İkinci derece deprem bölgesinde bulunan istanbul tarih boyunca birçok deprem geçirmiştir. İstanbul iç merkez olarak tektonik kırık (fay) üzerinde değildir. Ama İzmit Körfezi'nden Marmara Denizi'ne bağlanan Kuzey Anadolu fay hattının çok yakınındadır ve bu yüzden meydana gelen depremlerden etkilenmiştir. Bu tektonik hareketler sonucu kentin zemininde çok sayıda küçük kırık oluşmuştur.
Bizans döneminde Konstantinopolis'te vuku bulan depremlerin büyük bir kısmı tarihçilerce kaydedilmiş olmakla beraber, bunların şiddet dereceleri ve verdikleri hasara ilişkin ayrıntılar çoğu kez kısıtlıdır. Mevcut kayıtlarda kentin şu tarihlerde depremlerle sarsıldığı görülür: 402, 403 (?), 407 (şiddetli), 437 (şiddetli), 447 (şiddetli), 450 (şiddetli), 477, 480, 487, 525 (4-7 Ekim), 533, 542 (şiddetli), 546, 554 (40 gün), 557 (19 Ekim, 14-23 Aralık, kent surları ve özellikle Hebdo-mon yöresindeki birçok kilise yıkılmış, Ayasofya'nın kubbesi hasar görmüştür), 568, 583, 611, 740 (Aya irini Kilisesi dahil birçok bina hasara uğramıştır), 790, 796, 862, 864, 869 (40 gün), 948, 986 (?), 989 (dalgaları italya'ya kadar uzanan deprem Ayasofya'nın batı kubbesinin çökmesine ve diğer birçok kilisenin hasara uğramasına sebep olmuştur), 1010 (Ocak-Mart), 1041, 1064/65 (şiddetini özellikle kentin batı yörelerinde göstermiştir), 1090, 1202, 1237, 1296 (l Haziran-17 Temmuz) 1323/24,1332 (17 Ocak, 11 Şubat), 1343 (12 gün), 1346 (aralıklı bir yıl süren depremler sırasında Ayasofya'nın doğu kemeriyle kubbesinin bir kısmı çökmüştür), 1354 (surlar hasar görmüştür), 1391, 1402, 1437 (?). Bu listeye ayrıca kaynakların Konstantinopolis'in adını özellikle belirtmeden kaydettikleri, ancak kenti etkilemiş olması muhtemel olan 342, 358, 365, 395/396, 417, 423, 442, 543, 548, 555, 742, 1032, 1033, 1036, 1037, 10387 1039, 1042, 1081 tarihli depremler de eklenebilir.
Bizanslılar, Hıristiyanlık öncesi dönemlerdeki gibi, deprem ve diğer doğal a-fetlerin, işledikleri günahlar dolayısıyla kendilerini cezalandırmak üzere gönderilmiş ilahi alametler olduklarına inanmışlar, çeşitli ayin ve törenlerle, din adamları ve azizlere başvurarak ya da uğur veya tılsımına inandıkları bazı eşyalar vasıtasıyla depremlerin habercisi olduğu-
DEPREMLER
35
DERİCİLİK
Tarih
|
Oluş Zamanı
|
Merkezi
|
Aletsel şiddet
|
29.05.1923
|
13:34:20.0
|
izmit'in kuzeyi
|
5,5
|
26.10.1923
|
14:13:16.0
|
Çatalca
|
5,0
|
13.03.1952
|
08:30:01.8
|
Marmaraereğlisi
|
5,0
|
26.12.1957
|
17:01:44.7
|
izmit
|
5,2
|
18.09.1963
|
18:58:14.8
|
Çınarcık
|
6,3
|
24.04.1988
|
23:49:33.3
|
Marmaraereğlisi
|
5,1
|
İstanbul'da Cumhuriyet Döneminde Meydana Gelen Depremler*
C) İstanbul merkez olmak üzere ortalama 85 kilometre yançaplı daire içine tekabül eden alanda, Cumhuriyet döneminde (1923-1994) meydana gelmiş 5,0 ve daha büyük aletsel şiddetteki depremler. Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü
nü düşündükleri felaketleri engellemeye çalışmışlardır. Çok şiddetli depremlerin ardından ise (örneğin 25 Eylül 437, 6 Kasım 447, 26 Ocak 450, 26 Ekim 740, 9 Ocak 869 depremlerinden sonra) dini özel anma yıldönümleri düzenlenmiş ve bunlar her sene tekrarlanarak li-türjik takvimin sabit birer parçası haline gelmiştir.
Sayılan pek fazla olmamakla birlikte, depremlerin tabii nedenlerden kaynaklandığını savunan Bizanslılar da olmuştur. Bunlar arasında en yaygın olan görüş, Aristoteles'in depremlerin yeraltındaki rüzgârların hareketinden kaynaklandığını ileri süren teorisidir. Bir başka teoriye göre ise depremlerin nedeni yeraltında biriken aşın miktarda sudur.
Bibi. G. Downey, "Earthquakes at Constanti-nople and Vidnity, A. D. 342-1454",
Specu-lum, XXX (1955), s. 596-600; V. Grumel,
La Cbronologie, Paris, 1958, s. 476-481; P. Wirth, "Zur byzantinischen Erdbebenliste",
Byzanti-nische Forschungen, I (1966), s. 393-399; Fr. Vercleyen, "Tremblements de terre â Constan-tinople: L'impact sur la population",
Byzanti-on, LVIII (1988), s. 155-173; Janin,
Constanti-nople byzantine.
NEVRA NECİPOĞLU Osmanlı Dönemi
Osmanlı döneminde, ilk şiddetli deprem 13 Sefer 894/16 Ocak 1489 tarihine tesadüf eder. Binalarda ve minarelerde epeyce tahribat meydana gelmiştir, ikinci büyük deprem, 6 Cemaziyelevvel 915/22 Ağustos 1509 tarihinde vuku bulmuştur ve tarihe "kıyamet-i sugra", yani küçük kıyamet adı ile geçmiştir. Sarsıntılar şehirde ve civarında 45 gün sürmüş, 109 cami ve 1.070 ev tamamen yıkılmıştır. Yedikule surlarının büyük kısmı ve deniz tarafından Bahçekapı'ya kadar Top-kapı Sarayı'mn surları da yıkılmıştır. Top-kapı Sarayı'mn bazı kısımlarında dahi hasar meydana gelmiştir. Fatih ve Bayezid camilerinin kubbeleri zarar görmüştür. Bayezid Camii'nin medresesi yerle bir olmuştur. Atmeydanı'ndaki bazı sütunlar yıkılmıştır. Karaman semti de harap olmuştur. Suyolları da tahribata uğradığından, birçok yeri sular basmıştır. Ayasof-ya'daki mozaik aziz resimlerinin üzerindeki sıvalar dökülmüştür. Ahşap olduklarından, kiliselerde hasar meydana gelmemiştir. Deniz yükselerek, istanbul ve Galata surlarının üzerinden kenti içeriye doğru istila etmiştir. Ölü sayısı, bazı kaynaklara göre 5.000, diğer bir vesikaya göre de 15.000 kadardı. Yalnız Sadrazam Mustafa Paşa'nın konağında 300 kişi ölmüştür. II. Bayezid sarayı terk ederek, 10 gün bahçede çadır altında kalmış, sonra da Edirne'ye hareket etmiştir. Ancak, birkaç gün sonra, orada da bir deprem meydana gelmiştir. Keza, şiddetli yağmurlardan Tunca Nehri taşmış ve yatağını değiştirmiştir.
Depremden sonra II. Bayezid, İstanbul'un onarılması için emir vermiştir. Onarılan başlıca binalar şunlardır: Galata surları, Galata Kulesi, Yaldızlıkapı'daki deniz feneri, Topkapı Sarayı, Büyükçekme-ce ve Küçükçekmece köprüleri, Rumeli
ve Anadolu hisarları, istanbul surları, Si-livrikapı burçları. Padişah açılış törenlerinde, devlet ricalinin ve ulemanın ricası üzerine, fakirlere gümüş kaplarla yemek dağıtılmasını emretmiştir.
Bundan sonraki önemli deprem, l Receb 963/30 Nisan 1557 tarihinde vuku bulmuştur. Şehirde kayda değer hasar meydana gelmiş, bu meyanda Fatih Camii de zarar görmüştür. 6 Cemaziye-lâhır 1058/28 Haziran 1648'deki deprem de büyük tahribata yol açmıştır. Erenıya Çelebi Kömürciyan depremin güneşin batmasından sonra meydana geldiğini, ani olarak korkunç bir uğultu ile başladığını, deniz üzerindeki gemilerin birbirleriyle çarpıştığını ve üç sarsıntı vuku bulduğunu bildirmiştir. Yine Erenıya Çe-lebi'ye göre, 6 Şubat 1659'daki depremde, birçok ev tamamen, hisarlarla surlar kısmen yıkılmıştır.
4 Şevval 1101/11 Temmuz l690'da gece vuku bulan depremde Fatih Camii' nin kubbelerinin birkaçı hasara uğramış ve Topkapı'daki sur kapısı yıkılmıştır. Sarsıntılar birkaç gün devam etmiştir. 16 Mart 1712'de vuku bulmuş bir deprem, istanbul'da neşredilmiş Hayrenik (Vatan) gazetesinin 30 Haziran 1894 tarihli nüshasında, istanbul'un büyük depremlerinin başında zikredilmişse de, herhangi bir bilgi verilmemiştir. 5 Receb 1134/24 Mayıs 1719'daki depremde, önemli hasar meydana gelmiştir. Yalı Köşkü civarındaki kayıkhanelerden bazıları yıkılmış, Yedikule ile Ahırkapı arasındaki surlar ve burçlar kısmen hasara uğramış ve Edirne-kapı'daki Mihrimah Camii'nin kubbesi çökmüştür. 18 Ramazan 1165/30 Temmuz 1752 günü gece vuku bulan depremde, bazı binalar yıkılmış veya hasar görmüştür. 15 Zilkade 1167/3 Eylül 1754'teki depremde, Fatih ve Bayezid camilerinin kubbeleri hasara maruz kalmıştır.
12 Zilhicce 1179/22 Mayıs 1766 tarihindeki büyük depreme gelince, bir perşembe günü güneş doğduktan az sonra vuku bulmuş ve Kurban Bayramı'mn ikinci gününe tesadüf etmiştir. Deprem sırasında korkunç gürültüler de işitilmiştir. Sarsıntılar, aralıklarla sekiz ay kadar devam etmiştir. Bunlardan 25 Temmuz'da-ki, birincisine yakın şiddette ve onun kadar yıkıcı olmuştur. Halk uzun müddet çadırlarda barınmak mecburiyetinde kalmış ve bazı kimseler şuurunu kaybet-
miştir. Topkapı Sarayı da hasara uğradığından. III. Mustafa şehri terk etmiştir. Birçok cami, mescit, medrese, han, saray ve kagir bina yıkılmış veya büyük hasara uğramıştır. Fatih, Atik Ali Paşa ve Kariye camilerinin kubbeleri çökmüştür. Eyüb Sultan Camii ise tamamen harap olmuştur. Davud Paşa Camii de büyük hasar görmüştür. Edirnekapı'daki Mihrimah Sultan Camii'nin kubbesi çökmüş ve minaresi yıkılmıştır. Eminönü'ndeki Rüstem Paşa Camii'nde de büyük hasar meydana gelmiştir. Eyüp'teki Şah Sultan Camii de yıkılmıştır. Şehremini'deki Beh-ruz Ağa ve Galata'daki Kemankeş Kara Mustafa Paşa camilerinin ise minareleri yıkılmıştır. Koca Mustafa Paşa Camii'nin kubbesinde de hasar görülmüştür.
Sivil binalar arasında Çemberlitaş'taki Vezir Hanı yerle bir olmuştur. Aynalıkavak Sarayı yıkılmış, Beşiktaş Sarayı ise kısmen hasara uğramıştır. Yedikule'deki iki veya üç kule ile, Galata'daki Kurşunlu Mahzen'in kulesi yıkılmıştır. Aya irini Kilisesi'nde bulunan Cebehane de harap olmuştur. Şehrin su şebekesi de hasara uğramıştır. Ölü sayısının 300 olduğu sanılıyor. Can kaybının nispeten az olması, Kurban Bayramı dolayısıyla halkın evlerinde bulunmasına bağlanmaktadır. Şubat 1790, 27 Ekim 1802 ve 1837'deki depremler ise şehirde pek önemli hasar yapmamıştır.
Tarihçi Avedis Berberyan'a (1798-1873) göre, 23 Eylül 184l'de vuku bulan şiddetli bir depremde, şehir üç defa sallanmış, birçok ev, duvar, han ve hamam harabeye dönmüş, epeyce insan da hayatını kaybetmiştir, l Mart 1855'te meydana gelen ve Bursa'yi yıkan deprem İstanbul'da fazla tahribata yol açmamıştır.
İstanbul'un son şiddetli depremi 10 Temmuz 1894'te vuku bulmuştur. Deprem, güneyden kuzeye doğru üç şiddetli sarsıntı halinde hissedilmiş ve on iki saniye sürmüştür. Beyoğlu ve Boğaziçi taraflarında, nispeten daha az tahripkâr olmuştur. Kagir bütün binalar az çok hasara maruz kalmıştır. Depremin merkezinin, Yeşilköy'den 8 km uzaklıkta ve güneydoğu istikametinde, Marmara Deni-zi'nde olduğu tespit edilmiştir. 12 Tem-muz'da birincisine yakın şiddette birkaç saniye süren yeni bir sarsıntı daha vuku bulmuş ve tekrar hasara sebebiyet vermiştir.
Sivil binalar arasında en çok Kapalıçar-şı hasara uğramıştır. Bitpazarı, Yağlıkçılar, Çadırcılar ve Mercan Çarşısı tarafları tamamen yıkılmıştır. Mercan Sokağı'n-dan kükürtlü su fışkırmıştır. Sirkeci'deki istasyon binası da hasar görmüştür. Harbiye Nezareti binasının bir bölümü yıkılmıştır. Bozdoğan Kemeri'ndeki medrese de (Gazanfer Ağa Medresesi) ağır hasara uğramıştır. Balat'taki Yahudi mektebi, Saraçhane'de bir medrese ile, Kos-ka'da bir fırın tamamen yıkılmıştır. Sa-matya'daki Rum Kilisesi'nin kubbesi çökmüştür. Balıklı'daki Rum Hastanesi de büyük zarar görmüştür. Bakırköy'deki Nerşabuhyan Ermeni Okulu ile Yeşilköy'deki Katolik kilisesi de yıkılmıştır.
Beşiktaş'taki Köprübaşı ve Ortaköy' deki Dere hamamları kısmen yıkılmıştır. Baltalimanı'nda da bir köşk yıkılmıştır. Üsküdar'daki karakol kısmen yıkılarak, 3 askerin ölümüne sebebiyet vermiştir. Pendik'teki istasyon binası kısmen, Kartal'daki Rum okulu tamamen yıkılmıştır. Maltepe İstasyonu binası ile cami ve Rum kilisesi de yıkılmıştır. Haydarpaşa Askeri Hastanesi de hasara uğramıştır.
Edirnekapı'daki Mihrimah Sultan, Azap-kapı'daki Sokollu Mehmed Paşa ve İmra-hor camileri büyük hasara uğramıştır. Zin-dankapı'daki Ahî Çelebi Camii de harap olmuştur. Topkapı'daki Kara Ahmed Paşa Camii tamamen yıkılmıştır. Fatih'teki Bâlî Paşa Camii'nin kubbesi çökmüştür. Haseki Camii'nin ikinci kubbesinin kemeri yıkılmıştır. Silivrikapı'daki Bâlâ Süleyman Ağa Mescidi ve Türbesi harap olmuştur.
Sultanahmet'teki Şücaeddin Camii'nin, Fazlı Paşa Camii'nin, Aksaray'daki Valide Camii'nin, Saraçhane'deki Mimar İlyas Camii'nin ve Nişanca Camii'nin minareleri, keza Fatih Camii'nin iki minaresi yıkılmıştır. Nuruosmaniye'nin ise kapısı yıkılmıştır.
Büyük ve Küçük Safran hanları kullanılamaz hale geldiğinden, bir müddet sonra yıktırılmıştır ve Kapalıçarşı'nın Örücüler Kapısı içeri alınmıştır. Çadırcı ve Sabuncu hanları yıkılmıştır. Sorguçlu Ham ağır hasar görmüştür. Baltacı Ham kısmen yıkılmıştır. Pastırmacı Ham'nda ise altı dükkân yıkılmıştır. Takkeci Han kısmen yıkılmıştır. Vezir ve Süleyman Paşa hanları tamamen yıkılmıştır. Aksaray'daki Hasan Paşa Ham ortadan çatlamıştır. Kel-lekesen Ham da ağır hasara uğramıştır.
Adalarda ise daha büyük hasar meydana gelmiştir. Büyükada'mn tepesindeki kiliselerden biri tamamen yıkılmıştır. Heybeliada'daki Rumların Ruhban Mek-tebi'nin yarısı yıkılmıştır. Keza, Bahriye Mektebi büyük hasara maruz kalmış ve caminin minaresinin yarısı yıkılmıştır. Ho-tel d'Angleterre büyük zarar görmüştür. Rum kilisesinin çan kulesi de yıkılmıştır. Çamlimanı'nda denizin suyu 150 m içeri çekilmiş ve sonra da eski halini almıştır. Burgaz'da ise, deprem yangına sebebiyet vermiştir. Kınalıada'daki Ermeni kilisesi de ağır hasara uğramıştır. 13 Temmuz öğleye kadar, şehirde 138 ölü ve 156
yaralı tespit edilmiştir. Bu sayının daha sonra yükselmiş olması muhtemeldir. 1894'ten bugüne (1994) kadar geçen yüz yıl içinde İstanbul'da yıkıcı etkisi olan bir deprem meydana gelmemiştir.
Bibi. Tarih-i Solakzade, 322; Tarib-i Naima, IV, 289; Tarih-i Raşid, II, 122, III, 222, V, löl; Tarih-i Vâsıf, I, 36, 275; Ayvansarayî, Hadîka, I, 8-10; Tarih-i Cevdet, V, 22, VII, 134, VIII, 239; (Altmay), Onikinci Asırda, 208, 232; A. Berberyan, Badmutyun Hayotz (Ermeniler Tarihi), İst., 1871, s. 508; Hayrenik (Vatan), 29 Haziran 1894-4 Temmuz 1894, S. 857-862; Janin, Constantinople byzantine; İnciciyan, istanbul, 70-72; Cezar, Yangınlar, s. 56-68; K. Pamukciyan, "1766 Büyük istanbul Zelzelesi", Tarih Konuşuyor, S. 28 (Mayıs 1966), s. 2335-2338; K. Pamukciyan, "istanbul'un 1766 Büyük Depremi", Tarih ve Toplum, S. 47 (Kasım 1987), s. 12-16; İstanbul ve Deprem Sempozyumu, 4 Mayıs 1991, ist., 1991.
KEVORK PAMUKCİYAN
DERAIİYYE
bak. DERSAADET
DERBY İŞGALİ
Bakırköy'de kurulu Derby Lastik Fabri-kası'nda 1968'de gerçekleştirilen İstanbul'un ve Türkiye'nin ilk fabrika işgali.
İşgal temelde işçilerin sendika seçme özgürlüğüne müdahale edilmesinden kaynaklandı. İşçilerin eğilimli oldukları DİSK kurucusu Lastik-îş Sendikası'na karşı Derby Lastik Fabrikası işvereni önce bir işyeri sendikası kurdurmaya çalıştı, ardından TÜRK-ÎŞ üyesi Kauçuk-İş adlı sendikayı işyerine soktu.
3 Temmuz 1968'de Kauçuk-İş Sendikası işyerine bir duyuru asarak 4 Temmuz 1968 Perşembe günü işverenle toplusözleşme imzalayacaklarını, cuma günü de işyerinde bayram olacağını açıkladı. Bunun üzerine işçiler 4 Temmuz 1968 sabahı çalışmayı bıraktılar ve fabrikayı işgal ettiler. Sabah vardiyasını içeri aldıktan sonra işe gelen fabrika sahiplerini, müdür ve amirleri işyerine sokmadılar.
İşgalle beraber kurulan boykot komitesi ilk bildirisinde işverenin karşılarına bir sarı sendika çıkardığını, kendileri adına sahte imzaların atıldığım, bu nedenle de hangi sendikaya üye olduklarının belirlenmesi için işyerinde sayım istediklerini açıkladı; ayrıca 16 maddelik bir işyeri reform taslağı öne sürdü.
Olay 1968 Türkiye'si koşullarında köylülerin toprak işgallerinin ve öğrencilerin üniversite işgallerinin yoğunlaştığı günlerin ertesinde gerçekleşmişti. İşgalin ikinci gününde üniversiteli gençler işgalci işçileri ziyaret edip dayanışmalarını gösterdiler. "İşçi-gençlik el ele" diye slogan a-tıldı.
DlSK'li işçilerin işgal eylemi yalnız İstanbul'da değil, tüm Türkiye'de yankılandı. Günlük basın işgale geniş yer verdi. İşçilerden yana ve karşı olanların tartışmaları sürdü.
Derby işgali sürerken Lastik-iş'in başvurusu üzerine, 13. Asliye Hukuk Mahkemesi 8 Temmuz 1968 günü işyerinde işçilere tek tek hangi sendikanın üyesi ol-
Derby işgali 10 Temmuz 1968'de anlaşmaya varılması üzerine işçilerin pankartları indirmeleriyle sona erdi. Gözlem Yayıncılık Fotoğraf Arşivi
duklarını sorma kararı aldı. Bu arada 4 işçi "kışkırtıcı" sıfatıyla tutuklandı.
Türkiye'de işgal altındaki bir işyerinde yapılan bu ilk "referandurn"da işçiler gizli oy ile özgürce diledikleri sendikayı işaretlediler. Hâkim tarafından açıklanan sonuç şöyleydi: 930 işçi DİSK üyesi Las-tik-İş'i, 6 işçi Kauçuk-İş'i seçmişti. 9 İŞÇİ çekimser kalırken oy pusulalarının ikisinde "eski sendika", diğer ikisinde "işçi sendikası" yazıyordu. İzinde olan 250 kadar işçi oylamaya katılmamıştı.
İşveren ile Lastik-îş arasında işgalci işçiler hakkında herhangi bir işlem yapılamayacağı, 4 işçinin kefaletle tahliyesinin isteneceği, fabrika müdürünün değiştirileceği maddelerini de içeren bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşma üzerine işçiler fabrika duvarlarına ve demir parmaklıklara astıkları pankartları kaldırdılar, fabrikayı hasarsız olarak teslim ettiler. İlk "fabrika işgali" 10 Temmuz 1968 günü işçilerin dilediklerini elde etmeleriyle sona erdi.
FARUK PEKİN
DERİCİLİK
Deri maddesinin gördüğü pek çok işlev ve işlem için "dericilik" deyimi kullanılmaktadır. Örneğin çeşitli yöntemlerle hayvanlardan elde edilen derilerin bozulmadan muhafaza olunması için konserve e-dilmesine dericilik denildiği gibi bunları kimyasal maddeler kullanarak terbiye e-denlere de zaman zaman derici denmektedir. Halbuki bunlar birbirinden farklıdır. İkincisine debbağlık(->) denmesi daha doğrudur. Dericilik terminolojisi henüz tam anlamıyla teşekkül etmediği için bu alanda hatalı kullanımlar söz konusudur.
İstanbul tarih boyunca kalabalık nüfusu, zengin konumuyla büyük ölçüde beslenme için et sarf etmiş ve sonucunda da ham deriye sahip olmuştur. Bir
DERNSCHWAM, HANS
36
37
DERUNÎ MEHMED EFENDİ
dır. Resmi yazışmalarda da "Fransa'nın Dersaadet Büyükelçisi", "Dersaadet havadisi", "Sadrazam hazretlerinin Dersaadet'e avdetleri" vb deyimler sıkça geçer. Diğer yandan resmi yayınlarda basım yerinin İstanbul olduğu çoğunca "Dersaadet" veya "Darü'l-Hilafetü'l-Aliyye" deyimleriyle gösterilmiş; günlük yaşamda da "Dersaadet matbuatı", "Dersaadet gazeteleri", "Dersaadet'te mukim", "Dersaadet'e gitti" vb deyimler yerleşmiştir. İstanbul'daki pek çok şirket adının önüne "Dersaadet" sözcüğünü getirirken bazı resmi kuruluşların da örneğin "Dersaadet Cemiyet-i Sulhiyesi" (Ticaret Mahkemesi), "Dersaadet Karakollar Ferikliği" (İstanbul İnzibat Komutanlığı) vb adlar aldığı görülür. NECDET SAKAOĞLU
DERUNÎ MEHMED EFENDİ TEKKESİ
Eminönü îlçesi'nde, Vezneciler'de, Ka-lenderhane Mahallesi'nde, Derunî Mehmet Efendi Sokağı ile Hallacı Mansur So-kağı'nın kavşağında, günümüzde İÜ Zooloji Enstitüsü binasının bulunduğu a-landa yer almaktaydı.
Nakşibendî tarikatından Derunî Şeyh Mehmed Efendi (ö. 1811) tarafından tesis edilmiş olan bu tekkenin inşa' tarihi tam olarak tespit edilememekte, ancak
Uzun süre ham deri ihtiyacının karşılandığı Sütlüce Mezbahası, 1990. Cumhuriyet Gazetesi Arşivi
diğer deyimle istanbul yüzyıllardan beri bir dericilik merkezi olmuştur.
Antik çağda büyük önem taşımayan deri işlemeciliği, Bizans'ta yaygın ve ö-nemli bir meslekti. Deri yalnız ayakkabı yapımında değil, pelerin, koşum takımı, çadır, kalkan ve parşömen yapımında da kullanılırdı. 4-7. yy yazmalarında görülen "skitergates" (deri işçisi) sözcüğü bu alandaki işbölümünden doğmuştur. Kons-tantinopolis'teki Studios Manastırı'nda (bak. İmrahor Camii) yaşayan "birseis" (debbağ, sepici), "dematopoiuntes" (deri işleyici), "skiteis" (ayakkabı yapımcısı), "hipodematorhafoi" (sandalet yapımcısı ?), "skitodeusopoiuntes" (ayakkabı ve sandalet boyacıları) ve parşömen yapımcılarından anlaşıldığına göre, dericilikteki işbölümü neredeyse ipekçilikteki kadar gelişkin ve karmaşıktı.
10. yy'a ait önemli bir kaynak olan
Eparbos Kitabı'na (bak. Eparhos tes Po-
leos) göre, "lorotomoi" denen koşum ya
pımcıları ve sepiciler ile "malakatarioi" de
nen deri yumuşatıcıları, kesinlikle birbi
rinden ayrılmakta, buna karşılık ayakka
bı yapımcılarından söz edilmemektedir.
Paleologos Hanedanı döneminde (1261-
1453) Konstantinopolis'teki dericilikte,
Yahudiler çok önemli bir rol oynadılar.
İtalyan tüccarlar tarafından şehre getiri
len kürk ve ham deriler burada işlendik
ten sonra, çeşitli ülkelere ihraç edilirdi.
11. Mehmed (Fatih) (hd 1451-1481)
fetihten hemen sonra Kazlıçeşme'de 360
debbağhane yanında 33 salhane de (mez-
baha-hayvan kesim mahalli) inşa ettirmiş
ti. Bu suretle dağınık bir şekilde yapılan
hayvan kesimleri ilk defa toplu bir dü
zene sokulmuştur.
Salhanelerde kesilen hayvanların derileri Fatih tarafından Kazlıçeşme'deki debbağhanelere tahsis olunmuştur. Kesilen hayvanların bağırsakları Kirişhane'ye, yağları ise mum imali için mumhanelere sevk olunuyordu.
İstanbul'da Kazlıçeşme dışında Beykoz, Üsküdar, Kasımpaşa, Eyüp bölgelerinde de debbağhanelerin olduğu bilini-
yor. Bu kadar çok debbağhaneye İstanbul'da kesilen hayvanların derileri yeterli olamazdı. O nedenle İstanbul'a dışarıdan da çok miktarda ham deri getirilmiştir.
20. yy'ın başında İstanbul'da hayvan kesimleri bir merkezde toplanmış ve Sütlüce'de ilk modern mezbaha kurulmuştur. Cumhuriyet döneminde burada kesim yapan kasapların kökenine baktığımızda çoğunluğun Eğinli olduğunu görüyoruz. Eğinli ünlü kasap ve dericiler arasında, Ahmet Kara, Ethem Sallı, Mehmet Levent, Ridvan Sorak, Mustafa Levent, Rifat Canayakın ve Sadık Tuncer'i saymak mümkündür. Ahmet Kara bunların arasında büyük bir üne sahipti. II. Dünya Savaşı (1939-1945) sırasında Almanya Türkiye'den çok miktarda deri satın almıştı. Ahmet Kara Türkiye'den yapılan ham deri ihracatının tümünü gerçekleştirmiş, İstanbul mezbahasında kesim yapan tüm kasapları birleştirmiş ve mezbahanın tüm derisini toplamıştır. Ahmet Kara'dan önce ve sonra İstanbul'da elde edilen derinin tümüne hâkim olmuş başka bir derici gösterilemez. Eğinli dericiler karşısında Arnavut kökenli kasaplar vardı. Az sayıdaki Rum kasap dışta bırakılırsa İstanbul mezbahasında Eğinliler ve Arnavutlar arasında çetin bir rekabet söz konusuydu.
1970'li yıllara kadar İstanbul küçükbaş ham deri ihraç merkezi olduğu için İstanbul dışındaki ham deri bölgelerinde elde edilenler de İstanbul'da toplanır ve buradan Almanya ve ABD'ye ihraç olunurdu. Büyükbaş hayvan derisi ise ülke ihtiyacına yeterli olmadığı için ithal edilirdi. 1970'li yıllardan sonra deri giysi üretiminde bir atılım başgpstermiş ve küçükbaş deri ihracatı yasaklanmıştır. Günümüzde giysilik deri imalatında büyük artışlar olmuş ve bunun sonucunda da ters yönde bir deri akışı meydana gelmiştir. Halen küçükbaş ham deri ihtiyacımızın yüzde 50'si dış ülkelerden ithalat yolu ile sağlanmaktadır. İstanbul hem küçükbaş ham deri ithalatında hem de mamul deri imalatında başı çekmektedir.
Sütlüce Mezbahası'nın kapanmasından sonra kesim işi Tuzla'da yeni kurulmuş olan modern mezbahada sürdürülmektedir. Nisan 1993'ten itibaren Kazlıçeşme' deki deri fabrikaları da aynı bölgede kurulmuş bulunan Organize Deri Sanayii Bölgesi'ne taşınmıştır.
HASAN YELMEN