SİRKECİ GARI
Eminönü İlçesi'nde, Sirkeci'dedir. Yapı, 19. yy'da özellikle İstanbul'da görülen Batı seçmeciliği ile bölgesel ve ulusal biçim kalıplarının bir arada kullanıldığı örneklerden birisidir.
Rumeli Demiryolu'nun Sirkeci'ye kadar gelmesiyle istasyon binası olarak bugün de mevcut olan kagir bina ile yolcu bekleme salonu olarak iki ahşap baraka yapılmıştı. Geçici olarak tasarlanan bu binaların yanında esas istasyon binasının yapımı için demiryolu şirketi tarafından 1872' de Lang-Hirch imzalı ve 1873'te de Hirn imzalı iki proje verilmiş ve bu projelerden birincisinin uygulanması kabul edilmiştir. Buna rağmen çeşitli nedenlerle binanın yapılması için gerekli olan izin ancak 1888'de çıkabilmiş ve yapımına 11 Şubat 1888'de başlanılan bina 3 Mayıs 1890'da II. Abdül-hamid (hd 1876-1909) adına Müşir Ham-di Paşa tarafından açılarak hizmete sokulmuştur.
Tasarımını Alman mimar A. Jasmund' un(-») yaptığı binanın cephesinde granit mermer ve Marsilya-Aden'den getirilmiş taşlar kullanılmıştır. İlk yapıldığı yıllarda havagazı ile aydınlatılan binanın bekleme salonlarındaki büyük sobalar Avusturya' dan getirilmişti. Yine o yıllarda deniz binanın çok daha yakınına kadar geliyor ve denize taraçalarla iniliyordu. Yan yana gelen birimlerden oluşan lineer bir planı olan binanın cephesinde de bu bölümlerime açıkça gözlenmektedir. Binanın ortasında yer alan ve büyük bir tonozla örtülü birimin iki yanında saat kuleleri yer almaktadır. Cephede kullanılan tuğla bantlar, daire, sivri kemerli pencereler, ortada yer alan Selçuklu dönemi taç kapılarım andıran giriş kapısı, bezeli taş çatı parapetleri ile bina tümüyle devrin seçmeci anlayışını yansıtmaktadır.
YILDIZ SALMAN
Açıldığı
dönemde
Sirkeci Garı'nı
gösteren bir
kartpostal.
A. Eken,
Kartpostallarda İstanbul. ist., 1992
SİRKLER
Osmanlı döneminde sirk sanatları çok gelişkindi. Gerek eğitimli hayvanlar, gerekse perendebaz, canbaz, çemberbaz, tasbaz, zurbaz, kusebaz, taklabaz, gürzbaz, şişe-baz gibi göstericilerin sundukları oyunlar bugünkü sirklerde görülen düzeydeydi. Bunların sürekli gösterim verdikleri yer Tahtakale'deydi. Eğitimli hayvanların hünerleri de burada gösteriliyordu. Ayrıca padişahların da aslan, gergedan, fil, züra-fa, ayı gibi eğitilmiş pek çok hayvanı vardı. Hayvanların bir kısmı Arslanhane'de(->), bir kısmı da kentin surlarmdaki bir Bizans kalıntısı içinde korunuyordu. Bu hayvanlar kapalı durmuyorlar, bakıcılarıyla sokaklarda gezdirilip halka da gösteriler yapıyorlardı. Ayrıca Sur-ı Hümayun(-0 gibi genel şenliklerde gösteriler yapıyorlardı. Ancak bu parlak sirk geleneği yavaş yavaş ortadan kalkmış ve yerini Batı sirkine bırakmıştır.
Tanzimat'ın ilan edildiği 1839'da İstanbul'da 4 tiyatro binası yapılmıştı. Bunlardan ikisi sirk gösterimleri için yapılmış büyük amfiteatrlardı, ilkini 1838'de İstanbul'a gelen bir İtalyan sirk topluluğu yapmıştı. Bu topluluk önce Beyoğlu'nda anacadde üzerinde bir geniş salonu tiyatro gibi kullanmış, ancak burası küçük geldiği için bir ferman alıp Beyoğlu'nun kuzeyinde yüksek duvarlarla çevrili bir arazi üzerine 2.000 kişilik bir amfiteatr kurmuştu. Sirk gösterilerinin yamsıra tragedyalar, komedyalar da oynuyorlardı. Souillier Sirki(->) de burada gösteriler sundu. Rakip topluluk Gaetano Mele Sirki rağbet görünce padişahtan bir ferman alıp birinci amfinin yakınında bir amfiteatr daha kurdu. Her ikisini de saray geniş ölçüde destekliyordu.
Bir de Ohannes Kasparyan adında yerli bir girişimci vardı. Önce Souillier ve Gaetano Mele sirklerini seyrederek sirke merak sardı, onların gösterimlerine oyuncu olarak katıldı, 1844'te bir sirk kurdu fakat yürütemedi. Daha sonra 1846'da Komiser Musa Bey adında birinin desteği ile Beyoğlu'nda ahşap bir sirk kurdu, bu arada ortaoyunu gibi gösterimler de veriyordu. Topluluk ayrıca 12 gün süren saray düğününde de gösterimler verdi. Kasparyan 1849'da Tiflis'e giderek orada da 1.000 kişilik bir tiyatro kurdu. 1851'de istanbul'a döndü ve Taksim ile Pangaltı arasında bir tiyatro kurdu. Ona saray ve özellikle vali-
SİTALANIARI
14
15
SİTELER
Eski binaların yoğunluğundan dolayı koruma altında bulunan Küçükpazar (solda) ve Süleymaniye'den iki görünüm. Fotoğaflar Doğan Kuban
Saraya gelen bir sirk topluluğu. Metin And fotoğraf arşivi
de sultan yardımcı oldu. Daha sonra Ge-dikpaşa'da 1863'te bir tiyatro kurdu, bunu 1866'ya kadar sürdürdü. 1867'de ölümüyle sirk de sona erdi. 1844'te kente Be-renak yönetiminde Cirque Olympique geldi. Bu topluluk Çırağan Sarayı'nda da gösterimler verdi. Asıl yerleri Tepebaşı'nda idi. 1849'da aynı topluluk Guillaume yönetiminde bir kez daha geldi, 1850'de ise Guillaume Sirki olarak Ağa Camii yakınında bir yerde gösterimler verdi. 1867'de sürekli gösterimler veren, bu arada Gedikpaşa Tiyatrosu'nu(->) da kullanan Cirque Suhr vardı. 1881'e kadar pek sirk gelmedi. 1881' de Derrain adında bir Fransız sirk topluluğu Tünel'de tekke bahçesinde ve İstanbul yakasında gösterimler verdi. 1888'de Tepebaşı Bahçesi'ne A. Gregory Sirki geldi, ancak bahçe 500 kişiden fazla alamadığı için gösterimleri uzun sürmedi. Ertesi yıl Taksim Bahçesi'ne Leonidas Arnioti topluluğu geldi.
1889'da Halep Pasajı'ndaki(->) Ses Ti-yatrosu'na Grande Cirque Tourniaire geldi. Yöneticisi Theodore Branzeau idi. 1892' de adı Cirque Tourniaire ve Giuletti oldu. Bu topluluk Türkiye'ye çok sık gelmiştir. 1895'te Beyoğlu'ndaki Cirque Giuletti, Cir-que de Pera adını aldı. 1896'da W. Co-oke'un ingiliz sirki geldi, Cirque de Pe-ra'da gösterimler verdi. Aynı yılda Rusya'dan dönen Giuletti ile Taksim Bahçe-si'nde Rudolf Braun'un sirki geldi.
1898'de Cirque de Pera sinema ve gramofon ile sirk gösterimlerini birleştirdi. II. Abdülhamid sirkin yöneticisi L. R. Rami-rez'e Mecidi Nişanı verdi. 1899'da Billy Hayden'in Cirque Miniature'ü ile Radolo-fo Pierahtoni sirkleri geldi. Birincisi Con-cordia'da, ikincisi Kadıköy'de Zamboğlu Bahçesi'nde, Ramirez'in sirki de Kalen-der'de gösterimler verdi. 1901'de Pieranto-ni Sirki geldi. Bu yabancı sirklerde kimi
Türklerin boy gösterdiği oluyordu. Nitekim 1902'de ip canbazı Hasan Ağa ile Sarı Ah-med'in gösterimlerine rastlıyoruz. 1903'te bir Ingiliz-Amerikan sirki geldi. Aynı yıl Cirque de Pera'da Hammerschmidt Sirki vardı. 1904'te Ramirez, Cirque de Pera'ya yeni bir sirk getirdi. 1905'te Hammerschmidt Sirki Moda'da gösterim veriyordu. 1906'da Henry Hertman'ın Monument adlı Alman sirki geldi. 1905'te Taksim'de No-uveau Cirque kuruldu, yönetmeni Ribero idi. 1910'da daha önce de gelmiş Cirque Giuntini'yi buluyoruz. Taksim'deki Nouve-au Cirque binasını Pathe Freres aldı, adını Reşadiye koydu.
Bibi. M. And, 16. Yüzyılda istanbul, ist., 1993, s. 148-153; ay, Kırk Gün Kırk Gece, İst., 1959; ay, "Eski İstanbul'da Yabancı Sirkler", Hayat Tarih Mecmuası, S. 9 (Ekim 1972); And, Şenlikler, 135-154.
METİN AND
İstanbul'da gösteri yapan önemli topluluklardan Tourniaire Sirki'nin afişi. Metin And fotoğraf arşivi
SİTALANIARI
Türkçeye teknik bir terim olarak girmiş olan "sit"in Fransızca ve İngilizcede karşılığı "yer" anlamına gelen "site" sözcüğüdür. Tarihi ve doğal çevrenin korunması bağlamında "korunması gerekli yer" anlamı taşır. Tek tek anıtların korunmasına ilişkin yasalar ve kuramlar 19. yy'ın başına kadar uzanırsa da kentlerin bazı bölgelerinin, bazı sokaklarının, hattâ bazen bütün kentin korunması için yasalar koymak oldukça yenidir. 1931'de Atina'da toplanan uluslarası Mimarlar Kongresi'nde ilk kez vurgulanan bu olgu 1964'te Venedik'te toplanan ve sonradan ICOMOS (International Council of Monuments and Sites) kurumunun kuruluşuna yol açan toplantıda uluslararası platformda tanımlanmıştır.
Türkiye'de korunması gerekli tarihi kentsel sitin tanımı ilk kez 25 Nisan 1973 tarihli ünlü 1710 sayılı Eski Eserler Kanu-nu'nda yapılmıştır. Bugün Türkiye'de Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanu-nu'nda (21 Temmuz 1983 tarihli, 2863 sayılı) sit, "tarih öncesinden günümüze kadar gelen çeşitli medeniyetlerin ürünü olup, yapıldıkları devirlerin sosyal, ekonomik, mimari vb özelliklerini yansıtan kent kalıntıları, önemli tarihi hadiselerin cereyan ettiği yerler ve tespiti yapılmış tabiat özellikleri ile korunması gerekli alanlar" olarak tanımlanmıştır. Yasa ayrıca "koruma alanı" diye bir kavramı da tanımlamıştır: Bunlar "taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının muhafazaları veya tarihi çevre içinde korunmalarında etkinlik taşıyan korunması zorunlu olan alanlardır." Bu alanlardaki yapılanmayla ilgili kararları bölge koruma kurulları verir. Bir bölge, koruma kurullarınca sit alanı olarak ilan edilince, bu alandaki imar planı uygulaması durdurulur (17 Haziran 1987 tarih ve 3386 sayılı yasa) ve sit alanı özel bir statüye alınır. Yasal olarak İstanbul'un imar planlarında sınırları saptanmış tarihi ve doğal sit alanlarında yapı yapma izinleri, bütün sit alanı ya da bir sokağa kadar indirgenebilecek üniteler için hazırlanacak koruma planlan ve projelerin ilgili kurullar tarafından onaylanmasından sonra verilebilir. Bu süreç içinde tarihi sit içindeki tescilli ya da tescilsiz bütün yapılar, restorasyon, tamir, yenileme ve yeniden yapma için, ancak çevreleriyle birlikte sunulmuş projelerin kurullarca onaylanmasından sonra inşa edilebileceklerdir. Başka bir deyişle sit alanlarındaki tek yapılara yapılması istenen her nitelikteki müdahale tarihi sitin tümü ile birlikte düşünülmek zorundadır.
İstanbul'un, 2.500 yılı geçen yerleşme tarihi, üç imparatorluğun başkenti olması, dünya coğrafyası içindeki stratejik konumu ve topografyasının hayranlık uyandıran özellikleriyle dünya kentleri içinde eşsiz bir statüsü vardır. Bu statüyü kente kazandıran tarihi ve doğal veriler ve bunların yer yer oluşturduğu kabul edilen sit-ler suriçi, Haliç çevresi, Galata, Boğaziçi, Üsküdar ve Kadıköy'dedir. Bizans dönemi surları çevresi bugün var olan en eski sit alanıdır. Geri kalan bütün tarihi sit alan-
lan Osmanlı döneminden kalan ve kentin tarihi kimliğini gerek yapısal özellikleri, gerek doğal özellikleriyle tanımlayan sınırlı bölgelerdir. Bunların içinde dünyadaki eşsiz konumu nedeniyle özel bir yasaya tabi olan Boğaziçi de vardır. Ne var ki bunların planlarda belirlenmiş olması ve yasalarla korunmaları, gerçekte korunmalarını istendiği gibi sağlamamakta ve giderek, megalopolis denen azman kentin kontrol edilemeyen gelişme dalgalan içinde, nitelikleri değişmekte, bazen de tümüyle yok olmaktadırlar.
İstanbul'da ilk kez 1969'da İstanbul Nâzım Plan Bürosu için Doğan Kuban tarafından hazırlanmış olan sit bölgeleri Gayrimenkul Anıtlar Yüksek Kurulu'nca onaylanarak planlara geçirilmiştir. O sırada bu alanlar tümüyle korunan birinci derece, değişikliklere belirli tanımlar içinde olanak veren ikinci derece ve yeni olduğu halde koruma alanlarını etkileyebileceği için üçüncü derece olarak belirlenen bölgelere ayrılmıştı. Ne var ki bu bölgeler için koruma planları yapılmamış, sit alanları sınırları giderek değişmiş, bunlara değişik statülerde başka alanlar eklenmiş, 1969 saptamalarında sit alanı olarak belirlenen alanların tarihi kimlikleri, kontrolsüz yapılanma ile ortadan kalkmış, İstanbul genelinde yasal olmayan yapılaşma sit alanlarını da büyük ölçüde tahrip etmiştir.
Bugün Boğaziçi dışında, sınırları saptanmış sit alanları vardır. Süleymaniye'de, Zeyrek'te, Haliç'te, Eyüp'te, Eski Galata'da, Üsküdar'da, Çamlıca'da ve Kadıköy'deki sit alanları eski yapıların yoğunluğundan kaynaklanan koruma alanları statüsü taşırlar. Fakat sistematik bir planlama çalışmasına tabi olmadıkları için, kendi doğal yaşamlarını, birer çöküntü bölgesi şeklinde sürdürmektedirler. Kuban tarafından
1969'da saptanan kentsel sit bölgelerinin büyük bir çoğunluğu yok olmuştur. Suriçi için, sadece kalan eski yapıların varlığına ve yoğunluğuna dayanarak hazırlanmış bir koruma imar planı vardır. Fakat bu plan, korumanın gerektirdiği sosyal, kültürel, ekonomik ve idari mekanizmalarla desteklenmediği için, korunması önerilen tarihi varlığın yaşayıp yaşamadığı bile kontrol edilememektedir.
Boğaziçi'nin özellikle 18-19. yy'larda, biraz aristokratik nitelikte de olsa, yarattığı özgün yerleşme düzeni, dünya yerleşme tarihine Osmanlı kent uygarlığının kazandırdığı bir deneyimdi. Boğaziçi, kent toprağı yağması başlamadan önce, Türklerin varlığıyla öğündükleri ve dünya literatüründe önemli bir statüsü olan bir dünya si-ti idi. Boğaziçi'nin uzun yıllar uzmanlar, aydınlar ve kamuoyu tarafından tartışıldıktan sonra sit olarak ilanı 1710 sayılı yasaya dayanarak, o zaman Türkiye'de tek koruma kurulu olarak çalışan Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından, Türkiye'de koruma tarihi açısından önemli bir tarih olan 14 Aralık 1974 tarih ve 8172 sayılı kararla verilmiştir. Bu kararın amacı Boğaziçi'nin o güne kadar ko-runabilmiş doğal yapısı ve tarihi karakterini, özellikle geleneksel konutları ve köy dokularıyla korumak, yeşil alanlarını, korularını tümüyle koruyup geliştirmek, inşaat yoğunluğunu artırmamak, burasını kentin bir doğal ve rekreatif park alanı olarak kullanmaktı. Bunun için gerekli geniş bir imar yönetmeliği ve 1/5.000 ölçekli bir nâzım plan da hazırlanmıştı. 1975'te bu karar o zaman kültür bakanı olan Nermin Neftçi'nin çabalarıyla bir hükümet kararnamesi olarak Resmi Gazete'de yayımlanmıştı. Bu sit kararındaki ilkeler esas alınarak 18 Kasım 1983'te 2960 sayılı yasa çıkarıl-
mıştır (bak. Boğaziçi Yasası). Fakat kentin absorbe etmekte zorluk çektiği büyük göç ve bu göçün harekete getirdiği büyük toprak rantının paylaşılması döneminde Boğaziçi'nin tarihi ve doğal karakterinin korunması da, kentin diğer sit alanlarında olduğu gibi pek sağlanamamış, megalopolis kendi tarihini acımasızca yok eden ve kontrol edilemeyen tahrip edici bir tarihi olgu olduğunu göstermiştir.
Tek tek anıtların ve konutların olduğu gibi, tarihi sitlerin de korunması toplumun kültür yapısından kaynaklanacak bir tarih bilgisi ve estetik duyarlılık ile kendilik bilincini ve davranışım birleştiren bir birikimden kaynaklanmaktadır. Ancak bunlar ekonomik olanaksızlığın ve kırsallığın doğurduğu baskılara karşı gelebilirlerdi. Nüfusu yarım yüzyılda on kattan fazla artan İstanbul'da, kentin tarihi statüsünün büyüklüğü ve tekliğine karşın, kırsal alandan kopup gelen milyonların kültür yapısı ve istekleri tarihi çevreyi korumanın gerekleriyle çatışma halindedir. Bu durum İstanbul'un tarihi sitlerini, biçimsel olarak kurumların ve yasaların varlığına karşın, tümüyle yok etmek üzeredir.
Bibi. D. Kuban, "İstanbul'un Tarihi Yapısının Genel Özellikleri", İTÜ Mimarlık Fakültesi Şehircilik Enstitüsü Dergisi, 1971/1, s. 18-40; ay, "İstanbul'da Korunulacak Bölgeler için Ayrıntılı Özellikler ve Koruma Modaliteleri", ae, s. 42-70; ay, "İstanbul'da Eski ve Yeni: Koruma Olasılıkları", Mimarlık, 1973/8, s. 11-12; ay, "Conservation of the Historical Environment as Cultural Survival", Conservation as Cultural Survival, Proceedings of Seminar Tıoo of the Ağa Khan Architectural Award, 1978, s. 1-10. DOĞAN KUBAN
SİTELER
Aynı şirket veya kuruluş tarafından az veya çok büyük bir arazi üzerinde inşa edilen, çok sayıda benzer konuttan meydana gelen yerleşme birimleri.
Siteler, İstanbul'da 1970'lerden sonra artan konut, özellikle de orta ve orta-üst sosyoekonomik kesimlerin lüks konut ihtiyaçlarına cevap olarak gelişmiştir. İstanbul'da başlayıp gelişen yap-satçı konut üretimi, kısa sürede, çok daireli apartmanlardan, çok sayıda bloktan, villadan, evden oluşan site tipi inşaata yönelmiştir. Bunun bir nedeni talep artışıysa, diğer nedeni 1970'lerden sonra İstanbul'da başta gelen sektör halini alan inşaat sektöründe önemli sermaye birikimi sağlanması, tek tek müteahhitlerin ve aile şirketlerinin yerini büyük inşaat şirketlerinin alması, holdinglerin de bu alana girmesidir.
Siteler, daha mütevazı olan kooperatif evlerinin ve mahallelerinin 1970 sonrasındaki uzantıları olarak da kabul edilebilir. Çoğu yerde "site" adı kooperatif evlerini de kapsayacak biçimde kullanılmaktadır. "Site" sözcüğünün kazandığı prestijli anlam yüzünden üç-beş bloktan veya apartmandan; beş-altı villadan oluşan konut topluluklarına da site denmeye başlanmıştır.
İlk siteler, Levent(->), Koşuyolu(->), Ata-köy(->), Etiler(->) gibi, daha önceden top-lukonut uygulamaları veya kooperatif ev-
SİVASÎ TEKKESİ
16
17
SİYASAL ÖRGÜTLENMELER
leri olarak yapılmış yerleşmelerin yakınındaki büyük arazilerde başlamıştır. 1. Levent'in yanı başında Petrol-Sitesi, 4. Levent'in yanında OYAK Sitesi, Etiler-Levent çevresindeki Gazeteciler Sitesi, Ortaköy sırtları-Etiler arasındaki Ulus Sitesi, Avrupa yakasındaki bazı örneklerdir. Anadolu yakasında bütün Kadıköy İlçesi, özellikle Bağdat Caddesi ile kuzeyde E-5 (D-100) Karayolu'nun arasında kalan bölgede, Koz-yatağı, Selamiçeşme en tipik örneği olmak üzere ve daha doğuda Maltepe, Kartal, Pendik'te siteler birbirini izlemektedir. Yine Bebek-Etiler sırtlarında Alkent, Maya siteleri, Avrupa Evleri, son olarak Sarı Konaklar; 1. Levent Nisbetiye'den Ortaköy vadisine doğru Korukent, Aydın Sitesi, Tarab-ya sırtlarında Polat Sitesi vb site tipi konut üretimi ve yerleşmelerinin tipik örnekleridir.
Öte yandan istanbul'un banliyösünde, Kumburgaz-Silivri sahil hattı da 1970'ler-den itibaren sahil siteleriyle dolmuştur.
İstanbul'da arazi yağmasının yoğunlaştığı 1980 sonrasında Boğaziçi sırtları da çeşitli "site" adları taşıyan lüks villalarla donanmıştır.
Sitelerin özelliği, yerleşmenin altyapı tesislerinin yeşil alan ve bahçelerinin, spor tesisi, yüzme havuzu vb tesislerin bakım ve işletmesinin, site sakinlerinin bakım işletme masraflarına katkı paylarıyla, ortak personelle çözümlenmesi; girişlerinin kontrollü olması; özel bekçi ve güvenlik personeli çalıştırılmasıdır. En lükslerinde helikopter pisti de bulunan sitelerin şehir için-dekilerinin yanında, Silivri başta olmak üzere çevre ilçelerde bulunan ve daha çok yazlık ev veya hafta sonu evi işlevini gören konutlardan oluşanları da vardır.
İSTANBUL
SİVASÎ TEKKESİ
Eyüp İlçesi'nde, Nişanca semtinde, Düğmeciler Mahallesi'nde, Eyüp-Nişanca Caddesi üzerinde yer almaktadır.
Halvetîliğin Şemsî kolunu kuran Şeyh Abdülmecid Sivasî(->) (ö. 1639) ile yeğeni ve aynı tarikatın Sivasî kolunun kurucusu Şeyh Abdülahad Nuri(->) (ö. 1651) türbelerinin bulunduğu bu tekkenin tam olarak hangi tarihte faaliyete geçtiği bilinmemektedir. III. Mehmed'in (hd 1595-1603)
Ortaköy
Vadisi'ndeki
Aydın
Sitesi'nden bir
görünüm.
Ferda Erentürk,
1994
daveti üzerine, yanına yeğenini de alarak İstanbul'a gelen Abdülmecid Sivasî, kısa bir müddet Sultanahmet'te oturduktan sonra mensuplarından Reisülküttab La'lî Efendi'nin (ö. 1598) hediye ettiği, Eyüp'teki tekkenin yerinde bulunan konağa taşınmıştır. Bu arada İstanbul'un birçok camiinde vaazlar vermiş, ayrıca Çarşamba'daki Mehmed Ağa Tekkesi (bak. Mehmed Ağa Külliyesi) ile Sultanselim'de bulunan ve "Sivasî Tekkesi" olarak da anılan Yavsı Baba Tekkesi'nin(->) meşihatlarını üstlenmiş, vefatından 2 yıl kadar önce (1637), Eyüp'teki konağın bahçesine Kösem Sultan(-0 (ö. 1651), kâhyası Behram Ağa'nın nezaretinde şeyhin türbesini inşa ettirmiştir.
Abdülmecid Sivasî'nin Eyüp Nişan-ca'smda yerleşmesi III. Mehmed'in cülusu ile La'lî Efendi'nin vefatı arasında (1595-1598) gerçekleşmiş olmalıdır. Söz konusu konağın, Abdülmecid Sivasî'nin hayatında resmen tekke niteliğine kavuşmamış-sa bile, çok sayıda müridinin uğrağı olduğu ve fiilen bir tekke gibi çalıştığı kolayca tahmin edilebilir. Türbesinin bu yapının bahçesinde inşa edilmesi de bu açıdan dikkat çekicidir. Kaldı ki Vakıflar İstanbul Başmüdürlüğü Arşivi'ndeki Tekâyâ ve Ze-vâyâ Defteri'nde Abdülmecid Sivasî'nin Eyüp'te bir tekke vakfetmiş olduğunu belirten, tarihsiz bir kayıt tespit edilmektedir.
Sivasî
Tekkesi'nde
Abdülmecid
Sivasî
Türbesi'nin
batıdan
görünüşü.
Ertan Uca, 1994/
TETTV Arşivi
Sivasî Tekkesi'nin postuna geçen şeyhlerin dökümü ele geçirilememiştir. Aynı bahçedeki diğer türbede gömülü olan Abdülahad Nuri'nin söz konusu tekkede dayısına halef olduğu tahmin edilebilir. Nitekim bazı kaynaklarda Eyüp'teki Sivasî Tekkesi A. Nuri Efendi'nin adıyla anılmaktadır. Tekkenin naziresinde birçok başka tekkenin (Mehmed Ağa, Ferruh Kethüda, Zı-bın-ı Şerif, Yahyazade) postnişinlerine ait mezarlar bulunmaktadır. Bunların dışında hazirede mezarları tespit edilen Şeyh Abdüssamed Efendi (ö. 1656), Şeyh Abdülmecid Efendi (ö. 1717), Yahya oğlu Şeyh Mehmed Efendi (ö. 1751) ile Şeyh Seyyid Ahmed Bey'in (ö. 1829) burada postnişlik etmiş olmaları ihtimal dahilindedir. Ayrıca II. Mahmud'un kızı Saliha Sul-tan'ın 1249/1834'teki düğününe davet edilen Halvetî şeyhleri arasında "Eyüb Ensa-rî'de Abdülahad el-Nuri Tekkesi şeyhi el-Seyyid İbrahim Efendi'nin", Bandırmalı-zade A. Münib Efendi'nin 1307/1889-90 tarihli Mecmua-i Tekâyâ'smda da Şeyh Tev-fik Efendi'nin adı geçmekte, son postnişi-nin de Şeyh Salahı Bey olduğu bilinmektedir. Dahiliye Nezareti'nin R. 1301/1885-86 tarihli istatistik cetvelinde tekkede 5 erkek ile 5 kadının barındığı belirtilmiştir. Gerek bu cetvelde gerekse de Mecmua-i Tekâyâ'da Sivasî Tekkesi, Halvetîliğin Sün-bülî koluna bağlı gösterilmiş, ayrıca söz konusu yayında "bayram-ı şeriflerin dördüncü günleri Sünbülî usulü icra olunur" kaydı düşülmüştür. Sultanselim'deki diğer Sivasî Tekkesi'nde (Yavsî Baba Tekkesi) olduğu gibi burada da meşihatın Siva-sîlikten Sünbülîliğe intikal ettiği düşünülebilir. Ancak Mecmua-i Tekâyâ'daki kayıt Eyüp'teki Sivasî Tekkesi'nde Sivasîliğin ya-şatıldığım, ancak bayram haftalarında Sünbülî ayinine yer verildiğini de akla getirmektedir.
Batıda Eyüp-Nişanca Caddesi, diğer yönlerde komşu parsellerle çevrili olan tekke arsasının batı kesimi türbelere ve ha-zireye, doğu kesimi tekkenin diğer bölümlerine tahsis edilmiştir. Geçen yüzyılda yenilenmiş olması gereken, hepsinin ahşap olduğu bilinen tevhidhane, harem, selamlık ve diğer birimler Cumhuriyet dönemin-
ŞM*
de ortadan kalkmış, arsanın bir kesimine Nişancı Ortaokulu inşa edilmiştir. Bu arada harap düşen iki türbe de Vakıflar İdaresi tarafından 1970'te asıllarına uygun biçimde restore edilmişlerdir. Caddeye açılan avlu kapısının tam karşısındaki türbe Abdülmecid Sivasî'ye, kapının hemen solunda, çevre duvarına bitişik olarak yer alan ise Abdülahad Nuri Sivasî'ye aittir. Her iki türbe de kagir duvarlı ve kırma çatılıdır.
Abdülmecid Sivasî Türbesi kare (8,50x 8,50 m) planlı olup diğerine göre daha özenli bir duvar işçiliğine ve cephe tasarımına sahiptir. Bir sıra kesme küfeki taşı ve iki sıra tuğla ile almaşık düzende örülmüş olan duvarlarında, klasik Osmanlı üs-lubundaki düzene uygun olarak, iki sıra halinde dörder pencere açılmıştır. Alt sıradaki pencerelerin dikdörtgen açıklıkları mermerden sövelerle çerçevelenmiş ve demir parmaklıklarla donatılmış, bunların üzerine oturan, sivri kemerli tepe pencerelerine de alçı revzenler konmuştur. Onarımdan önce tepe pencerelerinin, muhtemelen sonradan tuğla ile örülerek kapatıldığı, duvar örgüsünün ahşap hatıllarla takviye edilmiş olduğu bilinmektedir. Kuzey cephesinin eksenine basık kemerli giriş, güney duvarının eksenine küçük bir mihrap, yan duvarlara da birer dolap nişi yerleştirilmiştir. Giriş cephesinin önündeki setin, zamanında ahşap direkli bir sundurma ile örtülü olduğu bellidir. Türbede Abdülmecid Sivasî ile Sultanselim'deki Sivasî Tekkesi'nde kendisinden sonra 71 yıl postnişinlik eden oğlu Şeyh Abdülbaki Efendi'ye (ö. 1710) ait iki adet ahşap sanduka vardır.
Abdülahad Nuri Sivasî Türbesi yamuk planlı (en geniş yerinde 8,80x7 m) bir alanı kaplar. Duvarlar moloz taş örgülüdür. Abdülmecid Sivasî Türbesi'ne bakan güney cephesinin sağında dikdörtgen açıklık-lı giriş, aynı cephenin solunda da türbede gömülü olanın kimliğim belirten, ufak boyutlu, tarihsiz bir kitabe bulunmaktadır. Batı cephesinde iki adet, diğer cephelerde birer adet dikdörtgen açıklıklı pencere yer almaktadır. Türbenin içinde Abdülahad Nuri ile eşine ait olduğu söylenen iki tane ahşap sanduka vardır. Eşinin sandukasını kuşatan ahşap kafesler, eski Eyüplülerin naklettikleri bir rivayete göre şeyh efendinin kıskançlığından kaynaklanmaktadır.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 199; Ayvansa-rayî, Mecmua-i Tevârih, 211-212; Sicill-i Os-manî, III, 294, 400; Hocazade, Ziyaret, 84-87, 88-90; Vicdanî, Tomar-Halvetiye, 116-117; Vas-saf, Sefine, III, 358-370; Kut, Dergehname, 235, no. 82; Çetin, Tekkeler, 588; Aynur, Saliha Sultan, 34, no. 3; Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 14; Ihsatyatlf, 21; Ergun, Antoloji, I, 55, 87, 102, 107; ISTA, I, 56-57, 141-143; A. Ağın, Saraylarımız, ist., 1965, s. 12; 1KSA, I, 88; A. Uçman, "Abdülahad Nuri", DlA, I, 1/8-179; Haskan, Eyüp Tarihi, I, 272-276; M. Özdamar, Dersa-adetDergâhları, ist., 1994, s. 39-40.
M. BAHA TANMAN
Dostları ilə paylaş: |