I d I n I a V a 3IV1ho nin



Yüklə 8,6 Mb.
səhifə75/140
tarix30.12.2018
ölçüsü8,6 Mb.
#87959
1   ...   71   72   73   74   75   76   77   78   ...   140

TURSUN BEĞ

(?, ? - 1490'dan sonra, İstanbul) Tarihçi.

"Dursun Bey", "Tur-ı Sina" olarak da bilinir. Bir sipahi olan ve gençliğini Bursa'da geçiren Tursun Beğ, İstanbul kuşatmasında II. Mehmed'in (Fatih) yanındaydı. Fetihten sonra Ayasofya'yı Fatih'le birlikte ilk gezenlerdendir. İstanbul'daki tüm taşınmazların yazımı işini, amcası Cebe Ali Bey ile üstlendi. Cebe Ali Bey'e başka görev verilince yazım çalışmalarını ve mukataa defterlerinin düzenlenmesini tamamladı.

Divan kâtibi olarak Fatih'in maiyetinde birçok sefere katılan Tursun Beğ, önemli diplomatik mektupları da kaleme aldı. Fatih'in son yıllarında (1470'ten sonra) Anadolu defterdarlığı, daha sonra "Devlet işigünün defterdarlığı" (başdef-tardarlık) yaptı.



II. Bayezid'in (hd 1481-1512) ilk saltanat yıllarında emekliye ayrılarak tek eseri olan Tarib-i Ebü'l-Feth'i ([yay. Mehmed Arif] rO£Milavesi, ist., 1914-1916; [yay. M. Tulum], ist., 1977) tamamladı. Bu eserinde yer verdiği son olay 1488'deki Osmanlı-Memlûk savaşı olduğundan, ölümü kuşkusuz bu tarihten daha sonradır.

TUZLA İLÇESİ

306


307

TUFENKHANE

Tursun Beğ, Tarih-i Ebü'l-Feth'te, Rumeli Hisarı'nın yapılışını, bu kale ve Yenice Kale (Anadolu Hisarı) ile denetime alman Boğaz'ın özelliklerini anlatır. Halic'i ise 10.000 gemi alacak genişlikte, iki yanı bağlar ve ormanlarla kaplı, her rüzgârdan korunmuş bir liman olarak tanımlar. Bir tarafında "Kal'a-i Kostantiniyye"nin, diğer tarafında Galata denen ve içinde "millet-i Mesih"in yaşadığı kalenin bulunduğunu; İstanbul ile Galata arasındaki gemilerin çokluğunu; peremelerle karşıdan karşıya "sekizi bir akçe bir mangır" ile geçilebil-diğini, liman ağzında da "zencir-i âhenin" (demir zincir) gerili olduğunu açıklar.

Tarih-i Ebü'l-Fetb'in içerdiği konular arasında, İstanbul'un kuşatılması ve fethi, yer yer manzum parçalarla zenginleştirilmiş olarak en uzun bölümü oluşturmaktadır. Fetihten sonraki imar çalışmaları ve kente nüfus göçleri konularında da önemli açıklamaları vardır. Fatih'in, "kendi istira-hati ve havass u gulâman rahatı içün" Eyüp'e, Galata'ya Tophane'ye ve Boğaz'a bakan burun (Sarayburnu) üzerinde, Arap, Acem ve Rum mimarlara yaptırttığı Yeni Saray (Topkapı Sarayı), bu "saray-ı dil-gü-şâyı" kuşatan, "Firengî ve Türkî, müdevver ve müselles ve envâ-ı latife ile musanna" burçları olan Sur-ı Sultani, giriş kapıları, saray köşkleri, bağlar ve hasbahçeler; çeşme ve havuzlar, o zamanki adı Sırça Saray olan Çinili Köşk, zengin betimlemelerle anlatılmıştır. Fatih'in Kırkçeşme sularını akıtması, bu suyu mahallelere ve hamamlara tevzi ettirmesi; Ayasofya resminde bir ulu cami (Fatih Camii) ile çevresine medreseler, kütüphane ve darüşşifa yaptırtılmasi; üzerine bir türbe, yanına da medrese, cami ve hamam inşa edilen Ebu Eyyûb ziyaretgâhı; yeni evler ve köşklerle bir kasaba görünümüne kavuşan Eyüp' ün, aynı zamanda bir "teferrücgâh" olduğunu; Ayasofya'nm kara ve deniz surlarının onarılmasını; yeni bedestenleri, çarşıları, pazar yerleri ile kervansarayları anlatır.

Tursun Beğ kentin alınmasından sonra bir fermanla "her kim ihtiyarı ile gelüb sakin olur ise tutuklu tutduğu ev mülkü ola" denildiği, "bu tergib ile bay ü yoh-suldan, her tarafdan" göçlerin olduğunu; gelen hocalara ve bilim adamlarına hallerine uygun evler ihsan edildiğini de açıklar.

