Bibi. A. S. Ünver, İlim ve Sanat Bakımından
Fatih Devri, ist., 1948; A. Adıvar, Osmanlı
Türklerinde ilim, İst., 1982; O. Ş. Uludağ,
Beşbuçuk Asırlık Türk Tababeti Tarihi, Anka
ra, 1991; Ergin, Vakfiye; Ergin, Maarif Tari
hi, I, 124-126. NECDET SAKAOĞLU
DAVER BABA TEKKESİ
Maltepe İlçesi'nde, Başıbüyük Mahallesi' nin kuzeyinde yer almaktaydı.
İstanbul'un yakın çevresindeki Bektaşî tekkelerinden olan bu tesisin kuruluşu ve zaman içinde geçirdiği aşamalar hakkında kesin bilgi bulunmamaktadır. Muhtemelen, 1329'da bu çevrenin Bizanslılardan Osmanlılara intikal etmesini sağlayan Pelekanon Meydan Savaşı'ndan sonra çevreyi kolonize etmek ve Bizans'ı gözetlemek görevlerini üstlenen "gazi dervişlerin" tesis ettiği zaviyelerden birisidir. Yakınındaki ayazma, burada evvelce bir manastır ya da en azından bir skites (keşiş evi) bulunduğunu düşündürmektedir. Ankara bozgunundan (1402) sonra bu bölgeyi tekrar ele geçiren Bizanslılar tarafından, aynı çevrede bulunan benzer nitelikteki kuruluşlar gibi tahrip edilmiş ve 1420'lerde Çelebi Sultan Mehmed'in bölgede Osmanlı egemenliğini tekrar yerleştirmesi üzerine ihya edilmiş olması ihtimal dahilindedir. Söz konusu tekkenin başlangıçta Ahîlere ya da Rum Abdallarına ait olduğu, 15. yy'ın ortalarından itibaren bu zümrelerin askeri hayattaki rolünü üstlenen Bektaşîlere intikal ettiği düşünülebilir.
18. yy'da yaşadığı ve tekkeye adım vermiş olduğu anlaşılan Daver Baha'nın burasını yeniden inşa ettirdiği sanılmaktadır. Vak'a-i Hayriye'de (1826), İstanbul ve çevresindeki diğer Bektaşî tekkeleri gibi Daver Baba Tekkesi de kapatılmış, hattâ muhtemelen yıktırılmış ancak Ab-dülmecid döneminin (1839-1861) sonlarında veya Abdülaziz döneminde (1861-1876) "Nakşibendî" kisvesi altında tekrar faaliyete geçmiştir. Yakın zamana kadar ayakta olan yapının bu son ihya dönemine ait olduğu kesindir.
Tekkelerin kapatılmasından (1925) sonra bir müddet terk edilen bina 1945'te, oldukça geniş olan arazisi ile beraber Vakıflar idaresi tarafından işletmesi Şükrü Güllüoğlu adında bir şahsa satılmış, bu tarihten itibaren çiftlik binası olarak kullanılmaya başlayan tekke 1980'li yılların sonunda bakımsızlıktan çökerek tarihe karışmıştır. Günümüzde zemin kata ait bazı duvar kalıntıları ile yakınındaki çeşme ve ayazma görülebilmektedir.
Daver Baba Tekkesi'nin planı M. Baha Tanınan
Tekkenin hemen bütün bölümlerini içinde barındıran iki katlı ufak bina ahşap iskeletli olarak inşa edilmiş, bodrum katının duvarları moloz taş dolgu ile, zemin katınkiler ise içeriden bağdadi sıva, dışarıdan ahşap kaplama ile meydana getirilmiştir. Üst katın batı cephesindeki kapıdan, aşevi (mutfak) bölümü ile bütünleşen, dikdörtgen planlı büyükçe bir taşlığa girilir. Daver Baba Tekkesi mimari programı asgari düzeyde tutulmuş küçük bir zaviye olduğundan burası, kalabalık toplantılarda dervişlerin ve misafirlerin ağırlandığı, çok fonksiyonlu bir mekân olarak değerlendirilebilir. Taşlığın doğu yönünde, zemini bir seki ile yükseltilmiş ve bir ocakla donatılmış olan aşevi, bunu yanında da, bir kapı ile taşlığa açılan hela-gusülhane birimi yer almaktadır. Söz konusu birimin doğusunda ince uzun dikdörtgen planlı bir aralık u-zanmakta, buradan, tekkenin güneydoğu köşesini işgal eden, şeyh odası olması muhtemel bir mekân ile yapının güneybatı kesiminde bulunan türbeye geçilmektedir.
Dikdörtgen planlı türbenin ortasında Daver Baba'ya atfedilen büyük bir ahşap sanduka, batı duvarında bir pencere, kıble yönündeki duvarının ekseninde de cephede çıkıntı yapan, yarım altıgen planlı bir mihrap bulunmaktadır. Mihrabın varlığı bu mekânın aynı zamanda, ayinlerin icra edildiği meydanevi olarak da kullanıldığını düşündürmekte, sandukanın a-yinlerin koreoğrafisini olumsuz yönde etkileyeceği hesaba katılırsa girişteki taşlığın meydanevi fonksiyonunu da haiz olması ihtimali doğmaktadır. Bu varsayımlardan ilki geçerli kabul edildiği takdirde Daver Baba Tekkesi, tarikat yapılarının pek çoğunda ayin mekânları ile türbe bölümleri arasında gözlenen kaynaşmanın doruğa ulaştığı bir bina olmaktadır.
Bizans dönemine ait ayazma, dikdörtgen planlı ve beşik tonoz örtülü bir hazneye sahiptir. Çeşme ise ufak boyutlu, basit bir ayna taşından ibarettir. Üzerinde çeşmelerde sıkça rastlanan bir ayet ile 1279/1862 tarihi okunmaktadır. Bibi. İSTA, VIII,4275-4276.
M. BAHA TANMAN
DAVUD AĞA
DAVUD PAŞA KÜLLİYESİ
Davud Ağa'nın eserlerinden Çarşamba'daki Mehmed Ağa Camii ve Türbesi (solda), Eyüp'teki Sadrazam Siyavuş Paşa Türbesi (üstte). Fotoğraflar Araş Neftçi
DAVUD AĞA
(?, ? - Eylül 1598, İstanbul) Mimar. Sinan'ın ölümünden sonra "sermimaran-ı hassa" görevine getirilmiş; İstanbul'da, birçok önemli yapıya imzasını atmıştır.
Bugüne kadar yapılan araştırmalarda doğum yeri ve tarihi bulunamamıştır. Ta-rih-i Selânikî'ye dayanılarak tespit edilen ölüm tarihi de tartışmalıdır. Bu kaynağa göre Davud Ağa 1007/1598'in Sefer (Eylül) ayının başlarında, vebadan ölmüştür. Çeşitli kaynaklarda 1597'de temelini attığı Yeni Cami'nin inşaatını bir yıl kadar sürdürdüğü yazıldığına göre, 1598 tarihi doğru olmalıdır.
Davud Ağa'nm istanbul'daki yaşamı ve kente katkıları hakkındaki bilgiler "suyolu nazırı" olduğu 1575'ten sonra açıklık kazanmaktadır. Bu tarihe kadar Mimar Sinan'ın emrinde çalıştığı sanılan Davud Ağa, Edirne'de Selimiye Camii'nin yapımına katılmış, istanbul'un, özellikle Eyüp ve Kâğıthane suyollarının yapım ve onarımında görev almıştır. 1575'te mimarba-şılıktan önceki rütbe olan suyolu nazırlığına getirilmiştir. Bu dönemde Mimar Sinan'la birlikte Kâğıthane ve Kırkçeşme sularına zarar veren yapıları keşfetmiş; Top-kapı Sarayı suyolunu onarmış ve haritasını çıkarmış; Eyüp'e bağlı semtlerdeki kemerlerin, lağımların onarımı ve geliştirilmesiyle uğraşmış; sellerde tahrip olan köprü ve suyollarını yemden yaptırtmış, İstanbul için hayati önemdeki suyollarının yapım ve onarımını üstlenmiştir.
Davud Ağa'nm hayatının suyolu nazırı olduğu 1575-1582 arasındaki dönemi çeşitli rivayetlerle doludur. Eldeki belgeler, bir yandan başarılı çalışmalarının övgü topladığını ortaya koyarken bir yandan da suyolları üzerine meyve ağaçları diken veya inşaat yaptıranlarla uğraştığı için bunların düşmanlığını kazandığını; Kâğıthane suyolları üzerindeki köylerden ve kişilerden çeşitli yollarla çıkar sağlamak ve halka zulmetmekle itham edildiğini de göstermektedir. Nitekim 1582'de dergâh-ı âli çavuşluğunu sürdürmekle birlikte suyolu nazırlığından alınmıştır. Mimar Sinan'ın emri ve önerisiyle 1583'
te teknik ekibiyle İran seferine katılan Davud Ağa, iki yıl kadar sonra İstanbul'a döndüğünde hassa mimarı olarak yemden ustası Mimar Sinan'ın maiyetinde çalışmaya başlamış; 1585'te saraydaki haso-da ve hamamın inşaatını üstlenmiş, aynı yıl ilk önemli eseri sayılan Fatih Çarşamba'daki Mehmed Ağa Camii'ni, bir yıl sonra da yine aynı yerde Mehmed Ağa Ha-mamı'nı yapmış; 1588'de Sinan'ın ölümünden sonra "sermimaran-ı hassa" görevine getirilmiştir. Bu görevdeyken inşa ettiği yapılar arasında Sadrazam Koca Sinan Paşa'mn III. Murad'a (hd 1574-1595) hediye etmek üzere yaptırdığı, mimarisi kadar iç ve dış süslemeleriyle de ünlü Sinan Paşa Köşkü(->) ve bu yapıyı pek beğenen padişahın bir benzerini arzulaması üzerine yaptığı Sepetçiler Kasrı(-*) ö-nemlidir.
Davud Ağa'nın, Sinan'dan etkilenmekle birlikte kendi üslup özelliklerini de taşıyan yapıları arasında, Sinan'a ait olduğu da söylenen Karagümrük'teki Nişancı Mehmed Paşa Camii, Hırka-i Şerif civarındaki Mesih Mehmed Paşa Camii, Cerrah Mehmed Paşa Külliyesi(-0 ve III. Mehmed'in annesi Safiye Sultan tarafından başlatılan, Eminönü'ndeki Yeni Cami Külliyesi(~0 vardır. Yeni Cami'nin planları. Davud Ağa'ya aittir, temelini de o atmış ve inşaatını ölümüne kadar sürdürmüştür. O zamanlar deniz kıyısında olan caminin temelleri atılırken suların boşaltılmasında karşılaşılan güçlüklere yöneltilen eleştirilere ve söylentilere karşı, Davud Ağa'nm, deniz kıyısında böyle bir yapının temelinin o güne kadar dünyada atılmadığını söylediği rivayet edilir.
Diğer eserleri arasında Çarşamba'da Mehmed Ağa Camii avlusundaki Mehmed Ağa Türbesi, cami karşısındaki hamam; Divanyolu'ndaki Koca Sinan Paşa Külli-yesi(-»); Atatürk Bulvarı üzerindeki Gazanfer Ağa Külliyesi(~0; Eyüp'te Sadrazam Siyavuş Paşa ve Defterdar Mehmed Paşa türbeleri, büyük olasılıkla Ayasofya avlusundaki III. Murad Türbesi vardır. Osmanlı mimarisinin klasik döneminin ustalarından sayılan Davud Ağa'mn köşklerinde, çeşme ve sebillerinde, cami ve
türbelerinin süslemelerinde dikkati çeken çiçek, dal, yaprak kompozisyonları, ince oymalar ve süsler üslubunun ayırt edici özelliğidir.
Bibi. (Altınay), Âlimler, 1980, 47-53; (Altı-nay), Mimarlar, 61-72; M. Erdoğan, "Mimar Davud Ağa'nın Hayatı ve Eserleri", Türkiyat Mecmuası, XII, s. 179-204; S. Eyice, "Davud Ağa", DİA, IX, 24-26.
İSTANBUL
DAVUD AĞA MESCİDİ
Eyüp Nişanca'smda Şeyh Murad Tekkesi civarında, Sertarikzade Tekkesi yanında ve Davut Ağa Caddesi üzerindedir.
Yapının banisi Bâbüssaade Ağası Davud Ağa'dır. İnşaat 926/1554'te tamamlanmıştır. Aynı yıl ölen Davud Ağa, mescidin haziresine gömülmüştür.
Mescit bir avlu ortasında olup son cemaat yeri ahşap, asıl ibadet alanı yığma taş ve kiremitli ahşap çatı ile örtülmüştür. 19. yy'ın sonlarında son cemaat yerinin dış yüzü ahşapla kaplanmıştır. Eski ahşap direkleri kaplamanın altında durmakta olup asıl direklerin cephede dört, yanlarda iki açıklıklı olduğunu göstermektedir. Mescidin zaman zaman geçirdiği o-narımlarla asıl mimari karakterini yitirdiği görülmektedir. Son cemaat direkleri kapatılmış, minaresinin gövdesi yenilenmiş, üst pencerelerin ve mihrabın biçimleri değiştirilmiş, fakat Mimar Sinan'ın yaptığı plan düzeni bozulmadan günümüze gelmiştir. Yapı son olarak Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce 1968'de onarılmıştır.
Yapının Davut Ağa Caddesi boyunca uzanan hazire duvarlarına hacet pencereleri açılmıştır. Avluda mihrap duvarının önü ile minare önünde mescidin mezarlığı bulunmaktadır. Avlunun sol tarafında meşrutalar, sağ yanında da kuyu bulunmaktadır. Son cemaat yerinin kuzey duvarında iki pencere ve daha sonra mekâna giriş kapısı gelir. Son cemaat yeri duvarla ikiye ayrılmıştır. Soldaki bölümde doğu duvarında iki pencere, güneyde iki pencere, arada mihrapçık (içten köşeli) yapılmıştır. Yapının ana mekânına girmek için kullanılan kapının üzerinde kitabe yer alır.
Yapının doğu ve batı duvarları simetrik olup, aynı özelliği gösterir. Altta daha büyük olarak yapılmış iki dikdörtgen pencere, bunların üzerine gelen yerde daha küçük iki dikdörtgen pencere daha açılmıştır. Batı duvarında, alttaki iki pencere arasına dikdörtgen şeklinde açılmış niş, dolap olarak kullanılmaktadır. Güneyde de pencere düzeni aynı olup, mihrap içten köşeli ve mermer olarak yapılmıştır. Yapının ana mekânında, solda maksure olup, buradan kadınlar mahfiline çıkılır. Kadınlar mahfili düz balkon çıkması şeklinde olup altta altı tane ahşap paye ile taşınmaktadır. Vaaz kürsüsü güneydoğu köşesinde, mermerden olup duvara bitişik olarak yapılmıştır.
Yapının arazisi meyilli olduğu için doğu ve güney cephesi iki yandan payan-dalanmıştır. Bodur olan minaresi sağda olup, kare kürsüsü, üç sıra tuğla hatıllı kesme taşla örülü, gövdesi yivli, tek şere-feli, konik külah ile son bulur. Yapı içten ve dıştan oldukça sadedir. Ana mekânın duvarlarındaki alttaki pencereler dıştan demir parmaklıklı olup, üsttekiler daire şeklinde yapılmışlardır. Güney cephe dıştan düz duvar halindedir. Son cemaat yerinin içi badanalı olup, ana mekân belli yere kadar mermerle kaplanmıştır. Üst kattaki pencerelerin (içte) etrafı alçıdan yapılmıştır ve içi vitraylı olup kırmızı, yeşil, beyaz renkli lale motifleriyle süslenmiştir. Yapının bahçesinde Bizans devrine tarihlendirebileceğimiz bir sütun başlığı vardır. Fakat daha sonra o-yularak, dibek olarak kullanılmıştır.
Bibi. Öz, istanbul Camileri, I, 81; Ayvansa-rayî, Hadîka, I, 292; ISTA, VIII, 4285; Kuran, Mimar Sinan, 307; Haskan, Eyüp Tarihi, I, 39.
N. ESRA DİŞÖREN
DAVUD PAŞA KÜLLİYESİ
Cerrahpaşa ile Kocamustafapaşa semtleri arasında Davud Paşa Mahallesi'nde bulunan cami, tabhane, medrese, mektep, türbe ve çeşmeden meydana gelen külliye. II. Beyazid'in vezirlerinden Derviş Davud Paşa (ö. 1498) tarafından 8907 1485'te yaptırılmıştır.
Cami: Külliyenin esas unsuru olan Davud Paşa Camii, İstanbul'u tahrip eden zelzele ve yangınlarda büyük ölçüde zarar görmüştür. 28 Haziran 1648 zelzele-siyle ilgili olduğu sanılan bir belgede camide "mihrap sofasının kubbe ve duvarı müceddeden yapılmağa muhtaç" olduğu işaret edilmektedir. İstanbul'u geniş ölçüde tahrip eden 1766 xzelzelesinde tekrar zarar gören Davud Paşa Camii, Hassa Başmimarı Tahir Ağa nezaretinde hassa mimarlarından Abdullah ile İsmail tarafından tamir edilmiştir. 24 Temmuz 1782' de şehri baştan başa harap eden yangında Davud Paşa Camii de yanmıştır. 1894 zelzelesinde ise son cemaat yeri bütünüyle çökmüştür. Cami 1945-1948 arasında Ekrem Hakkı Ayverdi tarafından ve 1960'ta da Vakıflar Genel Müdürlüğü e-liyle tamir ettirilmiştir. Bu tamirlerde 1894 zelzelesinden beri yıkık olan son cema-
IH
Davud Paşa ' "
Camii
Araş Neftçi
at yeri kubbeleri ihya edilmiş, mihrabı da yeniden yapılmıştır.
Davud Paşa Camii, Osmanlı mimarisinde "tabhaneli cami" veya "zaviyeli cami" denilen, esas ibadet mekânının iki yanında "âyende ve revende"ye mahsus (misafir) odaları bulunan tipin örneklerindendir. Dış cepheleri kesme taş kaplamalı olan Davud Paşa Camii'nin bakla-valı başlıklı, altı granit sütuna dayanan sivri kemerler üstündeki beş bölümlü son cemaat yeri beş kubbe ile örtülüdür. Taç kapı nişinin yarım kubbesiyle (kavsara) çift renkli geçmeli taşlardan yapılmış o-
Davud Paşa
Camii'nin
içinden bir
görünüm.
Araş Neftçi
lan kapı kemerinin arasına yerleştirilmiş dört beyitlik Arapça kitabesi vardır.
Cami içten 18,30 m ölçüsünde kare bir mekândan ibarettir. Oldukça büyük olan kubbe yuvarlağına kareden geçiş, köşelerde çok zengin mukarnaslarla süslü tromplarla sağlanmıştır. Cami kubbesinin her büyük zelzelede hasar gördüğü göz önüne alınırsa bu kadar geniş çaplı kubbenin baskısının yeterli derecede ustalıkla karşılanmadığı anlaşılır. Üstü bir yarım kubbe ile örtülü mihrap, kiliselerde olduğu gibi dışarı taşkın beş cepheli bir çıkıntının içindedir.
DAVUD PAŞA SARAYI
DAVUTPAŞA
Ana mekânın yanındaki tabhane odalarının her biri birer kubbe ile örtülüdür. Bunlardan son cemaat yerine komşu o-lanlann birer kapalı avlu gibi düşünüldüğü, yan cephelerinin kemerle eyvan gibi dışarı açılmasından anlaşılır. Gerçek misafir mekânları ocaklı, dolaplı kıble tarafı odalarıdır. Caminin sağ köşesine bitişik olan minare, kürsü ve pabuç kısımlarında 15. yy özellikleri göstermesine karşılık bunların üstünde birdenbire incelen gövdesiyle geç bir döneme işaret eder. Minarenin şimdiki biçimi ve bilezikli şerefe çıkmaları ile 1766 zelzelesinden sonra yapıldığı anlaşılmaktadır. Minarenin cami gövdesiyle birleşmesindeki güzel kemer değişik ve mimari çözüm olarak değerli bir unsurdur. Caminin gösterişsiz bir minberi vardır, içinde ise görünürde bir süsleme bulunmamaktadır. Bugünkü şadırvan, eski şadırvanın temeli üzerinde son yıllarda yeni olarak yapılmıştır.
Medrese: Caminin solunda sokağın karşı tarafindadır. Bir cephesi düz duvar halinde bulunan medrese, revaklı bir avlu etrafında sıralanan kubbeli on altı hücre ve ortada büyük kubbeli bir dershaneden meydana gelmiştir. Hücrelerin önlerindeki küçük kubbeli revakların on altı sütunu ve başlıkları Bizans yapılarından toplanmış parçalardır. Medresenin 1648 depreminde büyük ölçüde zarar gördüğü bilinmektedir. 20 Ağustos 1330/2 Eylül 1914 tarihli bir belgede tamire muhtaç durumdaki medresenin tek kişilik on altı odası, çamaşırhane, gusülhane ve abdesthanesi ile dershane ve şadırvanının bulunduğu, iki de kuyuya sahip olduğu belirtilmektedir. 1918 büyük İstanbul yangınında evleri yananların medreseye yerleştikleri belirtilmektedir. 1931-1932 kışında iki kubbesi çöken medrese o tarihten bu yana tamir görmemiştir.
Mektep: Külliyenin sıbyan mektebi caminin avlu duvarı üstünde bulunuyordu. 1648 zelzelesinden sonra yapılan keşifte mektebin de tamire muhtaç durumda olduğu belirtilmektedir. Sonraları bu sıbyan mektebi tamamen yıkılarak yerine bir okul yaptırılmıştır.
Mahkeme: Caminin kapısı üstünde bulunan mahkeme binasının Saraçhaneba-şı'nda Dülgerzade Camii yanında iken Ramazan 1071/Mayıs l66l'de IV. Mehmed' in (hd 1648-1687) emriyle Davud Paşa Camii yanında yapılan yeni binaya taşındığı bilindiğine göre, mahkeme binası Davud Paşa Külliyesi'nin esas manzumesine ait değildir.
Türbe: Caminin kıble tarafında bulunan türbede camide olduğu gibi temiz bir taş işçiliği görülmektedir. Sekiz köşeli bir plana göre kubbeli olarak yapılan türbenin girişinde iki sütuna dayalı bir sundurma saçağı vardır. Tüm cephelerde altlı üstlü ikişer pencere ile aydınlanan türbenin içi 7,36 m çapındadır. Alt sıra pencereler bir silme ile çerçevelenmiş, ayrıca her biri Bursa kemerine sahip tahfif kemerleri ile bezenmiştir. Üst pencereler ise klasik sivri kemerlidir. Türbenin
kemeri üstündeki Arapça kitabede Derviş Davud adı okunur. Paşanın ölüm tarihi kitabenin dışına, kapı kemeri üstündeki lento taşına 905/1499 olarak yazılmış olup bunun sonradan yanlış olarak işlendiği tahmin edilir.
Çeşme: Avlu kapısı dışındaki Davud Paşa Çeşmesi bugün istanbul'da mevcut kitabeli en eski Osmanlı çeşmesidir. Kesme taştan yapılmış ve son derece sade görünümlü olan çeşme bir kırık sivri kemerden ibarettir. Kitabesinde külliyenin inşa tarihi yazılı olmasına rağmen Davud Paşa'nın "merhum" olarak anılmasından çeşmenin Davud Paşa'nın ölümünden sonra yapıldığı anlaşılmaktadır.
Aşhane ve imaret: Davud Paşa Külliyesi'nin bir aşhane-imarete sahip olduğu, vakfiyesinde hizmetlileri gösterir bir listeden ve 1648 zelzelesi sonrasında kaleme alınan keşif raporundaki "mütevelli odası, imareti ve me'kelhanesi" (yemekhane) şeklindeki ibareden anlaşılmaktadır. Ancak bu bölüm bütünüyle yok olduğundan yeri dahi bilinmemektedir. Bibi. Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri, 345-347; Ayvansarayî, Hadîka, l, 104; ay, Mec-muâ-i Tevârih, 292-293; Cevdet, Tezâkir, I, 33; Gurlitt, Konstantinopels, 61; Halil Ethem, Camilerimiz, 38; (Konyalı), Abideler, 31-32; Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, I, 2; Ayverdi, Fatih III, 327-337; ay, "Davut Paşa Camii, Medresesi, Türbesi ve Mektebi", ISTA, VIII, 4291-4296; Müller-Wiener, Bildlexikon, 395-397; Fatih Camileri, 84-85; A. Gabriel, "Leş mos-quees de Constantinople", Syria, VIII (1925), s. 366-367; S. Eyice, "istanbul Minareleri", Türk Sanatı Tarihi Araştırma ve incelemeleri, I (1963), s. 42; ay, "ilk Osmanlı Devrinin Dini-İçtimaî Bir Müessesesi; Zaviyeler ve Zâ-viyeli Camiler", 10 iktisat Fakültesi Mecmuası, XXIII (1963), s. 45; Kütükoğlu, Darü'l-Hilafe, 166-167; Kütükoğlu, istanbul Medreseleri, 311-312; Kut, Sıbyan Mektepleri, 55; N. Nirven, "Davud Paşa Çeşmesi", ISTA, VIII, 4299.
SEMAVİ EYİCE
DAVUD PAŞA SARAYI
İstanbul surlarının dışında, Topkapı'dan Edirne'ye uzanan eski kervan yolunun kenarında, günümüzdeki Davutpaşa semtinde bulunan saray.
II. Bayezid döneminde (hd 1481-1512) sadrazamlık makamında bulunan Davud Paşa (ö. 904/1498) tarafından yaptırılmıştır. Davud Paşa Sarayı etrafı duvarla çevrili geniş bir alanda yer alan çeşitli köşk, havuz, mescit, daire, hamam, hizmet binaları, ahır vb yapılardan meydana geliyordu. Bugün bu yapılardan ayakta kalabilen tek bina Davud Paşa Kasrı olarak bilinen yapıyla, Sancak Köşkü denilen i-kinci bir yapının harabeleridir. Sarayı meydana getiren binalar bilinmeyen bir sebepten dolayı 16. yy içinde ortadan kalkmıştır.
Davutpaşa Sahrası, Osmanlı devrinde ordu batı yönünde sefere çıktığında ilk toplanma ve konaklama yeri olduğundan padişah bizzat sefere katılmıyorsa orduyu buradaki kasırdan uğurlar ve dönüşte de burada karşılar, yapılan törenler sırasında da burada kalırdı.
Bugün Davud Paşa Kasrı veya Sarayı
olarak bilinen kagir yapı, eski kaynaklarda "Taş Köşk" veya "Taş Kasır" adıyla geçmektedir. 16. yy'ın sonlarında veya 17. yy'ın başlarında yeniden yapıldığı bir arşiv belgesinin yardımıyla anlaşılmaktadır. Kasrın III. Mehmed zamanında (1595-1603) yapıldığı ve mimarının Hassa Başmimarı Dalgıç Ahmed Ağa olduğu aynı belgeden öğrenilmektedir. Ancak III. Mehmed'in 1603'te ölümü üzerine kasrın, ondan sonra tahta çıkan I. Ahmed zamanında (1603-1617) tamamlanmış olduğu da bellidir.
Davud Paşa Sarayı en parlak çağını IV. Mehmed zamanında (1648-1687) yaşamıştır. Kasır, padişahların kısa bir süre kalması için düşünülmüşken bu yıllarda uzunca süre içinde yaşanan bir saray hüviyeti almıştır. Nitekim IV. Mehmed l652'de burada bir mescit yaptırmıştır. Bu mescit 1665-1666'da minber konulup minare de eklenerek camiye çevrilmiştir. Yine bu dönemde kasır etrafına bazı ahşap hizmet binaları ile bir de hamam yapılmış ve kasrın içi çinilerle tezyin edilmiştir.
1138/1725'te, Davud Paşa Sarayı'nda yıkılmış olan bazı binaların taşları ve enkazı Bakırköy Baruthanesi tamirine tahsis edilmiştir. Bundan da artık sarayın bazı bölümlerinin yıkılmaya başladığı anlaşılır. Tarihçi Vâsıf, 1175/1701'de çok harap durumda olan Davud Paşa Kasrı' nın tamir edildiğini yazar.
1225/1810'da Kirkor, Foti ve Todori kalfalar tarafından sarayın bir tamir keşfi yapılmıştır. Bu belgeden sarayın çok büyük ölçüde tamire muhtaç olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Tarih-i Lutjfâe 1243/ 1827'de Davud Paşa Sarayı ile yanındaki caminin çok harap durumda olduğu belirtildiğine göre keşiften sonra ciddi bir tamirin yapılmadığı anlaşılmaktadır.
Daha sonra 1259/1843'te saraydan a-yakta kalan kasrın depo haline getirilmesi kararlaştırılmıştır. Tahminen 1905'ten sonra sarayı koruyan duvarlar kaldırılmış, ağaçlar da tamamen kesilmiştir. Böylece Davud Paşa Sarayı'mn "Taş Köşk"ü çıplak bir arazi ortasında kalmıştır.
Yüksek mimar Sedat Çetintaş 1938' de "Taş Köşk"ün içinde biriken molozları temizlemiş, sonradan eklenen duvarları kaldırmış ve örülü pencereleri açtırmıştır. Fakat Davud Paşa Sarayı'na ait "Taş Köşk"ün restorasyonuna ancak 1957' de girişilmiştir. Bugün köşk iyi durumda olmakla beraber kapalı ve askeri makamların idaresinde olduğundan ziyaret e-dilmesi oldukça zordur.
Davud Paşa Sarayı'mn günümüze kalabilen tek bölümü olan kasır, muntazam işlenmiş kesme taştan iki katlı bir yapıdır. Batı tarafında iki yana taşkın bir kitle bulunur. Alt katta girişi sağlayan iki kapı vardır. Bu girişler baklavalı başlıklı tek sütuna binen iki sivri kemerin koruduğu birer giriş eyvanı içindedirler. Sadece alt kat hizasına kadar yükselen üstleri birer teras şeklinde olan bu eyvanlar kaburgalı çapraz tonozludur. Ön kitlede küçük mekânlar bulunmakta ve bir kori-
dor bunları alt katın ana mekânından a-yırmaktadır. Bu kısmın içinde bir hela ve güney tarafında da yukarı kata çıkışı sağlayan merdiven bulunur. Giriş tam eksen üzerinde olmayıp sağ taraftadır. Alt katın ana mekânı 10,50 m ölçüsünde bir karedir. Bu mekânın üstü kagir kaburgalı bir çapraz tonozla örtülmüştür. Bunun doğu tarafında sivri bir kemerle ayrılmış bir çıkıntı vardır. Alt kat iki sıra pencere ile bol ışık alacak şekilde aydınlatılmıştır. Alt sıradakilerin üstleri tahfif kemerli, dikdörtgen söveli, üst sıradakiler ise sivri kemerlidir. Bu katın giriş tarafındaki duvarında ortada bir ocak ve üzerinde L Ahmed'in manzum kitabesi olan oda çeşmesi yer alır. Duvarda iki de dolap bulunur. Zemin kat altı köşeli tuğlalarla döşenmiştir. Pencerelerin aralarındaki duvarlarda mermerden gözler vardır. Alt katın doğu tarafında bulunan ve ana mekândan büyük bir sivri kemerle ayrılan çıkıntı, ana mekân zemininden 0,20 m yüksekliğinde bir seki halindedir. İki mekânı ayıran kemerin alt uçları iki tarafta da üstünde kum saatleri işlenmiş sütun-çelere oturur. Bu çıkıntı iki sıra pencereli olup üstü aynalı tonozla örtülmüştür.
Merdiven iki sahanlıkla üst kata ulaşır. Üst katın ana mekânına girişi sağlayan ön mekânın iki ucunda, değişik biçimde kemerleri olan kapılarla eyvanların üstlerindeki teraslara geçilir. Ana mekân alt kat gibi iki sıra pencere ile çok bol ışık alacak surette düzenlenmiştir. Geçişi pandantiflerle sağlanan yaklaşık 10 m çapında büyük bir kubbe ile örtülüdür. Kubbe sekizgen biçiminde basık ve sağır bir kasnağa sahiptir. Üst dizi pencerelerden en başta bulunanlar pandantifler yüzünden daha kısa yapılmış, ancak dış mimarinin ahengini bozmaması için pencereler dışarıya diğerleriyle aynı ölçüde açılarak aradaki fark içeride üstlerinin şevli yapılmasıyla giderilmiştir. Girişin de yer aldığı batı duvarında o-cak ve dolap nişleri vardır.
Yapıldığında çok zengin bir şekilde bezenmiş olduğu anlaşılan Davud Paşa Sarayı, son yüzyıl içinde kötü kullanılması yüzünden bu süslemesini yitirmiştir. Alt kattaki ana mekânla, çıkıntılı kitlenin tonozlarında kalem işi nakış kalıntıları görülür. Üst katın pandantiflerinde ise malakâri tekniğinde rumî geçmeler halinde bir bezemenin varlığı fark edilir. Bu izlerden, sarayın bütün tonoz ve kubbesinin aslında kalem işi veya malakâri süslemelerle kaplı olduğuna kesin olarak hükmedilebilir. Sarayın İznik çi-nileriyle bezenmiş olduğu da gerek belgelerden, gerekse kalıntılardan anlaşılmaktadır.
Davud Paşa Kasrı'nın yakınında Sancak Köşkü olarak adlandırılan küçük bir bina daha vardır. Muntazam taş döşeli olduğu anlaşılan bir setin üzerinde inşa edilen bu köşk, iki oda ile bu odaların a-rasındaki bir dehlizden meydana gelmiştir. Bu küçük köşkün üstü, ahşap direklere oturan çok geniş bir saçakla örtülmüştü.
Bibi. Tarih-i Selânikî, II, 651-654; Tarih-i Raşid, I, 112; Ayvansarayî, Hadîka, I, 298; Tarih-i Cevdet, V, 261; Tarih-i lutfî, I, 270-272; Gurlitt, Konstantinopels, I; Danişmend, Kronoloji, IV, 90; Eldem, Köşkler ve Kasırlar, I, 206-237; S. Ünver, "Âb-ı Hayat İçen Davut Paşa", Tarih Dünyası, 1/8 (1950), s. 350; ay, "Davutpaşa Sarayı", TTOK Belleteni, S. 239 (1961), s. 6-7; R. Ekrem Koçu, "Davutpaşa Sarayı", Hayat Tarih Mecmuası, 1/4 (1970), s. 30-34; ay, "Davutpaşa Sarayı", ISTA, VIII, 4308-4313; ay, "Davutpaşa Sarayı Camii", ISTA, VIII, 4313.
SEMAVİ EYİCE
DAVUTPAŞA
Cerrahpaşa, Etyemez, Küçüklanga arasında yer alan, Kasap İlyas ve Kürkçüba-şı mahallelerinden meydana gelen, Sosyal Sigortalar İstanbul Hastanesi ile Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nin yapımında büyük bir bölümü yıkılmış semt. Davutpaşa İskelesi olarak da bilinir.
Davutpaşa'daki yerleşmenin başlangıcı Bizans dönemine kadar inmektedir. Bizanslıların sayfiye yeri olarak yararlandıkları bu bölgeye o zamanlar ne isim verildiği bilinmemektedir. Bununla beraber, Bizanslılar, Cerrahpaşa ile Haseki' yi de içerisine alan geniş bir alanı "Kse-rofolos" diye tanımlamışlardı. Büyük bir olasılıkla Davutpaşa da bu alanın içerisinde kalıyordu. Semtin Bizans döneminden günümüze, Marmara surlarının parçası olup kumsal ile Davutpaşa kapıları arasında uzanan bazı duvar kalıntıları ve bir burç kalıntısı dışında hiçbir şey gelememiştir. Surların büyük bir bölümünün 18. yy'ın ikinci yarısında yıkıldığı sanılmaktadır. Sosyal Sigortalar İstanbul Has-tanesi'nin yapımı sırasında da tonozlu bir yolla 2. ve 3. yy'lara tarihlendirilen bazı şapeller ortaya çıkmıştır. Ancak bunlar hastanenin yapım çalışmaları sırasında yok olmuş, yalnızca küçük bir şapelin apsidi üzerindeki Meryem Ana freski Ayasofya Müzesi'nde korumaya a-lınmıştır. Paspatis, buradaki Hıristiyan manastırından söz ederse de manastıra ait hiçbir kalıntıya rastlanmamıştır. Davut-paşa'da yeterli bir arkeoloji araştırması veya kazısı yapılmamıştır. 1970'lerdeki yol yapımı çalışmaları sırasında bir lahte,
Davutpaşa
semtinin
günümüze
ulaşabilen
sayılı
yapılarından
Kadem-i Şerif
Tekkesi.
Erdem Yücel
temel kazılarında bazı tonozlara ve kalıntılara rastlanmışsa da bunların hemen hepsi, bir oldubittiye getirilerek çalışmaların engellenmemesi için iş sahiplerince yok edilmiştir.
İstanbul'un fethinden sonra Davutpa-şa'nın görünümü oldukça değişmiş, bu küçük yerleşme alanında birbiri ardına cami, mescit, sıbyan mektebi, hamam, dergâh, çeşme gibi yapılar inşa edilmiştir. II. Mehmed (Fatih) döneminin (1451-1481) sonlarında, Mahalle-i Mescid-i Hacı İlyas, Kürkçü Mescidi ve Mirza Baba Mescidi mahallelerinden meydana gelen bu yere, sahilde bir kayık iskelesi yapılmış, daha sonra da Sadrazam Davud Paşa'nın hamamı semte önem kazandırmıştır. Davutpaşa o yıllarda Hobyar, Keyçi Hatun ve Sancaktar Hayreddin mahalleleri ile kuşatılmıştı.
Davutpaşa semtinde Kasap İlyas Ca-mii(->) ile Çavuşzade (Ümmü Gülsüm) (bak. Çivizade Kızı Mescidi), Bayezid-i Cedid(->), Etyemez mescitleri orijinal durumlarını koruyamamakla beraber yine de iyi bir şekilde günümüze ulaşabilmişlerdir. Semtteki Abacızade Mescidi, Abaî Mescidi, Hobyar Mescidi ve Kürkçübaşı Camii ise yıkılmıştır.
Kasap İlyas'ın 900/1494-95'ten önce yaptırdığı Kasap İlyas Camii, 1894 depreminde yıkılmış ve aynı yıl eski taşlardan ve 1,50 m yüksekliğindeki temellerinden yararlanılarak yeniden yaptırılmıştır.
Mimar Sinan yapısı olduğu sanılan Çavuşzade Mescidi'ni (Ümmü Gülsüm Mescidi) Mustafa Ağa yaptırmış, Çivicizade kızı Ümmü Gülsüm Hatun da 1281/1864-65'te minberini koydurmuştur.
Davutpaşa İskelesi ile Sosyal Sigortalar İstanbul Hastanesi arasındaki Etyemez Mescidi'ni II. Bayezid yaptırmış, minberini de aynı mahalleden Ömer Ağa koydurmuştur.
Samatya Caddesi üzerindeki Etyemez Mescidi ise, 1930'lu yıllarda harap bir durumda olduğundan yıktırılmış ve biraz daha arkaya kare planlı, üzeri çatı ile örtülü olarak yeniden yaptırılmıştır.
17. yy'ın ilk yarısında Defterdar Bekir Paşa'nın Marmara sahil surlarının dı-
Dostları ilə paylaş: |