Bibi. Boyar, Türk Ressamları, 53-56; A. S. Sözel, Sanat Çevresi, S. 4 (Kasım 1984), 53-56; A. Ersoy, ae, S. 6 (Kasım 1984); N. İslimyeli, Plastik Sanatçılar Ansiklopedisi, Ankara, 1967.
AHMET ÖZEL
HALİL PAŞA TÜRBESİ, SEBİLİ VE ÇEŞMESİ
Üsküdar İlçesi, Gülfem Hatun Mahallesi'n-de Aziz Mahmut Efendi Sokağı ile Açık Türbe Sokağı'nın kesiştiği köşede yer alır.
17. yy'ın ilk çeyreğinde inşa edilmiş cilan yapının banisi 1609-1629 arasında dört defa kaptan-ı derya, iki defa da sadrazamlık görevinde bulunmuş olan Halil Paşa' dır. Oldukça harap durumda olan yapı son yıllarda restore edilmiştir.
Türbe, sebil ve çeşmeden oluşan yapı meyilli bir arazi üzerinde kesme küfeki taşı malzeme ile inşa edilmiştir. Arazinin meyilli olmasından dolayı türbenin altına sebil ve çeşme yerleştirilmiş, böylece ilginç bir uygulama gerçekleştirilmiştir.
Türbe: Kare planlı olup önünde üç birimli bir revağa sahiptir. Mukarnas başlıklı mermer sütunların taşıdığı sivri kemerli revak ortada kubbe, iki yanda aynalı tonoz ile örtülmüştür. Revağm sol yanı örülerek kapatılmıştır. Burada sivri boşaltma kemeri altında mermer alınlıklı ve dikdörtgen söveli bir alt ile sivri kemerli bir üst pencere bulunmaktadır. Revak ortasın-
Halil Paşa'dan bir Göksu manzarası, tuval üzerine yağlıboya, 56x76 cm. Kile Sanat Galerisi Koleksiyonu Nazım Timuroğlu fotoğraf arşivi
Halil Paşa Türbesi, Sebili ve Çeşmesi
Ahmet Vefa Çobanoğlu, 1987
da mermerden basık kemerli bir kapı a-çıklığı vardır. Üzerinde "Ketebehu Mütevelli" imzası ve 1214/1799 tarihini veren Arapça dua yazılı bir mermer kitabe vardır.
Kare planlı türbenin üzeri sekizgen kasnaklı, tromplu kubbe ile örtülmüştür. Trompların altında mukarnas dolgular vardır. Çift sıra pencere düzenine sahip olan yapıda alt sıra pencereler sivri boşaltma kemeri altında mermer alınlıklı ve dikdörtgen söveli, üst sıra pencereler ise sivri kemerli açıklıklara sahiptir.
Türbenin sağında daha sonra türbeye bitişik olarak yapılan ikinci bir türbe daha vardır. Burası Halil Paşa'nın oğlu Mah-mud Bey'in türbesi olup daha küçük ölçüdedir. Yandaki türbeye bir pencere ile açılan yapıda bu pencerenin iki yanında birer dolap nişi bulunmaktadır. Türbe içinin vaktiyle çinilerle kaplı olduğu ve çinilerin de renkli sır tekniğinde firuze ve yeşil renkli geç devir çinileri olduğu bilinmektedir.
Türbe içinde üç tane kabir vardır. Bazı kaynaklarda banisi olan Halil Paşa'nın burada değil de hemen yakınındaki Aziz Mahmud Hüdaî Tekkesi'nde gömülü olduğu hakkında bilgiler bulunmaktadır.
Sebil: Arazinin meyilinden dolayı ilginç bir uygulama olarak türbenin altına köşeye yerleştirilmiş olan sebil tek cephelidir. Diğer cephede basık kemerli, mermer söveli açıklığa sahip kapısı bulunan sebilin büyük bir sivri boşaltma kemeri altında sivri kemerli ve mermer alınlıklı, dikdörtgen açıklıklı iki penceresi vardır. Pencereleri kavrayan büyük kemerin içi de mermer kaplanmıştır.
Çeşme: Sebil girişinin sağında yer alan çeşme sivri kemerli niş şeklinde düzenlenmiştir. Kemer kilit taşında kabartma bir rozet vardır. Silmelerle dikdörtgen içine alınmış olan çeşmenin tekne taşı kırıktır. Aynataşı mermer olup silmelerle Bursa kemeri şeklinde dekorlanmıştır. Aynataşımn ortasında iri bir rozet bulunmaktadır.
Bibi. Konyalı, Üsküdar Tarihi, I, 356-357; Kumbaracılar, Sebiller, 19; Unsal, Türbeler, 86-87. AHMET VEFA ÇOBANOĞLU
HAIİL-HAMİD APARTMANI
Galata'da, Galip Dede Caddesi, Tımarcı ve Şahkulu sokakları arasında kalan yapı a-dası üzerinde, her üç sokağa da cephe verecek biçimde yer alan binanın özgün adı
HALİLİYE MEDRESESİ
514
515
HALK EDEBİYATI
"Barnathan Apartmanlaradır ve Tımarcı Sokağı'nda bulunan iki giriş kapısından doğuda bulunanın üzerinde bugün de söz konusu isim yazılıdır. Ayrıca yine bu iki kapıdan doğudakinde 1892/5652, batıda-kinde ise 1893/5654 olmak üzere hem Miladi hem de Yahudi takvimlerine göre binanın yapım tarihleri yazılıdır.
Yayvan "U" biçimli planı olan beş katlı binanın oval pencereleri olan çatı katı, normal katlardan daha alçaktır. Binanın, ikisi Tımarcı Sokağı'nda (no. 5, no. 17), birisi de Şahkulu Sokağı'nda (no. 31) bulunan üç girişi, ayrıca yine Tımarcı Sokağı'nda, binanın arka avlusuna açılan bir geçit bulunmaktadır. Farklı giriş kapılarından ulaşılan bloklarda her katta iki daire vardır. Binada taşıyıcı olarak volta döşemenin yanında apartman bloklarım birbirine bağlayan çelik döşeme kirişleri de kullanılmıştır. Binanın giriş sahanlığı yer kaplamaları ve merdiven basamakları mermer, merdiven korkulukları ise dökme demirdendir. Gerek Galip Dede Caddesi ile Tımarcı Sokağı köşesindeki ve diğer sokak cephelerindeki çıkmalar, gerekse de bina cephesindeki geniş profilli kat kornişleri, kornişleri taşıyan bezemeli furuşları, pencere aralan ve çıkma kenarlarında bulunan taş kaplama görünümlü düşey bantlar ile Tımarcı Sokağı ve Galip Dede Caddesi cephelerinde yer alan dökme demir balkon korkulukları yapıldığı dönemin mimari özelliklerini yansıtmakta ve cephelere hareket kazandırmaktadır. Profilli sö-veleri olan basık kemerli pencerelerde kilit taşı yerinde barok bezeli kartuşlar yer almaktadır. Binanın zemin kat cepheleri barok dolama dal ve girlandlarla bezeli kemerli giriş kapılan dışında özgün durumunu kaybetmiştir ve çoğu bugün dükkân olarak kullanılmaktadır.
YILDIZ SALMAN
HAT.tT.tYF MEDRESESİ
Fatih'te, Zeyrek Caddesi ile Atpazarı So-kağı'nın kesiştiği kavşakta yer alan Hali-liye Medresesi, 19. yy'da İstanbul'da yapılan az sayıdaki medreseden biridir.
Düzgün olmayan dörtgen planlı bir arsa üzerine yerleşen yapının kuzey ve batı duvarları köşede pahlanmış ve bu yü-
Halil-Hamid Apartmam'ndan bir görünüm. Nazım Timuroğlu, 1994
zeye, üzerine "Bismillahirrahmanirrahim Maliliye Medresesi 1295" yazılı olan küçük bir mermer levha yerleştirilmiştir. Buna göre 1295/1878 tarihli olduğu anlaşılan medresenin kim tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir.
Geleneksel Osmanlı medrese tipinden bağımsız bir düzeni olan yapının özgün tasarımı korunamamıştır. Yapının ilk durumu hakkında 1914'te yapılan tespit çalışması aydınlatıcı olmaktadır. O tarihte tek kişilik yedi odası, avlusu, sarnıcı, gusül-hane, çamaşırhane ve abdesthanesi olan medresenin mahalle arasında bulunduğu, çevresinden gelen tecavüzlerle avlusunun ve arsasının daraldığından söz edilmektedir. Aydınlatma ve havalandırma sorunları nedeniyle medrese öğrencilerinin barınmasına uygun görülmeyen medrese 1918' de yangınzedeler tarafından işgal edilmiştir. 1949'dan bu yana Çırçır Gençlik Kulübü olarak kullanılan yapıda yeni kullanıcıların istekleri doğrultusunda birçok değişiklik yapılmıştır. Kuzey duvarındaki kemerli giriş ve pencereler iptal edilmiş, ara duvarlar kaldırılmış, batı duvarına büyük pencereler açılarak cephe düzeni değiştirilmiştir. Son cephe boyama işlemi sırasında medresenin kitabesi de boyanarak okunması güç bir duruma getirilmiştir. Bugün medreseden geriye kalan yalnız dış duvarlardır. Dökülen sıvanın altından bu duvarların harman tuğlasıyla oluşturulduğu, üstüne taş taklidi sıva yapıldığı gözlenmiştir. Bibi. Kütükoğlu, Darû'l-Hiİafe, 106-107.
ZEYNEP AHUNBAY
HALK BİLGİSİ HABERLERİ
Aylık halkbilim dergisi.
Türk Halk Bilgisi Derneği'nin istanbul Merkezi tarafından l Kasım 1929'dan itibaren yayımlanmaya başladı. Dernek tarafından yayımlanan ilk 19 sayısında yazı işleri müdürü İzzet Adil'di. Halkevleri açıldıktan, sonra, bu tür derneklerin kapatılması gündeme gelmiş ve l Mayıs 1931 tarihli 19- sayıyla Halk Bilgisi Haberleri dergisi de yayımına son vermiştir. Şubat 1932' de Türk Halk Bilgisi Derneği, ilmi ve idari bütün hüviyetiyle halkevlerine intikal ettirilmiştir. Yaklaşık 2 yıllık bir aradan
sonra dergi, 25 Nisan 1933'te 20. sayısıyla İstanbul Halkevi Dil, Edebiyat ve Tarih Şubesi tarafından yayımlanmaya başlamıştır. Bu sefer yazı işleri müdürü Mehmed Ha-lit'tir (Bayrı). 29 Ekim 1933 tarihli 29. sayısı "Cumhuriyet'in 10. yıldönümü şerefine" yaklaşık 80 sayfa olarak yayımlanmış, M. Halil'in "Cumhuriyet Devrinde Halk Bilgisi Harekederi" adlı bir yazısı da "ilave" o-larak verilmiştir.
İstanbul Halkevi'nin yayın organı olan Yeni Türk dergisinin 1935'teki yöneticisi Ahmet Halit Yaşaroğlu, ikinci bir masraf olarak gördüğü Halk Bilgisi Haberleri'ni Yeni Türk ile birleştirmek gerektiğini savunarak dergiyi Yeni Türk'ün içinde yayımlatmaya başladı. Böylece, 49. ve 50. sayılar Yeni Türk'ün Haziran 1935 tarihli 34. ve Temmuz 1935 tarihli 35. sayılarının içinde yayımlandı. Bu duruma direneme-yen M. H. Bayrı, İstanbul Halkevi'nin Dil-Edebiyat Şubesi başkanı olan ve o sırada Ankara'da görevli bulunan M. Fuat Köprülü'nün İstanbul'a dönüşünü bekledi. Köprülü döndüğünde durumu anlatan Bayrı, derginin yine ayrı olarak yayımla-tılmasını sağladı. 49. ve 50. sayılar Ağustos 1935 ve Eylül 1935 tarihleriyle ayrı o-larak ve Yeni Türk'ün içinde çıkanlardan çoğu değişik yazılarla yeniden yayımlandı. 63. sayısından itibaren Eminönü Halkevi'nin yayın organı oldu. 122. sayı da parasızlık yüzünden matbaadan alınamadı. İhsan Hınçer'in matbaadan alabildiği 10 nüsha konuyla yakından ilgilenenlere dağıtıldı.
Eminönü Halkevi'nin organı olarak dergi, M. H. Bayrı'nın yönetiminde 124 sayı çıkmıştır (Şubat 1942). 194l'de Eminönü Halkevi başkanlığına getirilen Yavuz Abadan derginin imtiyazının başkan olduğu için kendisine devrini Bayrı'dan istemiş, Bayrı da buna razı olmayarak dergiyi kapatmıştır. Bayrı, 5 yıllık bir aradan sonra Türk Halkbilgisi Derneği adına Ocak 1947' de bir sayı daha çıkarmış ve giriş yazısında önceki derginin devamı olduğu için 125. sayı demekte tereddüt etmediğini belirtmiştir. Bu sayıdan sonra dergi yayımlanmamıştır.
Özgün derlemelerin yayımlandığı halkbilimi konulu ilk süreli yayın olması açısından önem taşıyan Halk Bilgisi Haber-leri'nde, İstanbul halk kültürü, âşık edebiyatı ve el sanatları konularında zengin malzeme vardır. İstanbul ile ilgili bellibaş-lı yazılar şunlardır:
Melahat Sabri, "İstanbul Düğünleri" (S. 23-24), M. H. (Bayrı), "istanbul'da Derlenmiş Ata Sözleri" (S. 23-24, 98); "İstanbul Halk Tabirleri", "İstanbul Argosu ve Halk Tabirleri" (S. 29-42), Aliye Muazzez (S. 37), Sabahat Muammer (S. 38), Sabahat Yar-gün (S. 46, 47, 49, 51), Nahit Tarhan (S. 54), Hasibe Nazif (S. 55) ve Sait İzdemen (s. 109) imzalarıyla değişik sayılarda istanbul masalları üzerine yazılar; Aliye Muazzez, "istanbul'da Hıdırellez Merasimi" (S. 11), Müşfika Abdülkadir, "İstanbul Âdetleri" (S, 19), M. Zeki, "İstanbul'da Aile Hayatı" (S. 41), A. Naşi, "istanbul'da Halk Zanaatları ve Meslekleri" (S. 45), Gü-
HABERLERİ
H. fi. D. fs/antit! .:.trrkczi [arn/wi/,:a n
-Aylın Mecmua
izzet Âdil
içindeki yazılar
--n
Halk Bilgisi Haberleri'nin l Mayıs 1931 tarihli 19. sayısının kapağı. M. Sabri Koz koleksiyonu
zin Feyhaman, "istanbul'da Halk Sanatları-Ebru" (S. 46) yine "istanbul'da Halk Sanatları" başlıklı imzasız bir yazı (S. 47), Enver Kemal, "istanbul'da Halk Sanatla-rı-Tasvircilik" (S. 49), H. T. Dağlı [oğlu], "İstanbul'da Şekercilik" (S. 55), N. Tezel, "istanbul Manileri" (S. 89-90, 101,102), O. C. Kaygılı, "[İstanbul'da] Halk Tabir ve Tekerlemeleri" (S. 100), Muammer Önus, "İstanbul'da Kullanılan Yanıltmacalar, Ölçülü Fıkralar" (S. 101), Adil Özseven, "İstanbul'da Çocuk Oyunları" (S. 51, 106, 108), M. E. Beşe, "Istanbulcu" (S. 110), M. H. Bayrı, "İstanbul'da Mektebe Başlama" (S. 123), A. S. Ünver, "istanbul Muvakkit-hanelerinde Ne Gibi Levhalar Asılırdı" (S. 125).
Bibi. M. Ş. Ülkütaşır, "Halk Bilgisi Derneği,
Kuruluşu, Mesai ve Neşriyatı", HBH, S. 95 (Ey
lül 1939), 225-233; ay, "Türk Halk Bilgisi Der
neği", Büyük Türkiye, S. 15-16 (Temmuz-
Ağustos 1971), s. 32-37; ay, Cumhuriyetle Bir
likte Türkiye'de Folklor ve Etnografya Çalışma
ları, Ankara, 1973; M. H. Bayrı, "Halk Bilgisi
Derneğine Aid Hatıralar VIII, Derneğin Neşret
tiği Dergiler", TFA, S. 35 (Haziran 1952), s.
551-553; M. T. Acaroğlu, "Türk Halkbilgisi
Kaynakçası Üzerine", Boğaziçi Üniversitesi
Halkbilimi Yıllığı 1975, İst., s. 26-27; F. R. Tun-
cor, "ihsan Hınçer", Yeni Defne, S. 85 (Nisan
1989), s. 3-6. . .. „
I. GUNDAG KAYAOGLU
HALK EDEBİYATI
Halk edebiyatı kavramının sınırları "âşık edebiyatı" ile "tekke edebiyatının dışında kalan ve "anonim" oldukları kesin olan ürünleri içine alacak şekilde çizilmektedir. İstanbul'un halk edebiyatı da bu çerçeve içinde ele alınıp değerlendirilecektir. İstanbul'un halk edebiyatıyla ilgili çalışma, derleme ve incelemelerde bulunanlar arasında I. Kunos(->), Ahmed Rasim(->) ve Mehmed Tevfik(->) akla ilk gelen adlardandır. 11 ciltlik İstanbul Ansiklope-
disi' nin hazırlayıcısı R. E. Koçu(->) da özellikle hatırlanması gerekenlerin başında gelmektedir. M. H. Bayrı(->), N. Te-zel(-+), M. Y. Dağlı, O. C. Kaygılı(-t), S. E. Siyavuşgil, S. Y. Ataman, G. Tunara, M. K. Özergin, A. M. Tomris, S. Yargün, M. Alp gibi adları da, bazıları az olmakla birlikte öz veya önemli bilgiler verenler olarak anmalıyız.
İstanbul'da halk edebiyatının "anlatılma esasına dayanan" türleri bütünüyle mensur olup hikâye etme temeli üzerine kurulmuştur. İçlerinde bazı fıkra, efsane ve menkıbelerde olduğu gibi doğrudan kişilere bağlı olanları da vardır. Masalların büyük çoğunluğu dışında kalanlar genellikle kısa anlatmalardır. Yazılı kaynaklarda masalın dışındaki dalların örneklerim de bulmak mümkündür.
İstanbul masallarının çoğunluğunu, sınıflamada "asıl halk masalları" adı altında toplanan masallar oluşturmaktadır. Bir bölümü gerçekçi bir yapıyla örülmüş olmakla birlikte çoğunluğu olağanüstülüklerle örülüdür. N. Tezel, önceleri Halk Bilgisi Haberleri'nd&(-+) yayımladığı masalları, daha sonra İstanbul Masalları adıyla kitap haline getirmiştir. Bu dergide ayrıca A. M. Tomris ve S. Yargün başta olmak üzere pek çok derleyici istanbul masalı yayımlamıştır. Mehmet Tevfik ile I. Kunos ise, en eski İstanbul masalı yayımlayanlar arasında yer almaktadırlar (bak. masallar).
istanbul'da da hemen her ilimizde olduğu gibi, Nasreddin Hoca, Bekri Mustafa, incili Çavuş gibi gerçek tiplerle Bektaşî gibi bir topluluğu temsil eden bir tipe bağlı fıkralar anlatılır. Pindi Hamid, Borazan Tevfik, Sakallı Celâl gibi devirlerinde sevilen, bugün de hâlâ anılan fıkra tipleri istanbul fıkralarının vazgeçilmez adlarıdır. Kendi dönemlerinin önde gelen pek çok ünlü devlet, fikir ve sanat adamıyla ilgili olarak anlatılan fıkraların da çıkış yeri, devrin başşehri olan İstanbul'dur. Koca Ra-gıp Paşa, Keçecizade Fuad Paşa, Şair Haşmet, Y. K. Beyatlı gibi adları bu arada sayabiliriz. Ayrıca, bölge fıkra tipleri olarak da İmsaki Molla, Çömlekçi Eyyüb, Fitil Niyazi, Hasretî Efendi, Şemsî Molla gibi adlar ilk akla gelenlerdir. Barbar Dimit-ri de azınlık tiplerinin temsilcisi olarak görülür. Bunlarla ilgili fıkralara istanbul' da derlenmiş yazma ve basma eski letâif kitaplarında bol bol rastlanmaktadır.
istanbul çok değişik yönleriyle efsanelerin konusu olagelmiştir, istanbul'un kuruluşu ile başlayıp Türkler tarafından fet-hiyle devam eden istanbul'un efsaneye bağlanma geleneği, daha sonraki yıllarda da devam etmiştir. Çeşitli yapılar ve hemen bütün eski semt adlarıyla ilgili olarak pek çok efsane anlatılmaktadır. Bunlar arasında Rumeli Hisarı'nın yapımıyla ilgili toprak isteme, Kız Kulesi ile Ügili yapılış efsanesi, âdeta İstanbul'un adıyla bütünleşmiş gibidir (bak. efsaneler).
İstanbul'un hemen her köşesinde türbelerde, cami avlularında, mezarlıklarda gömülü bulunan pek çok din ulusu veya dini hüviyeti olan kişilerle ilgili olarak pek çok menkıbe anlatılır. Her biri döneminin
önde gelen adlarından olan bu zatlarla ilgili olarak ayrıca birtakım inanışlar da yaygındır. Bugün, bu zatların menkıbelerinden daha çok sonuncu özellikleri ağırlık kazanmaktadır (bak. evliya menkıbeleri).
istanbul halk edebiyatında nazım ve nesir karışık olarak sunulan halk hikâyeleri sözlü gelenekte fazla yaygın olmamakla birlikte yazma ve basma kaynaklar aracılığıyla halk arasında varlığını korumuştur. Kâtip Çelebi, Mizanü'l-Hak'tz., istanbul kahvelerinde hikâye anlatanların bulunduğunu yazar. Bunların meddahlar ve kıssahanlar olması kuvvede muhtemeldir.
Kahramanlık hikâyeleri, genellikle Kö-roğlu'nun adı etrafında "tasnif edilmiş" hikâye kollarından ibarettir. Ayrıca, bir kısmı Köroğlu hikâyelerini hatırlatan başka hikâyeler de vardır. Dönemine göre, İstanbul'un pek çok semtinde açılan kahvehanelerde, özellikle Anadolu'dan gelenlerin devam ettiği yerlerde Köroğlu kollan anlatılırdı.
Bugün bile yaşlılann dilinden eksik olmayan sevda hikâyeleri, istanbul'un gün görmüş konaklarına kadar girebilen, özellikle yaşlı kadınların zevkle anlattığı hikâyelerdir. Namık Kemal'in mektuplarında sıkça adları anılan bu hikâyeler, genellikle iki kahramanının adıyla anılırdı. Aslında, türküleri sazla birlikte söylenmesi gerekirken belli bir ezgi ile söylenmekte idi. "Kerem ile Aslı", "Tahir ile Zühre" gibi bir zamanlar pek çok taşbaskısı da yapılan bu hikâyeler, artık günümüzde az basılıp daha az satılmaktadır.
Bütünüyle İstanbul'a ait olup mekân o-larak hemen daima istanbul'u seçen "gerçekçi hikâyeler"de, diğer hikâyelerde az da olsa gördüğümüz olağanüstülükler yerine tesadüfler ön plandadır. Sayıları fazla olmamakla birlikte belli bir çerçeve ve plana bağlı olarak kurulmuşlardır. Hemen hepsinin sonunda kötülerin cezalandırıldığını görürüz. Çevri Çelebi-*), Tayyarza-de(->), Hançerli Hamm(->), bir dereceye kadar bunun değişik bir şekli olarak kabul edilen Letaifhame(.-*) bu dalın başlıca örnekleri olarak kabul edilir.
Halk edebiyatı ürünlerinin halka en çok mal olmuş ürünleri "manzum" olarak kurulanlardır. Hayatın çeşitli safhalarında karşımıza çıkarlar. Büyük bir bölümü belli bir ezgi ile söylenir.
Halk edebiyatının halk tarafından en çok ilgi gören ürünü türkülerdir(-»). istanbul türkülerinin bir bölümü, tıpkı Konya, Şanlıurfa ve Harput türküleri gibi klasik sazlarla ve belirli makamlarla icra edilir. S. Y. Ataman, istanbul'da söylenen türküleri altı grupta toplar ve ilkini, "İstanbul'un kendine has türküler (İstanbul türküleri)" olarak adlandırır. O, bu arada ünlü türküler olarak da, "Kâtibim", "Adalar sahili", "Telgrafın telleri", "Aman aman bahriyeli" gibi bir bölümü bugün de söylenmekte olan türküleri saymaktadır.
İstanbul halk edebiyatında maniler de özel bir yere sahiptir. Ahmed Rasim, maniyi milli bir nazım örneği olarak kabul e-dip nasıl "mani atıldığı"m, kahvelerde na-
HALK EDEBİYATI
516
517 HALK EĞİTİMİ MERKEZLERİ
sil mani yarışmaları yapıldığını anlatır. İstanbul manilerinin bir bölümünün dikkati çeken özelliği, "Adam aman" tekerleme-siyle başlayıp cinaslı olarak kurulmasıdır: Adam aman maniler /Ne yaraşmaz güzele / Ula harmaniler / Def elde yârim okur /Benim için maniler. Ancak tekerlemesiz, cinaslı ve cinassız manilerde de tam bir anlam zenginliği görülür (bak. maniler).
Annelerin çocuğunu uyutmak için söylediği, her anneye göre az çok değişik bir ezgiyle söylenen, türkünün bir dalı olarak kabul edilen ninniler, genellikle dörtlüklerden kurulu şiirlerdir. Sağlam bir yapıya sahip olmayan ninniler, çocuğun salıncakta, kucakta, uzatılmış ayaklar üzerinde veya beşikte sallanması hareketiyle birlikte söylenir. Çocuğun cinsiyetine göre değişebilenleri de vardır. Bazıları İstanbul'daki din ulularından yardım isteme motifiy-le süslenir. Bir bölümünde Bağda gezer bağcı Baba /Arkasında yeşil y aba /Himmet et yavrum uyusun / Zindandaki Cafer Baba örneğinde olduğu gibi tehdit, vaat, teselli ve öğünme izleri yer alır.
Daha çok Anadolu'nun Çukurova ve Doğu bölgelerinde en güzel örneklerini gördüğümüz ağıtlar İstanbul'da da dinlenilir. Ferdi ve toplumsal felaketlerin dile getirildiği, genellikle deprem ve yangından zarar görenleri anlatan, destan u-zunluğundaki ağıtların pek çok örneği vardır. Ayrıca, başkalarının acılarını paylaş-
Tabir ile
Zühre
hikâyesinde
kahramanların
acı sonlarını
simgeleyen
dış kapak,
1340/1924.
M. Sabrı Koz
koleksiyonu
mak üzere şairlerin yazdığı ağıtlar, bazen başkaları tarafından da, ya gezilerek veya topluluklarda yüksek sesle okunurdu. Günümüzde örneğine rastlamak imkânsız gibidir.
Hayatın çok çeşitli safhalarında karşımıza çıkan tekerlemeler daha çok çocuk dünyasının ürünü olarak kabul edilir. Kafiyeli, bazen farklı sayıdaki hece ve mıs-ralardan kurulmuş olarak görülür. Bazıları kendine has bir ezgiyle söylenir. İçlerinde belli hareketlerin yapılmasıyla söylenenleri de vardır. Ahmed Rasim'in çeşidi eserlerinde, bugün de aynen söylediğimiz pek çok tekerleme örneği yer alır: Fış fış kayıkçı / Kayıkçının küreği / Tıp tip eder yüreği / Akşama fincanböreği (bak. tekerlemeler).
Tekerlemenin özel bir dalı olarak da kabul edilen yamltmacalar, benzer ses, hece ve kelimelerin tekrarına dayanan, söy-lenilmesinde güçlük çekilen sözlerdir. Özel bir dikkati gerektiren bu sözlerin yanlış söylenilmeleri bazen anlamın değişmesine, hattâ kaba ve müstehcen ifadelerin ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Asıl a-maç ise, dil sürçmesinden dolayı ortaya çıkacak kekelemeye gülmek ve yeni anlamı çözmeye çalışmaktır (bak. yamltmacalar).
Ninninin görevini tamamlamasından sonra uyuyan bebeğin masum hali sevilmesi için en güzel ortamdır. Aynca uyku-
sunu almış, karnı doyurulmuş bir bebek de sevilmeye hazır demektir. "Beşik türküleri" diye de adlandırabileceğimiz "çocuk sevmeleri" çocuğun cinsiyetine, kucakta veya beşikte sevilme durumuna göre söylenir. İstanbul'un güngörmüş yaşlı kadınları, torunlarını severlerken, tıpkı ninnilerde olduğu gibi iyi dileklerini dile getirirken bazı hallerde de sitemli sözler söylemekten geri kalmazlardı.
İstanbul halk edebiyatında manzum ve mensur şekilleri olan ve bir bölümü günlük hayatımızın ayrılmaz parçası haline gelen ürünler günümüzde de canlılıklarını korumaktadır. Genellikle birer cümleden, bazen de birkaç cümlecikten meydana gelirler. Tiyatro eserlerine yazılı olarak girenlerin yanında ortaoyunu türünden değişmeye açık olan eserlerde de görülür. Bunlardan çocuk zihninin gelişmesini sağlamasının yanında onu eğlendirme gibi bir özelliği de olan bilmeceler bugün yerlerini başka oyun ve eğlencelere bırakmıştır. Çocukları eğlendirme ve oyalamada masallar kadar etkili olan bilmeceleri, eski İstanbul'da daha çok nineler sorarlardı. Bu arada birtakım karşılıklar istenir, özellikle güzel ve kutsal şehirler bağışlanırdı (bak. bilmeceler).
Değişik yapı özelliklerine sahip olan atasözlerinin İstanbul'a ait olanlarının sayısı azdır; daha çok başka yerlerde de söylenilenlerle İstanbul ve yakın çevresinin adlarına bağlananlar görülür. "Atı alan Üsküdar'ı geçti", "Zeyrek'ten başka yokuş, serçeden başka kuş bilinmez" vb. A. H. Tarhan'ın Sabr ü Sebat (1875^) adlı tiyatro eseri bütünüyle atasözü ve deyimlerle ö-rülüdür. Bunların tamamının İstanbul'da da kullanıldığı bir gerçektir. Mehmed Tevfik de İstanbul'da Bir Sene adlı eserinde, bir "atasözü söyleme oyunu"ndan söz eder ve örnekler verir (bak. atasözleri).
Atasözleri gibi deyimler de çoğu bütün Türk coğrafyasında ortak olan sözlerdir. Bir bölümü İstanbul'a ait izler taşır: "Hasan Paşa çıplakları", "Ok Meydanı'nda buhurdan yakmak", "Soluğu Gedikpaşa Kül-hanı'nda/Mınlıoğlu Bağı'nda almak", "Dı-ral Dede'nin düdüğü" gibi daha çok yer ve şahıs adlarıyla ilgili olanların yanında ülkenin her yerinde bilinenlerin de çokça kullanıldığı unutulmamalıdır.
"Alkış"lar iyi niyet bildiren dua sözleridir. İnsanların bir iyilik karşısında veya bir bekleyiş öncesinde söyledikleri bu güzel sözlerin sayısı, nedense, karşıtı o-lan "kargış'lara (beddua) göre daha azdır. Genellikle "Allah..." ve "Cenâb-ı Hak" diye başlar. "Rab" adıyla başlayanları da oldukça fazladır. Bazı sözlerde bir korunma, bir ihtimam sezilir.
Kargış, uğranılan bir haksızlık veya karşı karşıya kalınan kötü bir olaydan sonra, karşımızdakine yöneltilen, onun da benzer veya farklı şekillerdeki kötü durumlarla karşı karşıya kalması için söylenilen sözlerdir. Örnekleri "alkış"a göre daha çok ve çeşitlidir. "Ayağın kırılsın", "Gözün kör olsun" gibi sağlıkla ilgili olanlar ön planda olup, ayrıca "Güvendiğin dallar elinde kalsın", "Ocağı tütmez olsun" gibi ba-
üî
Nasreddin Hoca fıkralarının derlendiği taşbaskı kitabın iç kapağı, 1299/1822. M. Sabrı Koz koleksiyonu
şansızlık dileyen, mutsuzluk umanlar da çoğunluktadır.
Bazı araştırmacılarca, daha geniş bir çerçeveyle sınırlanarak "halk tiyatrosu" diye de adlandırılan "seyirlik oyunlar"m temel unsuru göze ve kulağa birlikte hitap etmesidir. Sınıflamada oyunların türleri kadar sergilendikleri yerleşim merkezleri de rol oynamıştır. Oldukça farklı şekillerde sunuldukları için çeşitleri de fazladır. Bazıları eski Türk hayatından izler taşırken komşu kültürlerden etkilenenler de vardır.
Bugün Anadolu'nun pek az yerinde oynanabilen, "köy seyirlik oyunlan"mn aslından oldukça uzaklaştığı, taklide veya makyaja dayalı oyunlar haline geldiği görülmektedir, istanbul'da daha çok iç göç yoluyla gelenlerde görülen bu oyunlarda kadın rollerini de erkekler üstlenirler. Güldürüp eğlendirmeye yönelik olmakla birlikte acıklı konuları işleyenleri de vardır. "Deve oyunu", "Arap oyunu", "Elti oyunu" başlıcalarıdır. Günümüzde gösteri mahiyetinde de olsa görülmemektedir.
Merkezlerde oynandığı için geçmişi hakkında daha etraflı bilgi sahibi olunabilen "şehir seyirlik oyunları"nm günümüzde nispeten yaşadığı, daha doğrusu yaşatılmaya çalışıldığı görülmektedir. Devlet desteğinin yanında bazı kurumların da ilgisini toplayan bu oyunlar daha çok belirli aylarda eğlendirmeye veya sanata yönelik olarak sergilenmektedir. Başlıca alt dalları Karagöz(->), ortaoyunu(->), meddah-lık(->) ve kukladır (bak. kuklacılık).
Dostları ilə paylaş: |