46
rette belirleyici olmadığı, özellikle de belirli bir mimari tipe tekabül etmediği söylenebilir.
BİBLİYOGRAFYA :
İbn Cübeyr. er-Rihle [nşr. W. Wright- M. I de Goeje), London 1907. s. 284; İbn Hallikân. Vefe-yât, III, 195, 521; İbn Battûta. Rİhle, Kahire 1346,11, 108-118; Makrîzî.e/-Hı(ai, Kahire 1326, IV, 237-240, 271-306, 415; R. A. Nicholson. Studies in Islamic MysÜcism, Cambridge 1921, s. 1-76; D. N. Wilber, The Architecture of Isla-miclmn: The Hkhanİd Period, Princeton 1955, s. 133; L Bretaniskİ, Zodçestoo Azerbaycana XI!-XV. IXII-XV Yüzyıllar Azerbaycan Mimarisi), Moskva 1966, s. 92-101; J. S. Trimingham. The Sufi Orders in islam, Oxford 1971, s. 5-25, 166-177; J. Sourdel-Thomine - B. Spuler. D/e Kunst des İslam, Berlin 1973, s, 305; A. i. Doğan. Osmanlı Mimarisinde Tarikat Yapıları: Tekkeler, Zauiyeler ve Benzer Nitelikteki Fü-tüuvet Yapılan, İstanbul 1977, s. 72-77; I. Bilgin. "Übcr die Tekke-Architektur des 13. )ahr-hunderts in Anatolien", Fifth International Congress of Turkîsh Art, Budapest 1978, s. 183-199; Abdiirrahîm Gâlib, Meüsû'atü'l-'imâ-retn-İslâmiyye, Beyrut 1408, s. 157-158; Sedat Emir, Erken Osmanlı Mimarlığında Çok-İşleüli Yapılar: Kentsel Kolonizasyon Yapıları Olarak Zauiyeler, İzmir 1994, I, 25-33, 42-50; H. Sauvaire, "Description de Damas", JA, IX/V (1895). s. 269-297; J. Sauvaget, "lnven-taire des monuments musulmans de la ville d'Alep", REi, V (1931), s. 84-86; Semavi Eyice. "Anadolu'da Orta Asya Sanat Geleneklerinin Temsilcisi Olan Bir Eser: Boyalıköy Hankahı", TM, XVI (1971}. s. 39-56; D. Behrens-Abouseif. "Change in Function and form of Mamluk Re-ligious Institulions", Ahi, XXI (1985), s. 73-93; Pakaiin. 1, 730-731; J. Chabbi. "ühânkâh", El2 (ing.). IV, 1025-1026; Bruce L Lawrence, "Khanagâh". ER. VIII. 278-279.
m M. BahaTanman
HANSA
Ümmü Amr Turnadır bint
Amr b. el-Hâris b. eş-Şerîd
(ö. 24/645)
Araplar'ın en meşhur kadın şairi,
sahâbî.
L J
Milâdî 57S yılına doğru dünyaya geldiği tahmin edilmektedir. Birçok şair yetiştirmiş olan Benî Süleym kabilesine mensuptur. Hansa, "çekik ve kalkık burunlu" demek olan ahnes kelimesinin müenne-sidir. Bu ilgiyle kelime, eski Araplar arasında kadın güzelliğinde benzetme unsuru olarak geçen "yaban sığın" anlamında da kullanılır. Hansa. İslâm'dan önce varlıklı ve nüfuzlu bir aile içinde yetişti ve muhadramûn* şairleri arasında yer aldı.
Benî Cüşem kabilesi reisi şair Düreyd b. Sımme güzelliği, zekâsı ve zarafetiyle dikkati çeken Hansâ'yı babasından İste-
di. Ancak Hansa Düreyd'i yaşlı buldu ve onu beğenmedi; kendi kardeşi Muâviye'-nin ısrarlarına rağmen bu evliliği kabul etmedi, ayrıca Düreyd'i ve kabilesini hafife alan şiirler söyledi. Daha önce de Bedr kabilesi reisinin evlilik teklifini reddettiğini ve gönlünün bir amcazadesinde olduğunu belirterek kendi kabilesiyle övündüğü meşhur "Râiyye"sini kaleme aldı. Câhiliye devri âdetine göre kabile bağına çok önem verdiği anlaşılan Hansa, Benî Süleym kabilesinden Revâha b. Abdüluz-zâ veya babası ile evlendi ve ondan Abdullah adında bir oğlu oldu. Hz. Peygam-ber'in vefatından sonra ortaya çıkan irti-dad hareketlerinin önlenmesinde Abdullah'ın önemli katkısı olmuştur. Hansa, Re-vâha'nın vefatı üzerine yine kendi kabilesinden Mirdâs b. Ebû Âmir ile evlendi ve bu evlilikten de Yezîd, Muâviye ve Amr adlarında üç oğlu ile Amra adında bir kızı oldu.
Hansâ'nın biri öz kardeşi Muâviye, diğeri baba bir kardeşi Sahr olmak üzere iki kardeşi vardı. Bunlardan cesaret ve cömertliğiyle tanınan, kendisinden büyük destek gördüğü Sahr'ı daha fazla sevdiği anlaşılmaktadır. Kabileler arasında yapılan savaşlarda birbirinin intikamını almaya çalışırken öldürülen kardeşlerinin ve özellikle Sahr'ın ölümüne çok üzülen Hansa, mezarlarının başında onların mertlik ve cömertliklerini sayıp dökmüş, mersiyeler söylemiş ve bu mersiyeleriyle edebiyat tarihinde büyük şöhret kazanmıştır.
İslâm dini ortaya çıktığında çocukları ve kabile mensupları ile birlikte müslü-man olan Hansa, Resûl-i Ekrem ve daha sonra Hz. Ömer ile görüştü. Kaynaklarda belirtildiğine göre (İbn Hacer, IV, 287] Resûl-i Ekrem onun şiirlerini beğenir ve, "Haydi Hunâs!" diyerek kendisine şiir okumasını isterdi. Hz. Ömer de onun şiirlerini ve belagatını beğendiğini ifade etmiştir. Hansa. İslâmiyet'i kabul ettikten sonra Câhiliye âdetlerini bırakmış olmasına rağmen kardeşlerine ve Mudar kabilesinin büyüklerine ağıt yakmayı sürdürmüştür. Hz. Ömer kendisine, "Niçin ağlıyorsun, onlar şimdi cehennem odunu!" deyince, "İşte şimdi hüznüm bir kat daha arttı" cevabını vermiştir. Yine Hz. Âİşe'nin ikazına rağmen kardeşi Sahr'ın anısına sadakatle bağlı kalmış, bir Câhiliye âdeti olarak çıplak vücuduna kıldan yelek (sıdâr) giymeye devam etmiştir.
Hz. Ömer zamanında 16 (637) yılında dört oğluyla beraber Kâdisiye Savaşı'na katılan Hansa oğullarına, ebedî hayatta
Allah'ın nimetlerine erişebilmek için savaşın en şiddetli anında ileri atılmalarını ve İslâm dini uğruna Ölünceye kadar savaşmalarını tavsiye etmiş, bu savaşta dört oğlu da şehid olmuştur. Oğullarının ölüm haberini alınca, "Onların şehâdetiy-le beni şereflendiren Allah'a hamdolsun. Yüce rabbim, beni de onlarla beraber rahmetinin gölgesinde birleştirsin!" diye dua etmiştir.
Hansa Arap edebiyatında kadın şairlerin en Önde geleni kabul edilir. Şiirlerinin çoğunu Câhiliye devrinde ve müslüman olmadan önce söylediği İçin bunlarda İslâm dininin etkisi görülmez. Erkeklerle beraber katıldığı savaşlarda gördüğü kahramanlık sahnelerini kadın duygusallığı ile ve sade bir dille anlatmış, özellikle mersiye türünde sembol haline gelmiştir. Kardeşlerinin ölümü üzerine duyduğu derin elem ve kederi anlatan şair, samimi hisleriyle bütün şairlik ustalığını ortaya koymuştur. Hansâ'nın şiirleri beyitler, kısa kasideler ve parçalar halinde olduğu için Câhiliye devrinin uzun kaside türünden ayrılır. Fakat bu husus, ayrıca konularının mersiye, methiye, harp sahneleri ve tabiat tasvirleriyle sınırlı olması onun şiirlerinin edebî değerine bir noksanlık getirmemiştir.
Hansâ'nın Ukâz panayırına katıldığı. kardeşi Sahr için söylediği kasideyi Nâbi-ga ez-Zübyânî'ye okuduğu ve kasidenin onun tarafından beğenildiği rivayet edilmekteyse de Nâbiga'nın Sahr'dan on yıl kadar önce öldüğü dikkate alınırsa bu rivayetin gerçek olmadığı anlaşılır. Ancak Hansa, vaktiyle Nâbiga ez-Zübyânî'nin başkanlığını yaptığı heyet tarafından Ukâz'da düzenlenen şiir yarışmasına katılmıştır. Hatta bu yarışmaların birinde Hassan b. Sâbit'in bir beytinde sekiz hata buiması (İbn Kuteybe, I, 344) onun titiz bir şiir tenkitçisi olduğunu gösterir ki bu olayın Arap şiir tenkidi tarihinde müstesna bir yeri vardır.
Şiirlerin çoğunu Sahr için söylenen mersiyelerin oluşturduğu Hansâ'nın divanı günümüze kadar gelmiştir. İlk defa Lu-vîs Şeyho'nun neşrettiği divan (Beyrut i 305/1888], daha sonra yine onun tarafından şerhedilerek Enîsü'I-cülesâ' fî şerhi Dîvâni''l-Hansâ* adıyla yayımlanmıştır (Beyrut 1896). Divanın ayrıca Ha-seneyn Muhammed ez-Zeydânî (Kahire 1326/1908), Kerem el-Bustânî (Beyrut 1379/1960, 1383/1963} ve İbrahim Ava-zayn (Kahire 1405/1985) tarafından yapılan neşirleri yanında ticarî maksatla yapılmış baskıları da vardır. Hansâ'nın di-
vanını V. de Coppier Fransızca'ya (Beyrut 1889), G. Gabriellide İtalyanca'ya (F!o-rence 1899; Roma 1944) tercüme etmiştir. Eserin Ebü'l-Abbas Sa'leb'e ait şerhini Fâyiz Muhammed yayımlamıştır (Beyrut 1414/1993).
Hansâ'nın hayatı, edebî şahsiyeti ve şiirleri üzerinde Fuâd el-Bustânî el-Hansâ' (Beyrut 1930), Muhammed CâbirAb-dülâl el-Hînî el-Hansâ3 şöciretü Benî Sü-leym (Kahire 1963), Âişe Abdurrahman el-Hansâ' (Kahire 1957), İsmail el-Kâdî el-Hansâ1 fî mir^âti hşrihâ (MI, Bağdat 1962-1965), Fethî el-Kevâmile Fî Rihâ-bi'1-Hansû' (Dımaşk 1988) ve Abbas İbrahim Şarh Diwön al-Hansö3 (Bairut 1994) adıyla müstakil çalışmalar yapmışlardır.
BİBLİYOGRAFYA :
Dtuânü'l-Hansâ* (nşr. İbrahim Avazayn), Kahire 1405/1985, naşirin girişi; Cumahî, Fuhû-lü'ş-su'arâ', 1, 203, 210; İbn Kuteybe. eş-ŞıV ve's-şucarâ\ I, 343-347; Ebü'l-Ferec el-İsfahânî, el-Eğânî, XV, 76-111; İbn Hazm, Cemhere, s. 61; İbn Abdülber, ei-İstl'âb (Bıcâvî], IV, 1827; İbn Fazlullah el-Ömerî. Mesâtik, XIV, 37-38; İbn Hacer. et-İşâbe, (V, 287-289; Abdülkâdir el-Bağ-dâdî, Hizânetü'l-edeb, I, 433-438; Mehmed Zihni. Meşâhîrü'n-nisâ, İstanbul 1294,1, 198-205; Butrus el-Bustânî. Üdebâ'ü'l-'Arab, Beyrut 1979, 1, 225-236; G. Gabrielli, / tempi, la utta e i! con-zoniere delia poetessa araba al-Hansâ', Floren-ce 1899; a.e., Roma 1944, s. 63-175; Serkîs. Mu'cem, I, 837-838; Fuâd el-Bustânî, el-Hansâ', Beyrut 1930; Brockelmann, GAL, I, 34-35; Suppl., f, 70; Blachere. Târihu't-edeb, s. 321-323; C. Zeydân. Âdâb (Dayf), i, 146-147; Ronart. CEAC, s. 289; Hannâ el-Fâhûrî. Târîhu'l-ede-brt-'Arabt, Beyrut 1960, s. 188-193; a.mlf.. el-Mûcez ft'l-edebi'l-'Arabİ ve târihîh, Beyrut 1985, 1, 288-293; M. Câbir el-Hinî, ei-Hansâ* şâtretü Beni Süleym, Kahire 1963; Sezgin. GAS, I!, 311, 314; Abdülvehhâb es-Sâbûnî, Şu'arâ' ue devâütn, Beyrut 1978, s. 71-72; Ömer Ferruh, Târihtı'l-edeb, !, 317-319; Yûsuf Es'ad Dâğır. Meşâdirü'd-dirâsâti'l-edebiyye, Beyrut 1983, i, 103-104; Afîf Abdurrahman. Mu'cemü'ş-şu'a-râ'i'l-câhiUyytn ue'l-muhadramin, Riyad 1983, s. 112-113; Kehhâle. Â'lâmü'n-nisâ', I, 360-371; Reşîd Yûsuf Atâullah. Târihu't-âdâbiVAra-fc>ıyye(nşr Ali Necîb Atvî) Beyrut 1985, I, 142-144; M. Abdülmün'im Hafâcî. el-Hayâlü'l-ede-biyye ba'de zuhûri'l-İslâm, Beyrut 1410/1990, s. 220-234; Ahmed Hasan ez-Zeyyât. Târîhu't-âdâbİ't-'Arabî, |baskı yeri ve tarihi yok |, s. 149-151; Cevâd Ali. el-Mufaşşal, IX, 875-877; Meryem Makariyos. "el-Hansâ*", el-Muktetaf, Vl/1, Beyrut 1882, s. 47-48; IX/10 (1885). s. 622-629; Mehmed Akif [Ersoy]. "■el-Hansâ", SM, Vll/157 (1327), s. 5-6; Felek Tarzî. "Şâ'iretü'l-bükâ'i ve'l-esâ", Mecettetü Dımaşk, 1/4, Dımaşk 1940, s. 23; Nûrî Hammûdî el-Kaysî. "el-Hansâ'", Mecelletü Âdâbi'l-Müstanşıriyye, 1, Musul 1966, s. 218-236; Studies İn İslam, IV. New Delhi 1967, s. 186, 220; F. Krenkovv, "Hansa", İA, V/l, s. 218-220; K Gabrielli, "Khansâ"', S* (İne.), IV, 1027. „
lffll Ali Şakir Ergin
HANSA LAR
HÂNSÂLÂR
Bazı İslâm devletlerinde
saray mutfağından
ve hükümdarın sofrasının
hazırlanmasından sorumlu olan
görevli.
Farsça hân (sofra) ve sâlâr (emîr) kelimelerinden meydana gelen hânsâlâr "sofracıbaşı. aşçıbaşı" anlamında birleşik bir isimdir. Hânsâlâr'ın bazı eserlerde "emîr-i çaşnigîr" yerine kullanıldığı görülürse de bu unvanları taşıyan kişilerin özellikle Selçuklularda farklı görevler yaptıkları bilinmektedir |bk çaşnigîr). Türk saraylarında aşçtbaşılık görevi eskiden beri mevcut olmakla birlikte kaynaklarda hânsâlâr tabirine ancak XI. yüzyılın ortalarından itibaren rastlanmaktadır. Batı Karahanlı Hükümdarı Şem-sülmülk I. Nasr zamanında (1068-1080) bir hânsâlârın âmil olarak tayin edildiği, bu zatın kendi parası ile Buhara yakınlarındaki İskickes'te büyük bir cami yaptırdığı ve burada kısa bir süre cuma namazı kılındığı bilinmektedir (Nerşahî, s. 29; Barthold, s. 104). Râvendî de 11S3 yılında Sultan Sencer'in Oğuzlar'a esir düşmesiyle sonuçlanan "Oğuz hadisesini" anlatırken, bu olayın Oğuzlar'ın her yıl vergi olarak sultanın mutfağına verdikleri 24.000 koyunu tahsil etmek üzere hânsâlârın gönderdiği muhassılın onlara kaba davranması ve hakaret etmesi yüzünden meydana geldiğini söyler (Râ-hatü'ş-şudûr, s. 177-178).
Yûsuf Has Hâcib'in verdiği bilgilere da-yanarak(bk. Genç, s. 220 vd.) hânsâlârın görevleri mutfağın idaresi, erzak temini, yemeklerin pişirilmesine nezaret etmek, hükümdarın sofrasını kurdurmak, yemeklerin kapıcıbaşının denetiminde ve vaktinde huzura çıkartılmasını sağlamak şeklinde özetlenebilir. Yûsuf Has Hâcib'e göre hükümdarın can güvenliği bakımından da önemli bir görev üstlenen hânsâlâr gözü tok. gönlü zengin, takva sahibi. Özü sözü bir, akıllı, bilgili, yüzü temiz ve kıyafeti güzel bir kimse olmalıdır. Eğer hânsâlâr dürüst olmazsa onun yamakları da dürüst olmaz. Ayrıca yemek vakti gelince elini çabuk tutmalı, usul ve erkâna uyarak huzura edepli bir şekilde girip çıkmalıdır (ayrıca bk. MATBAH-i AMİRE)
47
HANSALAR
BİBLİYOGRAFYA :
Nerşahî, Târîhu Buhara (trc. ve nşr Emîn Abdülmecîd Bedevî - NasruMah Mübeşşir et-Tırdzî], Kahire, ts. (Dârû'l-Maârif), s. 29; Râ-vendî, Rahatü'ş-şudûr, Tahran 1364, s. 177-178; Kalkaşendî. Şubhu'l-a'şâ, V, 471; A. K. S. Lambton, "The Internal Structure of Saljuq Empire", CHIr,, V, 226; Uzunçarşılı. Medhal, s. 32, 36, 342; Hasan-ı Enverî. Işülârtat-t Dîuâni Deore-yi Gaznevî ve Selcûki, Tahran 2535 şş., s. 14, 213; Reşat Genç, Karahantı Deutet Teşkilâtı, Ankara 1981, s. 220-223; Barthold, Türkistan, s. 104; Mehmet Altay Köymen, Büyük Selçuklu imparatorluğu Tarihi, Ankara 1984, II, 407-408; Dihhudâ, Luğatnâme, XII, 626.
İMİ Aydın Tanert
r * * * ~ı
HANSARI, Muhammet! Bakır
Muhammed Bakır b. Zeynilâbidîn
b. Ca'fer el-Mûsevî el-Hânsârî
{ö. 1313/1895)
Ravzâtü'I-cennât
adlı eseriyle tanınan
Şiî âlimi.
J
22Safer 1226'da (18 Mart 1811) Hân-sâr'da doğdu. Bu sebeple Hânsârî diye anılmakla birlikte İsfahan'da oturmuş olduğu mahalleye nisbetle Çehârsûyî (Çe-hârsûki) diye de anılmıştır. Yetiştirdiği âlimlerle ün kazanmış bir aileye mensuptur. Arapça'yı ve ilk İslâmî bilgileri dedesi Ebü'l'Kâsım Ca'fer'den ve kendi ifadesine göre devrinin en meşhur âlimlerinden biri olan babasından öğrenmeye başladı. Dedesinin ölümünden sonra ailesiyle birlikte Hânsâr'dan göç ederek İsfahan'a yerleşti i 1824). Burada Sadreddin el-Âmilî, Muhammed Takı er-Râzî, Muhammed Bakır er-Reştî. Muhammed b. Ali en-Necefî. Seyyid Muhammed eş-Şehşehânî ve İbrahim el-Kerbâsî gibi âlimlerin derslerine devam ederek icazet aldı. Daha sonra Hz. Ali'nin kabrini ziyaret etmek ve yöredeki ilim meclislerinden faydalanmak üzere Necef'e gitti (1837). Necef'te Kasım b. Muhammed en-Necefî, İbrahim b. Muhammed Bakır el-Kazvînî. Muhammed İbrahim el-Ker-belâî'nin derslerine katıldı ve bu âlimlerden aldığı icazetle ictihad edecek bir seviyeye ulaştı. Müctehid sıfatıyla döndüğü İsfahan'da cuma namazlarını kıldırmakla görevlendirildikten sonra şöhreti ve itibarı arttı. Aralarında oğlu Mirza Mehdî el-Hânsârî, Şeyhüşşerîa Fethullah b. Muhammed Cevâd el-İsfahânî, Mirza Muhammed el-Hemedânî. Mirza Abdür-rahim el-Kerbâsî ve Muhammed Kâzım Tabâtabâî'nin de bulunduğu pek çok öğ-
48
renci yetiştirdi. 8 Cemâziyelevvel 1313'te (27 Ekim 1895) İsfahan'da vefat eden Hânsârî vasiyeti üzerine buradaki Mes-cid-i Musallâ'da Âgâ Radî Tekkesi yanına defnedildi.
Eserleri. Biyografi, hadis, fıkıh, kelâm ve ahlâka dair irili ufaklı yirmiyi aşkın kitap telif eden Hânsârî'nin belli başlı eserleri şunlardır: 1. Ravzötü'l-cennât ti ah-vâli'l-culemai ve's-sâdât. On yılı aşkın bir sürede hazırlanmış olan eser 1287'-de (1870) tamamlanmıştır. Şiîler'İn yanı sıra diğer mezheplere mensup âlimlerin biyografilerine de yer verilen ve 757 biyografi içeren eser kişi adlarına göre alfabetik olarak düzenlenmiş, her harf için ayrılan bölümde önce Şiî âlimleri, daha sonra da diğer âlimler ele alınmıştır. Kitapta yer verilen kişilerin yaşadıkları bölgelerin coğrafî özellikleri hakkında da bilgiler verilir. Eser öyle bir şöhret kazanmıştır ki daha sonra birçok müellif (meselâ bk. Tebrîzî, ili, 366-367) Hânsârî'den "sâhib-i Ravzâtü'l-cennât" diye bahsettiği gibi Hânsârî'nin torunları esere nisbetle Ravzâtî nisbesiyle anılmıştır. Seçili İfadelere ve edebî sanatlara yer verilen eser, Tahran'da 1307 (1889) ve 1367 (1948, Seyyid Muhammed Ali Ravzâtî'nin haşiyesi ile birlikte) yıllarında yapılan baskılarından sonra bazı fihrist ve indekslerin eklenmesiyle sekiz cilt halinde yeniden yayımlanmıştır (Tahran-Kum I 390-1392). Z. Kurretü'l-'ayn ve sürû-rü'n-neş'eteyn (İsfahan 1320). 3000 be-yitlik Farsça bir akaid kitabıdır. 3. Ede-bü'1-lisân. 4. Tesliyetü'l-ahzûn 'inde fakdi'l-ahibbâ' ve'1-ihvân (son iki eser için bk Brockelmann, II, 828). 5. en-Nehriyye (İsfahan 1377). 6. Telvîhu'n-nûriyyât mine'l-kelâm fî tenkîhi'z-zarûriyyât mine'l-İsîâm. Üstteki eserle birlikte yayımlanmıştır.
Müellifin bunlardan başka kaynaklarda, Şehîd-i Evvel'in £7/iyye'si üzerine kaleme aldığı Ahsenü'I-catıyye fî şerhi'1-Eliiyye, Turafü'l-ahbâr îi-tuhati'1-ah-yâr, Risale fî şerhi hadîsi Hammâd, Risale fî düstûri'l-'amel li'1-mükelle-fîn, Risale fi'l-emr bi'1-ma'rûf ve'n-nehy 'ani'l-münker, Risale fî aksâ-mi'1-belâyâ, Risale fî faili'J-cemd'a, Urcûze fî uşûli'1-fıkh, Risale fi'1-fıkh, Risale fi'1-hums, Cevâhirü'î-âşâr ve cevâ'izü'l-ebrâr, Telhîşu Mecmûhti'l-Verrâm gibi eser ve risaleleri de zikredilmektedir (Muhammed Bakır Hânsârî, Rauzâtü7-cennât, naşirin mukaddimesi, I, dal-hâ).
BİBLİYOGRAFYA :
Muhammed Bâkr Hânsârî. Ravzâtü'I-cennât, Tahran 1390 hş., II, 105-110, ayrıca bk. Muhammed Takı el-Keşfî'nîn mukaddimesi, I, dal-hâ; Browne. LHP, IV, 356-357, 448-449; Brockel-mann, GAL SuppL, II, 828; fzâhu 't-meknûn, I, 33, 286; Hediyuetü'I-1 arifin, 11, 379;Tebrîzî. Rey-hânetü'l-edeb, III, 366-367; Muhammed Ali, Mekârimü'l-âşâr, İsfahan 1351, III, 798-820; Âgâ Büzürg-i Tahrânî, ez-Zerf'a ilâ teşânîfi'ş-Şi'a, Beyrut 1403/1983, 1, 287; IX, 575; XI, 280; XV, 161; XVI, 266; XVII, 73; XXIII, 78; a.mlf.. Taba-kâtü a'lâmi'ş-Şi'a, Meşhed 1404, I, 211-212; Aıyânü'ş-Şî
Iffij Avni İlhan
HÂNSÂRÎ, Muhammed Taki
Seyyid Muhammed Takt
b. Esedillâh b. Muhammed
e!-Mûsevî el-Hânsârî
(1888-1952)
Şiî âlimi ve müctehîd.
l_ J
Hânsâr'da doğdu. Çok sayıda âlim yetiştiren bir aileye mensuptur. İlk öğrenimini memleketinde tamamladıktan sonra 1904'te Necef'e gitti. Burada kaldığı on yıllık süre içinde Ahund Molla diye bilinen Muhammed Kâzım-ı Horasânî. Muhammed Kâzım Yezdî. Şeyhüşşerîa Fet-hullah b. Muhammed Cevâd, Mirza Muhammed Hüseyn-i Nâînî. Alî-i Koçânî ve Ziyâeddîn-i Irâkî gibi âlimlerin derslerine devam etti. 1. Dünya Savaşfnda Osmanlılar tarafından yapılan cihad çağrısına Irak'taki Şiî otoritelerle birlikte olumlu cevap verdi ve İngilizler'le müttefiklerine karşı mukaddes cihad ilân edilmesinde büyük rol oynadı. Iraklı Şiî liderlerin sevk ve idare ettiği cihada iştirak ederek Mezopotamya savaşında yaralanan Hânsârî İngilizler tarafından Hindistan'a sürüldü. Dört yıl devam eden sürgün hayatından sonra memleketine döndü ve ardından Abdülkerîm Hâiri'nin ders halkasına katılmak için Erâk'e gitti. Hâirî, mahallî özellikler taşıyan ders halkasını genişletmek ve Havze-i İlmî'yi yeniden kurmak amacıyla 1922 yılında Erâk'ten ayrılıp Kum'a gittiği zaman da Hânsârî ondan ayrılmadı. Erâkve Kum'daki ders halkalarında İslâmî konularda verdiği derslerle Havze'nin önemli âyetuİlahlarından biri olarak tanındı. İlmi, ahlâkı ve takvası ile büyük itibar kazanan Hânsârî, Abdül-
kerîm Hâiıînin 1937 yılında ölümünden sonra Hânsâr, Tahran ve Kum'da birçok kimse tarafından merci-i taklîd olarak kabul edildi. Seyyid Ati Hüccet ve Seyyid Sadreddin Sadr ile yaptıkları ortak çalışmalar sonunda Rum'daki medreselerde öğrenim gören talebe sayısında büyük bir artış oldu. Hânsârî, başta Ayetullah Bihiştî olmak üzere çok sayıda öğrenci yetiştirdi. Ayrıca İran Şîası arasında uzun süreden beri terkedilen cuma namazlarının 1941 yılından itibaren yeniden kılınmasında önemli katkıları oldu.
Siyasî konularda da aktif olan Hânsârî, özellikle millî ve İslâmî meselelerde kararlı bir tavır ortaya koydu. 1947-1948 Filistinliler hareketini destekledi. 1952 yılında İran Parlamentosu'na Kum'dan girmek isteyen bir toprak ağasının meclise girmesi aleyhinde fetva verdi. Aynı yıl Mu-hammed Musaddık'ın İran petrollerini millîleştirmesi kararını, halk üzerinde büyük bir tesir bırakan fetvası ile destekleyerek bu tür kararlara arka çıkmanın dinî bir görev olduğunu ilân etti.
Hânsâri yaptığı yağmur duaları ile de ün kazanmıştır. 1943yılında Kum'da 20.000 kişinin İştirakiyle idare ettiği bir duanın ardından yağmur yağması onun kerametine hamledilmiştir.
Hayatının son yıllarında birçok hastalıktan mustarip olan Hânsârî Hemedan'-da vefat etti. Cenazesi Kum'a nakledilerek hocası Hâirî'nin yanına defnedildi.
Hânsârî'nin daha çok fıkıhla İlgili olan az sayıdaki eserlerinden Müntehabü'I-ahkâm adlı kitabı ile Ahund Molla'nın ei-Vrvetü'l-vüşkâ adlı eserine yazdığı Haşiye 'ale'l-Vrveti'I-vüşka basılmıştır (eserleri için bk. Âgâ Büzürg-i Tahrânî, I, 246).
BİBLİYOGRAFYA :
Âgâ Büzürg-i Tahranı. Tabakâtü a'lâmi'ş-ŞFa, Meşhed 1404.1, 246-247; Kehhâle. Mu'cemü'i-mü'elliltn, IX, 127; M. Momen. An Introducüon to Shi'i İslam, New Haven - London 1985, s. 247; Abdulhadi Hairi. "KJrânsâri", El2 (İng.), IV,
1028. İTİ
İRSİ
AVNr İlhan
HÂNSEVÎ
Cemâlüddîn Ahmed
b. Muhammed b- Muzaffer
en-Nu'mânî el-Hânsevî
(ö. 659/1260-61)
Çiştiyye tarikatına mensup Hintli mutasavvıf.
L J
S80 {1184-85) yılında Hindistan'ın Pen-cap bölgesindeki Hânsî şehrinde doğdu. Soyu Ebû Hanîfe'ye kadar uzanır. Hayatı hakkındaki bilgiler menkıbelerle karışıktır. Çok iyi Arapça bilenlerin tayin edildiği hatiplik görevinde bulunduğuna göre iyi bir öğrenim görmüş olmalıdır. Hânsevî. bu görevi sırasında Çiştî şeyhlerinden Feri-düddin Mes'ûd Genc-i Şeker'e intisap etti. Şeyhinin isteği üzerine resmî görevinden ayrılarak onun önde gelen mürid ve halifelerinden biri oldu. Hilâfet alıp memleketi Hânsî'ye döndükten sonra Ecûd-hen şehrinde ikamet eden şeyhini birkaç defa ziyaret etti. Sağlığının bozulması üzerine de kendisinden haber almak için bir hizmetçisini ona göndermeye başladı. Resmî görevini bıraktıktan sonra sıkıntı ve zorluklarla dolu bir hayat süren Hânsevî, yanında bir müddet kalan Nizâ-meddin Evliyâ'dan durumunu şeyhine anlatmasını istemiş, şeyhi de kendisine bu yola girenlerin başına bu gibi hallerin gelebileceğini bildirmişti. Hânsevî şeyhinden beş yıl önce Hânsî'de vefat etti. 1406 yılında kendisi ve üç müridinin kabirleri üzerine bir türbe inşa edildi.
Eserleri. Âlim ve şair bir sûfî olan Hân-sevî'nin çeşitli eserleri olduğu bilinmek-teyse de bunlardan ancak ikisi günümüze ulaşmıştır. 1. Dîvân. Çiştiyye tarikatına mensup bir sûfî tarafından yazılan ilk manzum eser olan bu Farsça divan iki bölümden meydana gelmekte olup birinci bölümü gazelleri, ikinci bölümü rubâî ve kıtaları ihtiva etmektedir. VII. (XIII.) yüzyılın başlarında Kuzey Hindistan'da bulunan dinî ve siyasî kurumlarla halkın inanç
HANYA MEVLEVÎHÂNESİ
ve davranışları hakkında bilgi vermesi açısından da önemli olan eser Pîrcî Refîud-din tarafından neşredilmiştir (Delhi 1889). K. V. Zetterstöen, Hânsevî'nin bazı şiirlerini İngilizce'ye tercüme ederek yayımlamıştır ("Selections from the Divan of )a-mâluddin Ahmad Hansawi", Islamic Re~ search Assocİation Miscettany, I [1948!, s. 165-182). 2. Mülhemdi (Alwar 1306; Delhi ! 308). Hikemî ve tasavvufî mesellerden meydana gelen, bilhassa zâhid ile arif arasındaki farkları ortaya koyan Arapça bir eserdir.
BİBLİYOGRAFYA :
Mirhord, Siyerü'l-evliyâ' (trc. İ'câzülhak Kud-dûsî], Lahor 1992, s. 311-317; Abdülhak Dihle-\ı\, Ahbârü'l-ahyâr {Uc Subhân Mahmûd- Muhammed Fâzıl), Delhi 1994, s. 151-153; Abdül-hay el-Hasenî, Nü.zhetü'1-haoâUr, 1. 93; İ'câzülhak Kuddûsî. Tezkire-i Şûfıyâ-i Pencâb, Karaçi 1962, s. 513-517; K. A. Nizami. Some Aspects ofReligion and Politics in India, Delhi 1974, s. 169, 192-193, 269; a.mlf., The Life and Times ofShaikh Farid-ud-din Ganj-i Shakar, Delhi 1987. s. 68-70; Zübeyd Ahmed. el-Âdâbü'l-'Ara-biyye, I, 127-129; Rahman Ali, Tezkİre-i cüle-mâ-i Hind, Karaçi, ts. (Matbaat-ı Pakistan), s. 150-151; S. A. A. Rizvi, A History o/"Su/ism in India, Mew Delhi 1986. I, 153-154; I. H. Siddi-qu. "The Eady Chishti Dargahs", Müslim Shri-nes in India (ed C. W Trol!), New Delhi 1989, s. 17-18; J. Burton-Page, "Hânsawı", El2 (İng],
III, 167. m
İSSI Rıza Kurtuluş
"~ HANYA MEVLEVÎHÂNESİ
1880-1924 yılları arasında
Dostları ilə paylaş: |