BABIÂLİ MESCİDİ
bak. NALLI MESCİT
BABIÂLİ RIK'ASI
Rık'a yazısının bir üslubu. Osmanlı-Türk hattatları tarafından 18. yy'in ortalarına doğru, divani denen yazının kurallarının değiştirilmesi sonucunda ortaya çıkan rık'a önceleri gelişigüzel yazılırken Babıâli'deki devlet dairelerinde yavaş yavaş kendine özgü bir karakter kazanmaya başladı. Nihayet, Hariciye Nezareti vekâletinde bulunan; daha sonra maliye nazırı olan Ebubekir Mümtaz Efendi (1810-1871) tarafından nispeten güzel ve kaideli bir biçimde yazıldığı görülünce, onun yazı üslubu başkaları tarafından da benimsendi. Gençliğinde Divan-i Hüma-yun'da güzel yazı öğrendiği ve kısa bir zaman sonra divani ve celi divani yazılar hattatlığına getirildiği için rık'aya güzel bir biçim kazandıran Mümtaz Efendi'nin üslubu, sonradan gelenlerce de sürdürüldüğünden, bu yazıya "Mümtaz Efendi Rık'ası" veya yazıldığı yere nispetle "Babıâli Rık'ası" adı verilmiştir.
Bu tür rık'a yazısının harflerinde düzlük fazla, yuvarlaklık azdır. Adeta kufi yazısı gibi sert köşelidir. Ayrıca, hızlı yazılmaya elverişli olduğu için günlük işlerde çok kullanılmış bir yazıdır. Harfler bazen birbirine girmiş olduğu için kelimelerin okunması zordur.
Bu rık'a, II. Abdülhamid zamanında, hattat izzet Efendi (1841-1903) tarafından bir sanat yazısı haline getirilmiştir. Buna rağmen Babıâli Rık'ası 1928'e kadar kullanılmıştır.
Bibi. 1. H. Baltacıoğlu, Türklerde Yazı Sanatı, Ankara, 1958, s. 69-71; inal, Son Hattatlar, 724-729.
ALİ ALPARSLAN
BABİNGER, FRANZ
(1891, Weiden/Almanya - 1967, Draç/ Arnavutluk) Alman Türkolog.
Yükseköğrenimini Münih Ludwig-Maximilan Üniversitesi'nde, tarih ve İslam sanatı konusunda yaptı. I. Dünya Savaşı'mn başlaması üzerine, 1914'te gönüllü olarak istanbul'a geldi, buradaki Alman karargâhında çalıştı. Çanakkale, Kafkasya ve Galiçya cephelerinde bulundu. 1918'de Filistin'e gitti, Cevat Paşa'nın (Çobanlı) kurmay heyetinde görev aldı. Savaşın bitiminde Almanya'ya döndü. 1921'de, Berlin Friedrich-Wilhelms Üniversitesi'nde islam bilimleri doçenti; 1924'te ise ünlü şarkiyatçı C. H. Becker'in desteğini kazanarak Doğu dilleri profesörü oldu.
Naziler iktidara gelince 1934'te üniversiteden uzaklaştırıldı ve Almanya'dan ayrıldı. 1935'te Romanya'da Bükreş Üniversitesi'nde, 1937-1943 arasında ise İaşi (Yaş) Üniversitesi'nde çalıştı. Savaştan sonra Almanya'ya döndü ve 1948'de Münih Ludwig-Maximilan Üniversitesi'nde Yakındoğu Tarih ve Medeniyeti ve Türkoloji kürsüsünün başına geçti.
Çalışmalarının büyük bölümü Türk tarihi ve Türk dili üzerine olan Babinger,
Babıâli Rık'ası'na bir örnek.
AH Alparslan arşivi
ayrıca 15-17. yy'larda İstanbul konulu resimler ve bunların ressamları üzerine sanat tarihi kitapları yazmıştır.
Babinger, bazı çevreler tarafından eserlerinde tarafsızlıktan uzaklaşmak ve bilimsel dayanaktan yoksun yargılar vermekle suçlanmıştır. İstanbul'un fethinin 500. yılı dolayısıyla yazdığı Mehmed der Eroberer und seine Zeit (Fatih Sultan Mehmed ve Zamanı) adlı kitabıyla yine tartışmalara neden oldu. Özellikle Fatih hakkında, yabancıların vaktiyle onu kötülemek amacıyla yaptığı yakıştırmaları ve söylentileri kaynak belirtmeden aktarması; fetih olayını bir katliam gibi sunması, Fatih'i acımasız, kan dökücü bir tiran olarak anlatması eleştirildi.
Adı geçen kitabın 1978 tarihli İngilizce basımının önsözünü yazan W. C. Hickman'a göre, yazarın başka kitaplarında da bu türden özel bakış ve güvenilmez bilgilere rastlanmıştır.
Emekli olduktan sonra davetli olarak gittiği Arnavutluk'ta ölen Babinger'in İstanbul'la ilgili başlıca çalışmaları şunlardır: Stambuler Buchıvesen im 18. Jahr-hundert (XVIII. yy'da İstanbul Kitapçılığı) Leipzig, 1919; Die Geschichtsschrei-ber der Osmanen und ibre Werke, Leipzig, 1927 (Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri, Ankara, 1982); VierBauvorschlâ-ge Lianardo da Vinci's an Sultan Baje-zid II (Sultan II. Bayezid'e Leonardo da Vinci'nin Dört Proje Teklifi). Göttingen, 1952; Mehmed der Eroberer und seine Zeit (Fatih Sultan Mehmed ve Zamanı), Münih, 1953; Sultanische Urkunden zur Geschichte der Osmanischen Wirtschaft und Staatsvenvaltung anı Ausgang der Herrschaft Mehmed U der Eroberer (II. Mehmed'in, Ticaret ve Devlet Yönetimine İlişkin Bir Fermanının Tıpkıbasımı), Münih, 1956; Fetihname-i Sultan Mehmed (ist., 1956), Drei Stadtansichten von Konstantinopel, Galata und Skutari aus dem Ende deş 16. Jahrhunderts (16. yy
Sonlarına Ait İstanbul, Galata ve Üskü-'dar'ın Üç Manzarası), Viyana, 1959; Zıvei Stambuler Stadtansichten aus den Jah-ren 1616 und 1642 (lolo ve 1642 Yıllarına Ait İki İstanbul Manzara Resmi), Münih, 1960; Ein ıveiteres Sultansbild von Gentile Bellini? (Gentile Bellini'nin Bir Başka Sultan Portresi mi?), Viyana, 1961; Ein Unbemerkte Hollandische Grossansicht von Konstantinopel (İstanbul'un Gözden Kaçmış Bir Felemenk Tablosu), Göttingen, 1962.
Makalelerinden 83'ü, merkezi Münih'te bulunan Südosteuropa-Gesell-schaft (Güneydoğu Avrupa Derneği) tarafından üç cilt olarak 1962, 1966 ve 1976 yıllarında basılmıştır.
Bibi. F. Babinger, Aufsâtze und Abhandlun-gen zur Geschichte Südosteuropas und der Levante, Münih, 1962, s. 1-51; M. Gubuoğlu, "Franz Babinger", Studia et Açta Orientalia, Budapeşte, 1968, s. 233-235; H. J. Kissling, "Franz Babinger (1891-1967)", Sud-Ost For-schungen, XXVI, s. 375-379; ISTA, IV, 1773-1774; M, IV, 391.
İSTANBUL
BACANOS, YORGO
(1900, Silivri - 24 Şubat 1977, İstanbul) Rum asıllı udi, besteci. Lavtacı Haralam-bos'un oğludur. Besteci, kemençeci Ale-ko Bacanos ağabeyi, kemençeci Anastas dayısı, kemençeci Sotiri de amcasının oğludur. Saint-Benoît Lisesi'ne girdiyse de musiki hevesiyle okulu yarıda bıraktı. Babasından aldığı lavta dersleriyle musikiye başladı, ayrıca Büyük Sinan-yan'dan Batı müziği tekniğiyle piyano dersleri aldı. Taksim'deki Eftalofos Gazi-nosu'nda çok genç yaşta profesyonelliğe yöneldi; dört-beş yıl içinde şöhret oldu. Piyanoda da başarılıydı.
Bacanos 1927'de Büyük Postane'nin üstünde Türk Telsiz Telefon Şirketi'ne bağlı ilk radyo açıldığı zaman, ağabeyi Aleko ile birlikte, radyo müdürü Mesud Cemil tarafından iki kişilik fasıl heyetinde çalmak üzere davet edildi. Bu tarihten başlayarak elli bir radyoda çaldı. 1928'de gene Aleko Bacanos ve kanuni Ahmet Yatman ile birlikte, Hafız Kemal ile Hafız Sadeddin'e (Kaynak) eşlik etmek üzere Berlin'e gidip plak doldurdu; bir yıl sonra kemani Sadi Işılay ve Aleko Bacanos ile, Işılay'ın eşi Denizkızı Eftalya'ya eşlik etmek üzere Paris'e gitti. Doldurduğu rast, hüzzam, hüseyni, nihavent taksim plakları bu döneme aittir. Aynı ekiple Kahire'ye geçen sanatçı burada başta ünlü Ümmü Gülsüm ile ona eşlik eden besteci, udi Muhammed el-Kasapçı olmak üzere Mısırlı musikişinasların takdirlerim kazandı; hocalık etmek üzere Kahire'de kalma teklifini ise kabul etmedi, 1946'da İstanbul Belediye Konservatuvarı İcra Heyeti'ne katıldı; 1953'ten itibaren Münir Nurettin Selçuk yönetiminde iki haftada bir Şan Sinema-sı'nda klasik Türk musikisi konserleri veren bu toplulukta 1960'lı yılların ortalarına kadar çaldı.
Özellikle "Sevdası henüz sinede gönlüm gibi sağdı", "Hâlâ kanayan kalbimi
aşk âteşi dağlar", "Neş'eyle geçen ömrümü eyvah keder ettin" gibi şarkıları sık sık okunan Bacanos, Türk musikisinin yetiştirdiği birkaç büyük udiden biridir. Uttan çıkardığı ses taklit edilemeyecek ölçüde zengindi. Son yetmiş yılın udileri arasında "Yorgo üslubu"ndan hiç etkilenmemiş sanatçı yok gibidir. Mızrap şakırtısı çıkarmayan keskin, tannan bir ses; açık tel-basılı perde farkını ortadan kaldıran kaydırmasız, temiz parmak baskılan; çok sağlam ritim duygusu sonucu hızlı parçalarda "lavta mızrabı" denen teknikle aynı anda hem tempo verip hem ezgi' çalma yeteneği; taksimlerinde bayağı ezgilere rağbet etmeyip klasik makam anlayışına sadık kalması ut üslubunun başlıca özellikleridir. Sanatçı aynı zamanda "varyasyon" denilen süslü veya alternatifli ezgi yaratma sanatının da Tanburi Cemil Bey'den sonraki büyük bir ustasıydı; günümüzde birçok fasıl aranağmesi onun varyasyonlarıyla çalınır. Gerek taksimleri, gerekse besteli eserlerdeki hemen ayırt edilen icrasıyla Yorgo Bacanos, Türk saz musikisinin büyük üstatlarından biridir.
CİNUÇEN TANRIKORUR
BACI
İstanbul'daki esir pazarının yıktırılması ve köle alım satımının yasaklanmasından (1847) sonra, hacca gidenlerin ya da görevle Hicaz'a, Yemen'e, Afrika'ya gidip dönenlerin getirdikleri zenci kadın kölelerdi. Köle kaçakçılığı yapanlar da Afrika'dan aldıkları zencileri İstanbul'a getirip gizlice satmaktaydılar. Aile içinde bunlara bacı, arap bacı, kara anne, dadı, kara böcek vb lakaplar verilirdi.
İstanbul aileleri için bacı, evin uğuru gibiydi. Çoğu zaman da gelin edilen kızın yanına, onunla akran bir bacı katılırdı. Bacı, koca evinde, gelinin dert ortağı, sırdaşı, yardımcısı, oda hizmetçisi olur, doğan çocuklara dadılık ederdi. Giderek yaşamını hanımına bağlar, ailenin bireyi konumunda ölünceye kadar evden kopmazdı.
Yalnız zengin konaklarında değil orta halli evlerde bile bacılar vardı. Bunların kölelikleri, Osmanlı yasalarına göre söz konusu değilken şer'an köle sayılmaktaydılar. Fakat aileler bacıları açıkça alıp satamazlardı. Evin birçok işini yüklenen, örneğin aşçılık, çocuk bakıcılığı, temizlik yapan bacılar, hamama bohça götürürler, çarşıya pazara gezmeye gidişlerde hanıma koruyuculuk yapar, dert dinler bazen dedikodu üretirlerdi. Çocuklar, bunlardan kâh korkar, kâh kucaklarından inmezlerdi. Kent kültürünü yeterince edinememiş olan ve Türkçeyi kendilerine has bir şiveyle konuşan bacılar, aile ortamında birçok gülünç olaylara neden olurlar ve günlük yaşamın tuzu biberi sayılırlardı. Kapılandıkları aile içinde yaşamlarını tamamlayanlar mutlu ölürler, fakat geçinemeyenler, kendilerine yeni bir kapı ya da eş ararlar, bulamazlarsa evsiz barksız kalır, şurada burada gündelikçilik, çocuk bakıcılığı, na-
tırlık, bohçacılık ederlerdi. Kimileri de kaçak esircilere gidip kendilerini sattınr-lardı.
Bacıların bir âdeti, İstanbul'daki erkek hemcinsleri haremağaları gibi, her yıl l Mayıs günü Çamlıca'daki Çilehane Bayramı'na katılmaktı.
Cumhuriyet'in ilanından (1923) sonra İstanbul'a türlü yollardan zenci kadın getirtilmesi sona ermekle birlikte önceden gelenler, 1940'lara değin, kapılandıkları ailelerin ikinci, üçüncü kuşakları yanında barınma olanağını bulmuşlar; bunlara, ana baba yadigârı gözüyle bakılmıştır.
Tanzimat dönemi ve sonraki Türk edebiyatının roman ve hikâyelerinde, bacı tipinin sıkça işlendiği görülür. Aynı dönemlere ait anılarda da bacılara ilişkin ilginç olaylar anlatılmıştır. Bacı tipini radyoda Selçuk Kaskan'ın yazdığı Uğurlugiller skeçlerinde Reşit Baran(->) canlandırmış, daha sonra bu rolü radyoda ve televizyonda Tevfik Gelenbe sürdürmüştür.
İSTANBUL
BADOER, GIACOMO
(15. yy) 1436-1440 yıllarını Konstantino-polis'te geçiren Venedikli tüccar. Burada yaptığı işleri kaydettiği muhasebe defteri Bizans başkentinin 15. yy ticaret yaşamına ışık tutan nadir ve önemli kaynaklardan biridir.
Badoer'in ticari hesap defterinde kayıtlı bilgilerden anlaşıldığına göre Kons-tantinopolis, Bizans İmparatorluğu'nun bu devirde karşı karşıya bulunduğu siyasi, iktisadi ve diğer tüm zorluklara rağmen, Batılı ve Doğulu tüccarların sık sık uğradığı, Bizanslıların da katılımının kayda değer olduğu, canlı bir uluslararası ticaret merkezi niteliğiyle varlığını sürdürmekteydi. Sadece orta seviyede bir tüccar olan Badoer'in Bizanslı, İtalyan, Osmanlı ve diğer tüccarlarla giriştiği muhtelif ticari faaliyetlerinde yılda dönen para ortalama 126.000 Bizans Altını (hiperpira) civarındaydı. Kentteki yabancı tüccarlar arasında İtalyanlar, bunların arasında da başta Cenevizliler ve sonra Venedikliler, Badoer'in iş ilişkileri içinde bulunduğu en kalabalık grubu teşkil etmekteydi. Anılan yabancı gruplar aynı zamanda oldukça büyük sermayelerle ticaret yapıyorlar, Batı'dan beraberlerinde çoğunlukla ipek kumaşlar getirip, Avrupa pazarlarına Konstan-tinopolis'ten çeşitli hammaddeler ve balmumu geri götürüyorlardı.
Sayıları çok fazla olmamakla birlikte, kentte Osmanlı tüccarları da bulunmaktaydı. I. Bayezid (Yıldırım)(-0 zamanında Konstantinopolis'te kurulan Türk mahallesinin Ankara Savaşı'ndan (1407) sonra yok edilmesini izleyen yıllarda, Osmanlı tüccarları buradaki ticari faaliyetlerine geçici olarak ara vermişlerdi. Bir süre sonra Bizans başkentine tekrar gitmeye başlayan Osmanlılar, Badoer'in muhasebe kayıtlarında görüldüğü gibi, 1430'larda burada balmumu, kuru
BAĞCILAR İLÇESİ
528
529
BAĞDAT CADDESİ
Bugünkü Bağdat Caddesi'nden görünümler. Sağda Caddebostan'da Bağdat Caddesi'ne açılan bir sokak. Fotoğraflar Elif Etim, 1992
üzüm, hayvan postu, yün, keten ve kumaş ticareti yapıyorlardı. Ancak Osman-lı-Bizans siyasi ilişkilerinin bozuk olduğu 1439-1440 arasında, Badoer'in kayıtlarında hiçbir Osmanlı tüccarının adına rastlanmaz.
Badoer'in iş yaptığı Bizanslılar ise sayıca çok olmakla beraber, bunların girişimlerinin parasal hacmi, özellikle kentteki Italyanlarınkine görece, oldukça düşüktü. Bizanslı tüccar ve işadamlarının çoğunluğu perakende alım satım işleriyle uğraşırlardı ve aralarında denizaşırı ticarete katılanların oranı küçüktü.
Bibi. U. Dorini, T. Bertele (haz.), II libro dei Conti di Giacomo Badoer {Constantinopoli, 1436-1440), Venedik, 1956; T. Bertele, "II giro d'affari di Giacomo Badoer: precisazloni e deduzioni", Akten deş XI. internationalen Byzantinistenkongresses, Münih, 1960, s. 48-57; M. M. Sitikov, "Konstantinopol'i veneci-anskaja torgovlja v pervoj polovine XV v. po dannyra knigi scetov Dzakomo Badoera", Vizantüskij Vremennik, XXX, 1969, s. 48-62; N. Necipoğlu, "Ottoman Merchants in Cons-tantinople during the First Half of the Fif-teenth Century", Byzantine and Modern Gre-ekStudies, XVI, 1992, s. 158-169.
NEVRA NECİPOĞLU
BAĞCILAR İLÇESİ
İstanbul'un Rumeli kesiminde, Çatalca Yarımadası'nda yer alır. Kuzeyden ve doğudan Güngören, güneyden Bahçeli-evler, batıdan Küçükçekmece ilçeleri ile çevrilidir. Bu alan içinde, yüzölçümü 20,98 km2'dir.
Bağcılar (Yeşilbağ) 1981'e kadar Bakırköy İlçesi içinde bağımsız bir belediye iken 1981'de yapılan düzenlemeyle önce Bakırköy İlçesi'nde İstanbul Bele-diyesi'ne bağlı dört şube müdürlüğünden Güngören'e bağlandı; daha sonra 1984'te bütün bu şube müdürlükleri yeniden Bakırköy Belediyesi'ne dahil edildi. 3 Haziran 1992'de yürürlüğe giren 3806 sayılı yasayla bağımsız bir ilçe olan Bağcılar, aşağıda adlan verilen 21 mahalleye sahiptir. İlçenin kendisine bağlı köyü yoktur. Mahalleleri şunlardır: Bağcılar, Bağlar, Barbaros, Çınar, Demirka-pı, Evren, Fevziçakmak (Kirazlı bölgesi), Fevziçakmak (Bağcılar bölgesi), Hürriyet, Güneşli, Göztepe, İnönü, Kazımka-rabekir, Kemalpaşa, Mahmutbey (merkez), Sancaktepe, Yavuzselim, Yenigün, Yenimahalle, Yıldıztepe ve Yüzüncüyü.
Bağcılar'ın nüfus gelişimi, ilçenin sosyal yapısı konusunda da bir fikir vermektedir (bak. tablo).
Demografik gelişmenin dikkat çeken bir özelliği, 1970-1990 arasındaki yaklaşık yüzde 3.500'ü bulan olağanüstü artış, diğer bir özelliği de kadın nüfusun erkek nüfusa oranla azlığıdır.
Öteden beri askeri tesis ve kışlaların bulunduğu bölgede erkek nüfus fazlalığı, kışlalardaki er sayısıyla açıklanabilir. Bölge nüfusundaki büyük artışın nedeni ise, İstanbul'un benzer ilçe ve bölgelerinde de gözlenen iç göç olgusudur.
1950'lere kadar bağlık bahçelik, gevşek yerleşimli bir köy görünümünde
Bağcılar İlçesi
İstanbul Ansiklopedisi
olan, adını da bağ ve bahçelerden alan bölgede ilk gecekondular, ilin diğer ge-.cekondu bölgelerinden biraz daha geç olarak 1960'lardan sonra yapılmaya başlanmıştır. Askeri birliklerin de varlığı hesaba katılırsa 1970 sayımında 8.500 civarı olan nüfus 20 yıl içinde 300.000'i aşarak diğer iç göç bölgeleriyle karşılaştırıldığında bile benzersiz bir artış göstermiştir.
Bağcılar'a yönelen iç göç, daha çok Karadeniz ve Orta Anadolu kaynaklıdır. 1960'ların gecekonduları 1980'lerdeki imar aflarından da yararlanarak günümüzde kat ortalaması 5 veya 6 olan apartmanlara dönüşmüş, ilçe küçük bir Anadolu kasabası görünümü kazanmıştır.
İlçenin faal nüfusu, ilçenin dışındaki büyük sanayi kuruluşlarında olduğu kadar Bağcılar'ın bütün semtlerine yayılmış küçük atölyelerde, imalathanelerde çalışmaktadır. Marangozluk, doğramacı-
Bağcılar'ın Nüfus Gelişimi
Yıllar
|
Erkek
|
Kadın
|
Toplam
|
1935
|
1.124
|
709
|
1.833
|
1940
|
1.196
|
792
|
1.988
|
1945
|
1.300
|
799
|
2.099
|
1950
|
?
|
?
|
3.869
|
1955
|
2.994
|
1.179
|
4.173
|
1960
|
2.360
|
1.208
|
3.568
|
1965
|
4.486
|
1.571
|
6.057
|
1970
|
4.674
|
3.919
|
8.593
|
1975
|
17.323
|
14.752
|
32.075
|
1980
|
43.601
|
38.646
|
82.247
|
1985
|
?
|
?
|
169.762
|
1990
|
?
|
?
|
306.586
|
lık en yaygın işlerden biridir. Yine küçük arabalarıyla seyyar satıcılık yapanlar, küçük dükkânlar, ilçenin mahallelerinin sosyal profilini çizmektedir.
Bağcılar İlçesi'ni batıdan sınırlayan, havaalanı ile TEM'i bağlayan "Trakya Otoyolu-E-5 Bağlantı Yolu" üzerinde ve çevresinde 1990'lardan sonra yer almaya başlayan basın kuruluşları ve Metro gibi büyük mağazalar ilçeye yeni özellikler kazandırmaktadır. Hürriyet gazetesi, tesislerini Bağcılar'ın mahallelerinden olan Güneşli'ye taşımış, bağlantı yolunun batısında ve Küçükçekmece İlçesi sınırları içinde yer alan İkitelli'deki Sabah, Milliyet ve diğer basın kuruluşlarıyla Bağcılar'ın bir bölümünü de içeren bölge, İstanbul'un basın merkezi haline gelmeye başlamıştır.
Bağcılar İlçesi'nde 18 ilkokul, 15 ilköğretim okulu, l ortaokul, 4 lise ve l endüstri meslek lisesi bulunmaktadır.
İSTANBUL
BAĞDAT CADDESİ
Anadolu yakasında, Kadıköy İlçesi sınırları içinde ana ulaşım yolu. Bağdat Caddesi, şehre doğrudan gelen yolun bir bölümünü teşkil eder. Bizans döneminde de var olan bu yol, kıyının az içerisinde İzmit'ten Üsküdar'a kadar uzanıyordu. Bu yol ile kıyı arasında en azından iki manastır bulunduğu, biri Şaşkın-bakkal'da, diğeri ise Bostancı'da Çatal-çeşme'de bulunan bazı kalıntılardan anlaşılır. Bostancı dolaylarında yeri kesinlikle bilinmeyen bir yerde ise Satiros Manastırı bulunuyordu. Bir süre bu dini yapının kalıntısı olduğu sanılan önemli bir yapının bodrum katı ve mahzeni olan bir altyapı ise Bağdat Caddesi'nin kenarında Küçükyalı'da bulunmaktadır.
Bunun İmparator Teofilos döneminde 9. yy'm ilk yarısında yapıldığı bilinen Bryas Sarayı(->) olduğu anlaşılmıştır. Bizans dönemindeki tam güzergâhının bi-linmeyişine karşılık Türk dönemindeki izi, bu yol kenarında değişik tarihlerde yapılan köprü, çeşme ve namazgahlardan takip edilebilmektedir.
Osmanlı döneminde, Üsküdar'dan Şam veya Bağdat yönünde gidecek kervanlar gibi, Doğu'ya yapılacak seferlerde ordu, bu yol üzerinden yolculuğuna başlıyordu. Mühendis F. Kauffer tarafından, Fransa'nın elçisi Comte de Choise-ul-Gouffier için 1776'da çizilen, fakat 1786'da yine F. Kauffer ile Le Chevali-er'nin düzeltip tamamladıkları İstanbul ve çevresini gösteren haritada, o sıralarda etrafı tamamen boş kırlık olan yerlerden geçen bu yol İzmit yolu (Chemin de Nicomedie) olarak işaretlenmiştir. Necip Bey'in adı altında İstanbul Şehremaneti (Belediyesi) tarafından, Kadıköy paftası 1918'de yayımlanan şehir planında, yalnızca dereden doğuya doğru kısa bir parçası Bağdat Caddesi olarak adlandırılan yol, Kızıltoprak'tan itibaren Ihlamur Caddesi olarak işaretlenmiştir.
Bu yol Bağdat Caddesi adı ile İstanbul Belediyesi tarafından 1934'te yayımlanan istanbul Şehri Rebberi'nde Yo-ğurtçu-Kurbağalı derelerinin evvelce üzerinden geçen Taşköprü'den başlamaktadır. Bu başlangıç şimdi, Fenerbahçe Sta-dı'nın arkasında, Kadıköy-Üsküdar-An-kara yollarının birleştiği yoncanın olduğu yerdir. Buradan itibaren doğuya uzanan Bağdat Caddesi, Kalamış Koyu hizasında bir kavis yaptıktan sonra, hemen hemen düz bir çizgi halinde Fe-neryolu, Çiftehavuzlar, Göztepe, Erenköy, Suadiye semtlerinden geçerek Bostancı Deresi'nin batı tarafındaki Bostancı Çarşısı'na ulaşıyordu.
1930'lu yıllara kadar ancak iki araba-
nın yan yana geçebileceği, tozlu ve kışın çamurlu toprak bir şose yol halinde olan Bağdat Caddesi 1930'dan sonra Bostancı yönünden Fenerbahçe yolu kavşağına kadar asfalt kaplanmış, buradan Kadıköy-Üsküdar yönlerindeki devamı parke döşeli olarak bırakılmıştır. Bu durum böylece uzun yıllar sürmüştür. 1935'ten sonra da caddenin iki tarafından tramvay hatları geçirilmiştir. Önceleri bu tramvay hatlarının içleri balastlı, ayrı yolları varken, 1940'tan sonra Bağdat Caddesi'ni genişletebilmek için, raylar esas caddenin kotuna indirilerek trafik yolu daha ferah bir duruma sokulmuştur.
Bağdat Caddesi, Adnan Menderes dönemindeki şehir düzenlemesi sırasında 1958'de tekrar ele alınmış ve zaten tramvay hatları da bütünüyle kaldırıldığından, cadde aylar boyunca trafiğe kapatılarak yeniden genişletilmiş, kazılmış, iki yanındaki bahçeler istimlak edilerek kesilmiş, duvarlar geri alınmıştır. 1960'lardaki hükümet değişikliği kargaşası içinde uzun süre öylece kalan çalışmalar, sonra tekrar sürdürülerek Bağdat Caddesi yeniden düzenlenmiş, bazı bölümlerinde yaya kaldırımları ile trafik yolu arasına iki sıra halinde çınar ağaçları dikilmiştir.
Bedrettin Dalan'ın belediye başkanlığı yıllarında (1984-1989) Kalamış'tan itibaren sahilin doldurulması ve sahil yolunun yapılması, Bağdat Caddesi'nin yalnızca Kadıköy yönünde tek istikamet olarak trafiğe tahsisi ile de yeni bir dönem başlamıştır.
Bağdat Caddesi'nin Osmanlı dönemi boyunca iki tarafının boş ve ekili arazi olduğu bilinir. Burada, resmen Bağdat Caddesi'nin başladığı Taşköprü, 16. yy'da yapılmış, klasik üslupta üç gözlü bir köprü idi. 1957'de bu köprünün modern köprünün altında kalan 6,50 m açıklığındaki küçük gözlerinden biri ile 3,60 m genişliğinde bir ayağı, mahmuzu
(selyaranı) ve bir de ölçüsü verilen ayağın ortadaki büyük gözün bir parçası henüz görülebiliyordu. O sırada, olması gereken diğer küçük gözden bir kalıntı fark edilemedi. Yakın tarihlerde burada üst üste yapılan üç düzenlemeden sonra bu tarihi köprünün bütün izleri ortadan kalkmıştır. Köprünün her iki ucunda da sağlı sollu, Karacaahmet Mezarlı-ğı'nın devamı olmakla beraber ayrı adlar alan mezarlıklar (Mahmud Baba, Sö-ğütlüçeşme, Taşköprü) bulunuyordu.
Taşköprü'den Kızıltoprak yönünde, solda Papazınbağı denilen geniş bir bağ ve bostan vardı. Bundan sonra da solda Kalyonlar Başhalifesi Hacı Ömer Efen-di'nin 1186/1772'de yaptırdığı güzel bir namazgah yer almıştı. Çok değişik biçimde bir çeşme, namazgah sofası, kıble taşı ve mermer bilezikli kuyudan oluşan bu küçük manzume çok yaşlı üç ağaç ile gölgelenmişti. Yanındaki hazi-rede, namazgahın kurucusu Ömer Efendi (ö. 1191/1777) ile ailesi mensuplarının mezarları bulunuyordu. Yakın zaman önce namazgah ve mezarlar da kaldırılmış, ağaçlar kesilmiş, yerlerine bir oto galerisi ile apartmanlar yapılmıştır (geriye yalnızca bir ağaç kalabildi).
Az ileride Kadıköy'den gelen yolun birleştiği yerde Zühdî Paşa Camii'nin arkasında, Ihlamur menzili denilen bir yer vardı. Burada evvelce ulu çınarlar bulunduğuna göre herhalde bir namazgah da olmalıydı. 1177/1763 tarihli, "Kadı karyesi sakinlerinden Kürt Hasan Ağa" nın hayır eseri olan ve 1955'te arkasındaki apartmanın sahibi tarafından yıktırılan bir de çeşme vardı.
Feneryolu'nu geçtikten sonra Selami-çeşme semtine adına veren namazgah ile çeşme görülür. Bunlardan namazgah 23,10x12 m ölçülerinde, taş duvarla çevrili bir sofa idi. Kıble taşı 1194/1780 tarihli olup, yüzeyi zengin surette kabart-
Dostları ilə paylaş: |