DARÜŞŞAFAKA
Yetim ve yoksul Müslüman çocukların yetiştirilmeleri amacıyla 28 Haziran 1873' te açılan parasız yatılı, özel statülü ilk okul. Adı "şefkat yurdu" anlamını taşır. İlk adı Darüşşafakatü'l-İslamiye'dir. Ce-miyet-i Tedrisiye-i İslamiye adlı hayır derneğince İstanbul'a kazandırılan başlıca eğitim kurumlarındandır.
1865'te çalışmalara başlayan Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye'nin öncülüğünü Yusuf Ziya Paşa (1826-1882) yapmıştı. Pek çok Osmanlı paşası ve aydını da derneğin üyesiydiler. Başlangıçtaki amaç, Kapalı-çarşı ve çevresindeki işyerlerinde çalışan çırakları okutmaktı. Bu amaçla ilkin Beyazıt'ta Simkeşhane içindeki Emetullah Kadın Mektebi'nde 3 sınıflı bir okul açıldı. Müslüman ve Hıristiyan çıraklara okuma yazma öğretilmeye başlandı. İlgi artınca Aksaray'da Ebubekir Paşa Mektebi'nde de ikinci okul hizmete sokuldu. Bu sırada Mekteb-i Sultani'nin (Galatasaray Lisesi) açılması ve buraya çoğunlukla rical ve zengin çocuklarının devam etmeleri yeni bir girişimin nedeni oldu. Cemiyet mensupları, Mekteb-i Sultani gibi fakat, yetenekli, yoksul çocukların yetiştirilmelerine mahsus bir okul yapımı için kampanya başlattılar. Okul için Fatih'te Maşuk Paşa Konağı ve arsası satın alındı. Mimar Ohannes Kalfa'nın hazırladığı projeye göre binanın yapımına 14 Ağustos 1868'de başlandı. Dönemin padişahı Abdülaziz ile Sadrazam Âli Paşa, Mısır Hıdivi İsmail Paşa ve zengin devlet adamları bağış kampanyasına katıldılar. Kamu hazinesinden de para ayrıldı.
Darüşşafaka binası 17 Haziran 1873' te tamamlandı ve okul 28 Haziran 1873' te açıldı. Okula 54 öğrenci alındı. İptidai sınıflarıyla 8 yıl olan okulda ilk 6 yıl, ip-tidai-rüştiye-idadi sınıflarını, son 2 yıl ise "âli" sınıfları oluşturmaktaydı. Ayrıca son sınıf, Telgraf Fen Mektebi adını taşımaktaydı. Öğretim kadrosu çoğunlukla asker kökenli paşalardan ve İstanbul'un aydınlarından "fahri" (onursal, aylıksız) oluşmuştu.
Ders programı, sonraki değişikliklerle 30'dan fazla dersi içermekteydi. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında subay öğretmenler cephelere gittiklerinden okul bir yıl kapalı kaldı. İlk mezunlarını 1881' de 8 kişi olarak verdi. Okulu bitirenler Posta ve Telgraf Nezareti'nde görev almaktaydılar.
Darüşşafaka 1904'te Maarif Nezareti' ne bağlandı ve Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye dağıldı. 1908'de II. Meşrutiyet i-lan edilince Darüşşafaka'dan yetişenler ve eski üyeler, cemiyeti yeniden örgütleyerek Darüşşafaka'nın yönetimini ve yaşatılmasını üstlendiler. 1912'ye değin okuldan 615 genç mezun oldu. Bunların büyük bölümü İstanbul'un iş, sanat, siyaset ve kültür yaşamında önemli yerler edindiler. 1913'te okul müdürlüğüne Satı Bey'in gelmesiyle eğitim-öğretim çalışmaları açısından parlak bir döneme gi
de yeni hizmet binasına bir ek daha yapıldı.
Çok sayıda aydının, sanatçının, devlet adamının yetiştiği Darüşşafaka, halen yabancı dille öğretim yapan özel o-kul statüsündedir. Ayazağa'da inşa edilmekte olan kampusu 1994'te hizmete girdiğinde, Fatih'teki 120 yıllık ilk tesisleri boşaltılacaktır. 1993-1994 öğretim dönemi, Darüşşafaka'nın eski yerindeki son yılı olmaktadır.
Darüşşafaka'ya babasız, yetenekli ve çalışkan ilkokul mezunu kız ve erkek çocuklar, Türkiye genelinde yapılan giriş sınavı sonunda alınmaktadırlar. 1993-1994 öğretim yılında okulda toplam 582 öğrenci eğitim görmektedir.
Bibi. Mehmed izzet, Mehmed Esad, Osman Nuri, Ali Kami, Darüşşafaka, Türkiye'de ilk Halk Mektebi, İst., 1927; Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye Salnamesi, ist., 1332; Ergin, Maarif Tarihi, III, 768-770; Salname-i Nezaret-i Ma-arif-i Umumiye, Dördüncü Sene, ist., 1319, s. 135-137; ilk Halk Okulu Darüşşafaka, 1873-1972, İst., 1972.
NECDET SAKAOĞLU
Mimari
Darüşşafaka bir ana bina ve ek binalardan oluşmuştur. Bunlardan bazıları, tarihi binanın planında "eski odalar", "eski ahır mahalli", "eski köşk ve limonluk", "eski bahçevan odası" olarak geçer. Darüşşafaka mektebi ana binası arsanın tam ortasında dört köşe bir blok olarak düzenlenmiştir. Bir bodrum katı ve bunun üzerinde yükselen üç kattan oluşmuştur. Bina plan açısından ilginç özelliklere sahiptir. 19. yy Osmanlı rüştiye binalarını andırır ve aynı blokta iki bitişik bina biçiminde bir merkezi aydınlık çevresinde gelişen iki simetrik bölümden oluşur. Bu simetrik bölümlerin merdiven kovaları, koridor ve binaya girişi sağlayan kapılan ayrıdır. Bu düzenleme, planlama ve inşadaki düşüncenin bir yanının kız, diğer yanının da erkek öğrencilere ayınlması-mn sonucudur. Giriş ile merdivenler arasında bulunan koridor aksının her iki yanında odalar yer alır. Her katta on sekiz oda bulunmakta, katlarda benzer mimari şema görülmektedir. Katlar ve odalar derslik, özel dershaneler, yatakhane ve yönetim hizmetlerine göre ayrılmıştır.
Darüşşafaka binası cephe düzeni açısından da 19. yy resmi binalarıyla benzerlikler gösterir. Yan yarıya yükseltilmiş bodrum katı, onun üzerindeki giriş katı ve bina köşeleri rastık taş işleme ile vurgulanmıştır. Üst katlar ise kalın kat kor-nişleriyle birbirinden ayrılmıştır. Plandaki simetrik çıkmaların cepheye yansıması binanın tekdüze cephesine hareket kazandırmıştır. Ana binaya eklenen ve yükseklik olarak onu geçmeyen, yeni bina hizmete girdikten sonra tarihi bina korumaya alınmıştır.
Bibi. K. Söylemezoğlu, "Darüşşafaka Binasının Tarihi Üzerine"^ Arkitekt, S. 363-3 (1976), s. 134-135; Necib Asım, "Darüşşafaka", Türk Tarih Encümeni Mecmuası, c. 19/2 (1929), s. 49-53.
BURCU ÖZGÜVEN
DARÜŞŞAFAKA SPOR KULÜBÜ
Adını taşıdığı okulun çatısı altında kuruldu. Forma renkleri yeşil-siyahtır. 1915" te futbol takımıyla ortaya çıktı. Okuldan yetişenlerle okul öğrencilerinin oluşturdukları takım, istanbul Şampiyonluğu Li-gi'ne katıldı. Bu ligde varlık gösterdi. Zamanla oyuncularının büyük kulüplere gitmesi ve ekonomik nedenlerle gücünü yitirdi. Ancak uzun yıllar mahalli liglerde varlığını sürdürmeyi başardı. Kulüp, 1950'li yılların sonlarında basketbolda büyük hamle yaptı. Yine okulun çatısı altında yetişen basketbolcularla 1959-1960 sezonunda İstanbul şampiyonu ve Türkiye ikincisi, 1960-1961 ve 1961-1962 sezonlarında Türkiye şampiyonluklarım kazandı. Ancak futbolda olduğu gibi basketbolda da ekonomik nedenlerle ve bütün iyi oyuncularının başka kulüplere geçmesi yüzünden 1963-1964 sezonunda İstanbul 2. Ligi'ne düştü. Uzun yıllar mahalli liglerde varlığını sürdürmeye çalışan Darüşşafaka, son yıllarda basketbolda yaptığı yeni bir hamle ile önce ma-
halli ligde şampiyonluğu kazandı, sonra Deplasmanlı 2. Lig'de büyük varlık gösterdi ve nihayet Deplasmanlı 1. Lig'e yükseldi. Halen bu ligde mücadele etmektedir.
CEM ATABEYOĞLU
DARÜŞŞAFAKALI RESSAMLAR
Darüşşafaka Lisesi'nde okuyan, fotoğraftan çalışan, eserlerinde genellikle İstanbul'un saray, köşk ve bahçelerini konu olarak ele alan 19. yy foto-yorumcu yağlıboya ressamları.
İstanbul'da 19. yy'da resim eğitimi de veren askeri okulların yanısıra sivil o-kullar da açılmaya başlandı. Diğer sivil okullara göre resim dersine daha fazla önem verdiği görülen Darüşşafaka'nın resim hocaları arasında Bahriye Kolağası Fahri Efendi'nin dışında Arif, Hilmi, Hay-ri ve Mehmed Ali adında beş eski mezunu; öğrencileri arasında ise Vidinli Osman Nuri, Ahmed Rağib, Kasımpaşalı Hilmi, Salih Molla Aşkî, Necib, Fatihli Mustafa, Lofçalı Ahmed, Şefik, Giritli Hüseyin, Şevki, Hüseyin bulunmaktadır. İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'nin ilk salonunda yer alan, yaşamları hakkında fazla bilgi bulunmayan bu ressamlar eserlerini, fotoğraflardan yapmışlardır. Birbirleri ile âdeta anonim denebilecek ortak bir üslubu paylaşan bu sanatçıların hangi a-tölyelerde, hangi koşullarda çalışmış oldukları henüz bilinmemektedir. Bu sanatçılar eserlerine ya hiç imza atmamışlar, ya "kulları" ya da isimleri ardına "kulları" deyimini ekleyerek imzalamışlardır. Bu durum resimlerini bir ihsan karşılığı saraya veya devlet büyüklerine sunduklarını düşündürmektedir.
Ahmed Şekûr gibi askeri kökenli bazı ressamlar da Darüşşafakalı ressamlarla aynı üslupta eserler vermiştir. Bu grubu, yerli ve yabancı bazı eleştirmenler "primitifler", bazıları ise "foto-yorumcuları" şeklinde adlandırmıştır. Belirgin bir üslup birliği gösteren bu ressamlarımızın 1867-1873 arasında doğdukları gözlenmiştir. Çıplak insan gözünün yakalayamadığı, ancak fotoğraf objektifinin saptayabildiği detayları, boyanın herhangi bir rölyef etkisi uyandırmasını sağlayacak şekilde işlemiş, fotoğraftaki kompozisyonu, genellikle insan figürleri ve diğer ayrıntılardan sıyırarak yalın bir şekilde aynen uygulamışlardır. Bu sanatçılar Batı yöntemlerinin kullanıldığı resme bir geçiş dönemi oluşturmaz. Ama 19. yy resim çalışmaları içinde özgün bir grup olarak karşımıza çıkar.
Bibi. G. Renda-T. Erol, Başlangıcından Bugüne Çağdaş Türk Resim Sanatı, c. I, ist., ty; A. Çöker, "Fotoğraftan Resim ve Darüşşafakalı Ressamlar", Boyut, S. 9 (1983); S. Tansuğ, Çağdaş Türk Sanatı, ist., 1986; ay, Türk Resminin Öncüleri Darüşşafakalı Ressamlar Sergi Broşürü, İst., 1988.
HÂLENUR KÂTÎPOĞLU
DARÜŞŞİFALAR
Latinlerin işgal ve tahripleri (1204-1261) ile Bizans İmparatorluğu'nun uzun yıllar zayıf düşmesi İstanbul'daki sağlık kuruluşlarını da etkilemişti. 15. yy'ın ortalarında İstanbul'da sadece iki sağlık kuruluşu bulunduğu bilinmektedir. Bunlar, Ayasofya ile Pantokrator kiliseleri çevresindeki manastırlar ile misafirhane, düş-künlerevi ve bir hastanenin bulunduğu yapı topluluğudur. Bu yapı topluluğu fetihten sonra II. Mehmed (Fatih) tarafından onartılmış, "Eski İmaret" adıyla anılan bu kuruluşta bir süre daha sağlık hizmetleri verilmiştir.
Fetihten 17 yıl sonra yapımı tamamlanan Fatih Külliyesi(-) (861-875/1456-70) yapıları arasında yer alan darüşşifayı arşiv belgelerinden tanımaktayız. Düşünülen ancak gerçekleşip gerçekleşmediği bilinmeyen bir restorasyon için hazırlanmış olan bu kroki planda yapının, re-vakların çevirdiği kare bir avlunun gerisinde çeşitli hacim ve mekânların yer aldığı, yarım kubbeli bir dershane mekânının ise beşgen bir çıkmaya sahip olduğu anlaşılmaktadır.
Girişin iki tarafındaki kubbeli köşe mekânları ile dershane önündeki revak-ların yanına iki kemerli açıklıkla açılan kubbeli hacimlere bir önceki mekânlar açılmakta; bu durum darüşşifa fonksiyonunun sürdürülmesi için gerekli mekân ve hacimlere ihtiyaç duyulmasıyla ifade edilebilmektedir.
Fatih dönemi mimarlarından Atik Sinan'ın planlayıp inşa ettiği bilinen külliyenin fonksiyonel yapıları içinde ayrıcalıklı bir yeri olan darüşşifa yapısı, günümüzde kagir evlerin altındaki taş-tuğla-derz duvar dokusu kalıntılarıyla tanınabilmektedir.
İstanbul'da Fatih tarafından inşa ettirilen bu külliyede yer alan darüşşifa yapısından sonra, ancak 16. yy'ın ortalarında ikinci bir darüşşifa yapısı, I. Süleyman'ın (Kanuni) eşi Hürrem Sultan (1502-1557) tarafından Mimar Sinan'a inşa ettirilen Haseki KülliyesK-») içinde yer alır.
Darüşşifa, plan kuruluşuyla, Fatih Da-rüşşifası'ndan farklıdır. Burada merkezi plan şeması uygulanmıştır. Yapı dıştan dikdörtgen olarak, sekizgen merkezi avlunun beş kenarını saran kubbeli mekânlar şeklinde düzenlenmiştir. Bu plan şeması ile yapı, İstanbul darüşşifa mimarisinde koğuş düzeninin uygulandığı önemli bir örnek olmaktadır. İkişer kubbe ile örtülü dikdörtgen koğuş mekânları iki katlı pencerelerle aydınlatılmakta, her birinde yer alan yaşmaklı ocaklarla da ısıtılmaktaydı. Mimar Sinan, L Süleyman (Kanuni) adına inşa ettiği Süley-maniye Külliyesi'nde(->) darüşşifa, tıp medresesi, eczane ve darü'l-akâkir (droglar evi) yapılarıyla bir tıp sitesi meydana getirmiştir. Böylece usta-çırak yöntemiyle darüşşifalarda hastaya hizmet paralelinde sürdürülen tıp eğitimi, Osmanlı döneminde Bursa'da inşa edilen Yıldırım Ba-yezid Külliyesi'ndeki gibi, teorik tıp bilimlerinin okutulduğu bir tıp medresesi ile uygulama ve hastaya hizmetin sunulduğu darüşşifa yapısı ve gene sağaltımla ilgili ilaçların üretildiği eczane ile diğer darüşşifalara dağıtımı gerçekleştirecek cilan droglar evi, tıp eğitimine ve insan sağlığına verilen önemin ulaştığı noktayı belirler. Bu gelişme doğal olarak, Mimar Sinan'ın ihtiyaçtan doğan fonksiyonel yapıları planlaması ile ilgili dehasıyla açıklanabilir (bak. Süleymaniye Darüşşifası). Üsküdar'da, gene Mimar Sinan'ın planlayıp inşa ettiği Atik Valide Darüşşifası, eski örneklerinde olduğu gibi fonksiyonel tek yapı olarak inşa edilmiştir.
Atik Valide Külliyesi'nde sosyal fonksiyonlu yapılar daha aşağıda cami ve medrese eksenine paralel bir bütün oluşturmakta (kervansaray, imaret, tab-hane), kareye yakın yapı bloğunun kuzeybatısında darüşşifa yapısı inşa edilmiş bulunmaktadır.
Darüşşifaya kuzeyindeki kapı ile girilmekte, revaklı ve iki kademeli bir avluyu çeviren kubbeli fonksiyonel hacimler bu revaklara açılmaktadır. Atik Valide Darüşşifası da Süleymaniye Darüşşifası gibi müstakil bir hamama sahiptir. Ancak yapı, külliyenin diğer yapıları gibi zamanla değişmiş, kubbe örtüsünün yerini sonradan yapılan bir ikinci kat almıştır. 1970'lerde mermer taş döşeli avlusu yakın yıllarda okul olarak kullanıma hazırlanırken çimento ile kaplanmıştır. Esasen darüşşifa yapısında, III. Selim zamanında (1789-1807) Nizam-ı Cedid askerlerinin kışlası olarak, 1865'e kadar kullanılmadan önce yapılan değişiklikleri de görmek mümkündür. III. Selim döneminin yapı tekniğini gösteren bu değişikliklerle, bir süre sonra kervansaray yapısının da katıldığı bir yapısal düzenlemeyle, darüşşifa fonksiyonunu yeniden kazanmıştır. Böylece 19. yy'ın başlarına kadar süren durumu, bu tarihlerde yapıya sadece akıl hastalarının alınmasıyla Toplası Bimarhanesi(->) olarak tanınmasına neden olmuştur.
Bu darüşşifalara 17. yy'ın başında katılan yeni bir kuruluş ise I. Ahmed'in (hd 1603-1017) inşa ettirdiği külliyenin (bak. Sultan Ahmed Külliyesi) darüşşifasıdır.
Sultanahmet Meydam'nda Hippodrum' un batı ucunda yer alan darüşşifa günümüze gelmemiştir. 17. yy içinde inşa edilen tek tıp kuruluşu olan yapının, Süheyl Ünver'in gözlemiyle Mekteb-i Sanayi planından takribi olarak çizilen bir krokisi vardır. 1870'te sanat okulu inşa edilirken, darüşşifanın revakları ve revaklar gerisindeki mekânları yıkılmış, fakat dış duvarların alt kısımları ile temellere dokunulmamıştır. Darüşşifa yapısından sadece giriş kapısı ile darüşşifa hamamı muhafaza edilmiştir. Yapının kroki planı, kareye yakın dikdörtgen revaklı bir avlu ve revaklara açılan mekânlardan ve gene revak altına açılan hamam biriminden ibarettir. Mimar Sedefkâr Mehmed Ağa, Mimar Sinan'ın darüşşifalarda başlattığı özel hamam olgusunu, bu darüşşifada da devam ettirmiştir (bak. Sultan Ahmed Darüşşifası).
Bibi. Evliya, Seyahatname, I; G. Güreşsever (Cantay), Türklerde ve Türkiye'de Tıp Eğitimi Tarihi, İst., 1977; G. Cantay, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı Darüşşifaları, Ankara, 1992; B. N. Şehsuvaroğlu-G. Cantay, Türk Tıp Tarihi, Bursa, 1984.
GÖNÜL CANTAY
DARÜ'T-TAIİM-İ MUSİKİ
DAVER BABA TEKKESİ
Darü't-Talim-i Musiki Heyeti üyeleri.
DARÜ'T-TALİM-İ MUSİKİ
19l6'da kurulmuş musiki derneği.
Özel musiki kuruluşları arasında en verimli ve en uzun ömürlü olanlarından biridir. Şehzadebaşı'nda Udi Fahri (Kopuz) ve arkadaşları Kemani Reşad (Erer), Neyzen ihsan Aziz, Kanuni Haşim, Kanuni Âmâ Nâzım, Tanburi Ahmed Neşet, Hanende Arap Cemal, Sıtkı ve Reşad beyler-ce kurulmuştur. Hüseyin Saadettin (Arel) ile Dr. Subhi'nin (Ezgi) armoni ve nazariyat dersleri verdikleri dernek gitgide genişleyen kadrosu ve artan faaliyetleriyle önemli başarılar elde etmiştir. Fahri Kopuz'un toplu icranın en iyi örneklerini verme amacı doğrultusundaki çabaları, sayısız eserin notasını yazmış olması ve dernek çalışmalarını tam bir özveri i-çinde yürütmesi bu başarının başlıca kaynağıdır.
Derneğe sonradan katılan musikiciler arasında Kemani Cevdet (Çağla), Kemen-çeci Hafid, Tanburi Selahattin (Pınar), Tanburi Ahmed, Kanuni Hasan Ferid (Al-nar), Santuri Zühtü (Bardakoğlu), Kemani Sabri Süha (Ansen), piyanist Feyzi (As-langil), Santuri Nebile Hanım gibi sazendeler ile Celal Bey (Tokses), Hafız Burhan, Naime Hanım (Sipahi), Safiye Hanını (Ayla), Hamit Bey (Dikses), Mustafa Bey (Çağlar), Mustafa Zeki Bey (Çağlar-man) gibi hanendeler vardı.
Derneğin musiki topluluğu İstanbul halkına yıllarca başarılı konserler sunmuş, yurtiçinde ve yurtdışında turnelere çıkmış, birçok plak doldurmuştur. I. Dünya Savaşı yıllarında kurulan dernek daha çok Şehzadebaşı'ndaki kıraathanelerde konser vererek savaş sıkıntıları içindeki halkın moralim yüksek tutmaya da hizmet etmiştir. Yayın yeri ve satış mağazası Vezneciler'de 78 numarada bulunan
dernek hem bir okul niteliğini sürdürmüş, hem de 200 dolayında klasik eserin notalarını yayımlamıştır. Vezneciler' deki mağazanın üzerindeki küçük salon dershane olarak, arkasındaki bölüm de saz onarım ve imal atölyesi olarak kullanılmıştır.
iki kez Almanya'ya giderek Berlin Aka-demische Hochschule'de konserler veren, Polidor firmasında plaklar dolduran, üç kez de Kahire'ye giderek konserler veren derneğin musiki heyeti istanbul'da Papazın Bağı ve Küçüksu mesire yerlerinde halka fasıl musikisi de icra ediyordu. Haftada üç gün verilen bu açık hava konserleri radyonun henüz bulunmadığı bir dönemde halka seviyeli musiki sunulması açısından önem taşır. Bu topluluk fasıl musikisine yeni ve disiplinli bir anlayış da getirmiştir. Beyazıt'taki Mado ve Merkez kıraathaneleri ile Şehzadebaşı'ndaki Şems Kıraathanesi'ndeki konserler düzenli olarak sürdürülmüş, ramazan geceleri de her gece dokuzdan sonra fasıl musikisi icra edilmiştir.
1931'de birkaç üyenin birden ayrılması üzerine dağılan dernek, birkaç yıl sonra Fahri Kopuz'un çabalarıyla yeniden kurulmuşsa da, Kopuz'un Ankara Radyosu' na atanması yüzünden 1939'da temelli kapanmıştır. Türk musikisine önemli hizmetleri olan Darü't-Talim-i Musiki'den Melahat Pars, Mustafa Çağlar, Nefise Öz-ses ve daha pek çok okuyucu yetişmiştir.
GÖNÜL PAÇACI
DARÜ'T-Tffi
Medrese-i tıb da denmiştir. 1470-1826 a-rasında İstanbul'da hekimlik bilgilerinin ve uygulamalarının gösterildiği medreselerle sağlık kurumlarıdır. Doğrudan bu
adla anılan tek kurum ise Süleymaniye medreselerinin bir ünitesiydi. Darü't-tıb-da, îslami ve tecrübi tedavi yöntemleri ve teorileri, medreselere özgü din bilimleriyle birlikte öğretiliyordu.
II. Mehmed'in (Fatih) (hd 1451-1481) yaptırdığı Fatih Külliyesi(->) içinde yer alan Medaris-i Semaniye kapsamında, Selçuklu tıp kurumları geleneğine uygun bir darüşşifaya da yer verilmişti. Fatih vakfiyesinde ise bu kuruma mesleğinde uzman, becerikli, özverili 2 hekim, l keh-hal (göz hekimi), l cerrah ile l eczacı, ayrıca hademe ve kapıcılar atanması, hastalara çok iyi bakılması koşulları belirtilmişti. Ancak İstanbul'daki bu ilk tıp kurumunun ders ve çalışma programı konusunda belge yoktur. Buna karşılık, 15. yy'm ikinci yarısında, buradaki tıp öğretimine kaynaklık eden, Kitab-ı Tıb, Mâ-i Kibrit-i Şerif, Tıbb-ı Kimyevî, Cerrahna-me-i İlhanı, Mücerreh-name vb tıp kitaplarının, Akşemseddin ile oğlu Muham-med, Yakup Hekim, Altuncuzade, Lârî-i Acemî, Hekim Arab, Hekim Kutbeddin gibi hoca-hekimlerin varlıkları bilinmektedir. Aynı dönemde ikinci bir tıp öğretimi merkezinin de Enderun'da kurulduğu kuşkusuzdur. Fatih Darüşşifası ile Enderun hastanesi ve ezcanesi arasında ise karşılıklı olarak tedavi, uygulama, ilaç tertibi, muayene, kitap ve kaynak temini konularında ilişkiler vardı. II. Bayezid döneminde (1481-1512) Ahî Çelebi ünlü bir hoca-hekim olarak tıp eğitimine hizmet etti.
I. Süleyman (Kanuni) döneminde (1520-1566) ise İstanbul'daki tıp çalışmaları i-lerleme gösterdi. İlkin, 1534'te çıkarılan bir fermanla yetkisiz (diplomasız) hekimlerin İstanbul'da halk sağlığıyla ilgilenmeleri yasaklandı. "Dershane-i idris" denen ve çoğu yetkisiz ve yetersiz hekimlerce açılan muayenehaneler de denetim altına alındı. Bu ilginç muayenehanelerde hekim-şakird (çırak-öğrenci) ilişkisi biçiminde tıp eğitimi de yapılmaktaydı. Kanuni adına yapılan Süleymaniye Külliye-si(-0 içinde, Medaris-i Süleymaniye denen öğretim kurumlarının birincisine ise darü't-tıb adı verilerek bu birim doğrudan hekimlik öğretimine tahsis edildi. Darü't-tıb caminin doğusundaki medreseler grubunda yer alıyordu. Üst katındaki bir koridor boyunca sıralanan 12 hücresi tıp öğrenimi gören öğrencilerin barınmalarına ayrılmıştı. Külliye vakfiyesine göre darü't-tıbda okuyacak danişmend-lerin sayısı 8 olarak belirlenmişti. Bunlar, teorik dersleri darü't-tıbda, uygulamalı hekimliği de Süleymaniye ve Fatih darüşşifalarmda görmekteydiler. Dönemin ünlü hekimleri darü't-tıbda ders verdikleri gibi, diğer medreselerin hekimliğe ilgi duyan danişmendleri de darü't-tıbdaki ve darüşşifalardaki dersleri ve tedavi yöntemlerini izleyebilmekteydiler. Sarayda oturan ve "reisü'l-etibba" sanını taşıyan hekimbaşı ise İstanbul'daki tıp ve sağlık kurumlan arasındaki ilişkileri düzenliyordu. Örneğin, saray arşivindeki belgelere göre darü't-tıb hekimlerine
İç Hazine'den ödünç tıp kitapları veriliyor, bazen hoca-hekimler bir araya gelip tıbbi konulan hekimbaşının başkanlığında tartışıyorlardı.
Darü't-tıb geleneğine üçüncü bir kurumu 1583'te Nurbânu Valide Sultan kattı. Atik Valide Bimarhanesi adıyla ünlenen, Üsküdar Toptaşı'ndaki bu yeni sağlık yurdunda tıp eğitimi ile tedavi çalışmaları iç içe planlanmış ve darü't-tıb ve darüşşifa birleştirilmişti. Toplası Bimarhanesi de denen ve uzun zaman akıl hastalarının tedavi edildiği bu kurum, işlevini 1925'e değin sürdürmüştür. 16. ve 17. yy' larda yapılan diğer sağlık yurtlarından Haseki Bimarhanesi ve Sultan Ahmed Bimarhanesi de birer darü't-tıb konumunda hizmet vermiştir. Buna karşılık, Sü-leymaniye'deki darü't-tıb ile Fatih Da-rüşşifası'nın sonraki yüzyıllarda, başlangıçtaki etkinliklerini yitirdikleri saptanmaktadır. Fatih Darüşşifası'mn tamamı, Süleymaniye'deki darü't-tıbbın bir bölümü yıkıldığı gibi buraya bağlı darü'l-a-kâkir denen eczane de kapanmıştır.
17. yy'm ortalarına doğru İstanbul'daki darü't-tıb çalışmalarının giderek gerilediği buna karşılık halk hekimliğinin, "tıbb-i cedid" denen ve Müslüman din a-damlarınca yasaklanmaya çalışılan Avrupa kökenli, dönme ya da Frenk hekimlerin çalışmalarının öne çıktığı saptanmaktadır. Bu sırada, İstanbul'daki darü't-tıb çıkışlı hekimlerin sayısı ise 20-30'u geçmiyordu. Sayıları giderek çoğalan tabip dükkânlarında ise, hekimbaşıdan alınan ruhsatla, baba-oğul, hekim-şakird geleneğinde cerrahlık, kehhallık, tabiplik, eczacılık çalışmaları ve öğretimleri yapılmaktaydı. Pek çok ülkeden İstanbul'a gelen gezgin hekimler de bu çalışmalara katkıda bulunmaktaydılar. 18. yy'ın başında bir fermanla tıbb-ı cedid yasaklandı. Kuşkusuz bunda dönemin darü't-tıb çıkışlı hekimlerinin etkisi vardı. Bu sırada Süleymaniye'deki darü't-tıb müderrislerinden Ayaşlı Şaban Şifaî (ö. 1704), ana ve çocuk sağlığı üzerine çalışmalar yaptığı gibi, burada 15 yıl okuduktan sonra 1707'de tıp müderrisi olan Ahmed bin İbrahim de Teshilü't-Tedabir adlı bir tıp kitabı yazmıştır. Yine, Edirne ve İstanbul darü't-tıblarmda öğrenim gördükten sonra ihtisas için Hindistan'a gidenler de oluyordu. Tokatlı Mehmed bin İbrahim (ö. 1765) darü't-tıbda yetiştikten sonra tıpla ilgili özgün eserler yazdı. Onunla çağdaş Abbas Vesim(-0 de Süleymaniye darü't-tıbbından yetişmiş; İstanbul'da 40 yıl kadar hekimlik ve hocalık etmişti. 18. yy'm sonlarına doğru hekimbaşılık görevinde bulunan Gevrekzade Hasan Efendi ile babası Abdullah da yine da-rü't-tıbda okumuşlardı. 18. yy'ın ikinci yarısında darü't-tıblardaki hekimlik öğretimi hızla geriledi ve tıpkı dükkânlar-daki hekim-şakird geleneğini andıran dar kapsamlı bir çalışmaya dönüştü. Diğer yandan III. Selim yüzyıl önce yasaklanan tıbb-ı cedidi serbest bıraktı ve Kuruçeşme Talimgâhı'nda bir tıp şubesi a-çılmasına izin verdi. Bu gelişme, bir an-
lamda geleneksel darü't-tıb öğretiminin sonu oldu.
Şânizade Atâullah Efendi(->), Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi (ö. 1834) ve kardeşi Hekimbaşı Abdülhak Molla(->), Süleymaniye darü't-tıbbından yetişen son ünlü kişilerdir. Bunların çabaları sonucunda ise 1827'de İstanbul'da, çağdaş tıp öğretimini amaçlayan Tıbhane-i Âmire(->), Cerrahhane-i Mamure(-») ve Mekteb-i Tıbbiye (1836) açılmış; darü't-tıb geleneği sona ermiştir.
Dostları ilə paylaş: |