Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 149; D. Latho-ud-P. Pezaud, "Le sanctuaire de la Vierge aux Chalcopratia", Echos d'Orient, XXIII, (1924), s. 36-62; A. M. Schneider, Byzanz, 56; Tanışık, istanbul Çeşmeleri, I, 236, no. 246; W. Kleiss, "Neue Befunde zur Chalkopratenkirc-he in İstanbul, İst'. Mut, XV, (1965), s. 149-167; ay, "Grabungen in Breich der Chalkop-ratenkirche" ist. Mut, XVI, (1966), s. 217-240; Janin, Eglises et monasteres 237-242; Barkan-Ayverdi, Tahrir Deften, 28-29, no. 13; Mat-hews, Early Churches, 28-33; ay, The Byzan-tine Churches of istanbul, Pennsylvania, 1976, s. 319-321; Müller-Wiener, Bildlexikon, 76-78; İ. Erzi, Camilerimiz Ansiklopedisi, I, İst., 1987, s. 202-203; Eminönü Camileri, 124. SEMAVİ EYİCE
ACEMİ OCAĞI
Acemioğlanlar Ocağı, Acemioğlanlar Kışlası da denir. Kapıkulu asker sınıflarına kaynaklık eden temel eğitim örgütü. İstanbul'daki Acemi Ocağı, 15. yy'ın ikinci yarısında kuruldu ve 1826'ya kadar varlığını korudu.
İlk Acemi Ocağı 1362'de Gelibolu'da açılmıştı. İstanbul fethedildikten (1453) sonra ikinci Acemi Ocağı da İstanbul'da hizmete girdi. Buraya, savaşlarda tutsak edilenlerden beşte bir oranında pençik oğlanları ile devşirme yöntemiyle Bosna, Arnavutluk, Sırbistan, Bulgaristan'dan getirilen ve "sürü" denen, 14-18 yaşlarındaki Hıristiyan çocukları alınmaktaydı. Bunların sağlıklı, gürbüz, akıllı ve vücutlarının kusursuz olmalarına dikkat ediliyordu. Acemi Ocağı'na alınanlar sünnet edilir, Müslüman olurlardı. İstanbul'da, Acemi Ocağı'na alınan gençlere, torba oğlanı, pençik oğlanı, şadi, celep vb adlar verilmekteydi. Müslüman .Boşnaklardan devşirilenlere potur oğlanı denmekte ve bunlar doğrudan Enderun'a veya Bostancı Ocağı'na alınmaktaydılar. III. Murad, 1582'de, ocak yasalarını hiçe sayıp dışarıdan gençlerin de ağa çırağı adıyla Acemi Ocağı'na alınmalarına izin verdi. 17. yy'da evli yeniçerilerin yetişkin oğulları ile savaşlarda ölen tımar ve kapıkulu askerlerinin çocukları da kuloğlu denilip Acemi Ocağı'na alındılar.
Acemi Ocağı Kışlası, Şehzadebaşı ile Vezneciler arasında, iki ayrı binadan oluşmaktaydı. Eski tanımlara göre bu kışla Akdeniz Kapısı'nda Kapamacılar Çarşısı'mn (Direklerarası) arkasındaydı. Geniş bir meydanı, camii, bir de hamamı vardı (Acemoğlu Hamamı). Bitişiğinde fodla fırını, karşısında Tulumbacılar Kârhanesi bulunuyordu. Kışla binalarından birinde on altı, diğerinde beş koğuş vardı. Büyüğüne Kethüda Dairesi, küçüğüne Çavuş Dairesi deniyordu. Koğuşlarda yüz dolayında kişi kalırdı. Ocağı'nın normal mevcudu 3.000 kişi dolayındaydı. Her oda halkı bir orta (bölük) oluşturmaktaydı. Acemi Oca-ğı'nın büyük amiri İstanbul ağasıydı. İkinci düzeyde kethüda, çavuş, aşçıbaşı, meydanbaşı vb unvanlı, yeniçeri subayları vardı. Orta subayları yayabaşı, odabaşı ve çorbacıydı. Genel disiplin amiri olan meydanbaşı, kabahatlileri falakaya yatırır, cezaları uygulardı. Acemi oğlanlarına, kışla eğitimi ve İstanbul'da gördükleri hizmetleri için günde bir akçe hesabıyla üç aylık ulufe ödenir ve yılda bir kez elbise verilirdi. Yemeklerini kendi harçlıklarından ortaklaşa pişirirlerdi. Bitlenmemeleri için sarı ya da kırmızı bir çift gömlek, kaba Selanik çuhasından mavi şalvar, mirahuri kaput, sarık bezi ve bir çift pabuç ile yay akçesi, yılda bir kez dağıtılırdı. Acemi oğlanı kıyafeti, sivri külah (şekerci külahı), üstüne krepten ince sarık, kaput altına uzun mavi dolama, bele düzgün kuşak ve bir şeride bağlı küçük hançer ile bal-
ACEMİOĞIANLAR KIŞLASI
62
63
ACIBADEM
dır kısmı dar ve boğumlu şalvardı. Acemi oğlanları kulaklarına çiçek iliştirmeyi gelenek edinmişlerdi.
Ocak yasaları ve sıkı disiplin altında yetiştirilen acemi oğlanların yaşça küçük olanları odadan ve kışladan dışarıya çıkartılmaz, temizlik, yemek ve ağa hizmeti işlerinde görevlendirilirlerdi. Yetişkin olanları, İstanbul Ağası'nın belirlediği düzende ve başlarında çorbacıları olduğu halde, istanbul'un bir dizi ağır işini görmekteydiler. Tersane işçiliği, kalafatçılık, miri fırınlarda hamurkâr-lık, pişiricilik, odun, at, buz kayıklarında taşımacılık, yol, iskele, meydan temizlikleri, yangın söndürme, taş ocaklarında, inşaatlarda işçilik bunlardandı.
Yaptıkları işlere göre acemi oğlanlara at oğlanı, bostancı yamağı, içoğlanı, teberdar vb adlar da veriliyordu. Evliya Çelebi, bunların "keçe külah, pür-silah" ellerinde süpürge ve küreklerle yolları temizleyerek yürüdüklerini, esnaf olaylarına da yine bu tarzda katıldıklarını yazar. Kapıcılık, baltacılık, aşçılık, peyklik, solaklık, kasaplık, helvacılık da acemi oğlanların yaptıkları işlerdendi. Kimileri de Bursa, Balıkesir dolaylarındaki büyük çiftliklere geçici olarak gönderilirdi. Bunlara "Türk üzerindeki acemi oğlanı" denmekteydi. Yaşı 23'e gelenler, Yeniçeri Ocağı'ndaki boşalmalarda buraya geçerlerdi. Buna çıkma denirdi. Asker olmayanlar, Bostancı Ocağı'na geçerler, çürük, sakat ve hastalıklılar ailelerine iade edilirdi. Yetenekli, çok zeki ve yakışıklı olanlar ise özel eğitim için Galata Sarayı, ibrahim Paşa Sarayı mekteplerine ve Enderun'a alınırlardı.
Kapıkulu Ocağı'ndaki bozulma, 17. yy ortalarına doğru Acemi Ocağı'nı da etkiledi. Bu ocağı besleyen devşirme, pençik olanakları da giderek işlemez oldu. Bunun sonunda Acemi Ocağı, disiplinsiz yeniçerilerin, kimi serseri, eşcinsel gençleri kapattıkları, çevreyi rahatsız eden birçok olayın yaşandığı yerlerden oldu. Bununla birlikte, yarı aç, çıplak, eğitimsiz acemi oğlanlar, İstanbul yaşamında 19. yy başına kadar olageldi. 1620'lerde mevcutları 10.000'e kadar çıkmışken son dönemde 2.000 dolayındaydı. 18-19. yüzyıllarda, azılı yeniçeriler, yanlarında birer ikişer acemi oğlanını, köçek, civelek, oğlan adıyla gezdirmeyi alışkanlık edinmişlerdi. Acemi oğlanlarından, işyerlerine çırak, yamak olarak yanaşanlar da çoktu. Kent yaşamında bunların etkileri görüldü. Eşcinsel ilişkilerin yaygınlaşması yanında, kentteki her gösteriye ve ayaklanmaya bunlar da ya softalarla ya da kapıkulu askerleriyle ve esnafla birlikte katıldılar. 1648'deki Atmeydam Olayı(->), bunların ilkidir. Acemi Ocağı 1826'da Yeniçeri Ocağı'yla aynı zamanda kaldırılmıştır. Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 514; Ricaut, Türklerin Siyasi Düsturları (haz. M. R. Üzmen), s. 77-80; Ergin, Maarif Tarihi, I, 20-29; Uzunçarşıh, Kapıkulu, I, 4-141.
NECDET SAKAOĞLU
ACEMİOĞLANIAR KIŞLASI
bak. ESKİ ODALAR
ACEMİOĞLANIAR MEKTEPLERİ
bak. ENDERUN, GALATA SARAYI OCAĞI, İBRAHİM PAŞA SARAYI MEKTEBİ
ACEMOĞLU HAMAMI
Beyazıt'tan Şehzadebaşı'na giderken solda Kemalpaşa Mahallesi sınırları içinde Vidinli Tevfik Sokağı ile Şelızadebaşı Caddesi'nin kesiştiği yerdedir.
Acemoğlu Hamamı olarak bilinen yapı, bazı kaynaklarda "Acemioğlanlar Hamamı" şeklinde zikredilmektedir. Aslında Acemioğlanlar Kışlası'nın hamamı olan yapı, Türk kışla hamamları arasında önemli bir yere sahiptir.
Fatih tarafından yaptırılıp, Kanuni tarafından onartılan bu küçük ölçekli hamam, yolun arkasında olması itibariyle gözden ırak bir durumda iken, çevre duvarlarının yıkılması sonucu günümüzde artık dışarıdan görülebilmektedir.
Hamam, Acemioğlanlar Ocağı'nın Yeniçeri Ocağı ile birlikte 1826'da ortadan kalkması üzerine, bir çarşı hamamı olarak, çevredeki esnafa hizmet vermiştir.
Acemoğlu Hamamı, beş bölümden meydana gelir. En başta bulunan came-kân bölümü, zaman içinde büyük değişiklikler göstermiştir. Bugünkü camekân kısmı, Kanunî devri özelliklerini taşımaz. Buradan geçildikten sonra varılan soğukluk bölümünün bir tarafında tuvaletler ile temizlik kısmı, diğer tarafta da nişli ve kurnalı bir diğer kısım vardır.
Acemoğlu hamamının sıcaklık kısmında, kare biçimli bir göbektaşı yer almaktadır. Bunun çevresinde de yedi tane kurna bulunur. Üzeri büyük bir kubbe ile örtülü olan mekândan dikdörtgen ve iki kurnalı ayrı bir yıkanma yerine geçilmektedir. Sıcaklık kısmına "L" şeklinde bağlanan bu bölümle sıcaklığın hemen önünde biri dikdörtgen diğeri kare olan ve birbirine geçit veren mekânlara ulaşılır. Kare mekânda üç, dikdörtgen mekânda ise beş adet kurna bulunmaktadır. Halvet şeklinde düzenlenen bu mekânlar ile sıcaklığın birleşti-
Acemoğlu Hamamı
Erkin Emiroğlu, 1993
ği duvar boyunca külhan kısmı yer alır. Yapıyı iki küçük bir büyük kubbe örtmektedir.
ÖZKAN ERTUĞRUL
ACI HAMAM
Sultanahmet'ten Çemberlitaş'a doğru sağ kolda Divanyolu'na açılan Dr. Emin Paşa Sokağı'ndadır.
17. yy'da inşa edilen yapı, eskiden halk arasında "Acı Hamam Tatlı Su" olarak anılırdı. Bunun nedeni hamama verilen suyun Topkapı Sarayı'ndan sağlan-masıydı. Kırkçeşme tesislerine bağlı bu suyolunun zamanla tahrip olması sonucu günümüzde Acı Hamam'ın suyu şehir şebekesinden alınmaktadır.
Son yapılan inşaatlarla birlikte sokak içine sıkışmış olan hamamın girişi yükseltilmiştir. Yapı içindeki değişiklikler sonucu, soyunmalık ve sıcaklık kısmı ile bunların üzerini örten kubbe belirgin şekilde günümüze kadar gelebilmiştir. Hamam, halen faaliyetini sürdürmektedir.
ÖZKAN ERTUĞRUL
ACIBADEM
Anadolu yakasında, Küçükçamlıca'nın güneybatı yamaçlarında yer alan; eskiden, Kadıköy'ün temiz havasıyla ünlü bir mesiresiyken bugün yoğun bir iskân ve yapılaşma bölgesi haline gelen bir semttir. Esatpaşa, Rasimpaşa, Hasanpaşa ve Koşuyolu mahalleleriyle sınırlanan Acıbadem, Rasimpaşa'dan Küçükçamlı-ca'ya doğru Ayrılık Çeşmesi, Hünkâr İmamı, Dörtyol, İkbaliye ve Nişantaşı olmak üzere beş kesime ayrılır. Ana ekseni, güneybatıdan kuzeydoğuya doğru uzanan Acıbadem-Kücükçamlıca Cadde-si'dir. Bugünkü Osmanağa, Acıbadem ve Hasanpaşa mahallelerini kapsayan Kaptan Hasanpaşa'dan 1955'te ayrılarak Kadıköy İlçesi'ne bağlı bağımsız bir mahalle haline getirilen Acıbadem'in, Örnek-bağı'ndan Küçükçamlıca'ya doğru uzanan kuzey bölümü, daha sonra Üsküdar Belediyesi sınırlarına katılmıştır. 1990 nüfus sayımına göre 50.540 olan mahalle nüfusunun 33-364'ü Kadıköy, 17.176'sı Üsküdar'a bağlı alanlarda yaşamaktadır.
Acıbadem
istanbul Ansiklopedisi
Rasimpaşa Mahallesi'nden Küçük-çamlıca'ya kadar, şimdiki Acıbadem semti olarak bilinen alan, 17. yy başlarında Kızlarağası Mısırlı Osman Ağa'nın mülküyken, IV. Murad tarafından 1630'da kamulaştırılmış, daha sonra 1800'lerde III. Selim'in mülkiyetine geçmiştir. Padişahlar, ödüllendirmek istedikleri kimselere buralardan yer bağışlamış, kendileri de av ve eğlence için bölgeye sık sık gelmişlerdir.
Semtin Nişantaşı olarak bilinen Küçükçamlıca'ya yakın kesimine (Halen Doğancı Sokağı), II. Mahmud döneminde, rivayete göre padişahın, artık yerinde bulunmayan Küçükçamlıca Kas-rı'ndan tüfeğiyle nişan alıp 1.000 adım uzaktaki bir yumurtayı vurduğu yere bir nişan taşı dikilmiştir. Hicri 1227/1813 tarihli, Şair Arife ait kitabesinde, padişah övülüp olay anlatıldıktan sonra, "Sütun-u senge şöyle nakş-ı tarih olsun ey Arif/ Bu menzilde yumuna kırdı şâh-ı Mahmud pâk-i endaz" diye tarih düşürülmüştür.
Bugünkü Acıbadem semti, geçmişte, geniş çayırların, bağların, bahçelerin ve Küçükçamlıca'ya doğru koruların arasında, saray mensuplarının, sultanların, şehzadelerin, paşaların köşklerinin bulunduğu; temiz havası yüzünden özellikle ciğer hastalarına tavsiye edilen bir sayfiye, mesire ve dinlenme yeriydi.
ÖLÇEK
Anadolu'ya gidecek ordu birlikleri veya hacı kafileleri buradan uğurlanırdı. Bugün, Acıbadem semtinin güneybatısında demiryoluna paralel uzanan Ayrılık Çeşmesi Sokağı'nm yakınındaki Ayrılık Çeşmesi'nin adının bu törenlerden geldiği söylenir.
Günümüzdeki görünümüyle yoğun bir iskân bölgesi olan Acıbadem semtini, ortalarından, batı-doğu ekseninde İstanbul-Ankara karayolu; Küçükçamlıca'ya doğru, Nişantaşı'nın kuzeyinden çevre yolu kesmektedir.
Acıbadem'in kentsel iskân bölgesinin sınırı, 1960'lara gelene kadar Dörtyol Sarayardı Sokağı'ydı. Buradan sonra, kuzeye Küçükçamlıca'ya doğru Sokollu arazisi olarak da bilinen çayırlık ve koruluklar uzanırdı. Gerek Koşuyolu gerekse Hasanpaşa'ya doğru tatlı meyillerle inen yamaçlarda, ağaçlıklı bahçeler arasında ahşap köşkler ve 1930-1940'la-rın mimari özelliklerini taşıyan kagir villalar vardı. 1905'lerden sonra, kentsel iskân alanı kuzeye doğru yürüdü. Aynı dönemlerde Sokollu arazisinin parselasyonu bu bölgedeki yapılaşmaya hız kazandırdı. Büyük siteler kurulmaya başlandı. 1980'li yıllara doğru semti güneyden kuzeye kat eden Acıbadem Caddesi genişletildi. Caddenin iki yanında yapılaşma bu tarihten sonra daha da hızlandı ve semtin çehresi tümüyle değişti.
Acıbadem Caddesi gıda ağırlıklı bir alışveriş aksı halini aldı.
Semtin eski köşklerinin, kasırlarının, bağlarının, bahçelerinin yerinde bugün siteler, apartmanlar var. Günümüze kadar gelebilmiş olan binaların bir bölümü harap ve terk edilmiş; kimileri ise, yıllar boyunca defalarca yenilenerek eski yapısal özelliklerini yitirmiş durumda. 1980'lerden sonra kurulan sitelerle çevrili Sokollu arazisi üzerinde Sokollu Köşkü olarak bilinen, bir dönem Anadolu Lisesi olarak da kullanılmış halen boş ve harap durumdaki bina, semtteki eski köşklerin kaderini gösteren örneklerden sadece biridir. 1560-1564 yılları arasında, Sokollu Mehmed Paşa'nın, eşi İsmihan Sultan için yaptırdığı ileri sürülen bu bina, aslında V. Mehmed Re-şad'ın oğlu Şehzade Ziyaeddin Efen-di'nin köşküdür. Hanedan üyeleri yurtdışına gönderilirken Ziyaeddin Efendi damadının kardeşi Hikmet Sokollu'yu kendine vekil tayin ederek mülkü onun babasına satmış, bundan sonra köşk, "Sokollu Köşkü" olarak bilinmiştir. Acı-badem'de bir başka önemli yapı Hicaz Valisi ve Kumandanı Ahmed Ratib Paşa'nın yapımı 1908 yılında biten, sonradan bir süre Çamlıca Kız Lisesi olarak kullanılmış köşküdür. Harap bir halde de olsa günümüze kadar kalmış köşklerden bir başkası da Köçeoğlu'na ait
ACIMUSLUK MEDRESESİ
64
65
ADAK YERLERİ
olanıdır. Bu köşk. eskiden Köçeoğlu'na ait büyük arazinin üzerine kurulmuş Milli Savunma Bakanlığı Göğüs Hastalıkları Hastanesi'nin bahçesi içindedir. Yine aynı arazi üzerinde, hastane bahçesinin kapıya yakın bölümünde bir av köşkü vardır.
Köşklerin dışında, semtin diğer önemli tarihi binaları arasında. II. Ab-dülhamid döneminde Faik Paşa tarafından yaptırıldığı için Faik Paşa Camii olarak bilinen tek minareli, kare planlı, taş duvarlı Acıbadem Camii; 1860 yılında L Abdülhamid'in Kızlarağası Tayfur Ağa ile manevi oğlu Besim Ağa tarafından yaptırılmış Acıbadem Çeşmesi (Ba-ba-Oğul Çeşmesi); Sultan II. Mah-mud'un tuğrasını taşıyan Acıbadem Nişan Taşı; Sokollu Mehmed Paşa tarafından yaptırıldığı sanılan, daha sonra 1735'te, 1921'de ve nihayet 1965'te yenilenip onarılan Ayrılık Çeşmesi ve Acıbadem Yıldızbakkal-Dörtyol arasında, Su Terazisi denilen, aslında bir sur kalıntısı olan yapı sayılabilir.
Konumu nedeniyle öteden beri sağlık tesislerini, sanatoryum ve prevantoryumları barındırmış olan semtte, halen Çamlıca Askeri Sanatoryumu, MSB Göğüs Hastalıkları Hastanesi, Validebağı Sağlık Tesisleri, Sabancı Spastik Çocuklar Eğitim ve Tedavi Merkezi vardır.
Kadıköy bölgesinin çeşitli yöreleri gibi, Acıbadem semti de Tanzimat'la birlikte edebiyata girmiş, Edebiyat-ı Cedide yazar ve şairleri tarafından işlenmiş ve özellikle 20. yy'ın ilk yarısında, bun-
lardan bir bölümünün çalışma ve buluşma yeri olmuştur. Ahmed Rasim'in, pek çok eserini şimdi sadece bir durak adı olarak kalmış olan, eskiden Faik Bey Sokağı'nm sonuna yakın bir yerde bulunan Örnekbağı'nda yazdığı söylenir. 1950'lerde, o zamanlar Acıbadem iskân alanının kuzey sınırı olan Sarayardı Sokağı çevresinde yaşamış ünlüler arasında şair Özdemir Asaf. Mimar Kemalettin ile hâlâ hayatta olan bilim ve sanat insanları vardır.
istanbul acımusluk medresesi
bak. DAMAD İBRAHiM PAŞA DARÜLHADİSİ
ACIMUSLUK SOKAĞI SARNICI
Sirkeci yönünden Cağaloğlu'na girişte, vilayet binasının karşısındaki Cağaloğlu Yokuşu'nu sağdan kesen Cemal Nadir (eski adı Acımusluk) Sokağı'nın bitiminde ve sol tarafta, eski Çiftesaraylar arsasında bulunan mahzen ve içindeki sarnıç.
Tarihçesi ve sahibi hakkında kesin bilgiler yoktur. Mordtmann'a göre, Latin imparatorluğu (1204 - 1261) döneminde, 1209'da Venediklilerin yaptırdığı iç-kalenin (Castrum fori) bir devamı idi. B. Paluka'ya göre, I. Romanos Lekape-nos'un (920 - 944) sarayının özel banyo odasıdır. İddiasını kalıntılarda bulduğu iki adet tuğla damgaya dayandıran Pa-luka, mahzenin II Andronikos (1282 -1328) döneminde bir tamir geçirmiş ol-
duğunu da iddia eder. J. B. Papadopu-los'a göre ise mahzen, Cenevizlilere bırakılan Botaniates (Kalamanos) Sara-yı'nın uzantısıdır. Gerçekten de, 12. yy'da Cenevizlilerin Botaniates Sarayı'nı ve iki kilisesini satın aldıkları ve burayı onararak görkemli bir konsolosluk binası yaptıkları bilinmektedir. S. Eyice de, mahzenin, saray büyüklüğündeki bir sivil binaya ait olduğunu ileri sürerek bu iddiayı destekler.
Mahzeni ve içindeki sarnıcı ilk kez 1893'te İstanbul'daki tüm sarnıç ve mahzenleri gezen J. Strzygowski ve P. Forchheimer zikretmiştir. O dönemde kapalı olduğu için içine girilemeyen sarnıcın ilk planını ise, 1895'te, Sadrazam Cevad Paşa'nm, eski su tesislerini ihya etmek istemesini değerlendiren B. Paluka çizmiştir. Sonradan K. Wulzinger tarafından yeniden çizilen plana göre, sarnıcın bulunduğu mahzen oldukça büyük bir binaya aittir.
Haliç manzaralı bu binanın üst katları her ne kadar günümüze kadar gelmemişse de, mahzen ile aynı plana sahip olmalıdır. Mahzenin bir kısmı, büyük ihtimalle daha sonradan sarnıca dönüştürülmüştür. Buradan sokağa uzatılan bir boru ile dışarı ulaştırılan suyun, sokağa adını veren su olduğu sanılmaktadır. İlk incelendiği dönemde ve halen, toprak seviyesinden 10 m kadar yukarıda olan cephenin gerisinde, yan yana tonozlu odalar ve bunların ortasında 10,65x16,01 m boyutunda bir salon vardır. İki sıra mermer sütunla süslü bu sa-
Acı Musluk
Sokağı
Sarnıcı
l, 2, 3, 5, 6 -Tonozlu odalar. 4 - Sütunlu salon,
7 - Koridor ve
dehliz,
8 - Oval sarnıç,
9 - Mermer
sütunlu oda,
10, 11 - Kare
odalar,
12 - Beşik
tonozlu, apsisli
mekân.
Jahrbuch deş
Deutschen
Archöologischen
Instüuts, XXVIII,
1993
Alman Arkeoloji
Enstitüsü
lonun duvarının dibinde ise bir kuyu bulunur. Mahzenin sağ tarafındaki odaların ardında, sonradan eklendiği sanılan oval biçimli bir sarnıç ve bir dehlizle sonlanan dikdörtgen biçimli uzun bir koridor vardır. Sol taraf ise ayrı bir plana sahip olup, bu kanadın devamı yoktur. Sütunlu salonun gerisinde, apsis çıkıntısı hariç, 10,25x6,70 m ölçülerinde, beşik tonozlu ve mihrap biçimli apsisi olan, su dolu bir mekân vardır. Buranın solunda ise biri 4,85x4,85 m, diğeri de 2,75x2,77 m boyutlarında iki oda ile, iki adet mermer sütunla desteklenmiş dikdörtgen bir mekân bulunur. Yamaca yaslanan ve aslında daha büyük olduğu sanılan Acımusluk Sokağı Sarnıcı'nın sokağa bakan cephesi Osmanlı İmparatorluğu döneminde bazı değişikliklere uğramıştır. Yüzeye açılan çeşitli büyüklükteki pencereler ile içeriye ışık ve hava girmesi sağlanmıştır. Bibi. K. Wulzinger, "Die byzantinischen Substruktionsbauten", Jahrbuch deş Deutschen Archâologischen Instüuts, XXVIII, 1913 s. 376; Schneider, Byzanz, res. 45.
İSTANBUL
AÇIKHAVA TİYATROSU
Dolmabahçe Vadisi'nin Harbiye'ye bakan yamacında Hilton Oteli'nin bulunduğu tepenin eteklerinde yer alan 4.000 kişilik açık tiyatro, konser, gösteri mekânı.
Şehircilik uzmanı M. Prost, 1930'lar-da kentin imar planını hazırlarken Dolmabahçe Gazhanesi'nin arkasındaki geniş vadiyi, Spor ve Sergi Sarayı, Açıkha-va Tiyatrosu ve lunapark gibi eğlence yerlerini, halkın gezinti ve dinlenme sahalarının yer alacağı, büyük bir kültür parkı haline koymayı uygun buldu. Gü-müşsuyu-Taksim-Harbiye-Nişantaşı-Maçka-Dolmabahçe arasında merkezi konumu bulunan bu alanda bostanlar, bahçeler, ahırlar vardı. Küçükçiftlik ve Belvü gazinolarının da yer aldığı bu alan, park için elverişli bir mekândı. İmar planında "2 Numaralı Park" adı verilen bu alanın zamanla değerleneceği göz önünde bulundurularak bölgedeki topraklar istimlak edildi.
O yıllarda kentin tiyatro ihtiyacını
Tepebaşı'ndaki iki ahşap ve eski bina karşılıyordu. Cumhuriyet rejimi tiyatroya ayrı bir önem veriyordu. İl Genel Meclisi, Taksim Meydanı'nda Büyük Opera binası ve 2 Numaralı Park'ta Açıkhava Tiyatrosu olmak üzere, kentte iki tiyatro binası yapımına karar verdi.
Açıkhava Tiyatrosu'nun, 2 Numaralı Park'ın üst kısmında meyilli arazide yer alması uygun görüldü. Tiyatronun planı Nihad Yücel ve Nahid Uysal tarafından yapıldı. Yapımına, Lütfi Kırdar vali ve belediye reisi iken Temmuz 1946'da başlandı. Cephe kaplamaları için küfeki ve Uzunköprü taşı karıştırılarak renk nüansı sağlandı. Döşemeleri Uzunköprü taşından yapıldı. 9 Ağustos 1947'deki açılış törenine rağmen, son şeklini, Ankara Devlet Konservatuvarı rejisörlerinden Cari Ebert'in sahne tekniğine uygun değişiklikler yapılmasıyla aldı. Tüm noksanları ancak 1950'de tamamlanabildi. Bu ilavelerle maliyeti 900.000 TL'yi buldu.
Açıkhava Tiyatrosu'nda, amfiteatrlarda olduğu gibi, düz bir sahneye bakan yarım daire biçiminde merdiven basamakları halinde, seyirci oturma yerleri ya da gradenler yükselir. 30 kişilik şeref locası, 3.972 kişilik seyirci yeri, 80 kişilik orkestra yeri ve gradenlerin ortasında, sinema filmi veya dia gösterildiğinde kullanılan projeksiyon yeri vardır. Sahne 200-300 figüranın serbest olarak hareket edeceği kadar geniş tutulmuştur. Geçit ve kapılar sahnenin birden boşaltılmasına uygun şekilde yapılmıştır.
Açıkhava Tiyatrosu'nda ilk oynanan eser Ankara Devlet Tiyatrosu sanatçılarının sergilediği Sofokles'in Kral Oidi-pus adlı trajedisidir. Sahne zaman zaman opera ve folklor gösterileri, konserler, geniş toplantılar, "geceler" için de tahsis edilmiş; Yapı ve Kredi Banka-sı'nın düzenlediği halk oyunları festivalleri bu mekânda yer almıştır. Açıkhava Tiyatrosu'nda oynanan ilk opera, 1950'de Sevil Berberi'dir. Bugün de, sahne sanatları, konser, gösteri ve toplantı mekânı olarak değerlendirilmekte,, İstanbul Festivali sırasında yoğun olarak kullanılmaktadır.
ZAFER TOPRAK
Açıkhava Tiyatrosu
Nazım Timuroğiu, 1993
Beşiktaş Uzuncaova Caddesi üzerindeki Tuz
Baba adak yeri.
TETTV Arşivi / Cengiz Kahraman
ADAK YERLERİ
İstanbul, adak yerleri ve bunlara bağlı olarak ortaya çıkan gelenekler bakımından hayli zengindir. İnsan hayatının değişik evrelerinde adak yerlerine gidilmesi ve dileklerde bulunulup adaklar adanması, dilekler gerçekleştiğinde de adağın yerine getirilmesi için ziyaretin tekrarlanması, hattâ adağa konu olan çocuksa her yıl ziyaret edilmesi İstanbul hayatının renkli yönlerinden birini teşkil ederdi.
Şehrin çeşitli yerlerine dağılmış adak yerlerinin önemli bölümünü Hz Mu-hammed'in soyundan gelenlerin, saha-benin(->), İstanbul'un fethi sırasında şehit olan askerlerin "nime'l-çeyş"(-0 ve veliliğine inanılan şeyhlerin kabirleri ve türbeleri oluşturur. Bunların dışında kutsallık yakıştırılan çeşme, hamam, direk, havuz, kuyu ve ayazma gibi ziyaret yerleri(-0 de vardır.
İstanbul'un adak yerleri arasında her türlü istek için ziyaret edilen Aziz Mah-mud Hüdâî, Çifte Sultanlar, Edhem Dede, Elekli Baba, Emir Buharî, Eyüp Sultan, Horoz Baba, Kahhar Baba, Karaca Ahmed Sultan, Merkez Efendi, Nalıncı Dede, Oruç Baba, Saka Baba, Selâmı Ali Efendi, Tezveren Dede, Yavuz Er Sinan, Yûşa Nebi; yaramaz çocukların uslanması için Baba Cafer, Çifte Gelinler, Koyun Baba, Koyun Dede; çocuk sahibi olmak isteyenler için Baba Cafer, Çifte Gelinler, Eyüp Sultan, Lohusa Sultan; derslerinde başarılı olmak isteyen öğrencilerin uğrak yeri olan Tuz Baba, Se-lâmî Ali Efendi; kısmetlerinin açılmasını isteyen kızlar ve nadiren erkekler için Sümbül Efendi, Telli Baba, Tokmak Dede; yürüyemeyen ya da sürekli hastalanan çocuklar için Sümbül Efendi ve Yıldız Baba en çok tanınmışlarıdır.
Dostları ilə paylaş: |