Bibi. Osmanlı Müellifleri, III, 82; Babinger, Osmanlı Tarih Yazarları, 29; M. C. Ş. Tekin-dağ, "Tursun Bey", ÎA, XII/2, 122-123.

NECDET SAKAOĞLU



TUZLA İLÇESİ

İstanbul İli'nin doğu kesiminde, Kocaeli sınırında yer alır. Doğu ve güneydoğuda Kocaeli İli, güney ve batıda Marmara Denizi, kuzeybatı ve kuzeyde de Pendik îlçe-si'ne komşudur. Bu sınırlar içinde yaklaşık 11,8 km2'lik bir alanı kapladığı sanılmaktadır.

Kırsal yerleşmesi bulunmayan Tuzla İlçesi 10 mahalleden oluşur. Bunlar Aydınlı, Aydmtepe, Cami, Evliya Çelebi, İçmeler, İstasyon, Mimar Sinan, Postane, Şifa ve Yayla mahalleleridir. Kuruluşu sırasında Tuzla İlçesi sınırları içinde yer alan Esen-

Tablo I

Tuzla İlçesi'nin Mahalleleri ve Nüfusları (1990)

Mahalleler

Nüfus

Aydınlı

3.750

Aydmtepe

9.816

Cami

2.818

Evliya Çelebi

18.493

İçmeler

6.839

İstasyon

2.450

Mimar Sinan

2.955

Postane

7.043

Şifa

10.127

Yayla

8.490

Toplam

72.781

yalı ve Güzelyalı mahalleleri 30 Aralık 1993'te yine Pendik İlçesi'ne bağlanmıştır. Aynı tarihte Tuzla îlçesi'nde de Evliya Çelebi ve Mimar Sinan mahalleleri kurulmuştur.

İlin doğu bölümünde yer alan ilçe topraklan Kocaeli Yarımadası'nın fazla yüksek olmayan kesimlerindedir. Bu topraklar Marmara Denizi'ne doğru çok parçalı küçük bir yanmada biçiminde açılır. Bu yarımadanın güneydoğu ucu, eskiden Akri-tas(-0. denen Tuzla Burnu adıyla anılır. Yarımadanın öbür önemli çıkıntıları ise Taş Burnu (Ayios Trifon), Karamanoğlu Burnu (Ayios Yeoryios) ve Sarp Burnu'dur. İlçenin en yüksek kesimi, Piyade Okulu'nun kuzeyindeki Tavşantepe'dir. Başlıca akarsu, Tuzla Deresi de denen Kemikli Dere-si'dir. Yarımadanın kuzey kesimindeki geniş bir koyun önü, kıyı diliyle kapanarak lagüne dönüşmüştür. Bu lagün değişik kaynaklarda Balık Gölü, Kâmil Bey Gölü, Kâmil Abdüş Gölü gibi farklı.adlarla geçer. İstanbul İli'nin ender sulak alanlarından biri olan bu sığ göl, gerek yerli ve gerekse göçmen kuşlar için büyük önem taşıyan bir doğal yaşama alanıdır. İlçenin adı da bu gölle ilgilidir. Eskiden uzun bir süre tuz üretimi yapıldığından bu sığ lagüne Tuz Gölü denmiştir. Bizans ve Osmanlı dönemlerinde İstanbul'un tuz ihtiyacını önemli ölçüde karşılayan bu tuzla, hemen yanındaki yerleşim yerine, Akritas Burnu'na da adını vermiştir.

İlçe toprakları oldukça eski bir yerleşme alanıdır. İlçe merkezindeki bir ilkokulun bahçesinde Prof. Şevket Aziz Kansu'nun 1961'de yaptığı araştırmada ta-rihöncesine ait bazı buluntulara rastlanmıştır. Bu buluntuların Fikirtepe kültürüne(-0 ait olduğu saptanmıştır. Bizans döneminde Akritas Burnu yakınlarında aynı adla anılan bir köy olduğu bilinir. Muhtemelen bir balıkçı köyü olan bu küçük kırsal yerleşme yakınlarında birçok dinsel yapı vardı. Bunlardan en eskisi 6. yy'da burada bulunduğu bilinen Ayios Trifon Manastırı'dır. Çevredeki küçük adalarda da Ayios Andreas ve Ayia Glikeria manastırları vardı. Ayios Teotokos ve Ayios Demetrios manastırları ise yarımadadaki öbür dinsel yapılardı.

Yarımadanın kuzeydoğusunda yer alan şifalı madensuyu kaynaklarından Bizans döneminden beri yararlanıldığı bilinmektedir. Yarımadanın güneydoğu kesiminde yer alan aynı zamanda ilçe merkezi olan Tuzla yerleşmesinin tarihine ilişkin bilgi yoktur. Bizans ve Osmanlı dönemlerinde burada küçük bir balıkçı köyü olduğu sanılır. Köyün bu durumunun uzun yıllar boyunca değişmediği anlaşılmaktadır. 1873'te İzmit'e bağlanan Anadolu-Bağdat Demiryolu, Tuzla Köyü'nün kuzeydoğusundan geçiyordu. Şifalı sularıyla ünlü olan İçmeler, demiryolu ulaşımının sağlanmasından sonra gözde bir sayfiye yeri haline geldi. Cumhuriyet'in ilk yıllarında Lozan Antlaşması'na göre yapılan mübadeleye göre Yunanistan'dan gelen göçmenlerin bir bölümü Tuzla'ya yerleşti. Halkın başlıca geçim kaynağı balıkçılık ve tarımdı. Tuzla'nın gelişmesinde eskiden Ankara Asfaltı ve E-5 denen D-100 Karayolu'nun yapılmasının ve bu arada Piyade Okulu'nun Çankırı'dan buraya taşınmasının önemli rolleri vardır. 1950'lerde Ankara Asfaltı'mn iki yanında sıralanmaya başlayan çeşitli sanayi tesisleri Pendik'ten sonra Tuzla'ya da ulaştı. Ancak 1960'larda Tuzla yemyeşil görünümünün yamsıra ünlü İçmeler'iyle hâlâ sayfiye ve balıkçı kasabası olma özelliğini koruyordu. Karayolunun kenarına ve kıyıya bazı fabrikaların kurulmaya başlaması 1960'lara rastlar. Bu tarihlerde küçük bir köy olan Aydınlı'nın doğu kesimi tarımsal üretim yapılan boş araziler halindeydi. Pendik Tersanesi'nin(->) inşaat çalışmaları sırasında Tuzla çevresinde önemli değişimler gözlendi. 1970'lerde Tuzla, hızla sanayi tesislerinin kurulduğu, öte yandan da İstanbul yakınında ikinci konut edinmek isteyenlerin arsa satın alıp inşaat yaptırdığı bir yöreydi. Daha sonra bazı yapı kooperatifleri bu yörede hızlı bir inşaat faaliyetine girişti. 1980'lerin başında açılan Pendik Tersanesi tesislerinin bir bölümü Tuzla Yarımadası'nın kuzey kıyıla-rındadır. Deniz Harp Okulu'nun(-0 1985' te Heybeliada'dan Tuzla'ya taşınması da yörede yeni bir canlılığa yol açtı. Tuzla yöresindeki son önemli gelişme, Kazlıçeş-me'deki deri fabrikalarının 1993'te Organize Deri Sanayi Bölgesi'ne taşınmasıdır.



Tablo H

Tuzla İlçesi'ndeki Başlıca Merkezlerin Nüfus Gelişimi

Yıllar

Tuzla

Aydınlı

Toplam

1940

1.524

-

1.524

1945

3.694

-

3.694

1950

3.063

-

3.063

1955

4.043

872

4.915

1960

4.393

933

5.326

1965

7.393

998

8.391

1970

9.905

1.484

11.389

1975

11.163

5.389

16.552

1980

16.440

15.231

31.671

1990

72.781

-

72.781

Eskiden yalnızca kıyı kesiminde toplanmış olan yerleşim alanlarının 1960'lardan başlayarak Ankara Asfaltı'mn kuzeyinde gecekondu toplulukları halinde yayıldığı gözlendi. Tuzla kasabasının 1940'ta yalnızca 1.524 olan nüfusu sanayi tesislerinin ve yeni mahallelerin kurulmasıyla 1975'te 11.000'i aştı. Aynı tarihte Kartal İlçesi'nin Merkez Bucağı'na bağlı olan Aydınlı Kö-yü'nün nüfusu ise 5.389'a ulaşmıştır. Ankara Asfaltı'mn kuzeyinde kalan bu köy hızla gecekondulaşarak büyüdü. 1980'de Tuzla kasabasının nüfusu 16.440 iken, köy statüsündeki Aydınlı'nın nüfusu da 15.23Tİ bulmuştu. 1980'den sonra Aydınlı köy statüsünden çıkarılarak Tuzla'yla birlikte anakent belediyesi sınırları içine alındı. Tuzla ve Aydınlı eskiden beri Kartal İlçesi sınırları içindeyken, 1987'de yapılan bir yönetsel değişiklikle Pendik İlçesi'ne bağlandı. Ancak askeri ve sanayi tesislerin odaklaştığı farklı bir birim halinde gelişimini sürdüren ve 1990'da 8 mahallesiy-le nüfusu 72.000'i aşan Tuzla yöresi 1992' de Pendik İlçesi'nden ayrılarak ayrı bir ilçe yapıldı.

Denize geniş sahili olmakla birlikte deniz ulaşımından yararlanmayan Tuzla İlçesi, İstanbul'un diğer semtlerine demiryolu ve karayollarıyla bağlıdır. İlçedeki banliyö tren istasyonları Aydmtepe, İçmeler ve Tuzla'dır. Ankara Asfaltı ve E-5 de denen D-100 Karayolu ilçenin orta kesiminden güneydoğu-kuzeybatı doğrultusunda geçer. Bir başka karayolu da Aydınlı Mahal-lesi'nin kuzeydoğu kesiminden geçen, TEM ve Anadolu Otoyolu olarak da anılan O-4 Otoyolu'dur.

İlçenin büyük bir mahallesine adım veren İçmeler, eskiden İstanbul'un gözde mesire ve sayfiye yerlerinden biriydi. Tren istasyonuyla yarımadanın kuzey koyu arasında yer alan iki kaynaktan çıkan maden-sularının sıcaklığı 20°C dolayındadır. Eskiden bir çam korusunun içinde bulunan İçmeler'e daha çok sindirim sistemi hastalıklarından şikâyetçi olanlar gelirdi. İçme kürleriyle kullanılan bu madensularının idrar söktürücü ve müshil etkisi vardır. İçmeler günümüzde konut ve sanayi alanları arasında kalmış olup konaklama tesisi de bakımsız bir haldedir.

Tuzla ilçe merkezi günümüzde sayfiye özelliğini hızla yitirerek sürekli yerleşim yeri haline gelmektedir. Kooperatifler eliyle yapılan sitelerin çevresindeki alanlar hâlâ doğal görünümünü korurken, kıyıdaki balık lokantaları hafta sonlarında gezmeye gelen İstanbulluların ilgisini çekmeyi sürdürmektedir.

ATİLLÂ AKSEL

TÜCCARBAŞI CAMÜ

Kadıköy İlçesi'nde, Erenköy'de, Şemsettin Günaltay Caddesi'nin üst tarafında, Kozyatağı-İçerenköy yolu ile Tüccarbaşı Sokağı'mn kavşağındadır.

Böcekli Cami diye de anılan cami adını II. Abdülhamid dönemi (1876-1909) devlet adamlarından Mustafa Zihni Pa-şa'nın (ö. 1911) bu bölgedeki böcekliğin-

Tüccarbaşı Camii

Yavuz Çelenk, 1994

den (ipekböceği kozahanesi) almış olmalıdır. Yapının banisi de yine Zihni Paşa ailesinden Fatma Zehra Hanım olup, caminin mihrabı önündeki yenilenmiş olan 1331/1912-13 tarihli mezarda yatmaktadır. 1329/1911 tarihli yapı 1982'de büyük bir onarım geçirmiş ve mihrap cephesi hariç olmak üzere diğer üç cephe "U" şeklinde bir kılıf içine alınmıştır. Kesme taştan yapılan bu kılıf, kare planlı orijinal yapıyı tamamen gizlemektedir. Esas yapının mihrap cephesi haricindeki diğer cephe alt hiza pencereleri bağlantı için kapı şeklinde açılmıştır. Dıştan kiremit örtülü, kırma çatılı olan yapının, içten sekizgen bir çerçeve içinde yer alan, hafifçe dilimlenmiş, bağdadi basık bir kubbe ile örtülü olduğu görülmektedir.

Girişin üzerinde müezzin mahfili bulunmakta ve buradan çokgen gövdeli, sade görünümlü minareye geçilmektedir. Yapılan ek bölüm nedeniyle caminin bünyesinden çıkıyor gibi görülen minarenin tüm bezemesini külah altındaki bir sıralı yüzeysel niş dizisi ve şerefe korkuluğunda-ki madalyon şeklindeki ajurlu korkuluk oluşturmaktadır. Üzerinde 13847 1964-65 tarihli ayet kitabesi bulunan derin mihrap nişi dış cephede dikdörtgen bir çıkma şeklindedir. Mermer kaplı mihrap çok sade bir görünüme sahiptir. Günümüzde beyaz üzerine yeşille hareketlendirilen minber ise ahşap olup orijinal yapıyla çağdaş olmalıdır. Yine ahşap olan vaaz kürsüsü ise daha geç tarihlidir. Örtü sistemi beyaz zemin üzerine mavi, yeşil, kırmızı ve turuncu renklerle yapılmış klasik dönem kalem işi motifleriyle bezenmiştir.

Parmaklıkla çevrili bir avlu ortasında yer alan caminin etrafında depo binası ile bugün yol geçtiği için bölünen ve yolun diğer tarafında kalan müezzin ve imam evi olarak kullanılan meşruta binaları vardır. Ayrıca daha önceleri cami avlusu içinde yer alan, Kayışdağı Suyu'nu mahalleye getiren, İstanbul'da pek çok örneği bulunan neoklasik döküm çeşme son yıllardaki yol çalışmaları sırasında caminin karşı köşesine taşınmıştır.

HAKAN APJLI



TUFENKHANE

Osmanlılar döneminde ateşli silahlar yapan ve barut imal eden kuruluşlar. Tüfenk darüssınaası olarak da bilinir.

Tophane, Tersane, Kılıçhane ve Saraçhane gibi tüfenkhaneler de ordunun ve donanmanın gereksinimine dönük araç gereç üretilen, ayrıca tüfenkçi sınıfından subay ve askerlerin silahlarının yapıldığı fabrikalardı. Aynı zamanda, her tüfenkha-ne usta-çırak ilişkisi yoluyla pratik beceri kazandırmaya dayalı birer okuldu.

İstanbul'daki en eski tüfenkhane, Ci-bali İskelesi'ne yakın bir yerdeydi. Burası 1718'de, bir yahudhanede başlayan Ciba-li yangınında harap olmakla birlikte ona-rıldıktan sonra işlevini sürdürdü. Evliya Çelebi'nin ve Eremya Çelebi Kömürci-yan'ın da sözünü ettikleri bu tüfenkhane-yi 18. yy'm ikinci yarısındaki durumuyla gören Sarkis Sarraf-Hovannesyân(-0 istanbul Topografyası adlı eserinde "Unka-pam'nın az ilerisinde ve sahilde, surun üzerinde" olduğunu, üstü kapalı olan ve tüfenkhane denen burada, tüfenkler yapıldığını anlatır.

Çeşmizade Taribi'ne göre 8 Ocak 1767'de, Bahçekapı önünde demirliyken, tutuşup sürüklenen bir kalyonun, Cibali semtinde çıkarttığı yangında tüfenkhane bir kez daha harap oldu. Onarılmakla birlikte 1833'te bu kez tüfenkhanenin içinde çıkan yangında, tarihi yapı tamamen yandı. Arsasına 1900'de yapılan soğuk hava deposu da 10 yıl sonra yandı.



Ahmed Faiz Efendi'nin(-0 III. Selim dönemine (1789-1807) ilişkin Ruzname'sm-de, padişahın sık sık biniş düzenlediği Dol-mabahçe'de "tüfenk atışlarını" izlediğine ilişkin kısa açıklamalar o dönemde burada bir tüfenkhane yapıldığını göstermektedir. III. Selim'in Dolmabahçe'de yaptırdığı tüfenkhane, kıyıdan biraz geride ve yamaçtaydı. Geleneksel tüfenkhanelerde imal edilen tüfenklerin menzili 300-350 adımken, burada yapılan tüfenklerle 1.000 adıma kadar hedefler vurulabiliyordu. Topkapı Sarayı'ndan saltanat kayığı ile Dolma-bahçe'ye gelen III. Selim, Tüfenkhane Mey-dam'nda yapılan atışları izlerdi. II. Matı-

TUFENKHANE KAPISI

308


309

TÜNEL PASAJI

mud (hd 1808-1839) Dolmabahçe'deki tüfenkhaneyi kapatarak binasını İstabl-ı Âmire (hasahır) durumuna getirtti.

19. yy'da geleneksel silah yapım tekniklerinin bırakılmasının ve Avrupa'dan silah ithal edilmeye başlanmasının ardından eski tüfenkhane ve baruthaneler kapandı. Yerli tüfenk yapımı ise Tophane-i Âmi-re'nin(-0 bir ünitesi olan Tüfenk Kârha-nesi'nde sürdürüldü.

Bibi. Evliya, Seyahatname, l, 510; Kömürci-yan, istanbul Tarihi, 1988, 165; Inciciyan, ts-tanbul, 1976, 13; Çeşmizade Mustafa Reşid, Çeşmizade Tarihi, İst., 1993, s. 11; Ergin, Maarif Tarihi, I, 42-44; Boğaziçi, 79-80; Paka-hn, Tarih Deyimleri, III, 537; F. R. Unat, Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış, Ankara, 1964, s. 14.

NECDET SAKAOĞLU



TÜFENKHANE KAPISI

bak. SURLAR



TÜMERTEKİN, EROL

(23 Temmuz 1926, İstanbul) Coğrafyacı.

1948'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Coğrafya Enstitüsü'nden mezun olduktan sonra, 1950'de aynı kurumda Beşeri ve iktisadi Coğrafya Kürsüsü'ne asistan olarak atandı. 1952'de doktor, 1956'da doçent, 1964'te de profesör unvanlarını aldı.

Doktorasını tamamladıktan sonra, "doktora sonrası" çalışması için ABD'ye Wis-consin Üniversitesi'ne gitti. Orada, coğrafi metodolojinin önde gelen adlarından Richard Hartshorne'nun, iklim çalışmalarıyla ünlü Glenn Trewartha'mn, ünlü fiziki coğrafyacı Vernor Finch'in ve o sıralarda adı geçen üniversitede misafir öğretim üyesi olarak bulunan Alman "çağdaş" coğrafyasının önderlerinden Cari Troll'ün öğrencisi olmuş ve kazandığı çağdaş coğrafi görüşleri ülkemize aktarmıştır. Çok yönlü ve "uygulamalı coğrafya" çalışmalarıyla "geleneksel" türdeki (ülkemizde anlaşıldığı şekliyle "monografya") çalışmaların dışında, "çağdaş" yöntembilimle ele alınan yeni konuların Türkiye coğrafyacılığında yerleşmesi Tümertekin'le başlamıştır. Ağır Demir Sanayii ve Türkiye'deki Durumu (İst., 1954) konulu doktora tezi coğrafyadaki "sistematik uygulamalı coğrafya" çalışmalarına bir örnek olurken, "sanayi coğ-rafyası"nın da Türkiye'deki coğrafi inceleme alanları arasına girmesine yine o yol açmıştır. Doçentlik çalışması ise "bölgesel uygulamalı coğrafya"ya bir örnek olarak Kurak Bölgelerde Ziraat (İst., 1957) konusundadır. Ulaşım Coğrafyası (İst., 1976), coğrafi metodoloji, iklimle ilgili istatistiksel çalışmalar, planlama-coğrafya ilişkisi, merkezi iş alanları (örneğin, j'tstan-bul'un Merkezi İş Sahaları", Coğrafya Enstitüsü Dergisi, S. 16, 1967) vb birçok konudaki hemen hemen ilk yayınları Tümer-tekin gerçekleştirmiştir. Türkiye'deki coğrafi çalışmalarda öteden beri ihmal edilen "kadınlar"ı inceleme konusu olarak ilk ele alan da yine Tümertekin'dir ("Türkiye 2i-raatinde Kadın Gücünün Dağılışı", Türk Coğrafya Dergisi, S. 18-19 [1958-1959] ve "Türkiye'de Ziraatte Çalışan Kadınların

Erol Tümertekitı

TETTVArşivi



Miktar ve Dağılışındaki Değişim", Coğrafya Enstitüsü Dergisi, S. 14 [1964]).

Çağdaş coğrafi görüşle yaptığı çalışmalarının sayısı hem oldukça fazladır (29 kitap ve 114 makale), hem de çoğu kitabı tekrar tekrar basılmıştır. Türkiye'de İç Göçler (İst., 1968) adlı kitabı, yalnız coğrafyada değil, Türkiye'de bu konudaki ilk çalışmalarından biridir. Bilimsel araştırmalarının dikkati çeken bir yönü de İstanbul'a olan ilgisidir. 1960'lardan beri kendisine araştırma alanı olarak seçtiği İstanbul'la ilgili çeşitli coğrafi konularda (diğer çalışmalarında da İstanbul'a verdiği yer dışında) 4 ayrı kitap ve 23 makale yayımlamıştır. Bunlar arasında şu çalışmalar sayılabilir: İstanbul'da Bir Sanayi Bölgesi: Bo-monti. Bir Tatbiki Coğrafya Çalışması (İst., 1967); İstanbul Sanayiinde Kuruluş Yeri (İst., 1972); İstanbul'da Nüfus Dağılışı (\st., 1979); Distribution ofOutborn Population in istanbul: A Case Study ofMigration (İst., 1977); "İstanbul Şehri ve Çevresinde Sanayi", Coğrafya Enstitüsü Dergisi (S. 17, 1970); "İstanbul'da Meslek ve Coğrafi Menşe Hakkında Bir Araştırma", Cumhuriyetin 50. Yılına Armağan (İst., 1973); "De l'etat actuel du developpement spatial deş ac-tivites industrielles en istanbul", Ege Coğrafya Dergisi (S. 2, 1984); "İstanbul Çevresinde Sanayinin Yeni Yayılma Alanları", Türkiye'de İşletme Biliminin Öncülerine (İst., 1985).

Tümertekin, yalnızca İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölü-mü'nde değil, aynı üniversitenin iktisat ve siyasal bilgiler fakültelerinde, İstanbul Teknik Üniversitesi ve Mimar Sinan Üniversi-tesi'nde de dersler vermiştir.



Tümertekin UNESCO'nun "Kurak ve Yarı Kurak Bölgeler" çalışması; Pennsylva-nia Üniversitesi'nin "Ortadoğu'da Su" konulu çalışması gibi birçok uluslararası araştırmada da yer almıştır. Ayrıca ABD'de II-linois'de yayımlanan Journal ofDeveloping Areaszdlı derginin yayın kurulunda 28 yıldır görev yapmaktadır. Uluslararası Coğrafya Birliği'nin (IGU) "Tatbiki Coğrafya", "Tarımsal Tipoloji", "Ekonomik Kalkınmanın Bölgesel Yönleri", "Dünya Nüfus Haritası" gibi çeşitli komisyonlarında da görev almıştır.

NAZMİYE ÖZGÜÇ

TÜNEL

Karaköy (Galata) ile Beyoğlu'nu (Pera) birbirine bağlayan, 1871-1876 arasında yeraltında inşa edilmiş toplutaşıma sistemi.



Ortalama 10/100 eğimli, düşeyde parabolik forma sahip olan, 6,60 m genişlikte, 4,60 m yükseklikte ve 573 m boyundaki tünel, Söğüt, Voyvoda, Banker, Felek, Medrese, Küçük Hendek, Değirmen, Gala-takule, Kulluk sokaklarının altından geçer. Beyoğlu yönünde, Galata Kulesi'nin yaklaşık 6,5 m solunda kalır.

1863'te Londra'da ve 18ö8'de New York'ta inşa edilen yeraltı toplutaşıma sistemlerinden sonra, dünyanın en eski üçüncü yeraltı toplutaşıma sistemidir. Tünel için ilk adım, Mayıs 18ö7'de İstanbul'a gelen Eugene Henri Gavand adındaki Fransız müteahhit ve mühendisin, \o tarihlerde Beyoğlu'nun (Pera) istanbul'un en gelişmiş bölgesi, Galata'mn ise ticaret ve bankacılık merkezi olduğunu ve bu iki semti birbirine bağlayan Yüksekkaldırım ve Galip Dede caddelerinden günde ortalama 40.000 kişinin inip çıktığını tespit etmesi üzerine, inşaatı ve işletmesinin kârlı olacağını düşünerek asansör tipinde bir demiryolu projesi hazırlayarak öncelikle Fransız hükümetine başvurmasıyla atıldı. Fransızlardan kabul görmeyince, gerekli krediyi İngiliz hükümetinden temin eden Gavand, projesini 20 Temmuz 18ö8'de Osmanlı hükümetine sundu. Teklif ilk seferde Osmanlı hükümeti tarafından da onay görmedi. Ancak, Ocak 1869'da tekrar İstanbul'a gelen Gavand, projeyi bu defa Maliye Nazırı Sadık Paşa ve Nafıa Nazırı Edhem Paşa'nın destekleriyle Abdülaziz'e 10 Haziran 1869'da kabul ettirdi. Nafıa Nezareti ile Gavand arasındaki sözleşme 6 Kasım 1869'da imzalandı. İngiliz sermayedarlar ile anlaşarak 8 Mayıs 1871'de "The Metropolitain Raihvay of Constanti-nople from Galata to Pera" adlı bir limitet şirket kuran Gavand, tünelin inşası ve işletmesi dahil 42 yıllık bir imtiyaz ile tünel için gerekli çalışmalara 30 Haziran 1871'de başladı.

Tünel kazısı için gerekli olan giriş ağızlarının yerleri, işin başında istimlak edilip Gavand'a teslim edilemediğinden, kazı ilk olarak Küçük Hendek Sokağı'na geçiş veren 30 m2'lik bir avluda açılan servis kuyusu (şaft) ile Ağustos 1871'de başladı.

İstimlakler Temmuz 1874'te sona erdi ve 573 m'lik tünel, iç kaplaması dahil Aralık 1874'te bitti. Tünelden çıkan kazı malzemesi Azapkapı, Tepebaşı Mezarlığı civarı ve Büyükparmakkapı'daki Tel Soka-ğı'ndaki dolgularda kullanıldı.

Toplam 4.002 m2 istimlak yapılan bu proje kapsamında, açılan kuyulardan 498 m galeri ile 353 m, Beyoğlu'ndan 30 m galeri ile 165 m'lik ve Galata'dan da 27 m galeri ile 55 m'lik ana tünel açılmıştır.

Altıncı Daire-i Belediye'nin(->) istimlakleri zamanında yapamaması ve tünelden çıkan kazı malzemesi için döküm yeri vermekte gecikmesi nedeniyle Gavand zor anlar yaşamış, Tünel ancak 3 yıl 4 ayda bitirilebilmiştir. Gavand'ın raporuna göre,

istimlakler zamanında yapılmış olabilseydi, tünel inşaatı 2 sene dahi sürmeyecek ve tünel yüzde 25 daha ucuza mal edilmiş olacaktı.

Tünel'in yapımında, elle ve parçalı kazı ile ahşap iksa sistemleri tekniği kullanılmıştır. Gavand'ın raporuna göre, Tünel inşaatında İtalyan kalfaların idaresinde Osmanlı tebaasından çeşitli cemaatlerden işçiler çalıştırılmıştır. İç kaplamadaki taş işçiliğini İtalyanlar, marangozluk işlerini ise Rum ve Fransız ustalar yapmıştır. Kazı malzemesi, sahipleri İranlı olan katırlar tarafından taşınmıştır.

25 kg/m ağırlıktaki rayların döşendiği Tünel çift hat olarak inşa edilmiştir. Tü-nel'le ilgili makineler (150 hp gücünde 2 adet) ve raylar dahil tüm madeni aksam Creusot Fabrikası'ndan, vagonlar ise David Desouches ve Ortaklan'ndan satın alınmıştı. Beyoğlu'ndaki gar binasından ayrı olarak inşa edilmiş bulunan makine binasındaki montaj işleri ise Kasım 1874'te tamamlanmıştır. İlk tecrübesi aynı ay içinde gerçekleştirilmiş, kesin kabulü 5 Aralık 1875'te yapılan Tünel'in açılışı 18 Ocak 1875'te olmuştur.

Her biri 8,50 m boyunda ve 2,40 m genişliğinde olan ikişer adet üstü açık vagondan oluşan katarlar ile 40 kişi birinci mevki, 50 kişi ikinci mevki kompartımanında; eğer yük taşınmıyorsa 60 kişi de platform-lu vagonda olmak üzere bir seferde 150 kişi taşınabiliyordu. İlk vagonların iki tarafı açık olup, elektrik olmadığı için de vagonların aydınlatması gaz lambaları ile sağlanıyordu. 670 m2 alan kaplayan Beyoğlu Garı üzerinde bir de otel planlanmıştı. 880 m2 olarak projelendirilen otel, tamamlanamamıştır. 620 m2'lik bir alan işgal eden Galata Garı ise projesine uygun olarak tamamlanmıştır.

Dönemin şeyhülislamının "Bu zir-i zemin arabalarında insan götürülmesinin caiz olmayacağı" şeklindeki fetvası üzerine ilk haftalarda Tünel'de sadece hayvanlar taşınmıştır. Herhangi bir aksaklığın görülmemesi üzerine değiştirilen fetva ile bir süre sonra yolcu da taşınmaya başlandı. İlk zamanlar gişe olmadığı için geçiş ücretini vererek turnikeden geçen yolcular, arabalarda seyahat ederlerdi.

Şirket 1900'de imtiyazının uzatılması için başvurmuş olmasına rağmen, bazı siyasi durumlar göz önünde bulundurularak bu imtiyazın ancak 5 yıl daha uzatılmasına karar verilmiştir. 1910'da elektrikli tramvaya geçildiği dönemde, İngiliz şirketi de Tünel işletmesini satılığa çıkarmıştır. Böylece Tünel, 1911'de kurulan Dersaadet Mülhakatından Galata ve Beyoğlu Beyninde Tahtelarz Demiryolu Şirketi'ne devredilmiştir.

Tünel'in, 2000 yılına kadar mevcut şirket tarafından işletilmesini öngören mukaveleye rağmen tesis devlet tarafından 1938' de satın alınmıştır, l Mart 1939'dan itibaren devlet tarafından işletilen Tünel, 16 Haziran 1939 tarih ve 3645 sayılı yasa ile kurulmuş olan İETT İşletmeleri Umum Müdür-lüğü'ne devredilmiştir. II. Dünya Savaşı'nın etkisiyle gerekli bazı malzemeler satın alı-

Tünel'in 1884

tarihinde giriş

cephesi (üstte)

ve içinden bir

görünüm.

Cengiz Kahraman

arşivi (üst), Sertaç

Kayserilioğlu

koleksiyonu

namamış ve Tünel 20 Ağustos 1941-6 Aralık 1941 arasında çalıştırılamamıştır.

Tünel kablosunun zaman zaman koptuğu ve çeşitli kazalara sebep olduğu bilinir. İlk kaza 26 Ağustos 1876'da olmuş ve 8 kişi yaralanmıştır. Ayrıca 1902, 1918, 1921 ve 1943'te de benzer kazalar olmuştur. 6 Temmuz 1943 tarihli kazada 20 yolcunun yaralandığı ve istasyon şefinin öldüğü hatırlanmaktadır. Bu son kazadan sonra yeni kayışın yurtdışından getirilmesine kadar 6 Temmuz 1943-15 Ekim 1943 arasında da Tünel hizmet verememiştir. Yine kablo problemleri ile karşılaşıldığından, l Haziran 1945-28 Aralık 1945 ve 28 Ocak 1946-6 Mayıs 1946 arasında da Tünel hizmet dışı kalmıştır. Ray değiştirilmesi sebebiyle 196l'de 9 gün, yine kayış kopma tehlikesi ile 1962'de 7 gün ve volan tamiri sebebiyle de 1965'te 23 gün faaliyetini sürdüremeyen Tünel, 1970'te Fransız firması Electro Entreprise tarafından 33.000.000 lira sarf edilerek tamamıyla yenilenmiş ve

3 Kasım 1971'de hizmete girmiştir. 16 m boyundaki iki vagonuyla 170 kişiyi taşıyabilen Tünel, 350 beygirgücündeki elektrikli sistemiyle 90 saniyede Beyoğlu ile Ga-lata'yı bağlar duruma gelmiştir.



Bibi. E. H. Gavand, Chemin de fer metropo-litain de Constantinople ou ehemin de fer so-uterrain de Galata â Pera dit Tunnel de Constantinople, Paris, 1876; ay, Chemin de fer so-uterrain de Galata â Pera-Documents divers, Paris, 1876; C. Kızıltuğ, Tünel (1875-1990), îst., 1990; İstanbul Belediyesi Dergisi S. 15 (Mart 1969).

MEHMET YENEN-SERTAÇ KAYSERİLİOĞLU

TÜNEL PASAJI

Beyoğlu İlçesi'nde, Tünel Meydanı'nda, Metro' Han'ın(->) karşısındaki 309 no'lu adayı tümüyle kaplayan üç kagir yapıdan oluşur. Bunlar arasında kalan pasaj, meydanla Sümbül ve Ensiz sokaklarını birbirine bağlar. Bu şekliyle, "T" geçitli, üstü açık pasaj tipine girer.



Yüklə 8,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   71   72   73   74   75   76   77   78   ...   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin