I u n d e n bugüN



Yüklə 7,14 Mb.
səhifə16/129
tarix09.01.2019
ölçüsü7,14 Mb.
#94242
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   129

ADALAR

66

67

ADALAR

Melling'in deseninde adaların genel bir görünümü, 18 yy.



Ara Güler

Çamlıca Tepesi'nden adaların bir görünümü, 1938.



Tuğrul Acar

Adak yerlerinin ziyaret edilmesi belirli günlerde yapılan kabir ve türbe ziyaretlerinden oldukça farklıdır. Tek tek ya da toplu olarak gerçekleştirilen adak yeri ziyaretleri her şeyden önce belirli bir amaca yönelik olduğu için kimlerin nerelere götürülebileceği, buralara hangi dilekler için nelerin adanabileceği önceden bellidir. Halk, Türkiye'nin her yerinde olduğu gibi İstanbul'da da kabir ve türbelere bez bağlamaya; mum yakmaya; tuz, şeker, yiyecek vb bırakmaya; toprak (cevher) almaya; buralarda gömülü olan şahısların manevi gücünden istifade etmek için yakarmaya din adamlarının tüm uyarılarına rağmen devam eder.

İstanbul'da adak yerlerinin birçoğuna neler adanacağı önceden bilindiği için Elekli Baba'ya elek; Kahhar Ba-ba'ya Kuran okuma; Koyun Dede'ye kandil yağı; Oruç Baba'ya Ramazan'ın ilk günü türbesinde sirke ile oruç açma; Selâmı Ali Efendi'ye şeker; Telli Baba'ya gelin teli; dilek sahibini bekletmediğine inanılan Tezveren Dede'ye mum, yazma, mendil, seccade, şal; Tuz Baba'ya tuz; Yûşa Nebi'ye süpürge, mum, koyun, keçi ve horoz adanırdı.

İstanbul yatırları içinde kendilerine adanan adaklar bakımından Edhem Dede ve Saka Baba'nın ayrı bir yeri vardı. Kadınlar bu yatırlardan dilekte bulunurken göbek atma adağında bulunurlar. Hattâ Edhem Dede için hoş bir tekerleme de söylerler: Edhem Dede Edhem Dede / Gömleği keten dede / Bu muradım olur ise /Sana bir (iki, üç...) göbek atam dede.

İstanbul adak yerleri içinde Eyüp Sultan ve civarının ayrı bir önemi vardır. Eyüp Sultan ziyareti(->) yalnız İstanbul ve Anadolu halkınca değil İslam dünyasının her yerinden gelen insanlar tarafından da önemsenmiştir.

Eskiden İstanbul'daki adak yerlerine uzak semtlerden gelenler hemen geri dönemezlerdi. Abdest alınıp namaz kılındıktan, dilek ve adakta bulunulduktan sonra türbe ya da kabir yakınlarındaki uygun yerlerde bir süre dinlenilir, yemek yenilirdi. Bazı adak yerlerinin yakınları mesire yeri olarak da ün yapmıştı. Ziyaretçilerin dinlenme sırasında da yatırın yakınlarında bulunulduğunu unutmaması, özellikle çocukların saygısızlık sayılabilecek davranışlardan kaçınmaları sıkı sıkı tembih edilmesi önemli hususlardandı.

Bibi. M. Şakir Ülkütaşır, "Adak", Türkiye Folklor ve Etnografya Sözlüğü Üzerine Kalem Tecrübesi, Fas. I, İst., 1937, 23-24; Muammer Önüş, "İstanbul'da Bazı Ziyaret Yerleri", I-II, HBH, 104-105 (Haziran, Temmuz 1940); Bayrı, İstanbul Folkloru, 152-177; ay, Yer Adlan, 78-86; Ünver, Sahabe Kabirleri; ay, Mutlu Askerler; Lütfü Doğan, Adak Kitabı, Ankara, 1966; Tanyu, Adak Yerleri, 1-5, 218-249; M. Kemal Özergin, "İstanbul Yatırlarına Dair", I-II, TFA, 237, 243 (Nisan, Ekim 1969); İşli, Sahabe; Hocaoğlu, Sahabe; Gürel, İstanbul Evliyaları; J. Pederson, "Nezir", lA, EK, 239-241; Â. Özel, "Adak", DlA, I, 337-340.

M. SABRİ KOZ



ADALAR

İstanbul'un güneydoğu Marmara kıyısında, Bostancı ile Dragos Tepesi açıklarında bulunan 9 ada ile biri Bostancı, diğeri de Maltepe açıklarındaki sığlıkta, üzerlerinde fener olan iki kayalık, İstanbul Adaları olarak bilinen bir takımada oluşturur. En büyüğü 5,4 km2, en küçüğü 0.008 km2 olan bu adalar, üzerlerinde Batmaz ve Vordonos fenerlerinin yer aldığı iki kayayla birlikte, dördüncü zaman başlarındaki yerkabuğu hareketleri sırasında boğazlar açılıp Trakya-Kocaeli penepleninin güney kesimleri sularla kaplanırken, peneplenin su üstünde kalmış parçalarıdır.

Adaların, Kocaeli Yarımadası'nın batısını kapsayan eski bir kitlenin parçaları oldukları, coğrafi konumlan ve jeolojik yapı özelliklerinin yanısıra, bölgenin denizaltı topografyasından da anlaşılmaktadır. Burada, güneydoğuya doğru derinleşen bir platform Kocaeli Yarıma-dası'na doğru yavaş yavaş yükselerek Büyükada ile Dragos arasında 10-15 m derinlikte bir sırt haline gelir. Yapılan ölçüm ve araştırmalar, bütün adalar arasında, sular altında kalmış eski bir akarsuyun vadileri olduğu sanılan olukların; adaların kuzeybatısında da, Boğaziçi kanalının devamı olduğu tahmin edilen bir oluğun varlığını göstermektedir.

Büyükada (Prinkipo), Heybeliada (Halki), Burgazadası (Antigoni), Kınalı-ada (Proti), Sedefadası (Terebintos) yerleşime açıktır. Yassıada (Plati) halen İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakülte-si'nin kullanımındadır. Kaşıkadası (Pita) özel mülktür. Sivriada (Ohia) ve Tav-şanadası (Neandros) tümüyle boştur. Bostancı açıklarındaki Batmaz Feneri kayalığı ve Maltepe açıklarındaki Vordonos kayalığının geçmişte küçük adacıklar olduğu ve üzerlerinde yapılar bulunduğu,

ancak kuzeyden gelen şiddetli dalgaların aşındırmasıyla bin yıl içinde fener kayalarına dönüştüğü bilinmektedir.

Adalar çeşitli yükseklikteki tepelerden oluşur. Büyükada'nın, Yüce (Aya Yorgi): 203 m, İsa (Hristos): 163 m, Te-peköy (Nevruz): 150 m, Avcı: 145 m'lik döıt tepesi; Heybeli'nin Değirmen: 136 m, Köy 128 m, Makarios 98 m, Ümit 85 m yükseklikte dört tepesi; Burgazada-sı'nın 170 m'lik Bayrak (Hristos) Tepesi, Kınalı'nın Çınar: 115 m, Teşvikiye: 115 m, Manastır: 93 m'lik üç tepesi vardır. Sedefadası 55 m'lik, Yassıada 46, Sivriada 90, Kaşıkadası 13, Tavşanadası da 40 m'lik birer tepeye sahiptirler. Adaları merkez ve çevre olarak iki büyük gruba ayırmak mümkündür: Büyükada, Heybeliada, Burgaz ve Kaşıkadası merkez grubudur. Bu adalar, çevredeki Sedefadası, Tavşanadası, Yassıada, Sivriada ve Kınalıada'dan daha yüksektir.

Adaların toprağı, demir oksitli kırmızı topraktır. Kireç tabakalarına karışmış bol miktarda demir filizi toprağa kızıl bir renk verir. Bu toprak, ağaç, meyve, sebze, çiçek tarımına elverişlidir. Çevre, maden bakımından zengindir. Büyüka-da'da, Maden semtinde, eskiden demir çıkartılıp işlendiği; Heybeliada Çamli-mam'nda bakırla karışık demir yataklarının bulunduğu, ayrıca saf bakır madeni çıkarıldığı için adaya "bakır" anlamında Halki adı verildiği, boraks madeninin de bulunduğu bilinmektedir. Patrik Konstantinos'un aktardığına göre bu madeni ilk kez Halkedonlu (Kadıköy) Demonisos işlettiği için, Aristoteles (MÖ 384-322) Heybeliada'yı "Demonisos Halkos" olarak anar. Sicilya Adası'ndaki ünlü Apollon heykelinin Çamlimanı'nda hâlâ izleri bulunan maden ocağında çıkarılan bakırdan yapıldığı ileri sürülür. Rumeli Hisarı inşa edilirken adaların ba-

kır ve demirinden de yararlanılmıştır. Adalarda taşocaklan Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde sürekli işletilmiştir. Bizans döneminin birçok rıhtım, liman ve surlarının yapımında kullanılan taşları çıkarmak için Kınalı-ada'nın Çınar ve Manastır tepelerinin batı bölümleri oyulmuş; diğer adalardan taş çıkarılmasına da yakın zamanlara kadar devam edilmiştir.

Adaların iklimi ana çizgileriyle İstanbul kentinin aynıdır. Ancak konumları nedeniyle bazı özellikler de gösterir. Sıcaklık birkaç derece daha fazladır. Kışın kar pek az görülür. Yazın da İstanbul'un diğer bölgelerine oranla daha az yağış alır. Sise az rastlanır ve çabuk dağılır. Sonbahar, genellikle ilkbahardan daha sıcak geçer. İlkbahar aylarının özellikleri birkaç hafta içinde sona erer ve yaza geçilir. Rüzgâr rejimi de genelde İstanbul'un aynıdır, ama adaların konumları bu rüzgârların etkilerini yumuşatır. Karşı kıyıda bulunan Aydos, Ka-yışdağı, Alemdağı, Küçük ve Büyük Çamlıca tepeleri, Kınalıada hariç diğer adaları poyraz rüzgârından korur. Kışın daha çok karayel eser. Batı rüzgârı mayıs ayından itibaren aralıklarla esmeye başlar. Batı-karayel adalar çevresinde fırtınalara yol açan en tehlikeli rüzgârdır. Sonbahar, kış ve ilkbahar aylarında zaman zaman esen lodos, adaları ısıtır. Sıcak mevsimlerde ise, yerel bir rüzgâr olan meltem havayı serinletir. Bu iklim ve rüzgâr özellikleri adaları sevilen bir yazlık ve dinlenme yeri yapar.

Adalar zengin ve çeşitli bir bitki örtüsüne sahiptir. Makiler ve çamlar hâkim doğal örtüyü oluşturur. Akdeniz ik-

liminin tipik bitkisi olan makiler, ilkbaharda birden rengârenk çiçeklenir ve hoş kokular yayar. Sedefadası'nın Rumca adı olan Terebintos, bir maki türüdür ve hoş kokulu, rayihalı anlamına gelmektedir. Taşmeşesi, süpürge çalısı, sakız, kocayemiş, katırtırnağı, mersin, bodur ardıç, laden ayrıca yabani zeytin, kekik, lavanta, adaçayı, zakkum sık rastlanan türlerdendir. Adalar deyince hemen akla gelen çamlar, makilerden sonra en yaygın bitki ve ağaç türüdür. En çok Heybeliada'da görülen çamlar, kızılcam da denilen "Pinus Brutia"lar grubundandır. Büyükada'nın Kuzey kesimlerinde fıstık çamları, manastır ve mezarlıklar çevresinde serviler, yollarda akasyalar, ıhlamurlar, bahçelerde çeşitli süs ve meyve ağaçları görülür. Birkaç yüzyıl önceki gezginlerin sözünü ettiği kavaklar, çınarlar, meşeler meskûn bölgelerde olup zamanla azalmıştır. Ağaç örtüsünün, yüzyıllar boyunca yangınlar, kesimler, bakımsızlık, arsa ve toprak kazanma gibi nedenlerle zaman zaman azaldığı, sonra yeniden güıieştiği, bugünkü ağaç örtüsünün en fazla 120 yıllık bir geçmişe sahip olduğu tahmin edilmektedir. Geçmişten kalan birkaç anıt ağaçtan, Kınalıada'da çarşıdaki çınarın 500 yaşında; Burğaz'da fırın ö-nündeki çınarın, Aya Yorgi Manastırı ve Kilisesi çevresindeki üç zeytin ağacının ise yüzlerce yıllık olduğu söylenmektedir. Osmanlı döneminde adalarda sebzecilik, meyvecilik yanında çiçekçilik de yapılmıştır. O dönemlerin ünlü ada yaseminleri, karanfilleri zamanla azalmış, kimi türler bütünüyle kaybolmuş, daha sonra günümüze doğru sera çi-

çekçiliğine geçilmiştir. Adaların karakteristik bitkilerinden biri de mimozadır. Mimozalar yanında, adaların gülleri, şebboyları, petunyaları, lale ve sümbülleri, glayörleri, beyaz sarı pompon gülleri, ortanca ve kasımpatıları ünlüdür.

Meskûn adalarda av hayvanı kalmadığı gibi artık tavşan yoktur. Tavşanadası, Sivriada ve Sedefadası'nda adatavşa-nı bulunur. Bölge, kuş açısından zengindir. Martılar, kargalar, karabatak, ispinoz, serçe, kızılgerdan (narbülbülü), kaya güvercini, sığırcık, saksağan, saka bolca vardır. Av kuşlarından, mevsiminde keklik, bıldırcın, çulluk, yabani-kaz görülür. 19. yy sonlarına ait gezi notlarında bülbüllerden söz edilir. Tarih boyunca balıkçılığın ana uğraş olduğu ünlü adalarda 1950'ler, hele de 1970'ler-den sonra nesilleri hızla tükenmekte olan balık cinslerinin bazıları mercan, sinarit, kırlangıç, hani, tekir, barbunya, kefal, lüfer, istavrit, levrek, karagöz, çipura (alyanak) vb'dir.

Adalar, tarih boyunca çeşitli kaynaklarda ve dönemlerde çeşitli adlarla anılmıştır. Bunların en yaygını Batı kaynaklarının kullandığı "Leş îles deş prin-ces"dir (Prens Adaları doğrusu, Prensler Adaları). Bu ad adalara, Bizans döneminde soyluların, prenslerin, patriklerin hattâ imparatorların sürgün yeri olarak kullanıldıkları; kimi kaynaklara göre de, Bizans İmparatoru II. İustinos 567'de Büyükada'da görkemli bir saray ve manastır yaptırdığı için verilmiştir. Antik dönemde adalara Dimonisi veya Demo-nisi (Cin Adaları) denmiş, Aristoteles "Demonisi"nin Heybeliada'da ilk kez bakır madeni işleten birinin adı olduğu-



ADALAR

68

69

ADALAR

nu ve adaların giderek onun adıyla anıldığını ileri sürmüş, kendisi ise Hal-kedon (Kadıköy) Adaları demiştir. Yunan filozof Artemidoros, Pitiusa (Çamlı), Romalı tabiat bilgini Plinius, Proponti-das (Marmara Adaları) derken Bizanslılar buralarda yaşayan keşişlerden dolayı Papadonisia (Papaz Adaları, Keşiş Adaları) demişler; tarihçi Hammer, Leş İles deş Saint (Evliya Adaları), Thomas Al-lom Demonesca, Türkler, topraklarının renginden dolayı Kızıl Adalar diye adlandırmışlardır.



Adaların Tarihi

Eldeki verilere göre adalarda tarihlene-bilen ilk olay, Makedonya Kralı Büyük İskender'in komutanlarından Antigo-nos'un oğlu Dimitrios Poliorkites'in MÖ 298'de, o dönemdeki adı Panormos (Emin Liman) olan Burgazadası'nda babasının adına ve anısına bir kale inşa ettirmesi ve adaya Antigoni adını vermesidir. Burgaz'ın tepesinde, 1860'ta Helenistik döneme ait üzeri Latince yazılı bir mezar taşı; 1930'da Büyükada'da, Büyük İskender'in babası II. Filip'e ait altın sikkeler içeren Büyükada definesi bulunmuştur. MÖ 4. yy'da, Aristoteles, adalardan Halkedon (Kadıköy) Adaları diye söz ettiğine göre, İsa'dan önceki çağlarda da bilinmekteydi.

Adalar, tarih sahnesinin aydınlığına asıl Bizans döneminde ve Bizans kaynaklarıyla girer. Roma İmparatoru Cons-

Burgazadası'mn

Bayrak

(Hristos)



Tepesi'nde

Bizans


döneminden

günümüze


ulaşmış

kiliselerden

biri.

Erisin Emiroğlu,

1985

Yüzyıhn


hemen

başlarında

Büyükada

vapur


iskelesini

gösteren bir

kartpostal.

Erkin Emiroğlu

tantinus'un 330'da İstanbul'u başkent yapmasından sonra adaların hem sürgün yeri hem de manastırlar bölgesi olarak kullanıldığı, ayrıca burada Roma tapınakları bulunduğu, Bizans dönemindeki manastırların bu tapınakların kalıntıları üzerine kurulduğu, bölgeye ait Bizans kaynaklı ilk bilgilerdir. Adaların Bizans tarihinde önem kazanması 5ö7'de İmparator II. İustinos'un, o dönemlerde Megale (Büyük) denen Büyükada'da bir saray yaptırmasıyla başlar. O zamana kadar, herhalde küçük balıkçı köyleri barındıran adalarda, bu tarihten sonra art arda manastırlar, kiliseler inşa edilir.

Ulaşımı güç, kaçmanın âdeta imkânsız olduğu adalar, asıl ünlerini din ve taht kavgalarıyla sarsılan Bizans'ın sürgün ve çile beldeleri olarak kazanmışlardır. Özellikle 8. yy'da ve sonrasında gözden düşen din adamları, siyasal rakip olarak görülen saray mensupları, prensler, naipler hattâ imparator ve im-paratoriçeler, çoğunlukla da ağır işkenceler altında, gözlerine mil çekilerek adalara sürgün edilmişler, orada hayat boyu çile doldurmaya ya da ölüme terk edilmişlerdir.

Adaların ünlü sürgünleri arasında, 780'de 10 yaşında tahta geçen VI. Kons-tantinos'un aynı zamanda naipliğini de üstlenen annesi İmparatoriçe Eirene de vardır. İmparatoriçe Eirene, Büyüka-

da'daki II. İustinos Sarayı'mn kalıntıları üzerine bir kadınlar manastırı inşa ettirmiş, tahta geçecek yaşa geldiğinde kendisiyle iktidar mücadelesine giren oğlu VI. Konstantinos'u tahttan indirtip gözlerine mil çektirerek kendi yaptırdığı Kadınlar Manastın'na kapattırrmştı. Torunu Efronisi'yi de aynı manastıra hapseden imparatoriçenin kendisi de, 802' de bir darbe ile tahttan indirilip Büyü-kada'ya sürgüne gönderilmiştir. Bizans tarihinde kanlı mücadelelere yol açan "tasvir kırıcılar"la "tasvir sevenler" arasındaki hesaplaşmalarda, birçok tasvir sever din büyüğü ve rahip Büyüka-da'ya; 809'da Aziz Teodoros ve 820'de İmparatoriçe Teodosia ve oğlu Vasilios Heybeliada'daki Aya Triada Manastı-rı'na; 835-842 yılları arasında ünlü din adamı Metodios Burgazadası'na; 857'de Patrik İgnatios Rangavis Sedefadası'na; İmparator Mihael Teofilos zamanında Gibon, İmparator Nikeforos Botaniates zamanında (1078-1081) Nikeforigis gibi saray ileri gelenleri Sivriada'ya; İmparator V. Mihael Kalafatis'in (1041-1042) üvey annesi İmparatoriçe Zoe, 1069'da İmparatoriçe Anna Komnenos Büyüka-da'ya sürülmüştür. Ünlü Bizans İmparatoru Romanos Diogenes, 1071'de Selçuklu Sultanı Alp Arslan'a Malazgirt'te yenilince, Bizans sarayında iktidarı ele geçirmiş olanlar tarafından daha İstanbul'a varmadan yakalanıp gözlerine mil çekilerek Kınalıada'da kendi yaptırdığı Hristos (Metamorfosis) Manastın'na kapatılmış, kısa süre sonra burada ölmüştür. Bunlar Bizans tarihinin ada sürgünlerine sadece birkaç örnektir.

Ancak adalar, Bizans döneminde de sadece manastırlardan, zindanlardan, sürgünlerden ibaret değildir. Çoğu sur içinde küçük balıkçı köyleri, özellikle manastırların çevresinde tarlalar, üzüm bağları vardır. Manastırların, kiliselerin zenginliği, adaların Bizans döneminde de defalarca kuşatılmasına, yağma edilmesine neden olmuştur. 1204'te IV. Haçlı Seferi'ne çıkan Latinlerin komutanı Venedik Doju Enrico Dandolo, askerlerine, ikmal için Trakya düzlüklerine yayılmamalarıni; "Halkı, tarla ve sürü sahibi zengin insanlardır" diyerek adaları yağmalamalarım öğütlemiştir. 1182'de yerli halk Haliç'teki Latin mahallelerini yağmalayıp insanların birçoğunu öldürüp bir kısmını da köle olarak sattıklarında kırıma uğrayan halktan gemilerle kaçmayı başaranlar, Büyükada önlerine demirlemiş, misilleme olarak adanın doğusundaki Kariye Köyü ile zengin Kadınlar Manastırı'nı yağmalayıp ateşe vermişlerdir. O dönemlerde, adalara yönelmiş korsan yağmaları da eksik değildir. 1302'de İstanbul önlerine gelen Giritli ve Eğribozlu korsanlar, şehrin surlarını aşamayınca adalardaki manastırları yağmalamışlar, keşişleri kollarmdan bacaklarından gemi direklerine asarak yeniden İstanbul önlerine gelmişler, İmparator II. Andronikos Paleologos'tan keşişler için yüklü bir fidye almışlardır.

Adaların Osmanlı egemenliğine geçmesi 1453'te Fatih'in İstanbul kuşatması sırasındadır. Kentin kuşatılmasından bir süre sonra donanma ile adalar önüne gelen Kaptan-ı Derya Baltaoğlu Süleyman Bey, kendiliklerinden teslim olan Kınalıada, Burgazadası ve Heybeliada'yı almış, kale ile çevrili Büyükada da güçlü bir direnişten sonra düşmüş ve adalar İstanbul'dan 42 gün önce fethedilmiştir. Fetihten sonra manastırlar boşaltılmış, adaların Rum halkının çoğu buralardan göçmüş, bölge bir süre canlılığını yitirmiş, daha sonra keşişler yavaş yavaş eski yerlerine dönmüşler; Osmanlı döneminde patrikhaneye adalarda toprak kullanım ve mülkiyet hakları verilmiş ve adalar, eskiden olduğu gibi, manastırların ağırlık taşıdığı köy yapılarını sürdürmüşlerdir.

Evliya Çelebi'ye göre 17. yy ortalarında, adaların üzerinde yüz-iki yüz haneli bağlık bahçelik köyler, köy sakinleri arasında zengin Rum balıkçı reisleri vardır. 16. yy'a ait seyahatnamelerde Büyükada'da Prinkipo ve Kariye olmak üzere iki balıkçı köyünün, Kınalıada'nın doğusunda bir küçük köyün, Heybeliada'da daha çok manastırların eki gibi görünen küçük köy yerleşmelerinin bulunduğundan söz edilir. İki yüzyıl kadar sonra ise bu köylerden bir bölümünün, örneğin Kariye'nin ve Kınalıada'nın doğusundaki yerleşmenin harap durumda olduğu, buna karşılık yeni yerleşmelerin oluştuğu bilinmektedir. Görünen o ki, adalar,

18. yy sonlarına gelene kadar, savaş ve
korsan talanlarına, donanma tayfalarına
veya yeniçerilerin zorbalıklarına, devlet
müsaderelerine, zorunlu göçlere veya
iskâna sahne olmuş; yerleşim yapıları
sürekli değişmiştir.

17. yy'da Eremya Çelebi, adaları anlatırken, güzel ve mamur yerler olduğunu; buralara gezmeye gidildiğini; bazılarında ziyaret yerleri, Rumlara ait kubbeli, tasvirli, bahçeli kiliseler ile manastırlar bulunduğunu; sakinlerinin şaraba düşkün olduğunu yazar. Eremya Çelebi'ye göre, adalardaki yerleşmeler sürekli huzursuzluk içindedirler, Türk donanmasının yolu üzerinde bulunduklarından harap olmuşlardır.

Uzun süreler günlük yaşamdan dinsel mekânlara, yortulara, bayramlara, törenlere kadar Rum nüfusun damgasını taşıyan adalara, İstanbul'un fethinden sonra Karadeniz Bölgesi'nden İstanbul'a getirilen Türk halktan bir bölümünün yerleştirildiği bilinmektedir. Bazı paşaların, zengin ve nüfuz sahibi saray mensuplarının adalara kısa süreli ziyaretler yaptıkları, bu ziyaretler sırasında buralarda hastane, okul, köşk gibi binalar inşa ettirdikleri, İstanbul'da çıkan salgınlar, örneğin 1562'deki veba salgını sırasında İstanbullu zenginlerin ve kimi yabancıların salgından korunmak için adalara sığındıkları biliniyorsa da,

19. yy'a kadar nüfus çoğunluğunu


Rumlar oluşturmuştur. Önce Fransızlar,

Heybeliada'da

Ruhban

Okulu içindeki



Aya Triada

kilisesi ve

tarihi

mezarları.



Erkin Emiroğlu.

1985

daha. sonra İngilizler olmak üzere Batılıların gezi, ticaret, yazlık gibi amaçlarla adalara gelmelerinin, yaşamın değişmeye, canlanmaya başlamasının tarihi ancak 18. yy sonlarına kadar gider. 19. yy'in ikinci yarısında Ege'deki adalardan İstanbul adalarına doğru bir göç hareketi görülmüş, özellikle balıkçılar adalara yerleşmişlerdir. Kınalıada'ya Ermeni cemaatinin yığınsal şekilde yerleşmesi de yine 19- yy'dadır.

Rum Ortodoks Patrikhanesi'nin ve manastırların özel imtiyazlara ve mülkiyet haklarına sahip bulundukları adalarda, 19. yy'a gelindiğinde Osmanlı toprak düzenindeki değişmelere bağlı olarak topraklar zengin ve nüfuzlu Rum beylerinin, patriklerin, bankerlerin, Fransız ve İngiliz tüccarların, elçilerin (Örneğin 1857'de İngiliz Elçisi Sir Henry Buhver Yassıada'yı satın almış daha sonra Mısır Hıdivi İsmail Paşa'ya satmıştır), paşaların mülkiyetine geçmiştir.

Bizans döneminden beri birer sürgün, sığınma, çile doldurma ve manastır bölgesi olan adaların aynı zamanda

Yüzyılın başlarında Büyükada iskele meydanı. Nezih Boşgelen

tedavi, dinlenme ve eğlence yeri olarak da ün kazanmaları; sürekli ve yazlık nüfuslarının hızlı artış göstermesi için, 19. yy'ın ortalarına, adalara düzenli vapur seferlerinin başlamasına kadar beklemek gerekecektir. 19. yy başlarında adalara ulaşım pazar kayıklarıyla sağlanırken 1846'da küçük vapurlarla başlayan seferler ihtiyacı karşılamaz olunca Şirket-i Hayriye vapurları işletilmeye başlamıştır. 19. yy başlarında 1.200 civarında olan nüfus 1850'lerde sadece Büyükada'da 2-3 bine, 1865'te toplam 6.000'e, 1900'de resmi kayıtlara göre 12.000'e ulaşmıştır. 20. yy başına doğru adalar, artık sadece Rum, Ermeni, sonra da Yahudi azınlıkların yerleşme ve yazlık bölgesinden; kutsal yerleri, manastırları, kiliseleri, ruhban okullarıyla sadece dinsel eğitim ve faaliyet alanlarından ibaret değildir. Tanzimat sonrasının değişme süreci içinde Batılı yaşama özenen Osmanlı devlet ricalinin, paşaların, beylerin de yazlık olarak benimsemeye hattâ yerleşmeye başladıkları bir yerdir. 1850'de Bahriye Mektebi'nin

ADALAR

70

71

ADAIAR

II. Dünya Savaşı sonrasında, adalar, özellikle de Büyükada, azınlıkların yanında savaş yıllarında servetler edinmiş Türk zenginlerinin, siyaset adamlarının da ilgisini çekmiş, görece düşük olan arsa fiyatları buralarda yazlık köşkler, villalar yapılmasını hızlandırmıştır. Ahşap mimarinin yerini yavaş yavaş kagir binaların, hattâ birkaç katlı apartmanların almaya başlaması da bu yıllara rastlar.

1950'lerden sonra, adaların toplumsal yapı ve nüfus bileşiminde önemli değişmeler görülür: 6-7 Eylül 1955 olayları, 1974 Kıbrıs Harekâtı, 12 Eylül 1980 askeri müdahalesi gibi siyasal gelişmelerin etkisiyle başta Rumlar olmak üzere yerleşik azınlık nüfusun adaları ve Türkiye'yi terk etmesinin yarattığı nüfus gerilemesi, yine 1940'larda başlayan ama 1960, hele de 1980'den sonra hızlanan doğu illeri ağırlıklı iç göçle dengelenmiştir. Bu iç göçün sonuçlan, adaların toplumsal yapısında gözle görülür bir değişme olmuştur.

Adalarda Yaşam

Bizans döneminde adalarda yaşamın merkezi, dini işleve sahip oldukları kadar siyasal mücadelelere de fon teşkil etmiş manastırlardır. Sonraki dönemler-

ki bir köşk olduğu sanılmaktadır. Köşklerin yapımı 1850lerden sonra hızlanmıştır. Halen faal durumda olan ve çoğu 19. yy'ın ikinci yarısından sonra inşa edilmiş kiliselerin, kilise okulları ve manastırların mimarisinde, eklektik ve neogotik etkiler görülür. 20. yy'ın başında aıt-nouveau üslubu, yerleşik zev-

Heybeliada'ya taşınması, askeri tesislerin, okulların, camilerin yapılması, Tanzimat sonrasında Türklerin de yerleşim alanı olarak ilgisini çekmeye başlamasıyla, giderek İstanbul yaşamıyla bütünleşmiştir. 20. yy başlarından itibaren adalar artık Müslüman Türk nüfusun da seçkin bir sayfiye yeri; özellikle bahar ve yaz aylarında rağbet edilen bir eğlence ve dinlenme bölgesi; zarif yapılarla süslü "kibar" bir semt olmuştur. I. Dünya Savaşı sırasında, adalar Hıristiyan ve Müslüman cemaatlerin birbirlerine karşı kışkırtıldığı huzursuz bir dönem geçirmiş; Bahriye Nezareti tarafından, askeri öğrencilerin yerleştirilmesi için Heybeliada'daki Ruhban Okulu'na, Elen Ticaret Okulu'na, Rum Kız Yetim-hanesi'ne el konmuştur. Mütareke yıllarında işgal kuvvetleri adalara da gelmiş; yine aynı yıllarda 1917'de Rusya'da meydana gelen devrimden kaçan Beyaz Ruslar(->) bir süre için adalardaki manastırlara ve evlere yerleştirilmişler, bunlar sonraki yıllarda adalarda açılan plajların, gazinoların, lokantaların bir bölümünü kurup işletmiş ve adaların yeniden canlanmasına katkıda bulunmuşlardır.

İstanbul'un kurtuluşundan sonra Rumların bir bölümü yurtdışına göç ettiğinden, işlettikleri lokantalar, pansiyonlar, dükkânlar kapanmış, adaların yaşamında yoklukları hissedilmiştir. Cumhu-riyet'ten sonra adalar, Atatürk'ün ve Cumhuriyet Halk Partisi ileri gelenlerinin gösterdikleri ilgiyle yeniden canlılık kazanmaya başlamıştır. Atatürk 1928 yazından itibaren her yıl Büyükada'daki Yat Kulübü'ne (bak. Anadolu Kulübü) gelerek burada dinlenmiş, balolara katılmış, zamanının siyaset adamlarıyla burada toplantılar düzenlemiştir. 1924'te rahatsızlığı sırasında dinlenmek için Heybeliada'ya gelen İsmet İnönü de bu adada bir ev almış, ilerki yıllarda da Büyükada'daki Anadolu Kulübü'ne ve adalara sık sık uğramıştır. Aynı dönemlerde Büyükada'da yaşamakta olan ünlü bir sürgün de Ekim Devrimi'nin önderlerinden olup Stalin döneminde ihanetle suçlanarak 1929'da Rusya'dan çıkarılan Leon Troçki'dir. Troçki anılarını burada yazmıştır.

Adaların


yaygın ulaşım

araçları


faytonlar ve

bir ada


vapuru.

Erdal Yazıcı, 1988

de bulunan kalıntılar, batmış bir adacık olan Vordonos kayalığı dahil, adaların tümünün üzerinde manastırlar bulunduğunu göstermektedir. Bugün sadece kalıntıları görülen Bizans dönemi manastırlarının ve kiliselerinin en önemlileri Büyükada'daki Ayios Yeorgios (Aya Yorgi) Manastırı ve Kilisesi, Kadınlar Manastırı, Ayios Nikolaos, Hristos (Metamorfosis); Heybeliada'da Ayios Yeorgios (Aya Yorgi), Ayios Trias (Aya Tri-ada), Ayios Spridon (Arsenios) kiliseleri; Burgazadası'nda Ayios Yeorgios (Aya Yorgi), Kınalıada'da Hristos (Metamorfosis), Yassıada'da Teofilos manastırları; Sivriada'da Ohia Manastırı, Tavşanada-sı'nda İynatios (Neandros) Manastırı, Sedefadası'nda Andrevitos (Saint Mic-hel) Manastın'dır.

Bizans döneminde keşişler, rahipler, manastırların veya sarayların zindanlarına kapatılmış soylu sürgünler, manastırlara sığınma olanağı bulmuş kaçaklar, adaların asıl sakinlerini oluşturmakta; manastırların çevresinde ve onların ihtiyaçlarına dönük olarak üretim yapan, bir bölümü köle, bir bölümü de genel olarak kıyılardaki küçük yerleşmelerde toplanmış hür köylüler nüfusu tamamlamaktadır. Ana uğraş, özellikle manastırlara ait topraklar üzerinde tarım, bağcılık, hayvancılık ve balıkçılıktır. Osmanlı döneminde de aynı uğraş ve işlevler etrafında yoğunlaşan bir yaşam 19. yy ortalarına kadar sürüp gitmiş; bağcılık ve şarapçılık geleneği keşişlerin ve manastırların tekelinden zengin Rumlara, Fransız şarap tüccarlarına geçerek devam etmiştir. Büyükada'da aynı adı taşıyan tepedeki Aya Yorgi Kilise-si'nin şarabı 19. ve 20. yy'larda da ünlüdür ve kilisenin bulunduğu tepelerin yamaçları bağlarla kaplıdır. Heybeliada'da şarapçılık 1886'dan sonra Ege adalarından göç edenlerin etkisiyle gelişerek sürmüş; 19. yy sonlarında İstanbullular, eğlenmek ve adanın özel şa-

Akay İşletmesi döneminde (1933-1937) Büyükada vapur iskelesinde yolcular. Salâhaddin Giz

raplarından içmek için Heybeli'ye gelmişlerdir. Adalara da uğrayan Corneille le Brun (1714), Seslini (1779), Von Eg-mont (1759), Olivier (1793) gibi Batılı gezgin ve yazarlar, notlarında Heybeli-ada ve Büyükada şaraplarının kalitesini överler.

Bütün bu özellikleriyle adalar, 19. yy'ın ortalarına gelene kadar "Müslüman İstanbuP'a yabancıdır. Adalarda kilise ve manastırlarda canlı bir dini yaşam sürmekte, dini bayramlar, yortular, ayinler coşkuyla kutlanmakta, fener alayları yapılmaktadır. Burgazadası'nda-ki Metamorfosis Manastırı, Paskalya Yortusu sırasında yakılan meşalelerin İstanbul halkını yangın telaşına düşürdüğü gerekçesiyle, IV. Murad tarafından yıktırılmıştır. Özellikle Paskalya Yortularının kalabalık ve canlı kutlandığı Büyü-kada'daki Aya Yorgi (diğer adı Kudu-nas) Kilisesi aynı zamanda bir adak yeridir. Hıristiyan halk adalara bu ayinlere, yortulara, bayram eğlencelerine katılmak veya kutsal yerlere adak adamak için de gelmiştir.

Adaların ilk yazlıkçıları, 18. yy'ın sonlarına doğru gelen Fransızlardır. O zamanlar Tophane'den kalkan büyük pazar kayıklarıyla yapılan ada yolculuğu üç saate yakın sürmektedir.

1850'lerde kaleme alınmış bir seyahatnamede Büyükada'da yaşam anlatılırken "Gündüzün Büyükada güneş altında yatan bir çöl gibidir. Hayat akşam serinliği ile başlar ve akşamüstü şıklık taşar. Kadınlar ve kızlar Macar Kalesi önünde piyasaya çıkarlar" denmektedir. 20. yy başlarında Avrupa "Belle Epo-que" yaşamının küçük bir örneği adalarda da gözlenecektir. Büyükada Yat Kulübü bu hayatın bir parçası olarak bir ingiliz avukatın önderliğinde "Prinkipo Yacht Company" adıyla kurulmuştur. Artık adalar özellikle Hıristiyan nüfus ve Osmanlı yüksek bürokrasisi için şık, seçkin, eğlencesi bol bir yazlık bölgedir. Azınlıklar, İstanbul'da sahip olamadıkları veya sergilemekten çekindikleri daha özgür ve parıltılı bir yaşam biçimini burada uygulamak imkânı bulmuşlar; birbirinden süslü, birbirinden değişik üslupta köşkler yaptırmışlar, bahçelerinde nadide çiçek ve bitki yetiştirmekte birbirleriyle yarışa girmişlerdir. Akşamları giyinip süslenip rıhtım gezintileri, faytonlarla yapılan ada turları ve çamlık gezintileri, deniz banyoları, mehtap sefaları, kayık yarışları, bando mızıka eşliğinde eğlenceler, adaların dini bayramlarına, paskalya, karnaval eğlencelerine yeni renkler katmıştır. İstanbul'da yaşayan zengin yabancılar ve tüccarlar 20. yy başında adalarda yapılan otellerde kalmaya başlamışlardır.

Adalarda manastırlar ve kiliseler dışında, köşklerin, okulların, otel olarak kullanılan binaların yapılmaya başlaması 1820'lerden daha erken değildir. Bugüne ulaşabilmiş en eski binanın, kapısının her iki yanında Arap harfleri ve yeni harflerle 1822 yazan Büyükada'da-


Yüklə 7,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   129




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin