görünüm kazandıran, Batı kökenli üslupların (barok, ampir ve neoröne-sans) öğeleri kullanılmıştır. Her üç katta da konağı bir ucundan diğer ucuna kat eden, İstanbul halkı arasında "karnıyarık" tabir edilen, dikdörtgen planlı büyük sofalar bulunmakta, dikdörtgenin uzun kenarında, karşılıklı olarak birer eyvan yer almaktadır. Kuzey yönündeki eyvanlar kavisli bir çıkma ile cephede belirtilmiş ve bunların içine üç kollu merdivenler yerleştirilmiştir. Eyvanlarla sofanın sınırında, Korint başlıklı ikişer sütun yükselmekte, bunların arasında, camekânlarla donatılmış, sepet kulpu kemerli açıklıklar tasarlanmıştır. İkinci katta sofanın doğu ve batı kesimlerine de aynı türde sütun ve kemer dizileri yerleştirilmek suretiyle dört eyvanlı bir şema elde edilmiştir.

Konağın cephelerinde ampir üslubu-

Subhi Paşa Konağı'nm birinci kat planı. Eldem, Türk Evi

suç


52

Yüklə 8,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin