Divan-ı Harb-i Örfi ve Divan-ı Temyiz-i Askeri
Sıkıyönetimde, acil durumun gerektirdiği yetkiler askere verilirken, “genel güvenlik ve asayişe ilişkin olan ve olağan durumlarda polisçe kullanılan yetkiler doğrudan askeri makamlara aktar[ıl]mamakta”ydı. Bakanlar Kurulu, askeri makamlara aktarılacak yetkileri saptamakta, askeri makamların kararnamesiyle alacakları kararların uygulaması kolluk güçlerine bırakılmaktadır.2
Bu nedenle, sıkıyönetimde mülki yöneticiler görevlerinin başındadır. Sıkıyönetim ilan edildikten sonraki dönemde, sıkıyönetim ilan edilen yerlere mülki atamalar devam etmiş, azledilme ve göreve iade kararları alınmıştır. Örneğin 27 Mayıs’da Diyarbakır, Hakkari, Genç, Ergani Valiliklerine, 31 Mayıs’da Elazığ Valiliğine, 19 Haziran’da Çapakçur Kaymakamlığına, 28 Haziran’da Dersim Valiliğine ve daha bir çok yere atama yapılmıştır. Yerel yönetimlerin görevlileri ve çalışanları sıkıyönetim komutanlığı emrine girer mi?
Sıkıyönetim ilan edilmesi ile eş zamanlı olarak sıkıyönetim ilan edilen her ilde “isyana karışanların yargılanması” amacıyla Divan-ı Harb-i Örfi’lerin (sıkıyönetim mahkemeleri) kurulmasına karar verilmiştir. İsyana karışan memurlar, siviller ve asker kaçaklarının davaları bu özel mahkemelerde yapılacaktır. Divan-ı Harb-i Örfi ilk kez 14.12.1918 tarihli Meclisi Vükela kararı ile kurulmuştur. Başka geçerli bir Kanun var mı Divanı Harpleri düzenleyen?
Divan-ı Harb-ı Örfiler, 1 başkan ve 4 üyeden oluşmaktadır. Üyelerden 2’si askeri memurlar arasından Milli Savunma Bakanlığı tarafından, 2’si ise adli memurlar arasından Adalet Bakanlığı tarafından seçilmektedir. Ayrıca, bir müddei umumiye (savcı) bulunmaktadır. Divan-ı Harb-ı Örfiler, kararlarını kanuna dayanarak vermektedir (Ata, 2004, s. 313) ve kararları, Divan-ı Temyiz-i Askeri’de temyiz edilmektedir.
20 Mayıs 1922 tarih ve 237 sayılı Kanun’la kurulan Divan-ı Temyiz-i Askeri’ler, “Milli Savunma Bakanlığına bağlı olarak bir askeri başkan ile iki askeri, iki adli üyeden ve yalnız bir heyetten ibaret bulunmak üzere kurulmuştur” (vurgu bana ait, md 1). Divanların kararları sıkıyönetim kumandanının onayı ile idam hükümleri ise Meclis onayı ile yerine getirilmektedir.
31 Mart’ta kabul edilen 595 sayılı “Harp ve İsyan Sahalarındaki İdarei Örfiye Mıntıkalarında Müteşekkil Umum Divanı Harplerden Verilecek İdam Kararlarının Sûreti İcrasına Dair Kanun” ile harp ve isyan durumunda ve idarei örfiye ilan edilmiş olan yerlerde Divanı Harp tarafından verilen idam cezalarının Meclis onayına gerek duyulmaksızın gerçekleştirilmesine karar verilmiştir.
Bu kanun öncelikle Hükümet tarafından bir tefsir oluşturulmasına dair tezkere olarak gelir, ancak Adliye encümeni bunun bir tefsir olmadığını kanun şeklinde düzenlenmesi gerektiğine karar verir (ZC C.16 İ.90 s.297-317).
Kanun tartışmalara neden olur. Muhalefet, idam hükümlerinin Meclis’in yetkisinde olduğunu, bu nedenle idam kararlarının mutlaka Meclis tarafından onaylanması gerektiğini savunmaktadır. Feridun Fikri Bey (Dersim): “..her memlekette hukuku hükümranî unvanı altında ifade edilen bir takım hukuk mevcuttur ki, bunlar ne icra salâhiyetine ve teşrîî salâhiyetine ne kaza salâhiyetine kıyas edilebilir… Hukuku hükümranî doğrudan doğruya, memlekette milletin hâkimiyetini hiç kimseye ferağ etmeden istimal edebilmek kudret ve kuvvetidir… Hukuku hükümranî doğrudan doğruya Millet Meclisinin şahsiyeti maneviyesinde tecelli eder… İşte, mahkemeden sadır olan idam hükümleri de, hukuku hükümranidendir… Bu nedenle, hangi mahkeme tarafından verilmiş olursa olsun idam kararların Meclisi Aliye gelmesi ve Meclisi Alinin bu kararı tasdik etmesi şarttır” (ZC C.16 İ.90 s.298-299). Feridun Fikri Bey (Dersim): “Heyeti Celilenizden soruyorum: Hakkı teşri kabili ferağ mıdır, divanı harbi örfiye kanun yapmak salâhiyetini verebilir miyiz?” (ZC C.16 İ.90 s.301) şeklinde soru yönelterek eleştirilerini iletmektedir.
Hükümet ise, tedbirlerin bir an önce alınması için hızlı karar almak istemektedir. Ruşen Eşref Bey (Karahisarısahip) tartışmanın dahi gereksiz olduğunu belirtmektedir: “Şeyh Sait hareket ediyor, biz müzakere ediyoruz” (ZC C.16 İ.90 s.305).
Milli Savunma Bakanı Recep Bey (Kütahya) de eleştirilere sert bir şekilde yanıt verir. Meclis tarafından idam cezalarının onaylanması vakit kaybı olacaktır. Böyle bir zamanda bu gecikmenin yaşanması halinde isyanın yayılması ihtimali büyüktür (ZC C.16 İ.90 s.307). Recep Bey, içinde bulundukları dönemde bir takım ilkelerle hareket edebilmenin mümkün olmadığını ve Feridun Fikri gibi kişilerin de böyle yaparak hainlerin yanında yer aldığını söylemektedir (ZC C.16 İ.90 s.306-311):
“Üç tür insan vardır: 1) vatan milletin refahı için bilfiil çalışan ve gerçeklerden hareket edenler. 2) Nazariyatçılar. 3) Hainler. Nazariyatçılar, hainler tarafından kullanılırlar (s.306).
“Feridun Fikri Bey gibi, bütün söylenmiş olan hakikatlerin hiçbirisini nazarı dikkate almayarak, dimağındaki fikir ve noktai sabite ne ise, onu bir hakikat gibi her gün heyeti muhteremeye uzun sözlerle ve bir belagatı nazariye içinde yutturmak isteyen adamların dimağını bendeniz derbeder diye tarif ederim” (s.307).
“Fakat tekmil bir milletin kanının heder olması mevzubahis olduğu zamanda, icapeden insan kanının heder olmasına göz yummak, razı olmak değil; o ahkamı vaz etmek ve tatbik etmek vatanperverliğin en âli şiarıdır.” (s. 308).
“Namus ve namuslarının müttek’ası olan devlet bünyesini kökünden kal etmek üzere harici düşmanlara karşı zayıf bir zemin ihdas etmek tarikine girenlere karşı hürriyet değil, hayat yolu kapanmalıdır.” (s. 311).
Karar, teklif edildiği şekliyle kabul edilmiştir.
YÜRÜTMENİN GÜÇLENMESİ
Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nda (20 Nisan 1924) kuvvetler birliği esastır, egemenlik Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde toplanmaktadır: “Türkiye Büyük Millet Meclisi milletin yegâne ve hakikî mümessili olup Millet namına hakkı hâkimiyeti istimal eder” (md 4). Yasama yetkisi ve yürütme erki TBMM’de toplanmaktadır (md 5). Yargı ise “Millet namına, usulü ve kanunu dairesinde müstakil mahakim tarafından istimal olunur” (md. 8). Buna karşın, yürütme erkinin Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu eliyle kullanılması (md 7), Cumhurbaşkanının tüm işlemlerinde Başbakanın ve ilgili bakanın imzasının olması (md 39) ve Başbakan’ın Cumhurbaşkanı tarafından seçilmesi (md 44) nedeniyle yasama içerisinde yürütme erkinin yoğunlaşmasına tanık olunmaktadır. Bu bakımda, hükümet sisteminde Meclis Hükümeti ile Parlamenter Sistemin ögeleri bir arada bulunmaktadır.
Bu sistem içerisinde, isyan zamanında Cumhurbaşkanı’nın liberal karakteri ile anılan Ali Fethi yerine askeri yönetime yakın İsmet Paşa’ya Bakanlar Kurulu’nu kurma görevini vermesi, İsmet Paşa Hükümeti’nin Takrir-i Sükun Kanunu’nu çıkararak bir çok yetkiyi Bakanlar Kurulu’na vermesi ile güç Cumhurbaşkanı ve O’nun atadığı Başbakan’da ve Başbakan’ın Bakanlar Kurulu’nda toplanmaktadır.
Dostları ilə paylaş: |