I d I n I a V a V x h o n I n < I j V a h I x V l a I o I l n V v h fi X l Q



Yüklə 7,77 Mb.
səhifə102/139
tarix27.12.2018
ölçüsü7,77 Mb.
#87837
1   ...   98   99   100   101   102   103   104   105   ...   139

GÖRELE, HAMİT

(l894, Görele - 6 Haziran 1980, İstanbul) Ressam.

1924-1928 arasında Güzel Sanatlar Aka-demisi'nde öğrenim gördü. Daha sonra burslu olarak Fransa'ya gönderildi. 4 yıl boyunca Paris'teki A. Lhote Atölyesi'nde çalıştı. Burada kübizm, dışavurumculuk gibi modern sanat akımlarıyla tanıştı ve



GÖRGÜLÜ, HASAN RAUF

414

415

GÖZTEPE CAMJtt

Göztepe Tren istasyonu binasının giriş cephesi (solda) ve tarihi binaların tren yolundan görünümü.



Fotoğraflar Ahmet Kuzih, 1994

bu doğrultuda çalışarak "modernist" bir resim anlayışına sahip oldu. 1932'de yurda döndüğünde Müstakil Ressamlar Ce-miyeti'ne giren Görele, kendine özgü olarak geliştirdiği "biçim bozma" tekniğiyle doğayı ve insan vücudunu soyutlamaya yönelik bir ifade arayışı içine girdi.

1933'te ilk kişisel sergisini Galatasaray Lisesi'nde açan Görele'nin 1950'lere dek geliştirdiği resim anlayışının çağdaş Türk resim sanatı içinde taşıdığı önem, sanatçının figüratif ve soyut eğilimleri başarılı bir desen ve kompozisyon olgusuyla "birlikte" yorumlamasında yatmaktadır.

1960'lardan itibaren kompozisyonlarında renksel öğelere de ağırlık vermeye başlayan Görele, karşıt tonları bir arada kullanarak özellikle portrelerinde çarpıcı bir anlatım duyarlılığına ulaşmıştır. Sanatçının çarpıcı renklerle giriştiği görsel deneylerinin temelinde güçlü bir "üç boyutluluk" olduğu için bu dönem resimlerinde ön plana çıkan oturmuş bir form duygusudur. 1970-1980 arasındaki süreçte ise Görele' nin soyut resim denemelerine yöneldiği görülür.

Görele'nin resimlerinde İstanbul'un ö-zel bir yeri vardır. 1920-1928 ve 1950-1980 arasında yoğun olarak istanbul'u resimlerine konu eden sanatçı, önceleri şehrin pitoresk dokusunu ortaya çıkaran klasik peyzajlar, ardından da soyutlamaya dayalı görüntüler üzerinde ısrarla çalışmıştır. Klasik peyzajlarında özellikle Sultanahmet ve Kurtuluş semtlerini büyüteç altına alan sanatçı, yapıları insanlarla birlikte ele alan hareketli kompozisyonlarında şehrin güncel yaşamını irdelerken, olgunluk dönemi ürünü olan "Heybeliada" resimlerinde bir tematikleştirmeye girerek Marmara Deni-zi'nin dalgalarım, dingin deniz kenarlarını, kimi kez meditasyon yaparcasına ritmik fırça darbeleriyle yorumlamıştır.

Görele için İstanbul'un iki farklı özelliğinden yola çıkarak bir "yoruma" varmıştır denilebilir. Çünkü sanatçının erken dönem çalışmalarında kendini belirgin kılan "İstanbul'u betimleme", tuvale geçirerek ö-lümsüzleştirme duygusu eskiz özelliği taşıyan yüzlerce küçük boyutlu resimde kendini gösterirken ileri yaşlarında olgunluğun verdiği süzme bir tatla boyadığı deniz manzaralarında "İstanbul'u kendin-denleştirmeye" çalıştığı açıkça görülmektedir.

NECMİ SÖNMEZ

GÖRGÜLÜ, HASAN RAUF

(18 74, İstanbul - 9 Ekim 1945, İstanbul) Eczacı.

1898'de Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye' nin eczacı sınıfını bitirdi. 1900'de Divan-yolu Caddesi'nde (II. Mahmud Türbesi karşısında, no. 127) bulunan Haçik Emir-zeyan'ın "Numune Eczahanesi"ni devraldı ve ismini "İstikamet Eczahanesi" olarak değiştirdi.

Yangın ve yıkım nedeniyle eczanenin yeri birkaç defa değişmiş ve sonunda Çem-berlitaş'ta Osmanbey Sitesi'nin alt katındaki geniş bir yere taşınmıştır. H. R. Gör-

gülü bu eczanenin laboratuvarında kozmetik preparatlar, komprimeler ve zerk çözeltileri hazırlamıştır. Eczacı Mektebi'n-de hazır ilaç yapımı ile ilgili bir laboratu-var bulunmadığı için hocalar, komprime ve ampul yapım yöntemini ve makinelerini göstermek için, öğrencilerini H. R. Görgülü'nün eczanesine getirerek burada bilgi veriyorlardı.

H. R. Görgülü Türk eczacıları tarafından 1908'de kurulan Osmanlı Eczacıları İt-tihad Cemiyeti'nin kurucularından ve Ah-med Hamdi Bey(->), Ethem Pertev(-0 ve Beşir Kemal Pelin(-») ile birlikte yönetim kurulu üyesiydi. Bu cemiyet tarafından 1908-1909 arasında yayımlanmış olan İs-pençiyar (Türkçe) ve Union Pharmaceuti-que Ottomane (Fransızca) adlı dergilerin de sahibiydi. Bugüne kadar bu dergilerden hiçbir örnek görülmemiştir. 1911'de Nail Halid (Tipi) tarafından yayımlanmaya başlanan Eczacı dergisi de uzun süre bu eczaneden idare edilmiştir.

H. R. Görgülü bir süre sonra, sağlık nedeniyle, eczanesini ve hazır ilaç yapım laboratuvarını, ismi, makineleri ve ilaçları ile birlikte, Mustafa Nahid Bey'e devretmiştir. Daha sonra yabancı ilaç ithal firmalarında mümessil ve mesul müdür olarak çalışmıştır.

H. R. Görgülü eczane sahibi, hazır ilaç yapımcısı, cemiyet ve dergi yöneticisi ve 1930 Türk Kodeksi Komisyonu üyesi olarak Türk eczacılığına uzun bir süre hizmet etmiş başarılı bir eczacıdır.

İstikamet Eczanesi 1924'te hazır ilaç yapım laboratuvan ve makineleri hariç olmak üzere, Sırrı Rasim Aktulga (1901-1979) tarafından satın alınmıştır. 1962'de eczanenin bulunduğu binanın yıkılması üzerine eczane aynı semtte Peykhane Sokağı no. 5'teki dükkâna taşınmıştır. S. R. Ak-tulga'nın vefatı üzerine eczanenin yönetimi küçük oğlu Erol Aktulga'ya (1932-1985) geçmiş ve bu eczacının da vefatı ü-zerine l yıl sonra kapatılmıştır.

İstikamet Eczanesi'nin dolapları ve bazı malzemesi 1986'da Eczacılık Fakültesi tarafından Eczacılık Tarihi Müzesi(->) için satın alınmıştır.

Bibi. T. Baytop, "Kurtarılan İki Tarihi Eczane", Eczacı, S. 9 (Temmuz 1987); H. Derman, "Merhum Hasan Rauf Görgülü'nün Yıldönümü", Farmakolog, S. 103 (1946); A. Ekinci, "Hasan Rauf ve Türk Eczacılığına Hizmetleri", I. Türk Eczacılık Tarihi Toplantısı, İst., 1990.

TURHAN BAYTOP



GÖRKEY, ŞEREF

(1915, istanbul) Futbolcu.

Futbola, doğum yeri olan Çengelköy' de başladı. Beşiktaş Jimnastik Kulübü'n-de(-») yetişip parladı. 1930'da birinci takım kadrosuna alındı. Tam 20 yıl aralıksız olarak siyah-beyaz forma altında oynadı. Nefis vole şutlarıyla tanındı. 20 yıllık süre içinde Beşiktaş forması altında 439 maç oynadı ve 382 gol attı. En parlak devri milli maçlardan uzak 11 yıllık döneme rastladığından (1937-1948) sadece bir kez ay-yıl-dızlı formayı giyebildi. Muntazam taran-



Şeref Görkey

Cem

Atab&yoğlu arşivi

mış saçları, en çamurlu sahalarda bile tertemiz kalan kıyafetiyle ayrıca dikkati çeken bir futbolcu oldu. Futbolu îstanbuls-por Kulübü'nde bıraktı. Kardeşi Süreyya Görkey ile de Beşiktaş takımında yan yana oynadı. Türk futbolunda unutulmaz bir isim yaptı. Futbolu bıraktıktan sonra Adalet, Beykoz ve Beşiktaş takımlarında antrenörlük de yaptı. Bu arada milli futbol takımı antrenörlüğünde de bulundu. Futbol Federasyonu yönetim kurullarında aktif görevler de aldı.

CEM ATABEYOĞLU

GÖZTEPE

Kadıköy'de büyük bir semt ve mahalle.

Göztepe, semt olarak, batıda Selamiçeş-me ve Çiftehavuzlar(->), güneyde Çifteha-vuzlar ve Caddebostan(-»), doğuda Caddebostan, Erenköy(->) ve Ethemefendi, kuzeyde ise Sahrayıcedit semtleriyle çevrilidir, idari açıdan bir mahalle olarak komşusu bulunduğu semtlerin bazı bölümlerini içerir, buna karşılık, Göztepe semti kapsamında bilinen belli yöreler, Göztepe Ma-hallesi'ne komşu mahallelerin idari yapısına dahildirler.

Milattan önceki devirlerde bu mahalde birtakım Trak kabilelerinin bulunduğuna dair kaynaklar var olmakla birlikte, toprağa yerleşik olma açısından o zamanki adıyla Rufiyanes'te (Çiftehavuzlar ve Caddebostan'ın sahil şeridinde) imparatorların Anadolu'ya çıkmadan önce dinlendikleri ya da Doğu'dan seferlerden dönüşlerinde, gemilerle Konstantinopolis'e girmeden önce konakladıkları bir saray ile kimi soyluların köşkleri -ve bazı ağaçları günümüze dek kalmış olduğu ileri sürülen- geniş meşelikler vardı. Yörenin kuzeyinde İmparatoriçe Eirene'nin(->) tahttan indirildikten sonra kapatıldığı bir kadınlar manastırı, bir de hanedana ait av köşkü olarak kullanılan bir başka saray bulunuyordu.

Bir kanıya göre, bu saray (av köşkü), 1329'da yapılan bir Osmanlı-Bizans antlaşmasında Osmanlılara bırakılmış ve binada bir Ahî tekkesi kurulmuştur. Buraya yerleştirilen dervişler orayı bir serhat tekkesi olarak kullandıklarından, Bizans toplumu hakkında kendi devletlerine bilgiler aktardıklarından, onlara "Gözcü Babalar" denil-

mistir. Ahî tekkesinin yerinin tam tamına bu bina olup olmadığı kesin bir şekilde söylenemezse de, o sıralarda yörede böyle bir tekkenin bulunduğu muhakkaktır. I. Bayezid Ankara Savaşı'nda yenilip 1402' de öldükten sonra oğulları arasında başlayan ihtilafın yol açtığı Fetret Devri'nde, bölge yeniden Bizans'a geçerken direnen derviş babaların öldürüldüğü ve bunlardan bir tanesinin, muhtemelen en saygın olanının, yörenin en yüksek yerine gömüldüğü söylenir. Bugün Çemenzar'da Ortabahar Sokağı'nın sonundaki servili küçük mezarlıkta gömülü olan ve Gözcü Baba diye anılan yatırdan dolayı oraya önce Gözcü Baba Tepesi denilmiş, zamanla bu sözcük Göztepe'ye dönüşmüştür. Semtin adıyla ilgili yaygın sav böyledir.

Bölge 1424'teki bir başka antlaşma ile geri alındığında, eski Ahî tekkesi yeniden kurulur ve zamanla Bektaşî tekkesine dönüşür. Bektaşîliğin yasaklandığı dönemi hariç tutarsak, sözü geçen tekke günümüze dek gelmiştir ve bugün de Merdivenköy Bektaşî Tekkesi (veya Gadni Dede, Man-sur Baba, Mehmed Ali Baba, Mansur Baba, Şahkulu ya da Şahkulu Sultan Tekkesi gibi adlarla) olarak anılır.

Göztepe bölgesi 19. yy'ın ikinci yarısına göre, bağlık, boşlardık, ağaçlık bir yöreyken ve tek tuk küçük köyler ya da köşkler varken, 1857'de Rumeli-Anadolu yakaları arasında vapur seferlerinin başlaması 1870'lerde ise İstanbul-Bağdat demiryolunun yapımıyla Haydarpaşa-Pendik şimendifer hattının işletmeye açılması (1873), İstanbul'un çeşitli zenginlerinin ve devlet ricalinin buraya rağbet etmesini, konaklar, köşkler yaptırmalarını da beraberinde getirdi, demiryolu çevresine (hat boyuna) canlılık geldi, Bağdat Yolu demlen karayolu da bu arada canlandı. 1877 Osmanlı-Rus Savaşı sonucunda Trakya ve Balkan-lar'dan gelen Türk kökenli göçmenler tren yolunun kuzeyine yerleştirildiler, Balkan Savaşı sonucunda 1912'de yeni bir göçmen kafilesi daha geldi. 1913 kayıtlarına

göre o tarihte Göztepe'nin nüfusu 1.230' du.

Göztepe semtinin üç önemli röperi vardır. Bunlardan birisi, batı-doğu doğrultusundaki Bağdat Caddesi'nin Selamiçeş-me ile Caddebostan arasındaki bölümü, diğeri daha kuzeyden Bağdat Caddesi' ne(->) paralel geçen demiryolu ve nihayet semtin kuzeyinde aynı doğrultudaki Fahrettin Kerim Gökay (eski Kayışdağı) Caddesidir (semtin bu kesimine Yukarı Göztepe denir). Ayrıca, Bağdat Caddesi'ni kuzeydeki Fahrettin Kerim Gökay Cadde-si'ne bağlayan, eski adıyla Göztepe İstasyon Caddesi, yeni adıyla Hıfzı Veldet Ve-lidedeoğlu Caddesi, diğeri ise semtin batı sınırını oluşturan ve Selamiçeşme'den kuzeye doğru çıkan Mustafa Mazhar Bey Sokağı'nı da ikincil röperler arasında saymak gerekir. Bu sokak Boztepe ve Çam-tepe adlarıyla devam edip, bugünkü SSK Bölge Müdürlüğü'nün ve SSK Göztepe Hastanesi'nin bulunduğu yerde Fahrettin Kerim Gökay Caddesi'ne kavuşur.

Göztepe 20. yy'ın ilk çeyreğinden bu yana İstanbul'un gözde semtlerinden birisi sayılır. 1950'lerin sonlarına kadar, Göztepe denilince daha geniş bir alan akla gelirdi. 1950'lerde henüz bir sayfiye semtiyken, Bağdat Caddesi'nin bugünkü haliyle yeniden tanzim edilmesini izleyen yıllarda hızlı ve yoğun bir yapılaşmaya, yüksek apartmanların kondurulmasına sahne oldu. Zamanla konaklar, köşkler ve onlara ait bahçeler, yeşil alanlar büyük ölçüde ortadan kaldırıldı. Nüfus yoğunluğu nedeniyle bağlar, bostanlar, kırlık alanlar dolunca, bu kez Selamiçeşme, Çiftehavuzlar, Merdivenköy gibi eskiden sadece mevki adı olan yöreler, idari yapıda nereye bağlı olurlarsa olsunlar, birer ayrı semt halinde belirginleştiler ve Göztepe sözcüğünün çağrıştırdığı alan ister istemez daraldı, ayrıca aynı sözcüğün verdiği sayfiye, yazlık evler, köşkler imajı da ortadan kalktı. Göztepe, ün kazanan Bağdat Caddesi'nin bir rüknü haline gelerek, görece

temiz ve bakımlı ama sonuçta iki adet parkına ve bir fidanlığına karşın gene de betondan oluşmuş sıkış tepiş bir apartmanlar yığınına dönüştü.

İSTANBUL

GÖZTEPE CAMÜ

Göztepe'de, tren istasyonunun hemen yanında, İstasyon Caddesi'yle Kaptan İhsan Sokağı'nın kesiştiği köşede yer alan cami, aynı zamanda "Tütüncü Mehmed Efendi Camii" diye de anılmaktadır.

Kapısı üzerinde yer alan Şair Nazmi tarafından kaleme alınmış mermer kitabede belirtildiği üzere Tütüncü Mehmed Halis Efendi tarafından 1317/1899'da yaptırılmıştır. Ölüm tarihi kesin olarak bilinmeyen Mehmed Halis Efendi, cami mihrabı önündeki küçük hazirede gömülüdür. Halen burada Mehmed Efendi'den başka, e-şi, kayınvalidesi, torunu ve caminin ilk i-mamı Kemal Efendi yatmaktadır.

Günümüzde temiz ve bakımlı olarak işlevini sürdüren cami, 1985'te önemli bir o-narım geçirmiştir. Bu onarımda kalem işleri, minber, vaaz kürsüsü ve pencerelerin çerçeveleri yenilenmiş, ayrıca kuzeye, yapının giriş bölümünü de içine alan, arazinin durumundan dolayı da düzgün bir plan göstermeyen iki katlı bir ek yapılmış ve cami ile uyumlu küçük boyutlu orijinal minaresi yıkılarak, yerine dikdörtgen kaideli, iki şerefeli, çok yüksek yeni bir minare yaptırılmıştır.

1899 tarihli asıl yapı, alçak taş duvarlı, demir parmaklıklı, çam ağaçlı büyük bir avlunun ortasında, uzunlamasına dikdörtgen planlı, son cemaat yeri olmayan, üzeri dört meyilli kiremit örtülü çatıyla kaplı, plan açısından basit bir yapıdır. Mihrap duvarında iki, doğu ve batı duvarlarında dörder, giriş bölümünde ise iki olmak üzere toplam on iki adet gotik görünümlü, sivri kemerli pencere ile aydınlatılan caminin içinde, çatının altında, mihrap ekseninde arka arkaya, eşit çaplı iki ahşap kubbe bulunmaktadır.

GRAVÜRLER'>GÖZTEPE MEKTEBİ

416

417

GRAVÜRLER

Yanındaki pencerelerle aynı boyutta olan mihrap dışa doğru yarım yuvarlak bir çıkma yapmakta, içten ise daha gösterişli bir görünüme sahip olup, küçük ölçüsüne rağmen klasik dönem mihraplarını hatırlatmaktadır. Caminin dışı taş kaplama, içi ise sıvalı olup, pencere aralarında değişik çerçeveli, kalem işi ile yapılmış ayetler görülmektedir. Caminin üst örtüsü bütünüyle ahşap olup kubbeler doğrudan bu ahşap tavana oturmaktadır. Örtü sistemi yeşil, kahverengi, sarı, mavi ve pembenin çeşitli tonlarında, bitkisel bezemeli kalem işleriyle kaplanmıştır. Pencerelerin yenilenen alüminyum çerçevelerinin içindeki vitraylar da yenidir.

Dönemin modasına uygun olarak eklektik bir zevkin ürünü olarak inşa edilen caminin avlusunda 1950'li yıllardan kalma küçük, şirin bir şadırvanla, Göztepe istasyon Caddesi'ne cepheli, tren istasyonuna kadar uzanan, tek katlı, caminin vakfı olan dükkânlar ve bu dükkânların arkasında yer alan tuvaletle kütüphane binası bulunmaktadır. Ayrıca avlunun kuzeydoğu köşesinde karakol binası, aksi istikametinde Kaptan ihsan Sokağı'na bakan tarafta da 1985'te yenilenmiş olan imam lojmanı mevcut olup, günümüzde avlunun cad-de-sokak kesişme noktasında yeni bir ek bölüm inşaatı sürmektedir. Avluya yapılan bu ek yapılar zaten çevresindeki yüksek binalar arasında sıkışıp kalan camiyi iyice boğmaktadır.

Bibi. B. N. Şensuvaroğlu, Göztepe, İst., ty, s. 35-36.

HAKAN ARLI



GÖZTEPE MEKTEBİ

Göztepe'de, Bağdat Caddesi'nden demiryoluna doğru uzanan Tepegöz ve Tütüncü Mehmet Efendi sokaklarını birbirine bağlayan Sümer Sokak üzerindeki büyük bir arsa üzerine inşa edilmiştir.

1914'te Mimar Kemaleddin Bey tarafından tasarlanan binanın yapımı 1915'te savaş nedeniyle yarım kalmış, parası Müda-faa-i Milliye Cemiyeti'nce sağlanan okulun 1919'a kadar ancak kaba yapısı bitiri-lebilmiş, o yıl binanın üzeri branda ile örtülerek ingiliz işgal kuvvetlerince karargâh olarak kullanılmaya başlanmış, 5 Ekim

Göztepe Camii'nin içinden bir görünüm.



Ahmet Kuzik, 1994

1922'de Göztepe'nin kurtarılması üzerine boşaltılmıştır, l Kasım 1924'te eğitime a-çılan okul, 1946'da onarılarak büyütülmüş, üst kattaki teras örtülerek buraya bir yatakhane yapılmış ve adı "Göztepe Pansiyonlu İlkokulu" olarak değiştirilmiştir.

Bodrumla birlikte üç katlı olan okul tuğla yığma duvar sistemiyle yapılmış, üzeri kiremit kaplı ahşap, kırma bir çatı ile örtülmüştür. Okula dar kenarlarından birinden, merdivenle yarım kat yükselerek girilmekte, uzun kenarlardan birinde ise, bahçeye ikinci bir çıkış bulunmaktadır. Zemin katta, günümüzde yatakhane olarak kullanılan büyük bir salonla üç büyük derslik, müdür odası ve tuvaletler bulunmakta, üst katta ise zemin kat planı yinelenmektedir. Bodrum katta mutfak, yemekhane, çamaşırlık ve ısı merkezi yer almaktadır.

Giriş cephesinin orta bölümü yüzeyden dışarıya ve saçak düzeyinden yukarıya doğru taşırılarak giriş vurgulanmış, basık

Göztepe Mektebi'ne ait ön cephe tasarım çizimi.

Negatif T Arşivi

kemerli giriş enli bir silmeyle çerçevelenerek üzerine mermer bir kitabe yerleştirilmiş, üstteki dikdörtgen pencere üzerine ise penci kemer biçimli bir silme geçilmiştir. Okulun bodrum pencereleri düz kemrelerle, zemin kat pencereleri penci kemerlerle geçilmiş, üst kat pencereleri dikdörtgen olarak bırakılmıştır. Bodrum kat sürekli bir taş kuşakla üst katlardan ayrılmış, zemit kat pencere kemerlerinin eğrilerim izleyen silmeler, üzengiler düzeyinde birbirlerine bağlanarak süreklilik kazanmıştır.

Göztepe Pansiyonlu ilkokulu, II. Meşrutiyet döneminde ittihat ve Terakki yönetiminin uygulamaya koyduğu yeni eğitim politikasına uygun bir "mekteb-i ipti-dai"nin Cumhuriyet'in ilk yıllarında normal bir ilkokula dönüşmesinin tipik bir örneği olup, bugün Göztepe semtinin önemli kamu yapılarından biridir.

Bibi. S. Çetintaş, "Mimar Kemalettin. Mesleği ve Sanat Ülküsü", Güzel Sanatlar, S. 5 (1944); Ergin, Maarif Tarihi, IV; B. Şehsuvaroğlu, Göztepe, ist., 1969; Yavuz, Mimar Kemalettin, 213-221.

YILDIRIM YAVUZ



GÖZTEPE VAPURU

Şehir Hatları işletmesi vapuru.

Şirket-i Hayriye tarafından 19H'de Fransa'da,. Dunkerque'deki Societe de l'Atlan-tia, Chantier de France tezgâhlarında yapıldı. Şirketin güçlenip yeniden düzenlenmesinde büyük emeği geçen eski yöneticilerinden Hüseyin Hâki Efendi'nin adı verildi. Bir de Ziya adlı eşi vardı.

Gövdesi çelik olup 567 gros, 314 net tonluktu. Uzunluğu 47,4 m, genişliği, 7,6 m, sukesimi de 3,1 m kadardı. De France yapımı, 2 adet tripil 547 beygirgücünde buhar makinesi olup, çift uskurluydu. Sa-

Göztepe Vapuru Beşiktaş açıklarında.

Eser Tutel koleksiyonu

atte 12 mil kadar hızı vardı. Yazın 995, kışın da 860 yolcu alabiliyordu. Süvarisi Hüsnü Efendi Kaptan, başmakinisti Manuk Usta idi.

Temmuz 1933'te eşi Ziya ile birlikte Akay(->) İşletmesi tarafından Şirket-i Hayriye'den satın alınarak Şehir Hatlan'na verildi. Adı Göztepe, eşininki de Erenköy(~>) olarak değiştirildi. Yıllarca Köprü-Haydar-paşa-Kadıköy, Adalar, Yalova, sonraları da yine Boğaz hatlarında kullanıldı. 1983'te hizmet dışı bırakıldı. 3 yıl sonra satışa çıkarıldığında 72 yıllık bir tekneydi. Halen, Eceabat yakınlarında, Burhanlı mevkiindeki özel tersanede, Altınkum ile İzmir Körfez Hattı'ndan.Sur adlı vapurlarla birlikte baştankara bağlı bulunuyor.

ESER TUTEL



GRAND-CHAMP BAHÇESİ

bak. TAKSİM BAHÇESi

Ferriol ve Le

Hay'in Recueil



de cent

estampes

representant

different

nations du

Levant (Paris,

1712) adlı

kitabında yer

alan,


Jean Baptiste

Van Mour'un

kostüm

desenlerinden



gravürler: Solda

saray aşçısı,

sağda silahdar

ağa.


Fotoğraflar Galeri Alfa

GRAVÜRLER

İstanbul'a gelen Avrupalı ressamların, kendileri ya da patronları için yaptıktan resimler, genellikle tahta ve metal üzerinde gravürle yapılan röprodüksiyonlardan yararlanarak çoğaltıldığı için, yeni baskı tekniklerinden önce basılmış tarih ve gezi kitaplarında İstanbul'a ilişkin resimlerin çoğu gravürdür. Gerçi ressamların ilginç yağlıboya tabloları dünyanın çeşidi müzelerinde görülebilirse de, biz fotoğraftan önceki Osmanlı istanbul'unu, Avrupalı ressamların gravürleriyle tanıyoruz. Gravürün bir kusuru, resmin, gravürü yapan hakkak tarafından, bir tür yorumu olmasıdır. Bu nedenle gravürlerde gördüğümüz defor-masyonların ressama mı, yoksa hakkâka mı ait olduğunu söylemek olası değildir. Buradaki yargıların, çaresiz, elimizdeki gravürler üzerinde olması gerekmektedir. İstanbul'u anlatan gerçekten tanıtıcı resimlerin yapılması ancak 17. yy'ın ikinci yarısında başlamış, fakat bu alandaki yoğunlaşma, Osmanlı sarayında Avrupa'ya ilginin arttığı, Avrupa'da da, Aydınlanma Dönemi'ni izleyen antik kaynakları arama tutkusu ve oryantalizmin gelişmesinden, yani 18. yy'ın ikinci yarısından sonra, özellikle I. Abdülhamid ve III. Selim'in, Batılı ressamların resim yapmalarına izin vermeleriyle gerçekleşmiştir, istanbul'la ilgili oldukça çok sayıda gezi kitabından ve tarihleri süsleyen bütün gravürlerden söz etmek bir makale sınırları içinde olası değildir. Bu nedenle 18. yy'ın sonu ile 19. yy'ın ortalarına kadarki zaman bölümü esas alınmıştır.

Türk kültüründe resmin minyatürle sınırlı kalması, 19. yy'ın ortalarında eser ver-

meye başlayan ilk nahif Türk ressamlarına gelene kadar, kent yaşamının görsel kaynağını Batılı ressamlarda aramamıza neden oluyor. Bu kaynak, özellikle kent tarihini yazmak açısından paha biçilmez değerdedir. Eğer bir Grelot olmasaydı, Top-kapı Sarayı'nın 17. yy'ın ortasındaki görüntüsünü asla bilemeyeceğimiz gibi, Hila-ir, Melling, Barlett, Allom gibi ressamların resimleri olmasaydı, 18. ve 19. yy'da Türklerin İstanbul'da yarattıkları olağanüstü kent olgusunu ve sivil mimariyi bilmemize olanak olmayacaktı. Bir bakıma Osmanlı dünyasının maddi görüntüsü, bugüne kalan bazı anıtların dışında, Batılı ressamların aktardığı kadar büiniyor. Bu, Türk kültürünün bu boyutunu yargılamak açısından ilginç bir tarihi olgudur. Öte yandan Batılı ressamların sağladığı bu koleksiyonun bugüne kadar yeterince değerlendirilmediği de söylenebilir. Bu görsel kaynaklar üzerinde yapılacak sistematik bir araştırma İstanbul'un gelişme tarihinin, fiziksel yapısının ve mimarisinin çok daha ayrıntılı olarak yazılmasına olanak vereceği gibi, kent yaşamının sosyal niteliği ü-zerinde de daha aydınlatıcı gözlemler yapmamızı sağlayacaktır.

18. yy'ın ikinci yarısından bu yana Osmanlı ülkesine gelen ve buradaki antik dünya verilerim saptamaya kendilerini a-dayan diplomatlar, mühendisler, ressamlar, araştırmacılar, bu yüzyılda ve 19. yy' in ilk yansında yoğunlaşan çalışma ve yayınlarıyla, İstanbul denen evrensel kent mirasının görsel bir betimlemesini yapmışlar ve Türk tarihinin bu en büyük maddi kültür verisini tanımamıza yardım etmişlerdir. Gravür ya da benzer tekniklerle yayımlanmış olan istanbul resimleri değişik

GRAVÜRLER

418

419

GRAVÜRLER

Guillaume-Joseph Grelot'nun çizdiği Relation nouveüe d'un voyage â Constantinople (1680) adlı kitabındaki panorama 17. yy'da yapılmış en önemli istanbul görüntüsüdür. Galeri Alfa

niteliklerde karşımıza çıkar. Bunların bir bölümü, fiziksel ortamı ya da yapıları ve anıtları doğru olarak belirlemek amacıyla yapılmış, belgesel değer taşıyan gravürlerdir. Bir bölümü, gezi kitaplarını ya da tarihleri resimlemek için yapılmış, genellikle kenti ve yapılan genel bir imge olarak saptayan ve ayrıntılara önem vermeyen gravürlerdir. Kuşkusuz bunların içinde, belge niteliği taşıyan ünlü görüntüler ve panoramalar da vardır. Bir üçüncü grup resim eskiz ve illüstrasyon niteliği taşır. Fakat bunlar da artık mevcut olmayan maddi ortamı anımsatmak açısından önemlidir.

18. yy'dan sonra giderek sayıları artan istanbul gravürlerinin başında kent siluetleri gelir. Çünkü istanbul kentinin denizden görüntüsü, yabancı gözlemcüerin de dile getirdiği gibi, dünyanın en görkemli kent panoramasıdır. O günden bugüne, topografyanın kente hediyesi olan bu olağanüstü kent silueti, ressamları heyecanlandıran ve istanbul vizyonunun evrensel tanımının temelini oluşturan bir peyzaj ü-retimini teşvik etmiştir, istanbul denizle yaşayan bir kent olduğu için kent görünümleri, hep denizle birlikte verilmiştir, istanbul'un dünyaca bilinen imgesini oluşturan bütün yazılı ve çizili betimlemeler denizi vurgular. Bu nedenle de, görsel olarak, istanbul imgesi denizden bağımsız düşünülemez. Aslında bu gözlem, kentin her dönemdeki gelişmesinde, kimliğinin korunması açısından tarih ve coğrafyanın saptadığı bir belirleyici çerçeve, bir yön olarak algılanabilir, ikinci grup resimler, kent çevresinin, özellikle Boğaziçi'nin fiziksel oluşumunun bugün bile insanı heyecanlandıran güzelliğini, vadilerini, koylarını, yeşil örtüsünü, Karadeniz'le birleşmesini, kalelerini ve köylerini vurgulayanlardır. Üçüncü grup resimler büyük camileri,

kentin arkeolojik kalıntılarım konu alanlardır. Bunların içinde Ayasofya ve Süley-maniye başta gelir. Sadece Ayasofya ile ilgili olarak hazırlanan Gaspare Fossati'nin ünlü albümü, istanbul'un Ayasofya merkezli görünümlerini de sergileyen ilginç bir belgedir. Dördüncü grup resimler yaşamın yoğunlaştığı mekânları, özellikle Kapalıçarşı, Atmeydanı, cami avluları, liman, kahveler, mesireler, kıyılar ve sokaklar, bunlar üzerindeki konutlar ve bunları ( süsleyen kent yaşamını konu almıştır. Bunlara sultanlara ilişkin törensel alayları da katabiliriz. Büyük konutların iç yaşamı, kadınlar, kabul törenleri bir başka konu grubu sayılabilir. Türklerin giysileri de Avrupalı ressamların çok ilgisini çekmiş ve yüzyıllar boyunca bunlara ilişkin büyük bir koleksiyon oluşmuştur.

18. yy'dan önce istanbul'u görsel olarak belgeleme, kentin betimlemesini yapan gezginlerin yapıtlarına ekledikleri planlarla başlar. Bunlar ölçüye dayanmayan, görsel, bir tür minyatür tekniği ile yapılmış planlardır. Kenti başlıca anıtlarıyla betimlerler. Fetihten önce istanbul'a gelmiş olan Floransalı papaz Cristoforo Bu-ondelmonti'nin(-0 değişik yayınlarda, değişik baskıları çıkmış, suriçini, Galata'yı ve Anadolu yakasını gösteren resmi, kendi döneminin üslubu içinde Konstantinopo-lis'in ilk haritasıdır (G. Gerola, "Le vedute di Constantinopoli di Christophoro Buon-delmonti.", Studi bizantini e neoellenici, III, s. 247-279). Feühten sonraki istanbul' un ilk resmi ise Fatih döneminde ya da ondan hemen sonra yapılmış ve Vavassore' ye atfedilen plan-resimdir. Bu özgün plan sonradan yapılan birçok yayında değişikliklerle kullanılmıştır. Vavassore planı (ya da kuşbakışı kent görüntüsü) 15. yy'ın sonundaki istanbul'u, diğer resimlere göre çok daha iyi anlatır. 1493'te yayımlanan

Hermann SchedePin Weltkronik adlı yapıtında bulunan istanbul'un kuşbakışı görünüşü ise bir fantezidir. Bu panoramalar temelde yapı formları konusunda doğru fikirler vermekten çok, kentin ve yapıların temel biçimlerini ve göreceli mekânsal i-lişkilerini anlatırlar. Örneğin Buondelmon-ti'nin planında kara tarafındaki çift surun sağlam olarak durduğunu, kent içindeki, herhangi bir doğru biçim endişesi olmadan çizilmiş büyük sütunları ve kiliselerin bazılarını buluyoruz. Vavassore'de ise Top-kapı Sarayı'nı ve Eski Saray'ı, Fatih Camii' ni ve Bizans döneminden kalan bazı yapı kalıntılarının hâlâ var olduğunu öğreniyoruz. Fakat Topkapı Sarayı'nın biçimi tümüyle uydurmadır.

16. yy'da istanbul'a ilişkin resimler artar, istanbul'un en eski ve ilk kez gerçekçi bir tavırla çizilen panoraması Avusturya Elçisi Busbecq'le(->) birlikte istanbul'a gelen ve I. Süleyman (Kanuni) döneminde (1520-1566) 3- yıl istanbul'da kalan (1556-1559) Danimarkalı ressam Melchior Lo-ricks'e (ya da Lorck) aittir. Süleymaniye' nin kent siluetine abartılı olarak egemen olduğu dramatik kent panoraması Osmanlı başkentinin yabancılar üzerindeki etkisini çok iyi anlatmaktadır. Bugün Lei-den'da üniversite kitaplığında bulunan özgün resmin birçok baskısı yapılmıştır. Lorichs'in Osmanlı giyim kuşamına ilişkin resimleri de yayımlanmıştır. 16. yy'da istanbul panoramalan veren yabancı gezginler arasında Salomon Schweigger, Michael Heberer, Giuseppe Rosaccio vardır. 17. yy' in başında bir istanbul panoraması Wil-helm Dilich'in Eigentliche kurtze Besch-reibung undAbriss der weltberühmten . Keyserlichen Stadt Constantinopel adlı eserinde (1606) yayımlanmıştır. 17. yy'm başında yapılan bu panorama Galata surları dışındaki bölgeden istanbul'un bütün

görüntüsünü verir. Fakat İstanbul'un kubbeli yapıların büyük kütleleriyle egemen oldukları dingin silueti yerine burada tümüyle kuleler gibi algılanan bir minareler ormanı vardır. Dilich bilinebilen bütün yapıları deforme etmiş, kentin büyüklüğünü ve anıtsallığını, İstanbul'un kendi karakterinden değil, fakat Avrupa'daki kent imgesinden kaynaklanan bir görüntü ile vermiştir.

l648'de İstanbul'da olan De Mont-conys'in gezi notlan (Journal deş Voyages de M. de Montconys publie par le sieur de Liergue, sonfils, Lyon, 1665) ve yüzyılın ikinci yarısında İstanbul'a gelen John Co-vel'in gezi notları (Extracts from the Di-aries of Dr John Covel, 1670-1679 [Early Voyages and Travels in the Levant içinde yayımlandı], yay. J. T. Bent, Londra, 1893) İstanbul'a ilişkin bazı gravürlerle birlikte basılmıştır. Fakat 17. yy'da yapılan en ö-nemli istanbul görüntüsü Guillaume-Joseph Grelot'nun(-0 l680'de yayımlanan Relation nouvelle d'un voyage â Constantinople adlı kitabındaki Fenerbahçe'ye kadar kent yerleşmesinin bütün sınırlarını içine alan İstanbul panoramasıdır. O zaman henüz yapılanmamış Beyoğlu sırtlarından yapılan bu panoramada Anadolu yakasının topografyası çok oransızdır. Fakat Fenerbahçe Kasrı'na kadar kent gösterilmiştir. Topkapı Sarayı'nın Halic'e bakan cephesini ayrıntılı olarak gösteren resim ise eşsiz bir belgedir. Burada saray, saray surları, Sepetçiler Kasrı ve Yalı Köşkü ve genellikle resme giren bütün öğeler oldukça doğru profilleriyle verilmiştir. Grelot'nun Yeni Cami'yi dış avlusunun özgün duvarlarıyla birlikte gösteren gravürü de kent topografyası için önemli bir belgedir.

17. yy'ın ikinci yarısında, gezileri ve re-

Mouradgea

d'Ohsson'un



Tableau

general de

l'Empire

Otboman

(Paris, 1787-

1834) adlı

kitabında

yer alan

Barbier'nin

Topkapı Sarayı

ikinci


avlusundaki

bayram


törenini

betimleyen

deseni,

ÎAM


Kütüphanesi.

Nazım Timuroğlu

fotoğraf arşivi

simleriyle ünlü Hollandalı Cornelius de Bruyn(->) 1678 sonunda İstanbul'a gelmiştir. Bruyn burada bir buçuk yıl kalmıştır. Desenleri Voyage au Levant (Delf, 1698, Paris, 1714) adlı yapıtında yayımlanmıştır.

Yakındoğu ve Uzakdoğu gezilerini de içeren yüzlerce gravür yapmış olan Bruyn İstanbul'a ilişkin olanların bir bölümünü Grelot'nun desenlerinden esinlenerek yapmıştır. İstanbul'a sonradan gelen ressamlara göre, çok daha ilkel bir tutumla, kentin temel topografik yapısı dışında, hiçbir yapısı doğru olmayan ve kubbelerden çok Avrupa kentleri gibi kulelere boğulmuş, Dilich'inkine benzer bir İstanbul panoraması bırakmıştır. Diğer desenleri de şematiktir.

Gravürleriyle değil, yağlıboya tablolarıyla ünlü olan, fakat 1699-1737 arasında Türkiye'de yaşayıp İstanbul'da ölen Flaman ressamı Jean-Baptiste Van Mour'un da Türkiye'deki yabancı ressam etkinlikleri içinde adı geçmesi gerekir. Fransa Elçisi Ferriol'le birlikte İstanbul'a gelen Van Mour, sonuncusu ünlü Fransa Elçisi Mar-quis de Villeneuve olan 5 elçinin yanında çalışmıştır. Türkiye'nin insanlarını ve kostümlerini işleyen 100 deseni Recueil de cent estampes representant different nations du Levant, (Paris, 1712) adlı yapıtı yayımlandıktan sonra ünlenen Van Mour daha çok insanlar, törenler ve elbiselerle ilgilenmiştir. Bir bakıma Flaman geleneğini Boğaziçi'ne ve Osmanlı yaşamına transfer ettiğini de söyleyebiliriz. Bütün Lale Dev-ri'ni istanbul'da geçiren Van Mour, Patrona Halil Ayaklanması'na tanık olmuş ve Patrona'nın bir de resmini yapmıştır

Avusturya Elçiliği'nde sekreter olarak çalışan Baron de Gudenus(->) yetenekli bir ressam olarak, İstanbul'da bulunduğu

sırada Türklerin kıyafetlerini, İsveç Elçiliği Sarayı'ndan İstanbul'un çeşidi görüntülerini, Topkapı Sarayı'nı, Sultan Ahmed ve Süleymaniye camilerim, saray mensuplarını ve törenleri resimlemiştir. Yüzyılın ikinci yansında İngiliz Sefiri Sir Robert Ainslie'nin yanında çalışan İtalyan Luigi Mayer 1776-1793 arasında İstanbul'da bulunmuştur. Resimlerinin bir bölümü Vi-ews in Turkey in Europe and Turkey in Asia (Londra, 1810) adı altında yayımlanmış olan Mayer, mimariyi daha çok ressamca ve şematik olarak verir. Mimariyle birlikte insan figürleri de donmuş, müze eşyaları gibi tasvir edilmişlerdir. Boğaziçi' ne, limana ilişkin resimleri yanında özellikle sadrazam ve sultanın kabul törenlerine ilişkin resimleri belgesel niteliktedir.

Ünlü Eremya Çelebi Kömürciyan'm(-0 kardeşinin torunu olan Cosimo Comidas de Carbognano (Kömürciyan) (1749-1807), Napoli Krallığı elçisinin çevirmeni olarak İstanbul'a gelmiş ve İstanbul'un başlıca yapıtlarını Descrizione Topografica dello Sta-to Presente di Costantinopoli (Bassano, 1794) adlı kitabında yayımlamıştır. Amatör bir ressam olan Carbognano'nun Adalar, sukemerleri, bellibaşlı camiler, Galata Kulesi, Altın Kapı, Tophane ve St. Be-noît Manastırı'na ve Boğaziçi'ne ilişkin desenleri, çoğu kez hatalı perspektiflerle yapılmış olsa da, ayrıntılarında profesyonel ressamlarda bulamadığımız bir doğruluk vardır.

İstanbul'un 18. yy'ın sonu ve 19. yy'm başındaki fizyonomisini çizen ressamların başında Jean-Baptiste Hilair gelir. Mo-uradgea d'Ohsson'un(->) Tableau general de l'Empire Otboman (Paris, 1787-1834) adlı yapıtıyla, istanbul'da 1784-1792 arasında Fransa elçisi olan Comte de Choiseul-



Yüklə 7,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   98   99   100   101   102   103   104   105   ...   139




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin