I u n d e n bugüN



Yüklə 7,14 Mb.
səhifə2/129
tarix09.01.2019
ölçüsü7,14 Mb.
#94242
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   129

Bibi. Journal de Constantinople, 30 Ağustos 1860; 1301 İstatistik Cedveli; Raphael C. Cer-vati, L'Indicateur Ottoman. Illustre. Annuai-re-Almanach du Commerce, de l'Industrie, de l'Administration et de la Magistrature 1882-Hegire 1299, (3. bas.) İst., 1882; Raphael C. Cervati, Annuaire Oriental du Commerce, de l'Industrie, de l'Administration et de la Magistrature 1889-90 Hegire 1306, (9. bas.) İst., 1890; (Ergin), Mecelle, V; Clarance R. Johnson, Constantinople To-day ör the Pathfinder of Constantinople, New York, 1922; Reklâmcılık ve Hususi Hânlar Bürosu, İstanbul Umumi Adres Kitabı, ist., 1951; İstanbul Telefon Rehberi 1953 (29. bas.), İst., 1953; İstanbul Telefon Rehberi 1955-56(30. bas.), ist., 1956; Z. Toprak "istanbul'da Fuhuş ve Zührevi Hastalıklar 1914-1933", TT, S. 39, Mart 1987. TURGUT KUT

ABASIYANIK, SAİT FAİK

(23 Kasım 1906, Adapazarı - 11 Mayıs 1954, İstanbul) İstanbul'u, özellikle de Burgaz Adası'm, Rum balıkçıları, halktan insanları, denizi anlatan yapıtlarıyla tanınan hikayeci. İstanbul Erkek Lisesi'nde başlayan lise öğrenimini Bursa Erkek Lisesi'nde tamamladı. Üç yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde, üç yıl kadar da Fransa'da Grenoble Üniversite-si'nde okudu. Bir süre babasının işyerinde ticaretle uğraştı. Daha sonra kendini edebiyatla ilgili çalışmalarına verdi. Burgaz Adası'nda, ölümünden sonra müze olan evindeki yaşamı ona ada insanlarını, balıkçıların yaşamını, doğayı yakından tanıma olanağı sağladı. Beyoğlu'nun arka sokaklarında, kentin kenar mahallelerinde tanıdığı insanları konu edindi. Başlıca teması insan sevgisidir. İnsanoğluna değer verir, doğal çevreyle uyumlu yaşamın koşullarını araştırır. İç dökmeyi andıran, rahat, çekici konuşma dilini kullanır. Öyküleri Semaver, 1936; Sarnıç, 1939; Şahmerdan, 1940; Lüzumsuz Adam, 1948; Mahalle Kahvesi, 1950; Son Kuşlar, 1951; Kumpanya, 1951; Havuz Başı, 1952 gibi kitaplarmdadır. Sağlığında yayımlanan son yapıtı Alem-dağ'da Var Bir Yılan (1954), bilinçaltına, serbest çağrışımlara, gerçeküstü öğelere yer veren ürünleri kapsar. Roman (Medarı Maişet Motoru, 1940; Havada Bulut, 1951; Kayıp Aranıyor, 1953), şiir (.Şimdi Sevişme Vakti, 1953), röportaj (Mahkeme Kapısı, 1956) türünde de yapıtları vardır.

İlk öykülerinde Sakarya, Bursa gibi çocukluğunu, ilk gençliğini geçirdiği çevreleri konu ediniyordu. Fransa'daki yaşamıyla ilgili olarak Marsilya, Paris, Grenoble çevrelerini anlatan öyküleri de vardır. İlerki yıllarda zaman zaman bu temalara döndüğü oldu. Fakat onun yapıtında ağırlık İstanbul kentine aittir.

Sait Faik'in yapıtı 1930'lardan 1950'lere kadar uzanan dönemde ken-

tin görünümlerini, yaşamını, insanlarını yansıtır. Anlatılanlar Adalar ve İstanbul semtleri olmak üzere iki-ana alanı kapsar. Adalara giden vapurlar, yazarın bu yolculuklarda karşılaştığı kişiler birçok öyküde yer almıştır (Alt Kamara, Pro-jektörcü, Yandan Çarklı). Asıl gözlem çevresi Burgaz'dır. Çevre adalar da türlü öyküleri besler (Kınalıadada Bir Ev; Kaşık Adasında; Sivriada Gecelen; Siv-riada Sabahı). Burgaz günün farklı saatlerinde, farklı mevsimlerdeki görünüşleriyle anlatılmıştır (Bir Kıyının Dön Hikâyesi). Canlandırılan insanlar genellikle balıkçılar, emekleriyle kıtı kıtına geçinen kimselerdir: Balıkçı Cemal (Kayıp Aranıyor), Ermeni Balıkçı (Ermeni Balıkçı ile Topal Martı), Stelyanos Hriso-pulos (.Stelyanos Hrisopulos Gemisi), Birtakım İnsanla?daki Berber Kir Di-mitro, Bulgar Sütçü Pandeli, Kondos diye adlandırılan Ali Rıza gibi.

Doğa, insanlar, onların birbirleriyle ilişkileri karşısında yazar bazen sadece bir gözlemcidir (Kendi Kendime). Yaşam güçlüklerini, yaşamlarından türlü görünüşlerini anlatır: Tepedeki bir evde karlı bir günde ölen adamın intihar eden karısı (Kimkime), gurbetçi Çankı-rılı Mehmet oğlu Mehmet (Şeytan Minaresi), doğallık, güzellik, sevgi temalarını eskiçağ tarihinden gelen çizgilerle birleştiren İmrozlu Todori (Dondurmacının Çırağı) gibi. Türk ve Rum kökenli balıkçılar (Bizim Köy Bir Balıkçı Köyüdür'de Koço, Ahmet, Muharrem, İstel-yo, İbram, Hıristo, Hüseyin, Barba Ni-ko, Karavokini) birlikte çalışır, güçlüklere birlikte göğüs gererler. Ancak hak ettikleri "pay"ı, emeklerinin karşılığını alamazlar (Pay ; Yaşayacak-, Haritada Bir Nokta). Adanın mevsimlik ziyaretçileri, buraya iş için belli zamanlarda gelenler vardır: Çirozcular (Beyaz Pantolon), kıyıya putrel çakanlar (.Şahmerdan), inşaat işçileri (Türk Ülkesi) gibi. Yazın plajları dolduranlar (Plaj İnsanları), çamlıkta sevişenleri gözleyen delikanlı (Hayvanca Gülen Adanı), doğaya zarar verenler (Son Kuşlar) olumsuz tiplerdir.

İstanbul semtlerini konu edinen öyküler geniş bir alana yayılır. Silivrika-pı'dan Topkapı'ya doğru yapılmış bir yürüyüşün tanıklıkları bölgeye ait birçok özelliği tanıtır. Yedikule ile Silivri-kapı arasım incirlikler kaplar. Dutçular Şehit Nizam bahçelerinden, Kozluk dutluklarından dut getirir. Elekçi Baba, Bağdadi Baba, isyancı Arnavut beyleri olan Yedişehitler, sur kapısında Fatih ordusundan İdris'in gürzü, zincirle bağlı devasa balık kemikleri, 12 yaşındaki araba ressamı Hasan, eski külhanbeyi Mehmet Reis anlatıyı zenginleştirir (Sur Dışında Hayat). İş kazasında sakat kalan Hüseyin ile bir çingene kızını konu edinen öykünün çevresi Kocamustafa-paşa'daki Sümbüllü Kahve'dir (Mürüvvet). Çingenelerin yaşadığı mahallelere ait tasvirlere sık sık yer verilir (Kaçamak; Papağan-Karabiber, Kalorifer ve



ABAZA HASAN PAŞA OLAYI

7

ABBAS AĞA CAMÖ



Bahar, Dolapdere). Beyazıt Meydanı (.Havuz Başı), Küllük Kahvesi, Gülhane Parkı (.Park, Parkların Sabahı, Akşamı, Gecesi) ve Şehzadebaşı kahveleri (Kriz) konu edinilen yerler arasındadır.

Yazarın bir şiirine de konu olan Köprü, birçok hikâyenin mekânıdır. İzmirli Çımacı işten çıkarılıp Paşabahçe Cam Fabrikası'na girince oda arkadaşı Sivaslı işçiyle burada vedalaşır (.Mavnalar). Yazar, Karaköy Iskelesi'nde, birahanede, Haydarpaşa Garı'nda karşılaştığı kişileri öykülerinde anlatır (.Birahanedeki Adam; Balıkçısını Bulan Olta; Hikâye Peşinde). Bu çevreden Beyoğ-lu'na uzanan Yüksekkaldırım ve Tünel anlatılan yerlerdendir (Yüksekkaldırım; Bacakları Olsaydı; Tüneldeki ÇocuK). Beyoğlu, buradan Dolapdere'ye inen sokaklar, kahveler, meyhaneler, serseriler, orospular birçok öykünün konusu olmuştur (Havada Bulut vb). Bir öyküde şarap fıçılan odalar kadar büyük bir meyhaneden söz edilir (.Şehrâyiri). Hı-ristaki Pasajı hareketli yaşamın canlı çerçevelerindendir (.izmir'e). En çok sözü edilen yerlerden biri kahvehanelerdir (.Bilmem Neden Böyle Yapıyorum; Mahalle Kahvesi; Cezayir Hurmaları). Bir öykünün geçtiği yer Anadolu Pasa-jı'ndaki küçük bir kahvedir (Diş Ağnsı Nedir Bilmeyen Adanı). Genç edebiyatçıların toplandığı Asmalımescit'teki kahve (.Genç Edebiyatçılar), Taksim Mey-danı'na bakan kahve (.Eftalikus'un Kahvesi), sokak çocuklarının uyukladığı sabahçı kahvesi (.Gece İşi) kentteki yaşamın türlü görüntülerine sahne olur. Yazarın "Korkunç Pastahane" diye adlandırdığı yer ise haraççıların, jigoloların, fahişelerin, eroincilerin, bobstillerin, sanatçıların, kadın bulmaya çıkanların birleştiği yerdir.

Sait Faik'in canlandırdığı semtlerden biri de Şişli'de Bomonti durağına yakın evinin çevresidir (.Lüzumsuz Adam). Daha ötedeki Mecidiyeköy gazinoları (Havada Bulut), Ortaköy'e doğru inen yamaçların arasında bir dünya cenneti gibi canlandırılmış Menekşeli Vadi, Atika-li'den Atatürk Köprüsü'ne doğru uzanan bir gece serüveninin mekânı olan mahalleler (Öyle Bir Hikâye), kentin kötülük

Sait Faik'in

bugün müze

olan


Burgaz

Adası'ndaki

evi.

Erkin Emiroğlu,

1993

ve çirkinliklerine karşı bir masal çevresini andıran Alemdağ (.Alemdağ'da Var Bir Yılan) kente ait peysajı tamamlar.

Sait Faik'in öykülerinde canlandırılan kent insanları arasında üreten, birbirleri için özveri gösteren kişiler ön plandadır. Arabacı Bayram yedi yıldır uğramadığı evinde sevecenlik ve hoşgörüyle karşılanır (.Menekşeli Vadi). Çalılıkları temizleyerek toprağı işleyen Kör Mustafa (Karanfiller ve Dometes Suyu), çalışkan, doğaya uyum sağlamış Papaz Aleksandros (.Papaz Efendi), 80'lik duvarcı Barba An-timos (Barba Antimos), ıstakoz avında boğulan 75'lik Apostol Efendi (Ağıt), işlemeli boyacı sandıklarını yapan Bakır-köylü Mercan Usta birer destan kişisi gibi canlandırılmıştır. Öykücü her gün karşılaşılan sıradan insanlarda sevgi uyandıran yanları bulup ortaya çıkarır, okurlarına insanoğlunu sevdirir (.Kame-riyeli Mezar; Projektörcü; Çöpçü Ahmet; Hallaç). Bunlar arasında külhanbeyler (Bir Külhanbey Hikâyesi), kumarbazlar (Kumarbaz Hayri Efendi), gurbetçiler (Birtakım İnsanlar), kente renk kazandıran kimi kişiler (.Şöhrete Dair ; Uzun Ömer) ve bazı meslekler de bulunmaktadır (.Ketenhelvacî).

Bibi. T. Alangu (haz.), Sait Faik İçin, îst, 1956; M. Uyguner, Sait Faik'in Hayatı, Ankara, 1959; M. Kutlu, Sait Faik'in Hikâye Dünyası, İst., 1968; A. Miskioğlu, Ana Temleriyle Sait Faik ve Yeni Türk Edebiyatı, İst., 1979; F. Taş, Sait Faik, Ankara, 1988; F. Naci, Bir Hikayeci Sait Faik, Bir Romancı Yaşar Kemal, İst., 1990.

KONUR ERTOP



ABAZA HASAN PAŞA OLAYI

Türkmen Ağası Abaza Hasan Ağa'nın (Paşa) (ö. 1659) lö52'de Üsküdar'ı yağmalayıp İstanbul'u tehdit etmesi olayı. Abaza Vakası olarak da anılır.

İsparta mütesellimi Abaza Hasan Ağa, Göller Yöresi'ne saldıran Celâli Haydaroğlu'nu yakaladığı için Yeni-İl (Kangal) Türkmen Ağalığı verilerek ödüllendirilmişti. Fakat bu yeni görevi için, vezirazama, ocak ağalarına rüşvet ve hediyeler göndermişti. Dağıttıklarını Türkmen ağalığı gelirleriyle toplamayı tasarlıyordu. Fakat ocak ağaları kendisi-

ni bu görevden uzaklaştırdılar. Bunun üzerine Hasan Ağa İstanbul'a geldi. Başvurduğu yetkililerden olumlu bir cevap alamadı. Kubbealtı'nda vezirazam ve vezirlerle tartıştı, istanbul'u terk etmesi istendi. Üsküdar'a geçti. Öteden beri, asi sipahilerin de kaçıp sığındıkları Üsküdar'da uygun bir ortam buldu. Ulufelerini alamamış ve eylemler yapmış olan zorba sipahileri çevresine topladı. Üsküdar'ı haraca kesti. Çevreyi yağmalamaya başladı. Paşakapısı'na adam gönderip defterdarın ve Yeniçeri Ocağı önderlerinden Sarı Kâtip ile Deli Birader'in başlarını istedi. "Üsküdar, At Meydanı değildir. Bundan sonra aramızdaki sorunu kılıç çözer!" gibi tehditler savurdu. Ocak ağaları, kubbe vezirlerini Üsküdar'a geçmeye ve Abaza Hasan'la görüşmeye zorladılar. Hasan, voyvodalığı onaylanmaz ve borçları ödenmezse bir yere gitmeyeceğini bildirdi. Kendisine 30 kese akçe gönderildi. Bu kez "Ben böyle üzgün ve mağdur geri dönersem vilayetlerin hali ne olur, acımaz mısınız?" dedi. Başkentin güvenliği dışında bir şey düşünmeyen yetkililer "Bundan kalkıp gitsin de, ne isterse yapsın, Anadolu'yu ateşe yaksın!" dediler. Hasan Ağa, arkasındaki gözü dönmüş eşkıya ile Üsküdar'dan kalktı. Yolda rastladığı, ulufe alamamış bölük halkını da yanma kattı. İznik'e yöneldi. Burada başkaldırdı. Üzerine gönderilen Katırcıoğlu'nu bozguna uğrattıktan sonra İbşir Paşa ile birleşip İstanbul'a yürüdü. Boynueğri Mehmed Paşa'nın başkanlığında bir öğütçü heyeti Eskişehir'de Abaza'yı caydırdı ve Türkmen ağalığı ile Yeni-İl'e (Kangal) gitmeye razı etti.

1653'te sipahilerle İstanbul'a geleceği haberinin duyulması halkta korku uyandırdı. Abaza Hasan, küçük bir grupla geldi. Vezirazam Derviş Mehmed Paşa'nın himayesine girdi. Birkaç ay kaldıktan sonra Yeni-îl'e döndü. l654'te îbşir Paşa vezirazam iken adamlarıyla gelip Üsküdar'a yerleşti. İbşir Paşa 11 Mayıs l655'te idam edilince ayaklanmak amacıyla Anadolu'ya geçti. Vezirlik rütbesi verilerek eylemi önlenmeye çalışıldı ise de başarılamadı. IV. Mehmed'e, "Rumeli ve İstanbul senin, Anadolu bizim olsun!" diyecek kadar ileri gitti. Ayaklanması Köprülü Mehmed Paşa'nın iktidara gelişine (1656) kadar sürdü. Cephe görevine gitmediği gibi, kendisinden hesap sorulacağından da çekinmekteydi. Köprülü Mehmed Paşa seferde iken silahlı adamlarıyla bir kez daha Üsküdar'a geldi. Saray ağalarından gizli destek sağladıktan sonra Köprülü Mehmed Paşa'nın idamını istedi. Sadrazamın ordu ile istanbul'a gelmekte olduğu haberi üzerine Üsküdar'dan uzaklaştı. Bu kez de defter çalığı eski sipahileri af dileme bahanesiyle Üsküdar'a gönderdi. Mehmed Paşa bunun bir komplo hazırlığı olduğunu sezerek Üsküdar'da yakalattığı 1.300 kadar sipahiyi ve Abaza yandaşını idam ettirdi. Abaza'nın üzeri-

ne de Murtaza Paşa'yı sevk etti. Ilgın ordugâhında baskına uğrayan Osmanlı kuvvetleri on bin kayıp verdi. Abaza Hasan Paşa, 17 Şubat l659'da Halep'te hile ile yakalanıp öldürüldü.

Abaza Hasan Paşa olayı, Köprülü-ler'in iktidara gelmesinden önceki genel durum için bir göstergedir. Abaza Hasan ve yandaşları Üsküdar ile çevresini aylarca yağmalamışlar, halktan vergi ve haraç toplamışlar, evlerde oturmuşlar fakat İstanbul'daki yönetim ve güvenlik güçleri hiçbir önlem alamamıştır. Bu, başkentin devam edegelen ekonomik bunalımını ve yiyecek yetersizliği sıkıntısını bir kat daha artırmış, Üsküdarlılar yoksul düşmüşlerdir.

NECDET SAKAOĞLU



ABAZA PAŞA MODASI

İstanbul'da 1630'lu yıllardaki erkek modasıdır. Giyim kuşamı silah kuşanma ve eyer takımlarını etkilemiştir. Salt giyim modasına "Abaza kesimi" denmiştir.

Abaza Mehmed Paşa (ö. 1634) l620'de Rumeli Beylerbeyi iken İstanbul'a geldi. Daha o zaman kıyafeti, atı ve silahları ile ilgi ve hayranlık uyandırdı. Anadolu'daki uzun süren ayaklanmasından sonra suçu bağışlanıp l628'de ikinci gelişinde de Bosna valiliğine gidinceye değin hem giyim kuşamı hem fiziği ile ayrıca isyan sonrası eriştiği şöhretle herkesin ilgisini çekmişti. Son olarak Vidin valiliğinden azledilip l631'de İstanbul'a çağrıldığında da başta IV. Murad (hd 1623-1640) olmak üzere yöneticiler, giyim kuşamının uygunluğuna hayran kalmışlardı. Abaza Mehmed Paşa, kırk yaşlarında, kahraman tavırlı, uzun boylu, herkesi büyüleyen alımlı bir fiziğe sahipti. Bu nedenle de üzerindeki her şey, olduğundan daha güzel ve anlamlı gözüküyordu. Kendi destarım özel bir form vererek sarıyor, özgün buluşlarla giysilerini sıradanlık-tan kurtarıyordu. Atma da kahramanlığına yaraşır görünümler vermekteydi. Tarihçi Naima'mn deyimiyle "Kendüyü ve atlarını pehlivan-vâri tezyin etmeğe" eğilimi vardı.

IV. Murad'la Abaza Mehmed Paşa'nın dostluğu ve birlikteliği uzun sürmedi. Padişah, silahtarının etkilemesi sonucu, sözde onun İstanbullu Rumlarla Ermeniler arasındaki "Kızıl Yumurta Günü" anlaşmazlığından ötürü Ermenilerden elli bin kuruş rüşvet aldığı söylentisine inandı. Anadolu Hisarı'ndaki gece âleminden, yanında ünlü Bostancıbaşı Du-çe Mehmed olduğu halde ansızın ayrılıp İstanbul'a gelerek Çinili Köşk'te Abaza Mehmed Paşa'yı boğdurttu. Bu beklenmedik olay, İstanbul halkının giderek daha fazla korktuğu ve kinlendiği IV. Murad'a karşı bir tür tepkinin doğmasına yol açtı. Herkes, Abaza'nın anısını yaşatmak için, onunkine benzer kavuk, sarık, kaftan, eyer giymeye ve kullanmaya başladı. Abaza tarzı raht (eyer), Abazalı kavuk, Abaza kesimi kaftan,

Abaza kılıcı moda oldu. Bu akımı el altından İstanbul'un birtakım esnafı, piyasayı canlandırmak için teşvik etmekteydiler. Abaza modasına kapılanların biricik düşünceleri ise, bu tür giysi ve donanımların kendilerine yakışıp yakışmadığına bakmaktan çok, kimseden geri kalmamaktı. Abaza modası, birtakım değişikliklerle 17. yy'ın sonlarına değin sürdü.

NECDET SAKAOĞLU



ABBAS AĞA CAMÜ

bak. SELÇUK SULTAN CAMİİ



ABBAS AĞA CAMÜ

Beşiktaş'ta, Sinanpaşa Mahallesi'nde, Selamlık Caddesi ile Abbas Ağa Camii Sokağı'nın kavşağında yer almaktadır.

Banisi Darüssaade Ağası Abbas Ağa'dır (ö. 1672'den sonra). Abbas ibn Abdürrezzak adıyla da bilinir. Osmanlı sarayının ünlü darüssaade ağalarından-dır. IV. Mehmed'in padişahlığı (1648-1687) döneminde, saray hareminin ve haremağalarının etkinlik kazandığı yıllarda darüssaade ağası (1668-1671) oldu. Edindiği servetle İstanbul'un birçok semtine okul, cami, hamam ve çeşmeler yaptırdı. l672'de darüssaade ağalığından azledilerek Mısır'a sürüldü, orada öldü. Kahire'de İmam Safi Türbesi Haziresi'ne gömüldü.

Abbas Ağa'nın İstanbul'da yaptırdığı okul, sebil, çeşme ve hamamların bazıları günümüze ulaşmıştır. En büyük eserlerinden olan, Koska'daki Kızlarağası Çifte Hamamı sanat değeri açısından da önemliyken cadde genişletmeleri sırasında yıkılmıştır. Aynı şekilde, Sirkeci'deki Küçükağa Hamamı adım taşıyan eseri de 1979'da yerine iş hanı yapılmak üzere yıkılmıştır. Cerrahpaşa semtindeki üçüncü hamamı ise Safilere mahsustu. Beşik-

Abbas Ağa Camii'nin batıdan görünümü. Tarkan Okçuoglu, 1993

taş'ın büyük bir bölümünü kapsayan Ab-basağa Mahallesi de bu zatın adını taşımaktadır.

Abbas Ağa Camii Hadîkatü'l-Cevâ-mtye göre 1665-1666'da inşa edilmiştir. II. Mahmud tarafından 1834-1835'te yeniden yaptırıldığı bilinmektedir. İlk inşasında camiin yanında bir sıbyan mektebi ile bir çeşmenin tasarlandığı, yapının bir hünkâr mahfili ile donatıldığı tespit edilmektedir. Sıbyan mektebi günümüze ulaşmamıştır.

Camiin etrafı, bir konağı hatırlatacak şekilde yüksek duvarlarla kuşatılmıştır. Çevre duvarının kuzey yönünde, biri ana girişe diğeri de halen imam meşrutası olarak kullanılan hünkâr mahfiline geçit veren iki kapı bulunur. Cümle kapısı ile cami arasındaki alan, ahşap bir sakıfın altına alınmıştır. Cami, kapalı son cemaat yeri, enine dikdörtgen ha-rim, harime batı yönünde bitişen hünkâr kasrı ve minareden oluşur. Duvarlar moloz taş ve tuğla ile örülerek ahşap bir çatı ile örtülmüş, duvarlara iki sıra halinde dikdörtgen pencereler dizilmiştir. Hünkâr kasrı ise ahşap olarak tasarlanmıştır. Aslında ahşap direkler üzerinde oturduğu anlaşılan bu kasrın altı sonradan doldurularak imam meşrutası na dönüştürülmüştür. Son cemaat yerinin batı kenarında bağımsız bir girişle donatılmış olan hünkâr kasrı ise II. Ab-dülhamid devri onarımında elden geçirilmiş olmalıdır.

Harimde bulunan fevkani mahfil, doğuda ve batıda duvarların yarısına kadar, kuzeyde ise derinliğine gelişerek son cemaat yerinin üstünü kaplar. Petek kısmı prizmatik üçgenlerden oluşan silindir gövdeli minare, son cemaat yeri ile hünkâr mahfilinin birleştiği köşede, kare bir kaide üzerinde yükselmektedir. Söz konusu mahfilin cephelerinde, başlıklarında küçük oyma güleçler bulunan ahşap pilastrlar vardır. Küçük bir mihrabı olan son cemaat yeri ile ana mekân ahşap bir duvarla ayrılmıştır.

Harim tavanındaki ahşap işçilik dikkat çekicidir. Tam ortadaki avize, altın yaldızlı beyzi bir göbeğe asılmıştır. Tavan yüzeyi, kalın çıtalarla oluşturulmuş sekiz köşeli yıldızlar, kenarları yumuşatılmış dikdörtgenler ve çeşitli geometrik şekillerle düzenlenmiştir. Tavan kornişlerinde yelpaze şeklinde ajurlu konsollar, mukarnası andıran sarkıtlı süslemeler ve perde motifleri görülmektedir. Mahfil kare kesitli ahşap sütunlara oturtulmuş, mihrap eksenindeki sütun açıklığı, eğri çizgilerden oluşan bir alınlıkla taçlandırılmıştır. Mahfilin kuzey ve doğu kanatları çıtadan mamul kafeslerle, insan boyunu aşacak yükseklikte kapatılmıştır. Hünkâr mahfili niteliğindeki batı kanadı özel bir oda olarak ayrılmış, dışarıdan aplike, renkli ahşap süsleme öğeleri ile kapatılan küçük kare mekânın üzeri bağdadi bir kubbe ile örtülüdür. Bu kubbenin içi yağlıboya akantus yapraklı bir süsleme ile bezenmiştir. Ka-



ABBAS AĞA ÇEŞMESİ

9

ABBAS VESİM

reden kubbeye geçişte köşelerde beliren üçgen alanlar, altın yaldızlı ışınsal süslemelerle kaplanmıştır. II. Mahmud devrinin özelliği olan söz konusu mekânda tavana kadar devam eden bir mihrap tasarlanmıştır. Ana mekânın, beyaz yağlıboya ile boyanmış olan mihrabı ile ahşap minberi oldukça basittir.



Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 102-103; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, II, 45, no. 187; Raif, Mir'at, 298-299; ISTA, I, 9; Evliya, Seyahatname, I; Semavi Eyice, "İstanbul'un Ortadan Kalkan Tarihi Eserleri", tO Edebiyat Fak. Tarih Dergisi, S. 27, İst., 1973, s. 131-178; Öz, İstanbul Camileri, II, 1; 1KSA, I, 19-20.

TARKAN OKÇUOĞLU



ABBAS AĞA ÇEŞMESİ

Çapa ile Kocamustafapaşa semtleri arasında, Menderes Caddesi'nden Eski Vezir Sokağı'na girerken hemen solda bir ahşap evin bahçe duvarına bağlıdır.

Yapı kesme taştan, klasik Osmanlı üslubunda yapılmış olup, haznesizdir. Altı beyit halindeki kitabe mermerdir ve çeşmenin 1032/1622 tarihinde inşa edildiğini belirtir. Yapı Sultan II. Osman zamanında sarayda önemli görevlerde bulunan Abbas Ağa adlı bir zatın hayratıdır.

Yol kotlarının yükselmiş olması nedeniyle çeşme, zeminden bir metre kadar çukurda olup, beş basamaklı bir merdiven ile inilir. Ayna nişi bu devir çeşmelerinin genel özelliklerine uygun olarak düzenlenmiştir. Sivri kemerli olan niş, sade ve az derindir. Mermer kitabe, aynataşı ve bunun iki yanındaki kaş kemerli maşrapalıklar dışında süsleme yoktur. Aynataşı yüzeysel süslemeli-dir ve 17. yy Osmanlı süsleme sanatının tipik bir örneğidir. Sivri kemerin ayakları köşeli ve kademeli olarak derinleşen silmeler halindeki sütunçelere oturur. Yapıyı üç yönde yine derin bir silme kuşağı çevreler. Kemer tepesinden saçağa kadar olan bölüm cephe boyunca bir yalancı kitabelik halinde düzenlenmiştir. Böylece cephede basit de olsa bir hareketlilik sağlanmaya çalışılmıştır. Yuvarlak silmeli ve sığ bir saçağa sahip olan çatı örtüsü kesme taştan üçgen prizma şeklindedir.

Kitabe, yazısı itibariyle 15-16. yy ki-tabelerindeki üslubu yansıtır. Yazı kasetlerinin birleşme yerleri inceltilerek aralarına stilize rozet halinde bitkisel süsleme yapılmıştır. Kitabe yazarı belli değildir.

Topkapı ile Yedikule arasındaki bölgeyi Halkalı su şebekesinin beslediği bilindiğine göre, bu çeşme de suyunu aynı tesisten alırdı. Ancak, Kâzını Çeçen 1930'lu yıllarda bu şebekenin tahrip olduğunu ve çeşmelerin kuruduğunu belirtir. Bugün çeşmenin suyu şehir şebekesinden gelmekte ve çeşme çukurluğuna yandan bağlanmış olan bir musluktan akmaktadır.



Bibi. Tanışık, istanbul Çeşmeleri, I, 168; Çeçen, Su Tesisleri, 253.

ZİYA NUR SEZEN



ABBAS HATİM PAŞA KÖŞKLERİ

Heybeliada'nın, Burgaz Adası'na bakan ve "Abbas Paşa Mahallesi" olarak tanınan kuzeybatı kesiminde bulunmaktadır.

Kavalalı Mehmet Ali Paşa'mn torunlarından ve II. Meşrutiyet devri ricalinden Prens Abbas Halim Paşa (1866-1935) 19. yy sonlarında (1897-1899) Heybeliada'nın bu kesiminde üç köşk inşa ettirmiştir. Paşaya ait olan, yaklaşık üç dönüm genişliğindeki arazi doğuda Abbas Paşa Sokağı'ndan başlayarak batıda deniz kıyısına kadar, güney-kuzey doğrultusunda da Refah Şehitleri Caddesi'nden Ortodoks Ruhban Mekte-bi'nin bulunduğu tepenin eteklerine kadar uzanmaktaydı. Bu geniş arazi içinde dağılmış olan köşkler, devrin ünlü mimarlarından, Abbas Halim Paşa ailesi başta olmak üzere, Mısır hanedanının birçok binasına imzasını atan Hovsep Aznavur tarafından tasarlanmış, söz konusu mimar, o zamanlar revaçta olan eklektik zevke uygun olarak her üç köşkte de tamamen farklı mimari üsluplar kullanmıştır.

Harem Köşkü: Abbas Paşa Sokağı ile Yeni iskele Yolu'nun kavşağında, ağaçlarla dolu bir bahçe içinde yer alan, Abbas Halim Paşa ailesinin ikamet ettiği harem niteliğindeki asıl köşk paşanın vefatından sonra kızlarından Prenses Zeynep Hanımefendi'ye intikal etmiş ve 1945'te yıktırılarak arsası satılmıştır. Mimar Aznavur bu köşkün cephe tasarımında, mimari ayrıntılarında ve süsleme programında, Eski Mısır mimarisinden mülhem olan ve Batı'da "egyptian revi-val" olarak adlandırılan üslubu tercih etmiştir. Muhakkak ki, bu tercihte Abbas Halim Paşa'mn Mısır hanedanına mensubiyeti belirleyici olmuştur. Bu köşk, Batı ülkelerinde, Napoleon'un Mısır seferini müteakip aristokrasi, yüksek burjuvazi ve aydınlar arasında Eski Mısır'a duyulan ilginin giderek artmasına ve egiptolojinin gelişmesine paralel olarak yaygınlaşan, mimarinin yanı sıra küçük sanatlarda ve çeşitli zanaat dallarında etkileri görülen egyptian revival üslubunun -Şişli yöresindeki Ermeni ve Rum mezarlıklarındaki bir iki mezar yapısı ile beraber- istanbul'daki nadir örneklerinden birini teşkil etmekteydi.


Yüklə 7,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   129




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin