I d I n I a V a V x h o n I n < I j V a h I x V l a I o I l n V v h fi X l Q



Yüklə 7,77 Mb.
səhifə80/139
tarix27.12.2018
ölçüsü7,77 Mb.
#87837
1   ...   76   77   78   79   80   81   82   83   ...   139

FLORYA CUMHURBAŞKANLIĞI KÖŞKÜ

Florya Halk Plajı yanında Atatürk'ün yazları kalabilmesi amacıyla yaptırılmış olan deniz köşkü. Ana bina dışında başyaverlik, genel kâtiplik ve bazı servis yapılarından oluşan küçük bir komplekstir. 1935-1936'da mimar Seyfi Arkan (1902-1966) tarafından tasarlanıp inşa edilmiştir.

Seyfi Arkan, o tarihte, istanbul'da Sa-nayi-i Nefise Mektebi'nde mimar Vedat Bey Atölyesi'nden mezun olduktan sonra Almanya'da ünlü mimar Poelzig'in bürosunda beş yıl çalışmış ve Türkiye'ye dö-

Florya Cumhurbaşkanlığı Köşkü

Reha Günay, 1991

nüsünde Çankaya'da Hariciye Köşkü Sınırlı Proje Yarışması'nı kazanıp mesleğe parlak bir giriş yapmış genç bir mimardı. Hariciye Köşkü'nün yapımı sırasında çalışmasını beğenen Atatürk'ün görevlen-dirmesiyle Florya Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nün tasarımını üstlendi.

Florya Cumhurbaşkanlığı Köşkü, karaya yaklaşık 90 m'lik bir köprü ile bağlanan ve deniz üzerinde, direklere oturtularak inşa edilmiş tek katlı bir yapıdır. Köşk, birbirini dik kesen iki dikdörtgen kitlenin kompozisyonu olarak tanımlanabilir. Dikdörtgenlerden biri, yaklaşık 46 mx 9 m ölçülerinde, kıyıya dik olarak yerleştirilmiş, personel ve servis hacimlerine ayrılmıştır. Buna dik durumda yerleştirilmiş olan 50 mxll,25 m'lik diğer dikdörtgen kitlede ise, Atatürk'ün özel dairesi ile salon, çalışma odası ve misafir odaları bulunmaktadır. Manzaraya yönlendirilmiş bu bölümün oda ve salonlarının önünde geniş teras alanları vardır. Kabul salonunun ö-nündeki terastan denize uzatılmış iskeleye geçilmektedir.

Mimarlık alanında erken Cumhuriyet döneminin modernizasyon çabalarına eşlik eden ve düşünsel olarak Cumhuriyet' in yenilikçi söylemi ile örtüşen modern

Florya Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nün planı. Afife Batur

mimari akımının Türkiye'deki en tanınmış temsilcilerinden biri olan Arkan'ın Florya Cumhurbaşkanlığı Köşkü, modernist-ras-yonalist anlayışın küçük fakat seçkin örneklerinden biridir.

Seyfi Arkan'ın yalnızca Florya Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nde değil, diğerlerinde de kullandığı teras çatılı yatay prizmatik kitleler, düz yüzeyler, yatay bant etkisi veren teras düzenlemeleri, planın işlevsel ayrışması ve nihayet tasarıma egemen olan yalınlık ve geometri, rasyonalist anlayışa işaret eden betimlemelerdir. Florya Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nde kabul salonunun dairesel biçimlenişi, bu rasyonalist yalınlığa plastik bir katkı getirmektedir. Köşkün yapımı, bizzat Arkan tarafından yürütülmüş ve iç donanımı ve mobilyası ile birlikte 48 günde tamamlanmıştır. Bu birliktelik nedeniyle Florya Cumhurbaşkanlığı Köşkü, tüm ayrıntıları düşünülmüş, iç düzeni mimarisi ile bütünleşmiş ve küçüklüğüne karşın döneminin anlayışını yansıtan seçkin bir yapıt olmuştur.

Florya Cumhurbaşkanlığı Köşkü ve ek yapılan, halen TBMM Milli Saraylar yönetimi altındadır.



Bibi. S. Arkan, Bütün Eserleri (1933-1956), İst., ty; î. Aslanoğlu, Erken Cumhuriyet Dö-

FLORYA PLAJI

326

327

FOSSATI, GIUSEPPE

nemi Mimarlığı, Ankara, 1980; A. Batur, "To Be Modern: Search for a Republican Archi-tecture", Modem Turkish Architecture, 1984, s. 68-93.

AFİFE BATUR



FLORYA PLAJI

İstanbul'da açılan ilk plaj.

Daha önceleri Barutçu Çiftliği sahası içinde el değmemiş beyaz kumlu bir sahil iken İstanbul'un işgali yıllarında İngiliz askerlerinin burada açıkta denize girmeye başlamalarıyla plaj haline geldi. 1919'da itilaf kuvvetleri tarafından İstanbul'a getirilen Beyaz RuslarmO) bir bölümü bu bölgede kurulan kamplara yerleştirilince Florya kıyıları haraketlendi. İngiliz askerleriyle Beyaz Rusların öncülük ettiği denize girme alışkanlığına İstanbullular da eşlik edince Florya kıyıları kentin ilk doğal plajlarından biri oldu. Plaj sahasındaki ilk yapılaşma, UzunAleksandr'ın operatör Mu-rad Bey'den kiraladığı arazi üzerinde Solaryum Plajı'm kurmasıyla başladı. Bu plajdan önce, aynı yerde, Anastas adlı bir Ru-mun yalnızca yaz aylarında açtığı baraka içindeki meyhanesi bulunuyordu. Solaryum Plajı, kısa sürede gelişen Florya'nın tüm ihtiyaçlarına yanıt vermeyince Hay-lafy adlı bir ikinci plaj daha yapıldı.

1935'te Atatürk'ün isteği ile plajın hemen yanında Florya Cumhurbaşkanlığı Köşkü(->) yapıldı. Atatürk burada İngiltere Kralı VII. Edward'dan, Ürdün Kralı Abdullah'a kadar birçok konuğunu ağırladı. 1940'larda Lütfi Kırdar tarafından başlatılan imar hareketlerine Florya da dahil e-dildi. Florya Plaj Gazinosu açıldı, ayrıca plajın tesisleri geliştirildi. İstanbul'un gerçek anlamda ilk plajı olan Florya, Cumhu-riyet'in ilk yıllarından Marmara'nın kirle-

Florya Plajı'nın 1940'lardan bir görünümü. Gökhan Akçura koleksiyonu

nip İstanbul plajlarını yok ettiği yılların sonuna kadar kentin en çok rağbet edilen plajlarından biri oldu. En parlak dönemlerini 1940-1950 arasında yaşayan Florya Plajı, özellikle incecik beyaz kumu ve sığ sularıyla ünlüydü. Florya Plaj Gazinosu ise 1940-1950'lerde seçkin bir yerdi.

İstanbul'un en geniş kumsallı ve en bü
yük tesisli plajı sayılan Florya Plajı'nın yaz
aylarındaki kalabalığı dönemin karikatür
lerine, fıkralarına konu olurdu. Plaj 1960'
lardan sonra önemini yitirmeye başladı.
1980'ler sonrasında ise deniz kirlenmesi
nin en yoğun olduğu plajlardan biri ha
line geldi. BURÇAK EVREN

FOSSATI, GASPARE TRAJANO

(7 Ekim 1809, Morcote/İsviçre - 5 Eylül 1883, Morcote/İsviçre) 1837-1858 arasında İstanbul'da çalışmış İtalyan mimar.

Gaspare Fossati ilk ve orta eğitimim babasının müteahhitlik yaptığı Venedik'te, mimarlık eğitimini ise 1822-1827 arasında Milano Brera Akademisi'nde tamamladı. Mezuniyet sonrası 1833'e kadar Roma ve Rönesans yapılarını inceledi; Capua, Pes-to, Ercolano ve Pompei kazılarında bulundu. 1833'te Rusya'ya giderek oradaki İtalyan sanatçılar kolonisine katıldı ve kısa sürede tanınarak proje ve uygulamalar yaptı. 1836 sonunda Petersburg'da "saray mimarı" unvanı alarak yüksek maaşla İstanbul Rus Elçiliği binasının projelendirilmesi ve yapımı ile görevlendirildi. 1837' de İstanbul'a hareketi öncesi Rusya' da çalışan ünlü İtalyan mimar Luigi Rusça'nın torunu Giuseppina ile evlendi. İstanbul' da bulunduğu yıllarda kardeşi mimar Gi-useppe Fossati(~>) de dahil olmak üzere geniş bir İtalyan ve yerli sanatçı ekibiyle



Gaspare Fossati

Bellinzona Cantonale Arşivi, isviçre Fotoğraf Cengiz Can

çalıştı. Fossati kardeşler, Osmanlı hazinesinde baş gösteren sorunlara bağlı olarak büyük yapı taleplerinin azalması ve güçlü destekçileri Reşid Paşa'nın ölümü üzerine 1858'de ülkelerine döndüler. Mor-cote'de, Lugano Gölü kıyısında inşa ettikleri evlerini Türk tarzında düzenlediler. Gaspare Fossati 1862'de Milano'ya yerleşti ve Duomo Meydanı düzenlemesi, Gal-leria Vittorio Emanuelle II, Palazzo Marino gibi uygulamalarda jüri üyeliği yaptı. Fossati kardeşlerin, önemli bir bölümü İstanbul'la ilgili olan 1.000'i aşkın desen, çizim ve dokümanı İsviçre'de, Bellinzona Cantonale Arşivi'nde, bir türbeyi andıran mezarları ise Morcote'dedir.

Fossati'nin İstanbul'da ilk uygulaması olan ve 1838'de başlayan Rus elçilik binası inşaatı, hızla gelişen Pera'da konumu ve ölçüleri ile kentin büyük bölümünden görülebilen modern bir yapı olarak Osmanlı ileri gelenleri, Levantenler ve yabancı ülke temsilcileri arasında geniş ilgi u-yandırdı. İstanbul'un imarı ve yangınlara karşı önlem olarak kagir yapı üretimine ve bunu gerçekleştirmek için yabancı mimar kullanımına önem veren Tanzimat erkânı, başta Mustafa Reşid Paşa olmak üzere, ö-zel ve kurumsal ihtiyaçlarını karşılayacak yeni ve büyük yapı talepleri için Fossati' den yararlandılar. Fossati kardeşler İstanbul'un bu hızlı yenilenme dönemine, yaptıkları elliyi aşkın proje ile katıldılar.

Tanzimat sonrası Osmanlı yöneticilerinin, Fossati'ye 184l-1843'te tecrübe için tuğladan inşa ettirdiği ilk iki yapı, Bekira-ğa Bölüğü(->) olarak tanınan Bâb-ı Seraskeri Hastanesi ve Eminönü'nde Limon İskelesi Karakolu'dur. Bu yapılardaki başarısı sonucu resmi görevlendirme ile, 1844' te Babıâli'de Arzodası düzenlemesi, 1845' te başlanan ilk Darülfünun binası(-0, 1846-1848'de Hazine-i Evrak binası ve

Sultanahmet'te Mekteb-i Sanayi gibi önemli yapılar gerçekleştirdi. 1855'te inşa edilen Telgrafhane-i Âmire binası ise Giuseppe Fossati imzalıdır. 1847'de Abdülmecid (hd 1839-1861) tarafından Ayasofya'mn(->) restorasyonu ile görevlendirildi ve son kapsamlı restorasyonunu yaptı. Yaşamı boyunca en önemli uygulaması olarak sözünü ettiği bu restorasyon sırasında hazırladığı resimlerden 25'ini Abdülmecid'in desteği ile Aya Sophia of Constantinople as Recently Restored by Order of H. M, the Sultan Abdul Medjid (.\852~), başlığı ile büyük ölçülerde bir albüm halinde Londra'da yayımladı. Ayasofya restorasyonu sırasında hünkâr girişi cephe düzenlemesi, hünkâr mahfili, Kasr-ı Hümayun ve Ayasofya Muvakkithanesi(->) gibi ekler yaptı. 1858'de Reşid Paşa'nın ölümü üzerine Bayezid Külliyesi'nin(-») haziresi köşesindeki türbeyi yaptı. Arşivde bulunan Ayna-lıkavak Kasrı çizimleri ise muhtemelen yaptıkları restorasyonla ilgilidir.

İstanbul'daki yabancılardan aldıkları ilk iş 1841-1843 arasında gerçekleşen Ga-lata'daki San Pietro Kilisesi'dir. 1853'te Venedik Sarayı'nm (günümüzde İtalyan Elçilik Konutu) restorasyonunu ve 1854'te Beyoğlu'ndaki Hollanda Elçiliği binasını yaptı. Aynı yıl İstanbul İspanya Elçiliği ve 1856'da İran Elçiliği için projeler hazırladı. İtalyan tiyatro mimarisini iyi bilen mimar İstanbul'da üç de tiyatro projesi hazırladı. Bunlardan 1846'da Galatasaray'da gerçekleştirdiği Naum Tiyatrosu, 1870 yangınına kadar işlevini sürdürdü. Arşivde bulunan "Caffe Oriente" ve "Denizcilik Acentesi" tasarımlarının gerçekleştiği henüz saptanamamıştır. Sultanahmet düzenleme planı, "Tanzimat Anıtı", Sarayburnu'nda anıtsal iskele projesi ve 1855'te İstanbul'da bulunan küçük kardeşleri demiryolu mühendisi Virgilio Fossati ile hazırladıkları Pe-ra-Büyükdere raylı ulaşım projeleri gerçekleşmeyen tasarımlardır.

Fossati kardeşler, Tanzimat sonrası bireylerde sermaye birikiminin ve özel yapı üretiminin yönetim tarafından desteklenmesi kararı sonucu oluşan taleplerle, birçok konut projesi hazırladılar. Mustafa Reşid Paşa, Fuad Paşa, Ali Paşa, Ömer Paşa, Hasib Paşa, Kâmil Bey, Şevket Bey gibi Osmanlı yöneticilerinden başka Ottoni, Pedemonte, Spadaro, Stefano Vagorides, Petrocochino, Della Suda gibi İstanbul'un tanınmış Levantenleri Fossati'ye yapılar yaptırdılar. Çoğunluğu Pera'da ve Boğaziçi'nde yer alan bu yapılardan günümüze ulaştığı saptanabildiler, ilk örnek olan 1847 proje tarihli Reşid Paşa Sahilsarayı (bugün Baltalimam Kemik Hastalıkları Hastanesi) ve 1855 tarihli Hünkâr Dairesi'dir (bugün İstanbul Üniversitesi sosyal tesisi). Boğaziçi'nde kagir sahilsaraylar dönemini başlatan Reşid Paşa Sahilsarayı, Tanzimat' la birlikte Osmanlı mimarlığında yaşanan değişimi belgeleyen bir anıttır.

Fossati, disiplinli bir akademik eğitimden geçmiş olmasına rağmen, Doğu ve Batı'nın kesiştiği İstanbul'da çoksesli bir mimarinin temsilcisi olmuştur. Ancak yapılarında dengeli, aşırıya kaçmayan, mi-

Gaspare


Fossati'nin

yaptığı


Reşid Paşa

Sahilsarayı'mn

eskizi, 1847

(üst) ve


Eminönü'nde

Limon İskelesi

Karakolu'nu

betimleyen

bir resmi

(yanda).


Bellinzona

Cantonale Arşivi,

isviçre

Fotoğraf

Cengiz Can

mari kimliğini süslemelerle değil, ölçülü kütle hareketleri ile ortaya koyan bir yaklaşımı vardır. Çağının evrensel nitelik kazanmış neoklasik-neorönesans yaklaşımları ile değişim kararındaki Osmanlı erkânının taleplerini karşılamanın yanında, İstanbul'un güçlü geleneklere oturan tarihsel ve yöresel formlarını da yorumlar, mevcut değerleri araştırır ve çevreyle uyum arar. Hazine-i Evrak, Ayasofya Muvakkit-hanesi, Bâb-ı Seraskeri Hastanesi gibi tarihi yarımadada hazırladığı projelerde kubbeler denemiş, Baltalimam Reşid Paşa Sa-hilsarayı'nda, barok mimari(->) üslubunda taş konsollara oturan bir çıkmaya yer vermiştir. Daha önce Rusya'da kullanmaya başladığı nal kemerleri Mekteb-i Sanayi, Reşid Paşa Sahilsarayı ve Reşid Paşa Tür-besi'nde kullanarak İstanbul'da zamanla belirli oranda yaygınlaşacak olan oryantalist eğilimin ilk örneklerini oluşturmuştur. Reşid Paşa Sahilsarayı'mn dekorasyonunda yer verdiği alçak ve yüksek kabartma halindeki insan yüzleri de, Beyoğlu mimarisinde dış cephede yaygın olarak uygulama alanına geçecek bir geleneğin erken örneğidir.

Fossati, nitelikli sanatçılar ve ustalarla çalışmaya, iyi malzeme kullanmaya özen göstermiş, çalışma disiplinine, karşılıklı sorumluluklara, mesleki ihtisasa önem vermiş, yüksek ücretler almış, siyasi çalkantılardan etkilenmemiş ve yöneticilerle iyi ilişkiler içinde olmuştur. Mimarlık eğitimi görmüş ilk büro sahibi mimar olarak başanlı çalışmaları ile İstanbul mimarlığında, İtalyan kökenlilerin çoğunlukta oldu-

ğu yabancı ve Levanten mimarların etkin olduğu dönemi başlatmıştır.



BibL G. Fossati, Aya Sopbia of Constantinop-le as Recently Restored by Order of H. M. the Sultan Abdul Medjid, 1852; G. M., "Gaspare Fossati", La Perseveranza, Milano, 20 Eylül 1883; E. L. Gatto, Gli Artisti Italiani in Rus-sia, III, Roma, 1943, s. 131, 223; T. Lacchia, / Fossati, Architetti del Sultana di Turchia, Roma, 1943; C. Mango, Materials f ör the Study of St. Sophia at İstanbul, 1962; C. Palumbo-Fos-sati, /Fossati di Morcote, Bellinzona, 1970; S. Eyice, "Fossati, Gaspare Trajano", İSTA, XI, 5818-5823; ay, "istanbul'da İlk Telgrafhane-i Âmire'nin Projesi (1855)", TD, S. 34 (1984); ay, "Mimar Gaspare Fossati ve İstanbul", Arreda-mento Dekorasyon, S. 43 (Aralık 1992), s. 126-133; G. Heinrich, Die Fossati-Entıvürfe zu The-aterbauten, 1989; Gaspare Fossati Architetto Pittore, Pittore Arcbitetto, Pinacoteca Züst, 1992; A. Nasır, "Türk Mimarlığında Yabancı Mimarlar Üzerine Bir Deneme", (İTÜ, yayımlanmamış doktora tezi), 1991, s. 57-64; C. Can, "İstanbul'da 19. Yüzyıl Batılı ve Levanten Mimarların Yapılan ve Koruma Sorunları", (YTÜ, yayımlanmamış doktora tezi), 1993, s. 92-177. CENGİZ CAN

FOSSATI, GIUSEPPE

(5 Temmuz 1822, Morcote/İsviçre - l Mart 1891, Morcote/İsviçre) 1839-1858 arasında İstanbul'da ağabeyi Gaspare Fos-sati(->) ile birlikte çalışmış İtalyan mimar. Milano Brera Akademisi'nde 1837-1839 arasında iki yıllık mimarlık eğitimi gördü. Rus Elçiliği inşaatını yürüten ağabeyinin yoğun çalışmalarına yardım için 1839'da İstanbul'a geldi ve 1858'de ülkelerine dönene kadar 19 yıl burada kaldı. 1854'te İstanbul'da Prusya İstanbul Elçiliği tercüma-

FOTOĞRAFÇILIK'>FOTİOS

328

329

FOTOĞRAFÇILIK

mnın kızı Alessandrina Stiepovich ile evlendi. Ülkesine döndükten sonra, 1863' te İstanbul kentini tanıtmayı amaçladığı bir yayın üzerinde çalışmaya başladı. Giuseppe Fossati bu çalışmasını tanıtırken, istanbul'la ilgili daha önce yapılmış yayınların yüzeyselliğini, hatalarla dolu olduğunu, bu yayınları yapanların kentte kaldıkları süre içinde sadece kütüphanelerde çalıştıklarını, hataları tekrar ettiklerini, işe yarar ve enteresan yeni bir şey söyleyemediklerini, Türkçe bilmemekten insanlarla konuşmadıklarını ve gerçekleri öğ-renemediklerini, antik ve modern birçok yapının orijinlerini, hattâ isimlerini dahi yanlış verdiklerini belirtmekte, kentin büyüklüğünden dolayı tümünün etüdünün zorluğuna rağmen, yaklaşık 20 yıllık İstanbul deneyimi sonucu edindiği birikimle, yazılmış sayısız yanlışın bir kısmını düzeltmeyi hedeflediğini belirtmektedir. Tarihi ve çağdaş yapıları, pitoresk ve etnik değerleri yansıtan belgesel İstanbul resimleri ile zenginleştirmeyi tasarladığı bu çalışmasını tamamlayıp yayımlayamadı. 1865'te Urbino Enstitüsü'ne onur üyesi seçildi. 1887'de Roma'da Parlamento Sarayı yarışmasına katıldı. Birinci İtalyan Mimarlık Sergisi için 1890'da Milano'da yayımlanan Rilievi Storico-Artistici suü'Arc-hitettura Bizantina adlı albümü hazırladı. Torino'da gerçekleşen bu sergide İstanbul çalışmalarını da kapsayan projelerini ser-

Giuseppe

Fossati'nin

Pera'da

Pedemonte



Evi çizimi.

Bellinzona



"f

Cantonale Arşivi,

isviçre

Fotoğraf

Cengiz Can

giledi. Osmanlı, İtalya, İspanya ve İran' dan aldığı nişan ve madalyaları vardır.

Giuseppe Fossati, Gaspare Fossati'nin İstanbul proje ve uygulamalarında uyumla çalıştığı en yakın yardımcısıdır. Değişik semtlerde aynı zamanda yürüttükleri uygulamaların gerçekleşmesinde önemli payı vardır. Ağabeyi ile birlikte gerçekleştirdikleri yapılardan başka kendi imzasını taşıyan projeleri de vardır. Harbiye'de 1846'da inşa ettiği St. Esprit Kilisesi bazı değişiklik ve eklerle işlevini sürdürmektedir. Gülhane Parkı girişi ve Alay Köşkü arasında surlara bitişik olarak 1855'te inşa edilen ilk Telğrafhane-i Amire binası ise günümüze ulaşamamıştır. Aynca, Fossati kardeşlerin istanbul Levantenleri için hazırladıkları bazı konut projeleri de Giuseppe imzalıdır. İstanbul yaşamını ve yapılarını betimlediği çok sayıda suluboya resmi Bellinzona Arşivi'nde muhafaza

edilmektedir. t

CENGİZ CAN

FOTİOS

(820, Konstantinopolis - 891 ya da 893, ?) Konstantinopolis patriği (858-867 ve 877-886 arasında), bilim adamı ve politikacı.

Roma kilisesi ile çatışmaya girerek Papa I. Nicolaus'u aforoz etti ve kendi adıyla anılan Fotios bölünmesini başlattı.

Anne tarafından İmparatoriçe Teodo-ra'ya, baba tarafından ise Patrik Tarasios'a

akraba olan Fotios, çocukluk yıllarını, İko-naklazma(->) döneminde sürgüne gönderilen anne ve babasının yanında baskılar altında geçirdi. Onların ölümünden sonra başkente döndü, Teodora'run desteği ile saraya intisap etti ve itibar kazandı. 858' de Kayser Bardas'la(->) arası açılan Patrik İgnatios'un(->) uzaklaştırılması üzerine patrik olduysa da bu atama yüzünden kendisine karşı tutum takınan Studios Manastırı keşişleri ve Papa I. Nicolaus ile arası a-çıldı. İkonoklazma döneminde Bizans kilisesine bağlanan Moravyalılar, Hırvatlar ve Bulgarlara ilişkin piskoposluk yetkilerini Roma kilisesine geri vermeyi reddederek çatışmayı iyice keskinleştiren Fotios, 867'de son bir adım attı ve kendini yasal patrik olarak tanımayan Papa I. Nicolaus'u aforoz etmekle ünlü Fotios bölünmesini başlattı.

867 sonlarında İmparator III. Mihael'i öldürerek tahta geçen L Basileios'u protesto ettiği için Fotios görevinden alındı ve patrikliğe yeniden îgnatios getirildi. 869-870 tarihli Konstantinopolis Konsili bu uygulamayı onaylayarak Fotios'u lanetleyip cezalandırdı. Bu olaydan sonra yaklaşık 7 yıl saraydan uzaklaşan Fotios, 876' da durumunu iyileştirdi ve veliaht Leon'a öğretmenlik yapmaya başladı. 877'de Patrik İgnatios'un ölümü üzerine tekrar patrik olma şansım yakaladı. Üstelik bu kez, Araplara karşı Bizans'ın desteğine ihtiyaç duyan Roma kilisesi de Fotios'u destekliyordu. Fotios ileriki yıllarda papa olan I. Marianus ile pek anlaşamadı fakat onu izleyen III. Hadrianus ve V. Stephanus'la iyi ilişkiler kurdu. 879-880 tarihli ikinci bir konsil sayesinde, papalıkla ilişkilerini iyice yumuşatan Fotios'un kariyeri Basilei-os'un ani ölümüyle tersine döndü. Daha önce baba Basileios ile oğul VI. Leon arasındaki çatışmalarda babadan yana davranan Fotios, Leon'un tahta çıkışıyla patriklikten uzaklaştırılıp sürgüne gönderildi ve bir manastırda öldü.

Antik çağ edebiyatım ve erken dönem Hıristiyanlığa ait düzyazı metinleri araştıran bir grubu yönetmiş olan Fotios, 270 kadar maddede Yunan düzyazı edebiyatını özetleyen Bibliotheke adlı ünlü yapıtın yazarıdır. Bundan başka, günlük dilde kullanılan önemli sözcük ve tanımları sistematik olmayan bir biçimde toplayan bir sözlük de hazırlamıştır. Fotios'un, büyük çoğunluğu papalara, hükümdarlara, askeri, sivil ve ruhani yöneticilere yazdığı mektuplar önemli bilgileri içerir. Bunlarda bazen övgü dolu, bazen kışkırtıcı ve uzlaşmaz bir dil kullanmıştır. Ayrıca Latin doktrini olan "flioque" (İsa'nın "oğul" niteliğine önem veren doktrin) konusunda ve dinsel bir bölünme olan Paulusçuluk hakkında yazdığı risaleler önemlidir. Fotios'un politika tarihine ilişkin yazılarından başka, Faros'taki Meryem Kilisesi ve Ayasof-ya'daki Meryem imajına ilişkin sanatsal içerikli yazıları da vardır.

Batılı bilim adamları tarafından Roma-Bizans kiliseleri arasındaki çatışmanın e-sas kışkırtıcısı olarak tanımlanan Fotios, Rus ve Yunan araştırmacılar tarafından bir

aziz ve hümanist olarak kabul edilir. Onlara göre Fotios, matematikçi Leon(->) ile birlikte başkentteki en önemli bilim adamıydı.



Bibi. D. S. White, Patriarch Photios o/Cons-tantinople, Brooklyn, 1981; F. Dvornik, The Photian Schism, Cambridge, 1970; Ostro-gorsky, Bizans, 203-217; E. Barker, Bizans Toplumsal ve Siyasal Düşünüşü, Ankara, 1982, s. 141-147.

AYŞE HÜR


FOTOĞRAFÇILIK

Fotoğrafın keşfi yıllarında Osmanlı padişahı olan II. Mahmud (hd 1808-1839), ataları gibi geleneksel sanatlara olduğu kadar, Batı sanatlarına da ilgi duyardı. Batı müziği, piyano, Avrupa tarzı bando, orkestra, tiyatro, askeri yenilikler, Osmanlı ülkesine onun saltanatı yıllarında girmeye başladı. Batılı hükümdarların eskiden beri, devlet dairelerine astırmak ve birbirlerine hediye etmek üzere resimlerini yaptırma âdetleri, II. Mahmud'un resimlerini ilk kez devlet dairelerine astırması ile birlikte Osmanlı sarayında da başlatılmış oldu. 1836'da Selimiye Kışlası'na büyük bir törenle padişahın resmi asıldı. Ayrıca II. Mahmud kendi resmini taşıyan bir nişan hazırlatarak bunları en sadık bildiği devlet erkânı ve ricalinin boyunlarına kendi eliyle taktı.

II. Mahmud'dan sonra başa geçen oğlu Abdülmecid'in (hd 1839-1861) görüp seyretmesi için, bir ressamın eserleri sarayda sergilendi. Fotoğrafçılara nişan verilmesi geleneği de Abdülmecid döneminde başladı. Abdülmecid'den sonra gelen Abdülaziz (hd 1861-1876), Osmanlı İmpa-ratorluğu'nun Berlin sefiri aracılığıyla, 1863' te İmparatoriçe Augusta'ya, Abdullah Biraderler' in(->) çektiği bir fotoğrafını gönderdi. Abdülaziz aynı zamanda resim sanatıyla ilgilenirdi.

Abdülaziz'den sonra üç ay gibi kısa bir dönem sultanlık yapan V. Murad'ın arkasından tahta geçen II. Abdülhamid (hd 1876-1909), Osmanlı'da fotoğrafçılığın en büyük koruyucusu ve destekleyicisi oldu. Güzel sanatlarla ilgilenen sultanın kendisi de fotoğraf çekerdi. Sarayda vaktinin çoğunu resim salonu, müzik salonu ve fotoğraf atölyesinde geçirirdi. İyi bir fizyonomisi olan sultan, İstanbul'un önemli ailelerinin kendisinde bulunan fotoğraflarına bakarak, Mekteb-i Harbiye'ye girecek öğrencileri seçerdi. Tahta geçişinin 25. yılında, Osmanlı topraklarında çıkarılacak af için, ülkenin bütün cezaevlerindeki mahkûmların, tek tek veya üçerli gruplar halinde boy fotoğraflarını çektirdi, mahkûmların isimleri, suçları ve mahkûmiyet müddetleri yazılı olan bu albümlere bakarak af kararını aldı. Fotoğrafçılara ülkedeki olayları ve temel kurumları belgeleme görevini verdi. Hemen bütün donanma gemileriyle, askeri kuruluşların, fabrikaların, devlet tarafından yapılmış bütün binaların, okulların, karakolların, camilerin, etnog-rafik çevrenin, arkeolojik görünümlerin ve doğanın fotoğraflarını çektirdi. Ziyarete gelen yabancı devlet adamlarının imparator-

luktaki gezilerini, hastane ve büyük müesseselerin açılışlarını da yine çektirdiği fotoğraflardan izledi. Diğer devlet başkanlarına, ülkenin propagandasını yapmak amacı ile albümler gönderdi. II. Abdülha-mid'in fotoğrafa verdiği önem, bu sanatın, döneminde Osmanlı împaratorluğu'nda süratle gelişmesini sağladı.

Osmanlı topraklarındaki nüfusun çoğunluğunu Müslüman halk oluşturmaktaydı. İslamda resim yapmak değil, resimlere tapmak yasaklanmıştır. Böyle olmakla birlikte bazı tutucu çevreler resmetmeye tepki gösterdiler. Osmanlı İmparatorluğu' nün halkı arasında olan Yahudilerin dininde ise, tasvir kesinlikle yasaklanıyordu. İşte bu nedenlerle ilk fotoğrafçılar Müslümanlar ve Museviler arasından çıkmadı.

İmparatorluğa gezginler yolu ile girmiş olan fotoğraf, öncelikle Hıristiyan dinine mensup topluluklar, Ermeni ve Rumlar tarafından başlatılmış oldu. Bu fotoğrafçılar, turistik amaçla hazırladıkları fotoğraflarında model olarak da Hıristiyan-ları kullandılar. Beyaz peçeleri ile gösterilen ve "Türk kadını" diye adlandırılan zarif hanımlar da İslami giysiler içindeki Hıristiyan kadınlarıydı.

İmparatorluğun tebaasından olan Ermeniler, daha çok eczacı ve kimyager olarak bilinirlerdi. Bu nedenle de ilk bulunduğu yıllarda fazlaca kimya bilgisi isteyen Daguerreotype'a geçmeleri kolay oldu. İmparatorluğun çeşidi yerlerinde yaşayan Ermeni aileler çocuklarını İstanbul'a meslek öğrenmeye gönderirlerdi. Bu gençler, o dönemlerde yeni açılmış bulunan Ermeni fotoğrafhanelerinde çırak olarak çalıştılar. Özellikle Abdullah Biraderlerin stüdyosunda yetişen pek çok öğrenci, fotoğrafçılığı hemen, hemen bir Ermeni tekeli haline getirdiler. Ermenilerden sonra fotoğrafa ilgi gösterenler Rumlardı. 19. yy'm sonlarına doğru bazı Levantenler de fotoğrafla ilgilenmeye başladılar.

Eski korkulu ve belalı sokakları, 19. yy'ın ikinci yarısında, elçilik binalarının yavaş yavaş buraya taşınmaları ile büyük bir değişime uğrayan Grande Rue de Pe-ra (bugün İstiklal Caddesi) tiyatroları, eğlence yerleri, pastaneleri, lokantaları ve vitrinlerinde dünyanın dört bir yerinden getirilen malların sıralandığı mağazaları ile sanki ulusların buluştuğu bir caddeydi. Bu caddeye, 1850'li yıllardan başlayarak fotoğrafçılar da gelmeye başladılar.

Doğu'daki yaşam, sultanlar, harem, her yıl İstanbul'dan Mekke'ye, Kabe eşyasının yenilenmesi için gönderilen sürre a-layı kervanlarının ihtişamı, Doğu ile Batı kültürleri, Asya ile Avrupa kıtaları, çeşitli dinler, çeşidi toplumlar, çeşitli dillerin kaynaştığı imparatorluk başkenti, Osmanlı İmparatorluğu'nün son dönemlerinde sıkça kullandığı Batılı uzmanların çevrelerine anlattıklarıyla, Avrupalının ilgi merkezi haline gelmişti. Bozkırlarında yayılan karakteristik şehirleri ile Anadolu yaylası, kalıntılar, her Batılının hayalinde değişik yorumlanıyordu.

İşte bu ilgi, Fransa kaynaklı bir buluş olan fotoğrafın, Doğu'da çarçabuk yayıl-

Ali Sami'nin 1893'te yayımladığı Mebadi-i Usul-i Fotoğrafya adlı kitabı (üstte) ve Viyana'da Wachtl firmasına hazırlatılmış fotoğrafhane kartlarının arkası.



Engin Çizgen koleksiyonu

masına neden oldu. Öncüler, gravürlerden tanıdıkları ilginç görüntüleri, yeni icat araçları ile saptamak istediler. İlk gezginlerin çektikleri genellikle manzaralardı. Batı şehirlerine pek benzemeyen Anadolu kentlerini, İstanbul'un kıyılarını, Galata Köprü-sü'nü, Halic'in yelkenlilerle dolu şiirsel görüntüsünü, kalem gibi servilerin süslediği Müslüman mezarlıklarım, Galata ve Beyazıt kulelerinden görünen ilginç Asya ve Avrupa topraklarını çektiler.

Fotoğrafın icadının, tüm dünyaya resmen duyurulduğu 19 Ağustos 1839'dan sonra, 8 Şubat 1840'ta İzmir'e ulaşan Fre-deric Goupil Fesquet'nin (1806-1893) çektiği fotoğraflar, Anadolu topraklarının ilk fotoğraflarıydı. 1842'de, Fransız asıllı Kom-pa, İstanbul Beyoğlu Belle Vue'de dolaşarak, gün ışığında portreler ve İstanbul manzaraları çekti. Mayıs 1843 sonunda Fransız yazar Maxime Du Camp (1822-1894), 1852'de, Fransız üretim mühendisi Ernest de Caranza, İstanbul'un fotoğraflarını çektiler. Caranza bu çalışması ile "Sultan fotoğrafçısı" unvanım aldı. 1852'de, Alfred Nicolas Normand (1822-1909), İstanbul'un "calotype" tekniğiyle fotoğrafla-


Yüklə 7,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   76   77   78   79   80   81   82   83   ...   139




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin