Bibi. M. Rona, 50 Yıllık Türk Musikisi, İst., 1960; M. N. Özalp, Türk Musikisi Tarihi, Ankara, 1989; Öztuna, BTMA, I.
MEHMET GÜNTEKİN
GÜLERSOY, ÇELİK
(23 Eylül 1930, Hakkâri) Turizmci ve yazar.
Ordu'nun köklü ailelerinden Müftîza-delere mensup jandarma subayı Akif Bey (ö. 1935) ile Münevver Hanım'ın oğludur. Babasının görevi nedeniyle bulunduğu Hakkâri'de doğdu. İlköğrenimine ailesiyle birlikte geldiği İstanbul'da Şemsü'1-Me-kâtib'de başladı. Ortaokulu Beşiktaş Or-taokulu'nda okudu. 1949'da Beyoğlu Erkek Lisesi'ni bitirdi. Aynı yıl girdiği Hukuk Fakültesi'nden 1958'de mezun oldu. Kısa bir süre avukatlık yaptıktan sonra 1947'de çalışmaya başladığı Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu'nun (TTÖK) çeşitli kademelerinde görev aldı. 1966'da TTOK Genel Müdürlüğü'ne getirilen Gülersoy, halen bu görevini sürdürmektedir.
Çelik Gülersoy, 1950'lerden sonra hızla yok olan İstanbul kimliğini, yaptığı restorasyon ve tarihsel araştırmalarla şehre yeniden kazandırmaya çalışan kültür a-damlarmın başında gelir. Aralarında Şehremini Cemil Paşa, Said M. Duhanî, Ali Fuad Cebesoy, Abdülhak Şinasi Hisar, Reşid Savfet Atabinen ve Henri Prost gibi tanınmış diplomat, edebiyatçı ve şehircile-rin bulunduğu TTOK bünyesindeki zengin kültür ortamında yetişmiş, İstanbul üzerine yaptığı monografik çalışmalarındaki kişisel üslubunu bu aydın çevrenin oluşturduğu ortamda şekillendirmiştir. Eserlerine hâkim olan bu sanatsal üslup, şehir estetiğini korumaya yönelik tarih ve kültür bilinci ile değişim sürecindeki İstanbul hayatına sosyolojik açıdan bakabi-len keskin bir gözlem gücünün derin izlerini taşır. Gülersoy'un İstanbul üzerinde odaklanan çalışmalarını turizm, tarihi e-serlerin restorasyonu, şehir tarihçiliği olmak üzere birbirini bütünleyen üç ana gruba ayırmak mümkündür.
Sosyal turizm anlayışının öncülerinden olan Çelik Gülersoy, farklı statü gruplarına mensup şehir halkının ihtiyaçlarına cevap verebilecek tarihsel mekânların ticari açıdan fonksiyonel kılınmasını temel a-lan çağdaş turizm politikasını TTOK'nun hedefleri arasına sokmuştur. 1961-1970 a-rasını kapsayan dönemde Avrupa'nın bel-libaşlı şehirlerine yaptığı gezilerde sosyal turizm anlayışının bu merkezlerdeki uygulanış şeklini yakından incelemiş ve izlenimlerini Batıya Doğru (1981) adlı eserin-
de yansıtmıştır. Ayrıca turizm konusuna mesleki açıdan eğilen Sosyal Turizm (1961), Seyahat Acentalığı (1963), Türkiye'nin Turizm Propagandası (1964) ile Türk Toplumu ve Turizm (1970) adlı çalışmaları, kendi alanında ilk örnekler olma özelliğini taşırlar.
İstanbul'un turizm potansiyeli açısından tarihi eserlerin restorasyonu sorunu, Çelik Gülersoy'un başlıca faaliyet alanlarından biridir. 1971'de gerçekleştirilen bir düzenlemeyle triptik gelirlerini TTOK'na kazandıran Gülersoy, sağladığı bu maddi birikimle şehrin tarihsel eserlerini restore e-derek İstanbul kimliğini oluşturan mekânları yeniden gündelik hayata kazandırma çabasına girmiştir. Gülersoy'un öncülüğünde İstanbul'un doğal ve tarihi kültür varlıklarının yeniden ele alınıp turizm a-rnaçlı işletmeler aracılığıyla halkın yararına sunulduğu bu yeniden düzenleme projeleri, suriçinde Sultanahmet ve Edir-nekapı ile Boğaziçi'nde Yıldız, Emirgân, Çamlıca ve Çubuklu'da sürdürülmüş ve daha sonra bunlara Fenerbahçe'deki çalışmalar eklenmiştir.
Gülersoy'un suriçinde gerçekleştirdiği ilk tarihsel doku düzenlemesi, 1977-1984 arasını kapsayan Edirnekapı'daki Kariye Camii ve çevresidir. Bunu 1984'te gerçekleştirdiği Sultanahmet düzenlemesi izler. İstanbul'un turizm potansiyeli açısından en yoğun bölgesini oluşturan Sultanahmet projesinde Cedid Mehmed Efendi Med-resesi'ni restore ettirerek Geleneksel Türk Sanatları Çarşısı olarak işletmeye açmış, ayrıca aralarında Yeşil Ev'in de bulunduğu ahşap yapıları onartarak hizmete sokmuştur. Sultanahmet projesinin ikinci a-şaması, Sur-ı Sultani boyunca uzanan So-ğukçeşme Sokağı'nın 19. yy İstanbul sokak dokusuna bir örnek oluşturacak şekilde yeniden düzenlenmesidir.
Boğaziçi'nde yürüttüğü çalışmalar ise daha çok koru niteliği taşıyan alanlarda, 19. yy'ın doğal ve tarihsel kültür dokusu içinde şekillenmiş saray ve hanedan yapılarının restorasyonu üzerinde yoğunlaşmıştır. 1979-1983 döneminde Yıldız Koru-su'nu düzenlemiş ve Malta ile Çadır köşklerini restore etmiştir.
Gene aynı yıllarda Emirgân Korusu'n-da da bu projeyi geliştirerek uygulamış, Sarı Köşk (1979), Pembe Köşk (1982) ve Beyaz Köşk'ün (1983) restorasyonunu tamamlamıştır. Bu çalışmalarını 1980'de Çamlıca Tepesi'nin düzenlenmesi, 1985'te Çubuklu Tepesi'ndeki Hıdiv Kasrı'nın restorasyonu izlemiş, daha sonra Fenerbahçe'deki park alanının hizmete açılmasını gerçekleştirmiştir.
Yaptığı restorasyon ve çevre düzenlemelerini ayrıca monografik eserlerine konu eden Çelik Gülersoy, İstanbul'un şehir tarihçiliğine de değişik düzlemlerde katkıda bulunmuştur. 1966'da hazırladığı İstanbulRehberi'nin yamsıra, şehrin tarihsel yerleşim bölgeleri ile yapıları üzerine eserler veren Gülersoy'un bu çalışmalarında insan, mekân ve kültür ilişkisini temel alan bütünsel bir yaklaşım dikkati çeker. Tarih, folklor, şehircilik ve edebiyat gibi
Çelik Gülersoy
Çelik Gülersoy'un izniyle
değişik alanların birbirini bütünlediği geniş bir kültür yelpazesi içinde incelediği tarihsel yerleşim bölgeleri için hem belgesel hem de analitik eserler yayımlamıştır.
Belgesel nitelikli çalışmaları, istanbul Görünümleri I. Köprü ve Galata (1971), istanbul Görünümleri II. Tophane-Kaba-taş (1973), Çamlıca'dan Bakışlar (1982) ve Göksu'ya Ağıt'tır (1987). Analitik çalışmaları arasında yer alan, Boğaziçi. Sonın-lar-Çözümler (1982), Ihlamur Mesiresi (1983), Küçüksu(1985), Taksim. Bir Meydanın Hikâyesi (1986) ve Tepebaşı. Bir Meydan Savaşı (1993) adlı eserler kendi içlerinde bir bütün oluştururlar.
İstanbul'un tarihsel yapılarından özellikle şehrin ticari, dini ve idari hayatına damgasını vurmuş geniş ölçekli mimari eserleri üzerinde duran Gülersoy, Ka 'riye (1974), Kapalı Çarşı'nınRomanı (1979), Yıldız Parkı ve Malta Köşkü (1979), Dol-mabahçe (1984), Hıdivler ve Çubuklu Kasrı (1985), Mavi Cami (1992) ve Çe-rağan Sarayları (1992) adlı çalışmalarında ele aldığı tarihsel yapıların değişim sürecini, şehrin doğal yapısıyla olan bağlantılarını dikkate alarak ve insan-mekân ilişkisinin üzerinde durarak incelemiştir.
Şehrin ticari ve kültürel dolaşımında önemli rol oynayan tarihi ulaşım araçlarını, Eski İstanbul Arabaları (1981), Kayıklar'(1983) ve Tramvay İstanbul'da (1989) adlı çalışmalarında ele alan Gülersoy'un ayrıca şehir hayatını çeşitli yönleriyle konu edinen incelemeleri arasında Lâle ve istanbul (1980), istanbul Estetiği (1983), istanbul'un Anıtsal Ağaçlan (1984), İstanbul Şarkısı (1987) ve Nasıl Bir İstanbul (1990) gibi araştırmaları da vardır. Hatıralarını Kırk Yıl Olmuş (1989) adı altında toplamıştır.
1973'te l'Academie Internationale du Tourisme üyeliğine seçilen Çelik Gülersoy' un İstanbul için yaptığı başarılı çalışma-
larından ötürü aldığı İtalyan cumhurbaşkanının Cavaliere nişanı (1976) ile Fransız cumhurbaşkanının ulusal takdir nişanları (1982) ve 1979 ile 1984'te kazandığı Euro-pa Nostra ödülleri vardır. Öğrencilik yıllarından itibaren İstanbul üzerine topladığı zengin kitap ve belge koleksiyonunu, kurduğu İstanbul Kitaplığı'na bağışlamıştır. Bibi. Ç. Gülersoy, Kırk Yıl Olmuş, İst., 1989. EKREM IŞIN
GÜLERYÜZ, BEDİA
(1903i İstanbul -1991, İstanbul) Ressam. Babası ve büyükbabası hat sanatıyla ilgiliydi. Güleryüz, ilk eğitimini tamamladıktan sonra 15 yaşında iken ağabeyinin arkadaşı Şeref Akdik'in(->) yardımıyla İnas Sanayi-i Nefise Mektebi'ne girdi. Fey-haman Duran Atölyesi'nde uzun yıllar çalıştı. Renge bağlı bir anlatımının yamsıra desene ve anatomik yapıya önem verdi. Bu yıllarda oturmakta oldukları Saraçha-nebaşı'ndaki Fetva Emini Konağı'nda tüm aile bireylerinin portrelerini, her tür devinimlerini durmaksızın desenledi. 1924' te açılan Avrupa sınavına Şeref Akdik ve Cevat Dereli ile birlikte başvurdu. Sınavı kazanmasına karşın ailesinin karşı çıkması nedeniyle Fransa'ya gidemedi. Birkaç yıl sonra yenilenen sınava gizlice bir kez daha girdi, kazandı, ancak aynı nedenlerle hakkım kullanamadı. 1936'da doktora amacıyla yurtdışına çıkan diş hekimi amcasıyla birlikte Berlin'e gitti. Berlin Sanat Akademisi'nde daha önce Atatürk portreleri yapmak için Türkiye'ye de gelen Art-hur Kampfın atölyesinde çalıştı. Haziran 1939'da istanbul'a döndü.
Güleryüz öğrenciliğinde üye olduğu Güzel Sanatlar Birliği'nden yaşamı boyunca kopmadı. Güzel Sanatlar Birliği'nin Galatasaray Sergileri'ne(->), istanbul ve Ankara'da düzenlediği sergilere katıldı. Uzun yıllar Devlet Resim ve Heykel Sergileri'ne katıldı. Döneminin çoğu sanatçısı gibi kişisel sergi düzenlemedi. Resim ve Heykel Müzeleri'nde çeşitli banka ve kamu kuruluşlarında, özel koleksiyonlarda yapıtları bulunmaktadır.
Oda içi, manzara, kompozisyon, portre ve ölüdoğalarında doğasal gerçekliğe bağlı bir tutum izleyen Güleryüz, özellikle de portrelerinde ve kompozisyonlarında desene önem verdi. Anatomiyi önemsedi. Karikatürde bile anatomi bilgisine gereksinim olduğunu savundu. Doğadan uzaklaşmak istemedi. Ölüdoğa resimlerinde ve manzaralarında yağlıboyayı fırça tuşlarına dayalı bir anlayışla kullandı. Uzun yıllar Şeref Akdik, Hasan Vecih Be-reketoğlu, Âli Karsan, Ivon Karsan ve Hikmet Onat'la dostluğunu sürdürdü. Hikmet Onat'la birlikte peyzaja çıktı. Boğaz ve sırtlarından resimler boyadı. Açık hava resimlerim açık havada tamamladı. Desene dayalı resimlerinde atölye çalışmasını yeğledi. Doğaya sadık kaldı. Genellikle gördüğünün dışında bir yorum getirmeyi istemedi. Bu nedenle renk kullanımındaki yeğleme ve uyumu, çalışma biçimine göre ayarladı. Genelde izlenimci bir tu-
GÜLESİN, ŞÜKRÜ
438
439 GÜLHANE TATBİKAT MEKTEBİ
Gülhane Parkt'ndan (üstte) ve akvaryumun bulunduğu sarnıçtan görünümler. Fotoğraflar Yavuz Çelenk, 1994
tüm içinde doğacı gerçekçi anlayışla çalışan Güleryüz istanbul'u her yanıyla resimledi.
Bibi._N.'>Bibi. N. îslimyeli, Türk Plastik Sanatçıları Ansiklopedisi, I, Ankara, 1967; Boyar, Türk Ressamları.
ZEYNEP YASA YAMAN
GÜLESİN, ŞÜKRÜ
(1922, istanbul - 1977, istanbul) Futbolcu ve spor yazarı.
Futbola doğum yeri olan Kınalıada'da başladı. Beyoğluspor Kulübü'nde yetişti. 194Tde girdiği Beşiktaş kulübünde parladı. 10 yıl süreyle Beşiktaş forması altında 281 maç oynadı, 226 gol attı. Türk futbolunun gelmiş geçmiş en büyük yıldızlarından biri olarak kendini gösterdi. Solaçık mevkiinde büyük bir hızla top sürüşleri, amansız şutları ve doğrudan doğruya kaleyi bulan falsolu kornerleriyle unutulmaz izler bıraktı. En parlak döneminde italya'ya gitti. Orada Palermo ve Lazio takımlarında başarıyla futbol hayatını sürdürdü. "Turco" (Türk) adıyla İtalya'da ün yaptı. 1950-1951 sezonunda Palermo takımında 28 maç oynadı, 13 gol attı, 1951-1952 sezonunda Lazio takımında 29 maç oynadı, 16 gol attı, 1952-1953 sezonunda yine Palermo takımında 22 maç oynadı, 7 gol attı. Yurda dönüşünde Galatasaray'a girdi. Bir sezon sarı-kırmızı renkler altında oynadıktan sonra tekrar Beşiktaş'a döndü ve parlak bir jübile ile futbol hayatını noktaladı. Futbolu bıraktıktan sonra spor yazarlığına başladı, uzun yıllar Milliyet gazetesinde çalıştı. Neşesi, esprileri ve tatlı diliyle çevresinde ayrıca büyük bir sevgi de uyandırdı. Ani bir kalp krizi sonucu hayata gözlerini yumdu.
CEM ATABEYOĞLU
GÜLFEM HATUN CAMÜ
Üsküdar'da, kendi adını verdiği mahallede, Gülfem Sokağı üzerindedir.
I. Süleyman'ın (Kanuni) (hd 1520-1566) cariyelerinden ve daha sonra da kadınlarından olan Gülfem Hatun (ö. 1561) 16. yy'ın ikinci yarısında Üsküdar'da kendi
Bedia
Güleryüz'ün
"Kanlıca"
konulu bir
manzara
çalışması,
tuval üzerine
yağlıboya,
47,5x61,5 cm.
Maçka Mezat
Koleksiyonu
adına bir cami yaptırmıştır. Duvarları moloz taş, son cemaat yeri ahşap ve minaresi tuğla olduğu bilinen Gülfem Hatun Camii, kapısının üzerindeki Şair Senih'in (ö. 1900) hazırladığı kitabeye göre, geçirdiği yangın sonrasında 1868'de hayırsever halk tarafından yenilenmiştir. Mir'at-ı istanbul, yangın tarihi olarak 1117/1705'i vermekte, söz konusu yenileme sırasında kapısının üzerine konmuş olan 1285/1868 tarihli manzum kitabenin 1128/1715 tarihli olduğunu kaydetmektedir ki yanlıştır. Cami günümüzde özgün halini büyük ölçüde kaybetmiştir. Moloz taş dokulu kuzey, güney ve batı duvarları iki sıra pencere ile donatılmıştır. Alt kattakiler üzerlerinde hafifletme kemeri bulunan dikdörtgen açıklıklı, üst kattakiler ise Abdülaziz döneminden (1861-1876) sonra yapıldıkları anlaşılan, neogotik üslupta, ince uzun ve sivri kemerli pencerelerdir. Yapıyı tuğladan bir kirpi saçak dizisi dolaşır. Son cemaat yeri, fevkani mahfili ve tavanı beto-
Gülfem Hatun Camii
Tarkan Okçuoğlu, 1994
narme olarak tamamen yenilenmiştir. Mihrabı ve minberi özgün değildir. Caminin kuzeybatı yönündeki sade görünümlü sıvalı minaresi silindir gövdeli ve taş şere-felidir. Caminin doğusunda küçük naziresi bulunmaktadır. Çevre duvarının sokağa bakan kısmının üzerinde, Hattat Abdullah'ın hazırladığı sülüs kitabesinden 1290/ 1873 tarihi okunan mermerden bir su teknesi, son cemaat yerinin önünde ise 1868 tarihli bir çeşme vardır. Yol üzerindeki ve bitişiğindeki türbeleri yıktırılmıştır.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 205; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, II, 72-73, no. 308; Ra-if, Mir'at, 70-71; Öz, istanbul Camileri, II, 27; Konyalı, Üsküdar Tarihi, I, 155-156; Uluçay, Padişahların Kadınları, 37-38.
TARKAN OKÇUOGLU
GÜLHANE HATT-I HÜMAYUNU
bak. TANZİMAT'IN ÎLANI
GÜLHANE KASRI
Topkapı Sarayı'mn, Marmara yönündeki dış bahçelerinde, "Gülhane Meydanı" o-larak adlandırılan düzlüğe hâkim bir set üzerinde yer almaktaydı. Bamyacı-laha-nacı müsabakaları(->) gibi çeşidi spor gösterilerinin düzenlendiği, bu yüzden "Cirit Meydanı" ve "Cündî Meydanı" olarak da anılan bu alanın yakınında, Bizans döneminde de, "Tsikanisterion" adındaki spor sahasının bulunması dikkat çekici bir devamlılığa işaret etmektedir. Söz konusu kasır özellikle, hünkârın maiyeti ile birlikte Gülhane Meydam'ndaki spor gösterilerini izlemesi için inşa ettirilmişti.
II. Mahmud döneminin (1808-1839) eseri olan Gülhane Kasrı'nın yerinde, Lale Devri'nde aynı amaçla inşa ettirildiği anlaşılan Tomak Kasrı'nın bulunduğu tahmin edilebilir. Gülhane Kasrı'nın hangi yılda yaptırıldığı tam olarak tespit edilememekte, ancak yapının tasarımına ve süsleme programına egemen olan barok üslup, II. Mahmud döneminin başlarına ait olması ihtimalini güçlendirmektedir. Kasrın inşa edildiği yıllarda Gülhane Meydam'ndaki spor faaliyetlerinin yerini askeri talimlere ve geçit törenlerine bırakmaya başladığı bilinmektedir. Osmanlı Devleti bünyesindeki ıslahat ve Batılılaşma hareketlerinde ordunun odak noktasını oluşturması ile bu kasrın II. Mahmud tarafından yaptırılması arasında bir ilişki kurmak mümkündür. Nitekim kasrın Yeniçeri Ocağı'nın lağvedildiği 1826'da yaptırıldığı yolunda bazı kayıtlara rastlanmaktadır. Ayrıca Tanzimat dönemini başlatan Gülhane Hatt-ı Hümayunu'nun da 3 Kasım 1839' da Sadrazam Büyük Reşid Paşa (ö. 1858) tarafından bu meydanda okunması ve söz konusu törenin Abdülmecid tarafından Gülhane Kasrı'ndan izlenmesi de dikkat çekicidir.
Civarındaki diğer kasırlarla birlikte Abdülaziz tarafından 1865'te yıktırılan Gülhane Kasrı'nın mimarisi S. H. Eldem tarafından, yapının içini ve dışını gösteren, gravür ve suluboya türünden görsel belgeler ile bazı duvar kalıntılarından hareketle restitüe edilmiştir. Osmanlı sivil mima-
risinde yaygın olan orta sofalı plan tipine sahip kasırda, dört eyvanlı geleneksel divanhane şeması uygulanmış, merkezi sofa, barok üslubun tercihi yönünde, bey-zi olarak tasarlanmış, eyvanlar da, sofanın hattına paralel, kavisli duvarlarla sınırlandırılmıştır. Kasrın girişi batı yönündeki eyvanın ekseninde yer almakta, mekânlar, bu eksene göre, kusursuz bir simetri içinde yerleştirilmiş bulunmaktadır. Girişin bulunduğu, yanlarda birer hela-abdest-lik birimi ile kuşatılmış olan batı eyvanı ile kuzey ve güney yönlerindeki yan eyvanların derinliği az tutulmuş, buna karşılık, Gülhane Meydanı'na doğru ilerleyerek cepheden ileri taşan doğu eyvanı çok daha büyük tasarlanmıştır. Eyvanların aralarına, ayrıca kuzey ve güney eyvanlarının arkalarına toplam 6 adet oda yerleştirilmiştir. Bu odaların köşelerini pahla-mak suretiyle yapı kitlesinin yumuşatılmış olduğu dikkati çeker.
Kasrın içini gösteren suluboya resimde, sofanın üzerindeki beyzi ahşap kubbenin, eyvanların arasındaki duvar parçalarına tekabül eden 4 adet ince dilimle donatıldığı, eyvanlara açılan kesimlerde de kubbe eteğinin dalgalı olarak tasarlandığı ve püsküllü bir kornişle bezendiği fark edilmektedir. Eyvanları ve odaları aydınlatan pencereler çift sıralı olarak düzenlenmiş, alt sıradaki dikdörtgen açıklıklı pencereler, yatay eksenli ve iki bölümlü kepenk-lerle donatılmış, revzenli tepe pencereleri dilimli kemerlerle taçlandırılmıştır. Sofa kubbesini gizleyen çatı kurşunla kaplanmış, sofanın merkezine isabet eden mahya noktasına iri bir alem oturtulmuştur. Cepheler içbükey profilli kısa bir saçakla son bulmakta, Gülhane Meydanı'na bakan doğu cephesinin orta kesiminde, saçak hattı, "S" şeklinde bir kıvrılmayla yükseltilmiş bulunmaktadır.
Bibi. Eldem, Köşkler ve Kasırlar, II, 399-402; Eldem-Akozan, Topkapı Sarayı, levha 14.
M. BAHA TANMAN
GÜLHANE PARKI
Topkapı Sarayı, Alay Köşkü ve Saraybur-nu arasında yer alan park.
Osmanlı döneminde Topkapı Sarayı' nın dış bahçesiydi. Şehremini (belediye başkanı) Cemil Paşa (Topuzlu) döneminde (1912-1914, 19İ9-1920) parka dönüştürülmüştür. Yaklaşık 100.000 rrf'lik bir a-lan üzerine yayılmış olan parkın iki giriş kapısı vardır ve bu iki kapı birbirine, yaşlı çınarların gölgelediği asfalt kaplı, geniş bir yolla bağlıdır. Parka Alemdar Caddesi tarafındaki kapısından girildiğinde, yolun hemen sağ tarafında istanbul şehremini ve belediye başkanlarının büstleri ile karşılaşılır. Parkın Sarayburnu kısmı eskiden Sirkeci demiryolu hattı üstünden bir köprü ile bağlıydı. Bu kısım sonradan sahil yolunun açılmasıyla (1958) parktan ayrılmıştır. Sarayburnu'nun bu bölümünde, H. Krippel'in bir yapıtı olan Atatürk Heykeli(->) yer almaktadır.
Parkın ortasından geçen ağaçlı yolun sağında ve solunda çeşitli gazinolar, dinlenme yerleri, yazın kukla-Karagöz temsilleri veren bir tiyatro, çocuk bahçesi, küçük bir hayvanat bahçesi, kahvehaneler, içinde botanik bahçesi ve akvaryum olan sarnıç yer alır. Boğaz'a doğru kıvrılarak i-nen yokuşun sağında ise Romalılardan kalma Gotlar Sütunu(->) vardır.
1950'lerde parkta yapılmaya başlanan "bahar ve çiçek şenlikleri"nden bir süre sonra vazgeçilmiştir. 1987'den itibaren de büyükşehir belediyesi çeşitli etkinliklerin yer aldığı "Gülhane Şenliği"ni düzenlemeye başlamıştır.
Gülhane Parkı ağaç ve çalı türleri bakımından oldukça zengindir; uzun yıllardan beri parka dikilmiş 90'nın üzerinde egzotik türün mevcudiyeti saptanmıştır. Büyük çap ve boylara ulaşmış çitlembik ağaçlan ile Londra çınarları, akçaağaçlar, atkestaneleri, gülibrişim, huş ağaçları, Lübnan ve Himalaya sedirleri, yalancı servi-
ler, erguvanlar, Japon kadifeçamı, Avrupa ladini ile doğu ladini, kızılcam, karaçam, sahilçamı, fıstıkçamı, sahil sekoyası, anıtsal nitelikte bir karaağaç, bataklık servisi, gümüşi ıhlamur, yalancı akasya, sal-kımsöğüt, sarkık dallı sofora ve daha birçok çalı türü parkı yeşillendirmekte ve bezemektedir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Park ve Bahçeler Müdürlüğü idare binası da Gülhane Parkı içerisindedir.
Tarihi yarımada üzerinde halkın nefes alabileceği ve gezip dolaşabileceği yegâne yer olan Gülhane Parkı, yaz aylarında ve özellikle pazar ve tatil günlerinde dolup taşmaktadır; kentin ziyaret potansiyeli en yüksek gezi yerlerindendir.
FAİK YALTIRIK
GÜLHANE TATBİKAT MEKTEBİ VE SERİRİYAT HASTANESİ
1898'de Topkapı Sarayı'mn dış bahçesinde kurulmuş askeri hastane.
Abdülaziz'in (hd 1861-1876) Avrupa seyahati (1867) sırasında yanında bulunan Şehzade Abdülhamid, Alman ordusunun disiplin ve düzenini çok beğenmişti. 1876' da II. Abdülhamid olarak tahta çıkınca orduyu modernleştirmek için Almanya'dan uzmanlar getirtmişti. Askeri düzenleme yanında ordunun çağdaş bilgilerle donatılmış askeri hekimlere de ihtiyacı vardı. Bunun için de, 19. yy'ın sonlarında tıpta yapılan keşifler ve buluşlarla hızla değişen tıp öğretimine ayak uydurmak gerekiyordu. Bu amaçla İstanbul'da hekim yetiştiren Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane ve Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye'yi ıslah ve öğrenimi takviye etmek için Almanya'dan bir profesör getirtilmesine karar verilmişti. Prusya Eğitim Bakanlığı'nın önerisi üzerine Bonn Üniversitesi'nden Prof. Dr. Robert Rieder ve Hamburg Eppendorf Hastanesi'nden Dr. Georg Deycke, Mayıs 1898'de Berlin Sefareti'nde imzalanan kontrat uyarınca İstanbul'a geldiler. Ri-
GÜLHANE TATBİKAT MEKTEBİ 440
441 GÜLŞEN-İ MUSİKİ MEKTEBİ
eder, mirliva rütbesiyle Mekâtib-i Tıbbi-ye-i Şahane müfettişi ve Seririyat-ı Hariciye ve Dahiliye profesörü unvanıyla, Deyc-ke de onun yardımcısı olarak göreve başladılar. Rieder'den istenen İstanbul'daki tıp okullarının Avrupa düzeyine çıkartıl-masıydı.
Rieder Paşa, Fransız ekolüne mensup üp hocalarının kendisine gösterdikleri tepkilerden, tıp okullarında bir reform yapmasının mümkün olmadığını anlamıştı. Bu nedenle bir taraftan yarım kalmış olan Haydaıpaşa'daki tıbbiye mektebi binası inşaatının tamamlanması için çaba harcarken, diğer taraftan da emrine bir hastane verilmesini sağlamaya çalıştı. Kendisine Sarayburnu'ndaki eski Gülhane Rüştiye-si'nin binası teklif edildi. Rieder Paşa burasını tamir ettirerek 150 yataklı bir hastane haline getirdi. Almanya'dan getirtilen araç ve gereçlerle donatılan hastanede Rieder, iki ameliyathane, bakteriyoloji labo-ratuvarı, preparasyon salonu, sargı salonu, sargı imalathanesi ve ortopedi labora-tuvarı kurdu. Hastane II. Abdühamid'in doğum günü olan 18 Kânunıevvel 1314/ 30 Aralık 1898'de açıldı. Burada, yeni mezun askeri hekimlerin klinik ve pratik bilgilerini artırmaları, hasta tedavisi ve hastane idaresini öğrenmeleri, ayrıca orduya asker hastabakıcı yetiştirilmesi öngörülüyordu. 1898'de Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâ-ne'den mezun olanlar Gülhane'de staja alındılar.
Geçirdiği değişiklikler nedeniyle Gül-hane'nin tarihi üç dönemde ele alınır:
Rieder-Deycke Dönemi (1898-1907): Bu dönemde Rieder Gülhane'de müdürlük görevi yanında cerrahi okutuyor ve erlere hastabakıcılık dersleri veriyordu. Deycke ise müdür yardımcılığına ek olarak iç hastalıkları, cildiye, patolojik anatomi, bakteriyoloji ve biyokimya derslerine giriyordu. Deycke Gülhane'de yaptığı lepra, verem ve dizanteri konusundaki yayınları ile dünya çapında ün kazanmıştır. Daha önce Almanya'ya gönderilmiş o-lan Raşit Tahsin de (Tuğsavul) bu sıralarda dönünce asabiye ve akliye kliniğinde göreve başlamıştır.
1894'te Almanya'ya Kerim Sebatı, Asaf Derviş, Süleyman Numan, Eşref Ruşen ve
Ziya Nuri'den oluşan bir grup öğrenci gönderilmiş, döndüklerinde Gülhane'de muallim olarak göreve başlamışlardır. 1900' de stajını tamamlayan ilk öğrenciler, Orhan Abdi, Hamdi Suat, Ziya Hasan, Tev-fik Recep ve İhsan Ali'den oluşan ikinci grup Almanya'ya gönderilmiştir. Çağdaş bilgilerle gelen bu kadroların metotlu çalışmaları ile deneysel patoloji araştırmaları yapılmaya, cerrahi tekniklerde modern metotlar uygulanmaya başlanmıştır. Böylece Gülhane'de zamanın en ileri klinik ve laboratuvar çalışmaları uygulamaya konmuştur. Sargı bezi yapmak üzere, Tı-mariye İmalathanesi adı ile ufak çapta bir imalathane kurulmuştur. Bundan önce sargı bezi paketleri yurtdışından getiıtilmek-teydi.
Hastane 1902'de 110'u erkeklere, 41'i kadın ve çocuk hastalara ayrılmış toplam 151 yatak ile çalışmaktaydı. Rieder Paşa' nm tamamlanmasına çalışılan Haydarpaşa' daki yeni tıbbiye binası inşaatını gezerken düşüp sakatlanması, Almanya'ya dönmesi ile sonuçlanmış, 1905'te onun yerine Deycke getirilmiş ve Deycke de kendi isteği ile 1907'de Almanya'ya dönmüştür.
Wieting Dönemi (1907-1914): Julius Wieting, Gülhane'de, 1902'de, Rieder Pa-şa'mn yardımcısı olarak göreve başlamış, 1907'de de müdürlüğe atanmıştır. Hemen ardından II. Meşrutiyet'in gerçekleşmesi bu döneme yeni bir canlanma getirmiştir. 1909'da askeri ve sivil tıp okulları, tamamlanan Haydarpaşa'daki binaya taşınıp Tıp Fakültesi adı altında birleştirilmiş ve Gül-hane'nin başarıları ile göze çarpan hocalarına bu fakültede görev verilmiştir. Bunun üzerine, Wieting Paşa'nın Harbiye Neza-reti'ne verdiği layihalar sonucunda Gülhane, Tıp Fakültesi'nden ayrılarak bağımsız bir askeri tıp okulu haline getirilmiş ve yeni bir kadrolaşmaya gidilmiştir.
Wieting Paşa, Gülhane'nin yanındaki Dulhane binasını tamir ettirerek üst katını ilaç imalathanesi haline getirmişti. Burada harp paketi yanında, ampuller, kinin, aspirin, opiata ve dower komprimeleri ü-retilmeye başlanmıştır. Balkan Savaşı'n-dan sonra suni aza imalathanesi ve diş protez şubesi de faaliyete geçmiştir. Balkan ve I. Dünya savaşları sırasında Gülhane,
Topkapı
Sarayı'nın dış
bahçesinde
Gülhane
Tatbikat
Mektebi ve
Seririyat
Hastanesi
olarak
kullanılmış
olan yapı.
Yavuz Çelenk,
1994
eğitim görevini bırakarak bir askeri hastane kimliğine bürünmüş, bir kısım personeli ve stajyerleri gezici ordu birliklerinde çalışmıştır. 1912'de dünyada ilk kez Reşad Rıza ve Mustafa Hilmi beyler tarafından tifo ve tifüs aşıları uygulanmıştır. Bu dönemde hastanenin adı Gülhane Tababet-i Askeriye ve Tatbikat Mektebi'ydi.
1915'te Wieting Paşa Almanya'ya dönmüş, I. Dünya Savaşı'nda Gülhane'de Çanakkale'den gönderilen ağır yaralılar tedavi edilmiştir. Hocaların büyük bölümü ile asistanlar cepheye gönderildiğinden hastanenin başına Dr. Selling, operatörlüğünde de Dr. Brunning getirilmiştir.
Türk Hocalar Dönemi (1918'den Sonra): 1918'de mütarekenin gerçekleşmesi üzerine Dr. Selling ve Dr. Brunning Almanya'ya dönmüşler ve müdürlük görevine de Süleyman Numan Paşa getirilmiştir. Süleyman Numan Paşa İngilizler tarafından Malta'ya sürülünce yerine Talat Arif Bey, ondan sonra da Tevfik Salim Bey (Sağlam) atanmışlardır. Aralık 1918'de Gülhane Fransızlarca işgal edilen binasından ayrılarak Gümüşsüyü Askeri Hasta-nesi'ne taşınmıştır. Kurtuluş Savaşı'mn ardından 1923'te yeniden eski yerine dönmüştür. Zamanla binanın yetersiz kalması, şehir planının izin vermemesi yüzünden yıkılıp yeniden yapılamaması ve II. Dünya Savaşı'mn başlaması, Gülhane'nin Ankara'ya taşınmasını gündeme getirmiştir. 20 Temmuz 194l'de Ankara Cebeci Mevki Hastanesi'ne yerleştirilerek Askeri Doktor Mektebi ve Kliniği adı ile gelişmesini sürdürmüştür. 1945'te kurulan Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Gülhane'nin binasında öğretime başlamıştır. 1946'da Gülhane Asker Hekimliği Tatbikat Okulu ve Kliniği, 1947'de de Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) adını almıştır, iki kurumun aynı binada çalışması bazı güçlükler yarattığı için 1952'de çıkarılan yasa uyarınca, Gülhane, bina ve sabit tesisleri Tıp Fakültesi'ne bırakarak Haziran 1953'te Yedek Subay Okulu ile Mevki Hastanesi'ne taşındı. 1957'de çıkarılan 6996 sayılı Üniversiteler Kanunu'na ek kanun ile yeni bir kimlik kazanmıştır. 28 Ekim 1971'de Etlik'te yapılan yeni binasına geçmiş, 7 Kasım 1980 gün ve 2335 sayılı yasa ile de askeri tıp fakültesi olmuştur. Haydarpaşa Askeri Hastanesi de GATA'ya bağlanmıştır.
Dostları ilə paylaş: |