I d I n I a V a V x h o n I n < I j V a h I x V l a I o I l n V v h fi X l Q


Bibi. Eldem, Boğaziçi Amlan; Şehsuvaroğlu, Boğaziçi. EMiNE ÖNEL Fer'iye Karakolu



Yüklə 7,77 Mb.
səhifə72/139
tarix27.12.2018
ölçüsü7,77 Mb.
#87837
1   ...   68   69   70   71   72   73   74   75   ...   139

Bibi. Eldem, Boğaziçi Amlan; Şehsuvaroğlu, Boğaziçi.

EMiNE ÖNEL



Fer'iye Karakolu

Tarkan Okçuoğlu, 1994

FER'İYE SARAYLARI

Beşiktaş İlçesi'nde, Ortaköy'de, Çırağan Caddesi üzerinde yer alırlar. Günümüzde Galatasaray Üniversitesi ve Kabataş Lise-si'nin kullanımındadırlar. Bu yapıların Ortaköy tarafında, Ortaköy Karakolu ya da Tabya Karakolu adlarıyla da bilinen, halen onarımı yapılan Fer'iye Karakolu(->) bulunur. Beşiktaş yönüne doğru, bugün otel olarak kullanılan Çırağan Sarayı(->) yer alır.

19. yy'ın ikinci yarısına tarihlenen Fer'i-

ye Sarayları'nın, mimarı hakkında şimdilik kesin bir bilgi yoktur.

Fer'iye Sarayları, "Sultan Sarayları" ya da "İbrahim Tevfik Efendi Sahilsarayı", "Cemaleddin Efendi Sahilsarayı" ve "Sey-feddin Efendi Sahilsarayı" adlarıyla da bilinirler.

Bu saraylara fer'iye denmesinin sebebi, padişahın oturduğu esas sarayın yanında ikinci derecede önemli yapılar olmasındandır. Deniz tarafında üç ana bina, bir cariyeler koğuşu ve iki katlı küçük bir binadan oluşan yapılar topluluğunun arkasında, yol tarafında ek binalar yer alır.

Yapılar denize paralel bir konumda inşa edilmişlerdir. Üç ana bina dikdörtgen planlıdır. Denize ve yola bakan odalar ve bunların arasında kalan kısımlarda geniş sofalar yer alır. Sofraların tavanlarında, kalem işleriyle motiflendirilmiş ahşap kaplamalar kullanılmıştır. Bu orijinal kısımlar günümüzde de varlığını sürdürmektedir. Yapıların cepheleri simetrik bir düzenlemeye sahiptir. Yuvarlak veya basık kemerli ya da dikdörtgen çerçeveli sade pencereler kullanılmıştır. Katlar yatay silmelerle ayrılmıştır.

Fer'iye Sarayları Osmanlı tarihindeki önemli olaylardan birine sahne olmuştur. 1876'da tahttan indirilen Abdülaziz (hd 1861-1876) önce Topkapı Sarayı'na(->), sonra da bugün Kabataş Lisesi'nin kullanımında olan binaya getirilmiştir. Buraya getirilmesinden birkaç gün sonra, Abdülaziz odasında ölü olarak bulunmuştur.



BibL S. H. Eldem, TürkEvi, II, 152-153; Ü. Kur yucu, "Boğaz'm Rumeli Sahili Yalıları", (İÜ Edebiyat Fakültesi yayımlanmamış lisans tezi), ist., 1966; Şehsuvaroğlu, Boğaziçi.

EMİNE ÖNEL



FERRUH KETHÜDA CAMÜ VE TEKKESİ

Fatih İlçesi'nde, Balat'ta, Molla Aşki Ma-hallesi'nde, Mahkemealtı Caddesi ile Fer-ruh Kâhya, Kahkaha ve Çavuş Hamamı sokaklarının sınırladığı arsa üzerinde yer almaktadır.

Sadrazam Semiz Ali Paşa'nın (ö. 1565) kethüdası (kâhyası) Ferruh Ağa tarafından 970/1562'de yaptırılmıştır. Aynı zamanda tekkenin tevhidhanesi olarak da

kullanıldığı anlaşılan caminin tasarımı Koca Sinan'a aittir. Söz konusu cami-tevhid-hane, günümüze ulaşmamış olan tekke bölümlerinden, mahkeme binasından ve çeşmeden meydana gelen küçük bir külliyenin çekirdeğini teşkil etmekteydi. Mihrap 18. yy'ın birinci çeyreğinde Tekfur Sarayı çinileri ile kaplanmış, aynı yüzyılın ikinci yarısında, büyük bir ihtimalle 1766 depreminden sonra minarenin kaideden yukarısı yenilenmiştir. Geçen yüzyılda, muhtemelen 1877'deki Balat yangınında, ahşap olan son cemaat yeri ile çeşitli tekke bölümlerinin, ayrıca mahkeme binasının ortadan kalktığı, son cemaat yerinin sonradan ihya edildiği anlaşılmaktadır. 1925'te tekkelerin,kapatılması üze/ine terk edilen ve zaman içinde harap olan cami-tevhidhane binası, çevrede yaşayanların 1953'te kurduğu Ferruh Kâhya Camii Onarma ve Koruma Cemiyeti tarafından tamir edilmeye başlanmış, mali sıkıntılar yüzünden kesintiye uğrayan onarım Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün desteği ile 1960' larda tamamlanabilmiştir.

Kuruluşundan 1925'e kadar Halvetîli-ğin Sünbülî koluna bağlı kalan tekke kaynaklarda "Balat Tekkesi" olarak da-Zikre-dilir. Ayin günü cuma olan tekkenin Maliye Nezareti'nden yılda 132 kuruş, Kurban Bayramlarında da üç adet koyun istihkakı olduğu tespit edilmektedir. Ferruh Kethüda Tekkesi'nin şeyhleri arasında birçok kişi daha sonra Sünbülî âsitanesi o-lan Koca Mustafa Paşa (Sünbül Efendi) Tekkesi'ne postnişin olmuştur.

Moloz taş örgülü ve kesme taş harpuş-talı duvarlar, düzgün olmayan yedigen planlı arsayı kuşatmaktadır. Basık kemerli beş adet avlu girişi farklı yönlere açılır. Cami-tevhidhane çevre duvarına iki noktada temas edecek şekilde yerleştirilmiştir. Söz konusu bina ile duvar arasında kalan saha hazireye ayrılmıştır. Hazirenin diğer bir parçası da kuzey duvarının önünde yer almaktadır. Avlunun batı ve kuzey sınırlarında derviş hücrelerinin sıralandığı, dükkânlar ile mahkeme binasının da doğuda, cadde üzerinde yer aldığı tahmin edilebilir. Çeşme arsanın kuzeybatı köşesine, sokakların kavşağına yerleştirilmiştir.

Cami-tevhidhane, aynı çatının altına alınmış olan ters "T" planlı bir harim ile e-

nine dikdörtgen planlı bir son cemaat yerinden meydana gelmektedir. Mihrap "T" nin kıble doğrultusunda gelişen kolunda yer alır. Sinan'ın, altı veya sekiz destekli, merkezi kubbeli birtakım camilerinde uyguladığı mihrap çıkıntısının çatılı bir yapıda görülmesi dikkat çekicidir. Son cemaat yerinin, ilk yapıldığında, kare kesitli taş kaidelere oturan sekiz adet ahşap dikmenin taşıdığı, açık bir sundurma şeklinde olduğu tahmin edilebilir. Dikmelerin arası 19. yy'ın son çeyreğinde ahşap duvarlarla, son onarımlarda ise demir doğramalı ca-mekânlarla kapatılmış, sonuçta yapının dış görünümüne bir sivil mimari çeşnisi katan son cemaat yeri özgünlüğünü yitirmiştir.

Harimin duvarları bir sıra kesme küfeki taşı ve tuğla ile almaşık olarak örülmüştür. Kuzey duvarının eksenindeki harim girişi breş taşından kalın söveler ve beyaz mermerden kaval silmelerle kuşatılmış, rumîlerin bezediği bir alınlıkla taçlandırıl-mıştır. Basık kemerli açıklığın üzerinde, bani olarak Ferruh Kethüda'nın adı ile kimliğini, ayrıca inşa tarihini (970/1562) veren, istifli sülüsle yazılmış, Arapça mensur kitabe bulunmaktadır. Evliya Çelebi kuzey duvarının son cemaat yerine bakan dış yüzünde, hac yolundaki çeşitli "menzilleri" ve geçitleri tasvir eden manzara resimlerinin bulunduğunu kaydeder. Bazı geç dönem Osmanlı camilerinde gözlenen manzara resimlerinin oldukça eski bir geleneğe dayandığını belgelemek açısından çok önemli olan bu resimler ne yazık ki tamamen ortadan kalkmıştır.

Harim duvarlarında iki sıra halinde düzenlenmiş pencereler sıralanır. Dikdörtgen açıklıklı olan alttakiler, kesme küfeki taşından sövelerle kuşatılmış, demir parmaklıklarla donatılmış, almaşık örgülü sivri hafifletme kemerleriyle taçlandırılmıştır. Sivri kemerli olan tepe pencereleri ise alçı revzenlerle kapatılmıştır. Kuzey duvarı boyunca iki katlı mahfiller sıralanmaktadır.

Cami-tevhidhanede süsleme açısından en çok dikkati çeken öğe mihraptır. Mihrabın, mermerden kaval silmeli çerçevesi ve altı sıra mukarnaslı kavsarası dışında kalan yüzeyi, 18. yy'ın birinci çeyreğinde, İstanbul'da Tekfur Sarayı'nda imal edilen,

sıraltı tekniğinde çini levhalar ile kaplıydı. Klasik dönemin İznik çinilerini taklit eden bu levhalarda beyaz zemin üzerine kırmızı, yeşil, firuze ve lacivert kullanılarak şakayık ve hançer yaprağı gibi natü-ralist motifler işlenmiştir.

Mihrap hücresinin içinde yer alanlar hariç, diğer çiniler 1938-1947 arasında yerlerinden sökülerek kayıplara karışmıştır. Aynca pencere içlerinde, zeminde, beyaz mermere renkli taş kakmak suretiyle meydana getirilmiş dikdörtgenler, mihrap şamdanlarının arkasında, süpürgelik hizasında yer alan Bursa kemerli ve palmetli mermer levhalar, mukarnaslarla donatılmış ahşap mahfil sütunları ile yapının güneybatı köşesinde, dışarıda yer alan güneş saati de kayda değer' ayrıntılardır.

Ahşap minber, kalem işi bezemeler ve alçı revzenler son onarımda konmuş olup ilk yapıdan kalma değildir. Günümüzde çıtalarla bölünmüş düz bir yüzeye sahip o-lan tavanın ortasında, zamanında bir ahşap kubbenin bulunduğu bilinmektedir. Harimin kuzeybatı köşesinde yükselen minare bütünüyle kesme küfeki taşından ö-rülmüştür. İlk yapıdan kaldığı anlaşılan, yarım sekizgen planlı kaideyi, barok üslubu yansıtan, kesik koni biçimindeki pabuç

Ferruh Kethüda Camii'nin içinden bir görünüm. Yavuz Çelenk, 1994

Ferruh Kethüda Camii'nin plam (solda) ve caminin Tekfur Sarayı'nda üretilen çinilerle kaplı mihrap hücresinden ayrıntı.



Ali Saim

ı, 1944 (sol), M. Baba Tanınan, 1983

kısmı izler. Silindir biçimindeki gövde kurşun kaplı, koni biçimindeki ahşap külahla son bulmaktadır. Şerefe kaval silmelerden oluşan bir dolguyla desteklenmiştir. BibL Evliya, Seyahatname, ty, I, 212-219; Ay-vansarayî, Hadîka, I, I, 55-57; Ayvansarayî, Mecmuâ-i Tevârih, 98-99, 240; Âsitâne, 3; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, I, 16-17, no. 33; Münib, Mecmua-i Tekâyâ, IV; Ihsaiyat II, 14; Vassaf, Sefine, V, 275; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 3-4; Ergun, Antoloji, II, 659; Osmanlt Müellifleri, I, 50, 219, 228; Konyalı, MimarSinan, 86-88; Eyice, istanbul, 65; ISTA, IV, 1965-1966; Öz, İstanbul Camileri, I, 31-32; Eldem, Köşkler ve Kasırlar, I, 17; Sözen, MimarSinan, 162, 373; Müller-Wiener, Bildlexikon, 381; Kuran, MimarSinan, 25, 34, 115, 259, 276; M. B. Tan-nıan, "Balat Camii ve Tekkesi", DİA, V, 7-8. M. BAHA TANMAN



FERSAN, REFİK

(1893, İstanbul - 13 Haziran 1965, istanbul) Bestekâr, tanburi ve lavtacı.

Şehzadebaşı'nda doğdu. Bestekâr ve okuyucu Hafız Mehmed Şemseddin Efen-di'nin oğludur. İlk musiki zevkini aldığı babasını küçük yaşta kaybedince, II. Abdül-hamid'in mabeyincilerinden olan eniştesi Faik Bey'in Bebek'teki yalısında büyüdü. Bu yalıda her hafta düzenlenen ve Tanburi Cemil Bey(->) Levon Hancıyan(->), Enderunî Hafız Hüsnü Bey, Lavtacı An-don, Rahmi Bey(->), Lem'i Atlı(->), Neyzen Aziz Dede gibi üstatların yer aldığı fasılları dinleyerek büyüdü. Önce ud sazına heves etti. 1905'te, Tanburi Cemil Bey'den tanbur dersleri almaya başladı; bu derslere yedi yıl devam etti. Aynı yıllarda Levon Hancıyan'dan da faydalandı.

Bir süre Robert Kolej'de(-0 okudu, Mekteb-i Sultani'den (Galatasaray Lisesi) mezun oldu. Ailesiyle birlikte 1912'de Mısır'a, oradan da 1913'te İsviçre'ye gitti. Teyzesinin kızı olan bestekâr ve kemençe-ci Fahire Hanımla Cenevre'de evlendi. Dört yıl kaldığı İsviçre'de kimya öğrenimi gördü ve Batı musikisi üzerine çalıştı. 1917'de İstanbul'a dönünce sınavla, Da-rü'l-Elhân(-t) tanbur hocalığına getirildi. 1918'de Muzıka-i Hümayun'a(->) yüzba-

FES


296

297

FESHANE

Refik Fersan

Cumhuriyet Gazetesi Arşivi

şı rütbesiyle Türk musikisi muallim muavini olarak atandı. Aynı tarihlerde, Muallim îsmail Hakkı Bey'in yönetiminde ilk konserini verdi. Muzıka-i Hümayun'un Türk musikisi kısım şefliğine getirildi. 1923'te Cumhuriyet'in ilanıyla saraydaki musiki kadroları Ankara'ya nakledilince, yeni oluşturulan Riyaseticumhur incesaz He-yeti'ne şef olarak atandı; 1927'de istifa ederek heyetten ayrıldı.

Fersan istanbul'a yerleşince, Münir Nurettin Selçuk'un(-») konser ve plak çalışmalarına eşi Fahire Fersan'la birlikte katıldı. 1937'ye kadar, istanbul Radyosu'nda çalıştı. 1938'de Ankara Radyosu hizmete açılınca, istanbul Radyosu'nun birçok sanatçısı gibi Ankara'ya gitti. 1949'da, Şark Musikisi Konservatuvarı'm kurmak üzere Suriye'ye davet edildi. 1950'de dönüşünde, istanbul Konservatuvarı icra He-yeti'nde ve istanbul Radyosu'nda göreve başladı. Konservatuvar Tasnif Heyeti'nde önce üye, sonra başkan sıfatıyla yürüttüğü görevini ölümüne kadar sürdürdü.

Tanburuyla birçok plağa taksimler doldurmuş ve eşlik sazı olarak katkıda bulunmuştu. Mevlevî ayinlerinden ilahilere, peşrev ve saz semailerinden sirto ve marşlara, kâr-ı nâtıktan kârçeye, beste ve semailerden şarkı ve fantezilere kadar dini ve dindışı beste şekillerinin hemen hepsinde, kendi ifadesiyle 400 dolayında eser veren Fersan, özellikle saz eserlerinde 20. yy Türk musikisinin en güçlü bestekârlarından biriydi. "Nikriz Saz Semaisi" şaheserlerinden biridir.

"Kadıköylü" adım verdiği "Beğendim biçimini, her yerin mini mini" mısraıyla başlayan nihavent fantezisi; "Gel bu yaz şöyle Fenerbahçe'de birkaç gün kal" hicaz şarkısı ile "Kâğıthane Safası" adlı ve "Derdimi saya saya" mısraıyla başlayan neva şarkısı, istanbul konulu eserleri olarak ün kazandı. Mahur "Bir neş'e yarat hasta

gönül, sen de biraz gül", "Dün yine günümüz geçti beraber", "Ver sâkî tazelendi derdim bu gece"; acemkürdi "Rüzgâr uyumuş, ay dalıyor, her taraf ıssız"; segah "Düştü enginlere bir ince hüzün" ve kürdi-lihicazkâr "Gözlerin mavi mine, vuruldum perçemine" gibi birçok eseri, "istanbul şar-kılan"nm önde gelen örnekleridir.

Hamparsum notasını çok iyi bilmesinden dolayı, Ankara Radyosu'nda ve istanbul Belediye Konservatuvarı'nda çalıştığı yıllarda, bu nota sistemiyle yazılmış çok sayıda eseri bugün kullanılan Batı notasına çevirerek klasik Türk musikisi reper-tuvarına kazandırması en büyük hizmetlerinden biridir. Unutulmuş makamlardan biri olan "selmek"ten eserler besteleyerek bu makamı yeniden canlandırmıştı. Geleneklere bağlı, ancak yeniliğe açık, yol gösterici ve kendine özgü bestekârlığı, Türk musikisinin son dönemine damgasını vurmuştur.

Bibi. inal, Hoş Soda; R. Kalaycıoğlu, Türk Musikîsi Bestekârları Külliyatı, 1959; M. Rona, 50 Yıllık Türk Musikîsi, ist., 1900; M. N. Özalp, Türk Musikîsi Tarihi, Ankara, 1989; Y. Öztuna, BTMA, I.

MEHMET GÜNTEKlN

FES

Önceleri Batılılaşmanın, 19. yy'ın ikinci yarısından sonra da Osmanlılığın simgesi olarak 100 yıl kadar (1828-1925) kullanılan serpuş.



Türkvari fes formları önce istanbul'da moda olmuş; dönemin padişahından sıradan insanlara kadar, her dinden ve ulustan bireylerce benimsenmiştir. Taşradaki kullanımı istanbul düzeyinde özgünlük ve seçmecilik yansıtmayan fes, devlet protokolünden günlük yaşama, edebiyata, folklora ve müziğe değin her alanı etkilemiştir.

Üzerine sarık sarılan, fese benzer külahlar, II. Mahmud'un kıyafet yeniliğini gündeme getirmesinden önce de vardı. Evliya Çelebi, 17. yy'da, "azeb askeri, azeb taifesi"nin başlarına fes giydiklerini yazar. 1826'da Hüsrev Paşa kaptan-ı derya iken, başlıklarının ağırlığından kürek çekmekte zorlandıklarını gözleyerek kalyonculara Tunus fesi giydirdi. II. Mahmud, bir cuma selamlığında kalyoncu erlerini denetlerken feslerini beğendi. Asâkir-i Man-sure-i Muhammediye(-0 askerlerinin ilk zamanlar başlık olarak kullandıkları şubara (şobara) yerine fesin kabul edilmesi u-zun tartışmalar sonunda gerçekleşti. Bir fermanla ordunun diğer sınıfları ve halk için de fes zorunlu tutuldu. Tutucu çevreler bir süre fese alışamadılar ve ona "püsküllü bela" adını verdiler. 1828'de çıkarılan bir nizamnameyle devlet ricalinin, ulemanın ve rütbe sahiplerinin ne şekilde fes giyecekleri de tespit edildi. Bu dönemin fes-, leri, altı dar, üstü geniş ve üzeri ipek mavi püskül örtülüydü; ortaya gelen püskülün üzerinde de oymalı bir süs takılıydı. Abdülmecid döneminde (1839-1861) altı geniş, üzeri dar sahan kapağı şeklinde, kulak hizasına kadar uzun siyah püsküllü fes moda oldu. Abdülaziz döneminde

(1861-1876) "aziziye" denen, basık ve geniş fes; II. Abdülhamid döneminde ise (1876-1909) uzun ve kalıplı fes modaydı.

Feslerin şekilleri, ait oldukları padişah dönemine atfen "mahmudiye", "mecidiye", "aziziye", "hamidiye" şeklinde isim-lendirilirdi. Feslerin renkleri de al pembeden mora, hattâ siyaha kadar çeşitlilik göstermiştir. Kırmızı, ünnabi, güvez, mor, al, narçiçeği ve siyah en çok sevilen renklerdi. Narçiçeği renginde olan fesler, II. Abdülhamid döneminde hafiye fesi olarak bilinirdi.

Fes, genel olarak eğri, kaş üstüne kadar eğik, yan, arkaya doğru vaziyetlerde giyilirdi. Bazen ön tarafta tablayla fesin yanlarında meydana gelen çukura kibar çevrelerde "yar tekmesi", külhanbeyi çevresinde de "kuş yuvası" denirdi. Boyun ve kulakları örten feslere "babayani", "efen-divari"; ıslanıp bozulmuşuna "limon kabuğu"; sıfır kalıba çekilmişine "saksı dibi"; yassı ve başa geçmişine "tablakâr"; kenarı kıvrılmış saçlarla süslü olarak giyilenine "kapatma sümbül saksısı" gibi adlar verilirdi. Bunların dışında "kel örten", "ayıp kapayan", "yandım allah", "horoz ibiği" adlarıyla anılan fesler de vardı. Daha eski dönemlerde "Ali Kurna" denilen Tunus fesleri, "iskender", "davut vezir", "po-ti", "çifte pehlivan", "bol fırt", "kibarlara mahsus", "şıllık", "hereke" gibi isimler taşıyan fesler kullanılmıştır. Önceleri yalın olarak giyilen feslere zamanla mendil, çevre, tülbent benzeri şeyler dolamak geleneği de doğdu, istanbul esnafı, bu geleneği uzun müddet yaşatarak feslerine çeşidi sarıklar sardılar. Feslerin çevresine tablasından kenarına kadar düzgün sarık sarmak ise II. Abdülhamid zamanında âdet olmuştur. Bu tip sarıkları sarma izni ise sadece din adamlarına verilmişti. Fesin giyiliş tarzı, kişilerin toplum içindeki yerini de belli ediyordu.

Biçimi bozulan fesler kalıplanırdı. Fes-çilik ve fes kalıpçılığı istanbul'da yaygın birer zanaattı. 0-16 arasında değişen muhtelif numaralara ait fes kalıpları ise "dar beyoğlu", "hamidiye", "büyük hamidiye", "tam zuhaf", "yarım zuhaf", "efendi biçimi", "izmir biçimi" şeklinde adlandırılırdı. Fes, eğer kaliteli değilse, yağmurlu havalarda ıslandığında boyaları giyenlerin yüzüne akar, o zamanların deyimiyle giyenleri "apukurya maskarası" haline getirirdi.

II. Meşrutiyet'ten sonra feslerin ön tarafına ay-yıldız çeşidinden armalar koymak moda haline geldi. Bunun öncüsü i-se Enver Paşa oldu. istanbul'da fesin moda olduğu 1830'lu yıllarda çocuk feslerinin altın, zümrüt, inci gibi kıymetli mücevherlerle süslenmesi sonucunda fes hırsızları ortaya çıktı.

Fesler, genellikle Tunuslu ayak satıcıları tarafından Eminönü'nde, Yeni Cami, Ayasofya, Sultanahmet ve Beyazıt meydanları gibi kalabalık yerlerde satılırdı.

Fes, kadınlar tarafından da kullanılmıştır. 16. yy'da kadın feslerinin çok yaygın olduğu bilinmektedir. 19- yy'm ikinci yansına kadar istanbul'da Müslüman kadınların ev içindeki başlığı tepelikler, değer-

li taşlar ve tellerle süslenmiş festi. Zamanla kadın giyiminde terk edilen fesin yerini hotozlar aldı.

Saray kadınlarının da kendilerine özgü fes giyinme usulleri vardı. Başlarına uygun bir başörtüsü bağlarlar, sağ ya da sol tarafına da uzun ibrişim püskülü bulunan küçük bir fes iğnelerdi.

Fes, bir asker başlığı olarak kullanılmaya başlandıktan sonra istanbul, Edirne, Bursa ve Selanik'te imal edilmiş; yerli fesler ihtiyacı karşılayamadığı ve pahalı olduğu için Tunus, Mısır ve Avrupa ülkelerinden ithal edilmiştir. Askeri ve sivil ihtiyacı karşılamak için de istanbul'da Feshane^) kurulmuştur.



Bibi. (Ergin), Mecelle, I, 834-835; C. E. Arse-ven-H. Y. Şehsuvaroğlu, "Eski Erkek Baş Giyimleri", Resimli Tarih Mecmuası, S. 30 (Haziran 1952), s. 1528-1531; Şehsuvaroğlu, istanbul, 180; "Fes", ISTA, X, 5698-5704; R. E. Koçu, "Fes", Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü, ist., 1969, s. 113-116; ay, "Fes", Hayat Tarih Mecmuası, S. l (Şubat 1972), s. 14-19; Ahmed Rasim, "Fes Hakkında", Muharrir Bu Ya!, Ankara, 1969, s. 6-15; ay, "Kıyafetler", Ramazan Karşılaması, îst., 1990, s. 103-105; K. Sinan, "Bize Yakışmayan Fes", Yıllarboyu Tarih, S. 5 (Ağustos 1978), s. 59-61; O. Koloğ-lu, Islamda Başlık, Ankara, 1978, s. 31-76; Ab-durrahman Şeref, Tarih Musahabeleri, ist., 1980, s. 15; M. S. Kütükoğlu, "Asâkir-i Man-sûre-i Muhammediyye Kıyafeti ve Malzemesinin Temini Meselesi", İÜ Edebiyat Fakültesi Doğumunun 100. Yılında Atatürk'e Armağan, ist., 1981, s. 571-590; U. Göktaş, "Kartpostallarda Erkek Kıyafetleri: Kavuk, Fes", ilgi, S. 64 (Kaş 1991), s. 32-35; Büngül, Eski Eserler, I, 118; Musahibzade, istanbul Yaşayışı, 1992, 169; C. E. Arseven, "Fes", Sanat Ansiklopedisi, I, s. 583-584; "Fes", 1KSA, III, 1746-1750; Pa-kalın, "Fes", Tarih Deyimleri, I, 610-613.

UĞUR GÖKTAŞ



FES BOYKOTU

1908'de Avusturya mallarına karşı yapılan boykot hareketi.

Bosna-Hersek 1878 Berlin Kongresi'n-de Avusturya yönetimine geçmişti. Ancak yine de Osmanlı toprağı gözüküyordu. II. Meşrutiyet'in ilam (1908) üzerine bu yörelerin Osmanlı meclisinde temsil edileceği kaygısıyla 5 Ekim 1908'de Avusturya bu topraklan ilhak kararı aldı. Aynı gün Bulgaristan da tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan etti.

Osmanlı Devleti bu oldubittiler karşısında savaşacak durumda değildi. Balkanlar' daki bu gelişmeler üzerine 6 Ekim akşamı Avusturya'ya karşı gösteriler başladı. Olay kısa sürede dinci, Abdülhamid yanlısı bir boyut kazandı, ittihat ve Terakki gelişmelere hâkim olabilmek için Avusturya mallarına karşı bir boykot örgüüedi. 8 Ekim günü duvarlar "Avusturya emteasını almayınız" yazılı afişlerle donatıldı. Halk Avusturya sermayeli mağazaların önünde toplanarak ticareti engelledi. Bazı ticarethaneler Avusturya'ya yaptıkları siparişleri iptal ettiler. Limanda mavnacı ve salapuryacı esnafı Avusturya mallanın boşaltmadılar.

11 Ekim günü çoğunluğu Avusturya' dan ithal edilen feslerin giyilnıemesi için kampanya açıldı. "Serpuş-ı milli" adı altında piyasaya yeni bir fes verildi. "Bu "nem-

ce usulüyle dökülerek yapılmış arakıyeler" Avusturya feslerine oranla çok daha ucuza satılmaya başladı. Bu arada fes esnafının Avusturya fesi satmasına engel olundu. Satma girişiminde bulunanlara gözdağı verildi.

13 Ekim günü halk Fransa ve ingiltere sefaretleri önünde sevgi gösterilerinde bulundu. 14 Ekim günü işleri aksayan istanbul'un fes esnafı ellerinde bayraklar Babıâli'ye giderek kendilerine yapılan baskılan ve tehditleri protesto ettiler.

Bu arada memurların fes yerine kalpak giymeleri giderek yaygınlaştı, istanbul tüccarı polisler için elbiseleri renginde 2.000 kalpak ısmarladı. Beyrut'ta deve tüyünden kalpak yapımı için bir şirket kurulmasına karar verildi. 1909 başında resmi dairelerde kalpak hâkim oldu.

1908 Fes Boykotu Osmanlı'da ulusal bilincin oluşmasında kitle hareketinin önemini ortaya çıkardı. Bundan böyle dışa karşı savaşın silah dışında araçlarla yürütülebileceği ortaya çıkıyordu. Nitekim "milli iktisat" II. Meşrutiyet yıllarında iktisat alanında ulusal bir uyanışın ifadesiydi.

ZAFER TOPRAK



FESHANE

Eyüp'te Defterdar'da(->) kurulu istanbul' un en eski sanayi kuruluşlarından. Asâkir-i Mansure-i Muhammediye(->) kurulurken bütün askere fes giydirilmesi kabul edilmiş ve bunun için Tunus, Mısır ve Avrupa'dan fes getirtilmeye başlanmıştı. Ancak, asker giysisi olarak kullanılan fesin sürekli olarak ithali uygun görülmediğinden yerli üretime geçilmesi girişiminde bulunuldu ve bu gibi konularda bilgi sahibi olduğu bilinen izmirli Kâübzade Mustafa Efendi fes nazırı tayin edildi.

ilk olarak istanbul'da Kadırga'daki günümüzde Cinci Meydanı adı verilen Cün-dî Meydanı'nda kurulan Feshane'de fes ü-

Dokumacılığın sürdüğü 1930'lu yıllarda Feshane. Salâhaddin Giz

retimine başlandı. Burada yapılan üretim fes gereksinimini karşılayamadığından ve pahalıya mal olduğundan Bursa, Edirne ve daha sonra Selanik'te de fes üretimine başlandı. Bununla birlikte, fes üretiminde Tunus feslerinin kalitesine ulaşılamadı. Bu ve benzer nedenlerle 1830'da Fes Nezareti kaldırıldı ve bir süre ithal fes kullanımı öne geçti. Öte yandan yerli feslerin kalitesinin Tunus fesleri düzeyine yükseltilmesi için bu ülkeden ustalar getirtildi.

Tunus fesi düzeyinde fes üretimine başlanması için gerekli malzeme sağlanıp kalfalar yetiştirildikten sonra Cündî Mey-danı'ndaki Feshane binası üretim açısından yetersiz kaldı. Önce binanın genişletilmesi düşünüldü, fakat daha sonra az masrafla kullanılabilir duruma getirilebilecek bir yer aranarak Defterdar'daki Beyhan Sultan Sarayı'nın arsasının bu işe uygun olduğuna karar verildi.

1833'te yeni yerine yerleşen fabrikada fes üretiminin yanında aba ve halı üretimine de başlanmıştı. Bu dönemde dinkleme (yıkama) için katırların döndürdüğü dolaplar kullanıldı. 1843'te yeniden düzenlenen Feshane bir dokuma fabrikasına dönüştürüldü, ingiltere, Fransa ve Belçika' dan buhar makinesi ile çalışan iplik, dokuma ve apre makineleri getirildi ve yönetimi Darphane-i Amire'ye bağlandı.

Feshane'de 1848-1850 arasında 30.000 m çuha ile 400.000 fes üretildi ve bunların saüşı için Vezneciler, Kapalıçarşı, Tophane ve Beşiktaş'ta dükkânlar açıldı. Fes-hane'nin işletilmesi 1849'da Hazine-i Hassa'ya devredildi. 1866'da çıkan bir yangında buhar dairesi dışında fabrikanın tümü yandı ve 1868'de aynı yerde yemden inşa edilen Feshane-i Âmire, çağının modern makineleri üe donatıldı.

1860'ların başında fabrikada çalışan işçi sayısı 200-250 dolayındaydı. Bu dönemde büyük bölümü askeri kumaş olmak üzere yılda 216.000 m dolayında kumaş


Yüklə 7,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   68   69   70   71   72   73   74   75   ...   139




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin