I u n d e n bugüN


AYASOFYA 450 451 AYASOFYA



Yüklə 7,14 Mb.
səhifə106/129
tarix09.01.2019
ölçüsü7,14 Mb.
#94242
1   ...   102   103   104   105   106   107   108   109   ...   129

AYASOFYA

450

451

AYASOFYA

Ayasofya iç mekânında apsise doğru bir bakış.



Ara Güler

yeni bir hünkâr mahfili ile mihrap inşa edildikten başka bu dönemde içerideki mozaiklerin de üstlerinin kalın badana tabakası ile kapatıldıkları bilinir. Baron de Tott, 1755'te mozaiklerin artık görülemediğine işaret eder.

Hocapaşa semtinde çıkan ve 36 saat süren yangında ise, çevredeki alevlerin şiddetinden Ayasofya'nın kubbe kurşunları eriyerek çörtenlerden aşağıya akmıştır. I. Mahmud'un inşa ettirdiği ek binalar ile Ayasofya, bir külliyenin merkezi durumuna girmişti. Gabi Said Efen-di'nin Vekayiname 'sinden öğrenildiğine göre, II. Mahmud tarafından 1809-1810' da sekiz yüz kese kadar para harcanarak Ayasofya tekrar onarılmıştır. Fakat bunun yeterli olmadığı, Abdülmecid (hd 1839-1861) tarafından çok büyük çapta bir onarım girişiminde bulunulmasından anlaşılır. İsviçre asıllı mimar Gaspare T. Fossati'ye (1809-1883) havale edilen bu işin gerçekleşmesi için mi-rasçısız ölen Şeyhülislam Mekkîzade Mustafa Asım Efendi'nin (1733-1846) devlete kalan parası kullanılmıştır. Kardeşi Giuseppe (1822-1891) ile 1847'den itibaren çalışmalarına başlayan Gaspare Fossati, ortalama sekiz yüz işçi çalıştırarak, yapıdaki çatlakları o yılların tekniği ile giderirken, iç ve dış süslemeyi de bütünü ile elden geçirmiş, mozaikleri meydana çıkarmış, bunların desenlerini

çizdikten sonra yeniden üstlerini örtmüştür. Bu arada bazı yeni ek binalar da inşa edilmiş, medrese bütünüyle 19-yy üslubunda bir yapı halinde yeniden yapılmıştır. Dökülmüş mozaik tanelerinden, Lanzoni adlı mozaik ustasına Ab-dülmecid'in bir tuğrası işletilmiştir. Kandiller yenilenmiş, kıble duvarındaki renkli alçı pencereler yapılmış, Tekneci-zade İbrahim Efendi tarafından 1644-l645'te yazılan kare çerçeveli büyük levhalar indirilerek, yerlerine Kazasker Mustafa İzzet Efendi'nin (1801-1877) Allah, Muhammed, ilk dört halifenin adlarını ve Hasan, Hüseyin adlarını celi sülüs hatla yazdığı dev ölçüde yuvarlak çerçeveli sekiz levha asılmıştır. Fossati ayrıca Ayasofya'nın dış duvarlarını sarı ve koyu kırmızı şeritler halinde boyatmıştır. Fossati'nin inşa ettiği ek binaların başında kıble duvarına bitişik, neobi-zans üslubundaki yeni hünkâr mahfili gelir. Bu, arkadaki küçük çapta bir saray mekânı görünümünde olan Kasr-ı Hümayun'a bağlanmıştır. Bunun iç dekorasyonu A. Fornari tarafından yapılmıştır. Fossati avlu kapısının yanına bir muvakkithane de inşa etmiştir. Bu onarımın bitmesi üzerine 1265 yılı ramazanının ilk cuması (13 Temmuz 1849) çok büyük bir törenle açılış yapılmış, bu olayın hatırası olarak da taslağını Fossati'nin çizdiği ve Darphane'de görevli fo-

toğrafçı Robertson'un hakkettiği altın, gümüş ve bronz bir de madalya basılmıştır. Bu olay Lutfi Efendi'nin Vekayi-nam&sinde de anlatılır. Fossati, Abdül-mecid'in yaptığı maddi yardımla, Ayasofya'nın içini, dışını ve çevresini gösteren renkli resimlerden oluşan bir albümü 1852'de Londra'da yayımlamış, onun kurduğu iskelelerden faydalanarak meydana çıkan mozaiklerin 1848' de resimlerini çizen W. Salzenberg de (1803-1887) ilim ahlakına aykırı düşen bir davranışla, bunların renkli resimlerini büyük bir albüm olarak 1854'te bastırmıştır.

Mozaiklerde tahribat 19. yy'da yabancıların artık Ayasofya'yı rahatça gezebilmeleri ile başlamıştır denilebilir. Çünkü bazı cami hademeleri, elle erişilebilecek yerlerdeki mozaik tanelerini, bahşiş karşılığında yabancı ziyaretçilere veriyorlardı. Th. Gautier de 1852'de böylece bir avuç mozaik tanesine sahip olduğunu bildirir. Fakat en önemli tahrip 10 Temmuz 1894 günü meydana gelen depremde vuku bulmuş, yarım kubbeler ile tonozlardaki sıvalardan çok büyük parçalar ile mozaikler aşağıya düşmüştür. Cami bu depremin arkasından uzun süre kapalı kalmıştır.

Ayasofya hakkında ilk ilmi monografi W. R. Lethaby ve H. Swanison tarafından yayımlanmış (1894) ve az sonra E.

M. Antoniades üç büyük cilt halinde bir eser vermiştir (1907-1909). Sonra şehircilik uzmanı olan H. Prost (1874-1959), 1904 ve 1905'te Ayasofya'da teferruatlı ölçüler alarak, rölöveler çizmiş, ayrıca Fransa Maarif Vekâleti'ne bina hakkında raporlar vermiştir. Prof. C. Gurlitt de (1850-1938) öğrencileri ile yaptığı çalışmalarda Ayasofya'nın 1906'da yeni rölö-velerini çizmiş ve yayımlamıştır. Binada bazı tehlikelerin belirdiğine dair haberlerin çıkması üzerine Evkaf Nezareti 1910'a doğru Mimar Kemaleddin Bey' in(-») başkanlığında, Avrupa'nın değişik ülkelerinden uzmanlar toplayarak onlardan raporlar istemiştir. Fakat Balkan ve I. Dünya savaşları yüzünden bir girişimde bulunulamamıştır. İstanbul'un işgali sırasında bir oldubitti ile Ayasofya'yı ele geçirerek tekrar kilise yapmak isteyenler ile, bunlara karşı olanların mabedi havaya uçurmak yolundaki teşebbüsleri zorlukla önlenmiştir.

Ayasofya 1926'da küçük bazı onarımlar görmüştür. Amerikalı Th. Whitte-more (1871-1950), Salzenberg'in fazla idealleştirilmiş renkli resimleri ile tanınan mozaikleri tekrar gün ışığına çıkarmak üzere 1931'de Türk hükümetinden izin alarak, ancak 1932'den itibaren çalışmalara başladı. Bu çalışmalar sürerken 1934'te bir akşam, Atatürk sofrada Ayasofya'nın müze haline getirilmesi yolundaki düşüncesini ortaya atmış, Milli Eğitim Bakanı Abidin Özmen, ertesi gün Vakıflar İdaresi'ne, caminin kendi bakanlığına devredilmesini isteyen ilk yazıyı yollamıştır. 24 Kasım 1934'te Bakanlar Kurulu'ndan kararın çıkması üzerine l Şubat 1935'te Ayasofya resmen müze olmuştur. Başlangıçta, içinde müzelik eşyanın da sergilenmesi tasarlanmıştı. Yerlerdeki halılar kaldırılmış, büyük yuvarlak levhalar indirilmiştir. Bunların başka camilere asılması düşünülmüştür. Fakat çapları hiçbir kapıdan geçmesine izin vermediğinden, Ayasofya'nın yan nefinde bir köşeye istiflenerek bırakıldılar, ancak 1950'li yıllarda tekrar eski yerlerine asıldılar.

Amerikan Bizans Enstitüsü, mozaik arama ve temizleme işleri ile uğraşırken, R. Van Nice idaresinde bir ekip, binanın, taş taş ölçülerek rölövelerini çıkarmaya girişmiş, daha önce 1936'da Alman Arkeoloji Enstitüsü, avluda kazılar •yapmış, Muzaffer Ramazanoğlu, müdürlüğü sırasında 1945-1955 arasında Ayasofya'nın içinde ve yakın çevresinde araştırmalar yapmıştır. I. Mustafa ve Sultan İbrahim Türbesi olan eski vaftizhane ile ana bina arasındaki boşluk 1945'te temizlenerek, 1639'da burası türbe yapıldığında dışarıya çıkarılan yekpare mermerden oyulmuş çok büyük bir vaftiz teknesi bulunmuştur. 1979'da ise, I. Mahmud döneminde zemini 4-5 m yükseltilip, içine ahşap bir kantar konularak aşhane-imaretin erzak ambarı yapılan "skevofilakion" denilen hazine binasının ana tabam bulunmuş, 1982'de, 1935'te yıkılmış olan medresenin temelleri mey-

Galeriden bir görünüm.

Bünyad Dinç

dana çıkarılmış, 1984'te güneydoğudaki yukarıya çıkışı sağlayan rampa ve kuzeydoğudaki dış köşe temizlenmiş, burada Ayasofya'y a bitişik küçük bir ek şapelin kalıntıları ortaya çıkmıştır. Ayasofya hakkında pek çok söylenti ve efsane de halk tarafından yaratılmıştır. Ciddi bir esasa dayanmayan bu hurafelerden bazıları ise (duvarda Fatih'in elinin izi, atının çifteleyerek kırdığı mermer gibi) bütünüyle 19. yy sonlarında, yerli azınlıklardan seyyah rehberleri tarafından kasıtlı olarak uydurulmuştur. Mimari



ı

Uzun, ahşap çatılı bazilika tipi yapılar ile, üstü kagir kubbe ile örtülü merkezi tipte yapı tipini birleştiren yeni bir mimari düzenleme örneği, en abidevi denemesi olan Ayasofya'da iki Batı Anadolulu mimar-mühendisin Tralles'li Ar-temios ile Miletos'lu İsidoros'un eseri olarak meydana getirildi. Narteks ve apsis çıkıntısı hariç içten uzunluğu 73,50 m ve genişliği 69,50 m'dir. Apsis ise 6 m dışarı taşar. Avlunun batısında sütun-lu revaklı bir avlu vardı. Bunun güneybatı köşesindeki parçası 1870'lerde bile henüz ayakta idi. Avlu şimdiki toprak seviyesinin çok altında idi ve Alemdar Caddesi'ne doğru uzanıyordu.

Avludan girildiğinde üstü çapraz tonozlarla örtülü, içten 5,75 m genişliğinde dış narteks (hol) uzanır. Buradan beş kapıyla geçilen esas iç narteks 9,55 m genişliğindedir. Öncekinden daha yüksek ve süslemesi bakımından çok zengin olan bu kısım, eksene paralel atılmış kemerlerle dokuz bölüm halindedir. Bu bölümün kuzey ucundaki mekân ise yukarıdaki galerilere çıkış sağlayan rampalara geçit vermektedir. Güney ucundaki yan kapı ise Horologion Kapısı olarak adlandırılmıştı; bazı törenlerde imparatorlar buradan Ayasofya'ya girdiğinden

burası önemli bir geçit yeriydi. Bu dehlizin bitişiğinde yukarıya çıkışı sağlayan güney rampası bulunur.

Narteksten esas mekâna açılan kapılardan üç tanesi imparator kapıları olarak adlandırılmıştır. İmparatorlar en büyük orta kapının eşiğinde secde ettikten sonra içeri girerlerdi. Kapıların meşe ağacından kanatlarının yüzeyleri tunç levhalarla kaplanmıştır. Burası cami olduğunda bunların üstlerindeki kabartma haçların, yalnızca yatay kollan kaldırılmıştır. İç narteksin tonozlarına, altın zemin üzerine geometrik motifli mozaikler işlenmiştir. Yan duvarlar ise irice mermer çubuklarla sınırlanmış renkli taş levhalarla kaplanmıştır. Duvarlar ile kemerlerin ve tonozların başlangıcı, kakma tekniğinde renkli bir friz ve derin oyuklarla bezenmiş ikinci bir frizle ayrılmıştır.

Ayasofya'nın ana mekânı iki tarafında dört büyük paye ve bunların aralarında sıralanan sütunlar ile yan netlerden ayrılmıştır. Uzun yapı (bazilika) şemasına bağlı kalındığından, orta nef batı-doğu ekseni üzerinde ileriye doğru gelişmiştir. Bu mekânı örtmek üzere tam ortada, zeminden yüksekliği 55 m olan büyük bir kubbe yapılmıştır. Bu kubbe muntazam bir daire biçiminde olmadığından çapı 31,24 m ile 32,81 m arasında değişir. İlk yapıldığında Roma mimarisindeki sisteme uygun olarak köşe pandantifleri (küresel üçgenler) ile bir bütün teşkil ettiği anlaşılmaktadır. Fazla yayvan ve basık olan bu kubbe 558'de yıkılınca yerine kırk kaburgalı ve pencereli daha yüksek bir yenisi yapılmıştır.

Bu kubbenin baskısının karşılanması statik bakımdan sorun yaratmıştır. Orta nefin üstünü kapatmak için batı-doğu ekseni üzerinde yapılan iki büyük yarım kubbe, aynı zamanda ana kubbenin bu yönlerdeki baskısını ikiye bölerek karşılıyordu. Bu baskı her yarım kubbe-

AYASOFYA


452

453

AYASOFYA

Bizans dönemi Ayasofya'sınm kesitli izometrik perspektifi. Arkeoloji ve Sanat Yayınlan Arşivi

Artemios ve İsidoros'un eseri olan Ayasofya'nın planı. Ayasofya Müzesi

de üçe bölünerek daha da azaltılmıştır. Bu sistem ana kubbe ağırlığının, batı-doğu ekseni üzerinde dağıtılarak, dış duvarlara kadar getirilmesini, buradan da zemine indirilmesini sağlamıştır. Halbuki aynı baskı yanlarda (kuzey ve güneyde) ve binanın içinde birtakım kemerlerin yardımı ile karşılanmaya çalışıldığından, bu sistemin statik bakımdan yetersizliği yüzünden, Ayasofya'nın güney ve kuzey cephelerine zaman zaman destekleyici payandaların yapılmasını gerektirmiştir. Taşıyıcı büyük payelerin, renkli taştan levhalarla kaplanması ile ağırlıkları gizlenerek, orta nefin aydınlık, geniş bir mekân halini alması sağlanmış, ortaçağda başka benzeri olmayan kubbenin seyirci üzerindeki etkisi daha güçlenmiştir.

Orta nefin iki yanındaki büyük kemerlerin içlerini kapatan tympanon'da (üst duvarlar) açılmış pencereler ile kubbedekiler ortayı aydınlatır. Bu geniş sahanın zemini, dikdörtgen büyük mermer levhalar ile kaplıdır. Ancak Rama-zanoğlu'nun 1947-1950 arasında yaptığı araştırmada, daha önceki mermer döşe-

me, yıkılan kubbenin parçalarından çökmüş durumda şimdiki kaplamanın altında bulunmuştur. Orta nefin sağ tarafında, döşemede görülen renkli taşlardan yuvarlaklar kesilerek yapılmış süslemenin, taban yükseltildiğine göre geç bir tarihe ait olduğu belirlidir. Bu yuvarlaklarda evren, burçlar ve Hıristiyan üçlemesinin sembollerini görmek isteyen hipotez inandırıcı görülmemiştir. Omfa-los adı verilen bu yer, bazı kaynaklardan öğrenildiğine göre, Bizans'ın son yıllarında imparatorların taç giydikleri yerdir.

Orta nefi yanlarındaki netlerden ayıran paye ve sütunların başlıkları zengin biçimde bezenmiştir. Uzak ülkelerdeki mabetlerden getirilen bu sütunlar madenden kalın çemberlerle dayanıklı duruma sokulmuştur. Başlıkların, kuvvetli gölge-ışık tesirlerine sahip olmaları için üzerlerindeki yaprak motiflerinin araları matkapla oyulmuştur; ortalarında ise I. İustinianos'un adını veren markalar (monogram) işlenmiştir. Bütün duvar yüzeyleri damarlı mermer veya başka cins renkli taş levhalarla kaplanmış, ay-

nı kitleden biçilen tabakaların bitiştiril-mesi suretiyle bazı şekiller ortaya çıkmıştır. Halk bunlarda bazı figürleri ve aralarında şeytanın resmini de gördüğünü sanır. Bazı levhalarda ise Byzanti-on'un simgesi olan yunusbalığı motifleri kabartma olarak görülür.

Kuzey ve güneydeki rampalardan çıkılan üst galeriler, narteks ile yan nefle-rin üzerlerinde uzanır. Narteks üstündeki, boydan boya beşik tonozla örtülü olan uzun galeri kadınlara mahsus idi. Tam ortada imparatoriçeye tahsis olan yer belirtilmiştir. Burada önemli ve benzeri çok az görülen bir özellik, kemerlerin aralarındaki ağaç gergi kirişleridir. Bunların yüzeylerinde motifler oyma olarak işlenmiştir. Bu galerinin güney ucunda, Türk döneminde "papaz odaları" denilen birkaç mekân vardır. Güney galeri, patrik başkanlığında metropolitlerin toplantısı için kullanıldığına göre, bu odaların da patrik ve kilise adamlarına mahsus oldukları tahmin edilir.

Güney nefin üstündeki galeride kubbenin iki yana olan baskılarını karşılayan, paye, kemer ve tonoz sistemi gö-

rülür. Bunun statik yetersizliği, sütunların dikeyliklerini kaybetmelerinden an-laşrlır. Güney galeriyi ayıran mermer bölme ise, ağaç .ve tunç kapı kanatlarının taşa işlenmiş kopyasıdır. Bu bölmenin gerisindeki kısımda kilise adamları toplantı yapıyorlardı. Bu galerinin sağındaki payandaların içinde yapılmış olan, çok ufak karanlık hücre, 1453'te Türkler şehri aldığında, güya ayini idare eden papazın içine girerek kaybolduğu ve bir gün, Ayasofya tekrar kilise olduğunda çıkacağı yer olarak gösterilmiştir. Ayasofya'nın güney tarafına bitişik olan baptisterion (vaftizhane) ise zeminde kare planlı bir binadır. Köşelerde yarım yuvarlak çıkıntılardan sonra üst yapısı sekizgene dönüşür ve üstünü bir kubbe örter. Vaftizhane ile ana bina arasında küçük bir avlu vardır. Bu yüzden bu binanın lustinianos Ayasofya'sından daha eski olabileceği düşünülür. Burası 17. yy'da türbeye dönüştürüldüğünde dışarıdaki aralığa çıkarılan yekpare mermerden oyulmuş 3,20 m uzunluk ve 2,50 m genişliğindeki muazzam vaftiz teknesi bugün hâlâ orada durur.

Ayasofya'nın kuzeydoğu köşesinde, esas binadan 5 m kadar açıkta yuvarlak bir ek bina bulunur. İç çapı 11,50 m, dış çapı ise 14,50 m olan bu yapının, kilisenin değerli eşyalarının saklandığı skevo-filakion (hazine binası) olduğu genellikle kabul edilir. I. Mahmud döneminde arkada aşhane-imaret yapıldığında burası erzak ambarı olmuştu. 1980'li yıllarda içindeki kalın toprak tabakası temizlendiğinde, çepeçevre on iki niş meydana çıkmış, ayrıca duvara saplanmış mermer konsollar da görülmüştür. Bunun da, İustinianos Ayasofya'sından daha eski olabileceği tahmin edilmiştir.



Mozaikler

I. lustinianos tarafından yaptırıldığında kilisenin içinin mozaiklerle kaplandığı bilinmekle beraber, bunlar arasında figürlü kompozisyonların da yer alıp almadıkları hakkında bir şey bilinmez. Pavlos Süentiarios, sadece kubbenin ortasını büyük bir haçın süslediğini bildirir. Çok zayıf bir ihtimal ile eğer figürlü resimler var idiyse, bunlar 726-842 arasındaki, îkonoklazma (tasvirkıncılık) Akımı sırasında kazınmış olmalıdır. I.

lustinianos döneminin renkli ve yaldızlı yüzeyler meydana getiren bezemeleri ise günümüze kadar gelmiştir.

Ayasofya'da bugün görülen ve 1932' den itibaren Amerikan Bizans Enstitüsü tarafından meydana çıkarılan figürlü mozaiklerin hepsi de İkonoklazma Akımı 842'de kapandıktan sonraya aittir. Bunlar peyderpey yapıldıklarından aralarında üslup birliği yoktur. Fetihten sonra uzun süre, yalnızca yüzleri kapatılmış olarak görülen figürlü mozaiklerin bütünüyle örtülmeleri ancak 18. yy'ın ortalarına doğru gerçekleşmiştir.

Th. Whittemore'un 1932'de başlayan mozaikleri meydana çıkarma çalışmaları, onun ölümünden sonra 1970'e kadar sürdürülmüştür. Fakat Fossati'nin notlarına göre yeni tespit edilen bazı yerlerde mozaik bulunmaması şaşırtıcıdır. Wtıittemore'un açıkladığı gibi, mozaiklerin hiçbirinde kasıtlı tahrip veya yüzlerin kazınması gibi bir durum görülmemiştir. 1932-1970 arasında üstleri açılan mozaikler şunlardır:

Narteksten esas mekâna açılan imparator Kapısı üstünde, ortada tahtında



AYASOFYA

454

455

AYASOFYA

ya az sonra yapıldıklarına ihtimal verilir.

Yan neflerin üstünde büyük kemerlerin içini dolduran üst duvarlarda, pencerelerin aralarında da birtakım mozaikler olduğu bilinmekle beraber, araştırmalarda bunlardan yalnızca alt sıradaki-ler bulunmuştur. Bunlar aziz olarak kilisenin kabul ettiği bazı din adamlarıdır. Üzerlerinde rahiplere mahsus beyaz kıyafetler olan bu azizler soldan itibaren Genç Ignatios, istanbul Patriği loannes Krisostomos ve Antakya Piskoposu Ignatios Teoforos'tur.

İmparator Kapısı üstündeki Pantokrator Isa ve önünde secde eden imparatoru (muhtemelen



\7~( T fir\r\\ nf\ctf^ffrt mı-s'niL^

1. Leon) Ara Güler

Apsis yarım kubbesinde altın zemin üzerinde tahtında oturan, kucağında çocuk Isa ile Meryem tasvir edilmiştir. Bunun, İkonoklazma Akımı'nın arkasından ilk yapılan figürlü mozaik olduğu anlaşılıyor. Bazı belgelerden bu mozaiğin 867'den önce yapıldığı açıklanmıştır.

Burada Meryem'in "ilahi" bir güzellikte olmasına özen gösterilmiştir. Apsisin önündeki büyük kemerin alt uçlarında ise karşılıklı iki başmelek tasviri vardı. Bunlardan soldakinin yalnızca ayakları kalmış, sağdaki ise oldukça tamam bir haldedir ve bunun Cebrail (Gabriel) olduğu kabul edilir. Başmelek, imparatorların ve saray ileri gelenlerinin kıyafetleri ile giyimlidir. Bu mozaiklerin Meryem ile aynı tarihlerde ve-

duran Pantokrator (kâinatın hâkimi) İsa ile önünde secde eder vaziyette bir imparator. Bunun VI. Leon (hd 886-912) olduğuna kuvvetle ihtimal verilir.

Güneyden binanın içine geçit veren dehlizin kapısı üstünde, ortada kucağında İsa ile şehrin koruyucusu Meryem tasvir edilmiştir, iki yanında iki imparator ona kurdukları iki eserin modelini takdim ederler. Bunlardan biri, Byzanti-on'u sunan I. Constantinus, diğeri Aya-sofya'nın modelini sunan I. lustini-anos'tur. Ancak bunlardaki yüzler gerçek portreler değildir. Zaten imparatorların üstlerindeki kıyafetler de yaşadıkları çağın değil, bu mozaiğin II. Basileios dönemindeki (976-1025) onarımına tarih-lendiğine göre 10-11. yy'ın kıyafetleridir.

Güneydeki galerinin bir duvarında 6x4,68 m ölçüsünde büyük bir mozaik vardır. Burada yine altın zemin ortasında Pantokrator Isa ve yanında Meryem ile İoannes Prodromos (Vaftizci Yahya) tasvir olunmuştur. Bu aslında mahşer günü kompozisyonunun orta kısmı olan Deisis'tir. Burada isa'ya en yakın iki varlık olan Meryem ve loannes, mahşer günü insanlara yardım etmesi için şefaatini rica ederler. Çok üstün kalitede olan bu mozaik, üslup ve teknik bakımından da dikkate değer. Burada antik sanat geleneklerinin estetik özelliklerinin aradan geçen yüzyılları aşarak yaşadığı belirlidir. Bu mozaiğin maalesef alt kısımları bahşiş karşılığı tahribe uğramıştır. Deisis panosu genellikle 12. yy'a ait olarak tarihlenir ise de bu tarihi 11. yy'a indirenler olduğu gibi, 13- yy'ın sonlarına, hattâ daha geç bir döneme çıkaranlar da vardır. Fakat en doğru ta-rihleme herhalde 12. yy olmalıdır.

Galerinin sonunda, güney duvarındaki pencerenin sağında ve solunda iki mozaik pano Bizans tarihinin önemli bazı kişilerinin gerçek portreleri olmaları bakımından son derece önemlidir. Bunlardan soldaki, isa'ya bir adak sunan imparator IX. Konstantinos Monomahos (hd 1042-1055) ile eşi Zoe'yi tasvir eder. Ancak burada imparatorun adını veren yazıda, Konstantinos'un hattâ Zoe'nin yüzlerinin değiştirilmiş oldukları görülür. Buna göre esas bağışı yapan Zoe'nin ilk kocalarından III. Romanos Argiros (hd 1028-1034) veya IV. Mihail'dir (hd 1034-1041). Fakat Zoe'nin de yüzü değiştiril-

„_____

Yan neflerdeki üst duvarlarda bulunan aziz mozaikleri: Soldan sağa, Genç İgnatios, îoannes Krisostomos ve İgnatios Teoforos.



Fotoğraflar Tahsin Aydoğnıuş

diğine göre, eşinin adı Zoe olan başka bir hükümdar çifti de düşünülebilir. Bunların üzerlerinde Bizans imparator ve imparatoriçelerinin 10-11. yy'lardaki muhteşem tören kıyafetleri vardır ve günümüze kadar gelen görüntüleri ile yüzler IX. Konstantinos ile eşi Zoe'nin gerçeğe uygun portreleridir.

Pencerenin diğer yanında ise, aynı şekilde, kucağında Isa ile Meryem'e adak kesesi sunan imparator II. loannes Komnenos (hd 1118-1143) ile ilk eşi, Macar kralının kızı, Bizans'taki adı ile Eirene (irini) tasvir olunmuştur. Yanlarında, 1122'de 17 yaşında tahta ortak yapılan ve kısa bir süre sonra veremden ölen oğulları Aleksios'un portresi de yer almıştır. Gerek İmparator II. İoannes Komnenos, gerek eşi sarı örgülü saçları, açık gri gözleri, pembe yanakları ile tipik bir Macar olan Eirene ve nihayet oğulları, yüzü kırışıklar ile kaplı, hastalıklı Aleksios, burada çok kuvvetli gerçekçi portreler olarak işlenmiştir.

Kuzeydeki galerinin güç bulunur kuytu ve karanlık bir tonoz kemerinde ise, kardeşi VI. Leon'un tahtta kendisine ortak yaptığı Aleksandros'un portresi ile karşılaşılır. Tarihe kardeşinin gölgesinde ömrünü geçiren son derecede silik bir kişi olarak geçen Aleksandros ancak 13 ay tek başına imparatorluk yaparak 913' te, 43 yaşında iken ölmüştür. Bu mozaik onun imparator olduğu 912-913 arasında yapılmış olmalıdır. Fakat resminin neden bu kadar ücra ve karanlık bir yere yapılmış olmasına bir anlam verilemez.

Yukarı kattaki galerilerin köşesinde, evvelce "papaz odaları" denilen ve Bizans döneminde patrikhane mensuplarına ait olduğu sanılan mekânlarda; çok bozuk durumda, bir Deisis'ten başka havarilerden Petrus, Andreas, Lukas (?), Simeon Zelotes ile Peygamber Ezekiel, imparator I. Constantinus ile annesi He-lena (?) tasvir edilmiştir. Ayrıca burada patriklerden Germanos, Nikeforos, Ta-rasios ve Metodios'un resimleri de teşhis edilmiştir. Bunların 850-860'a doğru yapıldıkları tahmin edilmiştir.

Büyük kubbenin geçişini sağlayan dört pandantifin yüzeylerinde dört melek resmi işlenmiştir. Ancak batıdaki iki tanesi daha Bizans çağında bozulduklarından fresko olarak tamamlanmıştır. Fossati'nin onarımı sırasında bunların yüzleri altın yaldızlı oval bir yıldızla kapatılmıştır. Yalnız bir yüz ve kanatlardan ibaret olan bu meleklerin Kerubin mi, yoksa Serafin mi oldukları hususunda değişik görüşler vardır. Bazılarına göre (Schneider) bunlar Kerubin, bazılarına göre (Antoniades, Mango) ise Serafin'dir.

Ayasofya'da meydana çıkmayan daha birçok mozaiğin varlığı biliniyordu. Kubbenin ortasında 1355 yılı onarımında yapılan Pantokrator Isa resmi 17. yy'a kadar görülebiliyordu. Fossati onarımı sırasında bunun yerine hattat Mustafa izzet Efendi bugün görülen sureyi yazmıştır. Doğu tarafındaki büyük kemerde ise or-

Güneydeki

galerinin bir

duvarında

bulunan

Deisis mozaiği:



ortada

Pantokrator

İsa, yanında

Meryem ve

Vaftizci Yahya

(İoannes


Prodromos)

(üstte) ve

galerinin güney

duvarında solda

yer alan, isa'ya

adak sunan

İmparator IX.

Konstantinos

ile eşi Zoe'yi

betimleyen

mozaik

(sağda).


Fotoğraflar

Ara Güler

tada, Hetoimasia (Isa için hazırlanan kutsal koltuk) ile kuzeyde orans (niyaz) vaziyetinde Meryem, sağda ise Vaftizci Yahya (İoannes Prodromos) yer almıştı. Kemerin alt kenarlarında ise kuzeyde, bu mozaikleri 1354'teki onarımda yaptıran İmparator V. loannes Paleologos'un (hd 1341-1391) portresi bulunuyordu. Fossati tarafından krokisi çizilen bu mozaiklerin sadece ufak bir parçası ile karşılaşılmıştır. Batı kemerinde ise bir madalyon içinde Meryem ile iki yanında havarilerden Petrus ve Paulus'un resimlerinin olduğu, Fossati ile Salzenberg tarafından tespit edilmişti. 1894 depreminde çok büyük zarar gören bu kemerin yüzeyi

bütünüyle yeniden sıvandığına göre, mozaiklerin yok oldukları tahmin edilir.

Loos'un 1710'da çizdiği resimlerde güney galerinin ortadaki bölümünün iki tonozundan birinde büyük bir Pantokrator İsa, diğerinde ise Pentekoste (havariler toplantısı) mozaikleri olduğu görülür. Bunlar da bulunamamıştır.



Yüklə 7,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   102   103   104   105   106   107   108   109   ...   129




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin