I u n d e n bugüN



Yüklə 7,14 Mb.
səhifə21/129
tarix09.01.2019
ölçüsü7,14 Mb.
#94242
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   129

AFİF PAŞA YALISI

yacakları ve 501i yılların Türk mimarları için yaygın üslubu oluşturacak olan en-ternasyonalist anlayışın habercisi oluyordu. 4.000 m2 alan üzerine yayılmış, ikisi yerin altında altı kattan oluşan bina İstanbul'da çeşitli ilçelerde çok sayıda adliyenin göreve başlamasından sonra, halen Sultanahmet Adliyesi olarak kullanılmaktadır.

ATiLLA YÜCEL

ADNAN MENDERES BULVARI

bak. VATAN CADDESİ



AETİOS SARNICI

Fatih'ten Edirnekapı'ya giden ana caddenin sağında, Karagümrük semtinde bulunan ve Türk döneminde Çukurbos-tan olarak adlandırılan büyük su haznesi veya havuzu.

419 ve 425'te pracfectus praetorio (şehir valisi) olduğu bilinen Aetios (Lat. Aetius) tarafından 421 yılında yaptırılmıştır. Ancak uzun süre, Karagümrük Çukurbostan'ın Aspar su havuzu olduğu sanılmış ve pek çok yayına öyle'ce geçmiştir. Schneider, eski kaynaklara dayanarak bu teşhisin inandırıcı olmadığını belirtmiştir. Trakya'dan şehre getirilen suların toplanarak, dağıtıldığı bir merkez havuzu olduğu anlaşılan bu yapı, sanıldığı gibi bir sarnıç değildir. Bu haznelerin şehrin kara tarafı surlarının önlerindeki hendeğin suyunu sağlayan depolar olduğu yolunda J. B. Papadopu-los tarafından ortaya atılan hipotez de kabul görmemiştir. Daha Bizans çağında, artık içinde su toplanmayan bu kuru hazne, Türk döneminde bostan olarak kullanılmış, 1940'ta Vefa Stadı adıyla futbol sahası haline getirilmiştir.

İstanbul'un en yüksek yerinde oyulan bu çukurun uzunluğu 244 m, genişliği ise 85 m'dir. Derinliğinin 10-15 m kadar olduğu sanılmaktadır. Ancak dipte birikmiş olan kaim toprak tabakasından dolayı bu hususta kesin bir ölçüm yapılamamış, kanalların da izleri bulunamamıştır. Aralarında tuğladan hatıllar olan çevre duvarlarının kalınlığı ise 5 m'yi aşar. Osmanlı döneminde cadde tarafındaki duvarlarının üstünde rical konaklarının sı-

ralandığı bilinir. Bugün bu tarafı boştur. Fakat Haliç tarafındaki duvarının üstünde yapılan konutların hoş bir görüntüye sahip oldukları söylenemez.

Bibi. Strzygawski - Forchheimer, Byzan-tinischen Wasserbehâlter, 48-49; X. A., Side-rides, "Ai en Konstantinoupolie kinsternai tu Aetiu kai tu Asparos", Hellenikos Filologikos Syttogos, XXIX (1907), s. 249-264; J. B. Papa-dopulos, Leş citemes â del ouvert et lesfosses deş murailles de Byzance, ist, 1919; A. M. Schneider, "Die Zisterne deş Aspar", Byzanz, 30-31; R. Janin, "Etüde de topograp-hie byzantine: leş citernes d'Aetius, d'Aspar et de Bonus", Revue deş Etudes Byzantines, I. (1943), S. 89-101; ay, Constantinople byzantine, 204-205; Müller-Wiener, Bild-lexikon, 278.

SEMAVİ EYİCE



AEET YOLA CAMİİ

bak. LEVENT CAMİİ



AFGANÎLER TEKKESİ

Üsküdar'da, Çavuşdere Caddesi'nde, Çinili Cami yanındadır.

1792 yılında inşa edilmiştir. 19. yy'da tamirler geçirmiş olduğu anlaşılan tekke 1925'ten sonra bir süre daha, az sayıda dervişi barındırmış, 1942'de binalarının çoğu yıktırılarak cümle kapısı üzerinde bulunan kitabesi Amcazade Hüseyin Paşa Külliyesi'ne (Türk İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesi) nakledilmiştir.

Hac yolculuğu için İstanbul'a uğrayan Orta Asyalı Türk ve Özbek dervişlerin geçici barınmalarını karşılamak amacıyla kurulan tekke, bu temel özelliği nedeniyle şehirdeki diğer tarikat yapılarından ayrılmaktadır. Tekkeye adını veren dervişlerin, Afganistan kökenli oldukları ya da Orta Asya'dan çıkıp Afganistan yoluyla İstanbul'a geldikleri var-sayılabilir. Diğer yandan, Bandırmalıza-de Ahmed Münib Efendi, tekkenin adını "Hindîler Tekkesi" olarak kaydetmektedir. Burada kullanılan "Hindî" terimi, ayrıca tekkenin, Hindistan'a yerleşmiş ya da bu ülkeden gelmiş Türkleri de barındırmış olabileceğini göstermektedir.

Tekkenin kurucusu ve ilk postnişini, Horasanlı Nakşibendî şeyhi Ahmed Nâ-sır-ı Afganî'dir (ö. 1795). Kendisinden

Aetios Sarmcı'mn bulunduğu yer bugün Vefa Stadı olarak kullanılıyor. Erkin Enıiroğlu, 1988

Afganîler Tekkesi meşrutası. Ekrem Işın, 1991

sonra gelen diğer şeyhler de "Afganî" lakabıyla anılmışlardır. Bilinen son postnişini, Resul Mustafa Hüseyin Efen-di'dir (ö. 1903).

Afganîler Tekkesi, İstanbul'daki Nak-şî tekkeleri içinde, yalnızca bekâr (mü-cerred) dervişlerin devam ettikleri bir merkez olma özelliğini taşımıştır. Bu açıdan tipik bir "kalenderhane"dir. Tekkeye ait kitabede bu özellik şöyle belirtilmiştir: Barekallâh bu kalenderhane / vakfolundu mücerred Efgane / şeyh-i kalenderi mücerred ola / ide it'am bulunan ihvâne.

İstanbul'a Emir Buharî ile birlikte 16. yy'da yerleşmiş olan Nakşîbendîlerin, daha sonra Orta Asya'dan gelen ve Kalenden geleneklerine sahip derviş zümrelerinden farklı bir tasavvuf kültürünü yaygınlaştırdıkları bilinmektedir. Bu grubu meydana getiren dervişler İstanbul'da Eyüp Kalenderhanesi'nde, Üsküdar'da Haydar Taşkendî Tekkesi ile Özbekler Tekkesi'nde ve Kadırga'da Buhara Tek-kesi'nde faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Afganîler Tekkesi ise Nakşibendîliğin Müceddidiye ve Halidiye kollarından bağımsız, daha çok Orta Asya kökenli klasik Nakşîlik anlayışını temsil etmiş, İstanbul'daki Özbek ve Hindî tekkeleriyle olduğu kadar kalenderhanelerle de yakın kültürel ilişkide bulunmuştur.



Bibi. Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 15; Ergin, İmaret Sistemi, 33-34; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 76; T. Zarcone, "Histoire et croyances deş derviches Turkestanais et Indiens a istanbul", Anatolia Modema, II, (1990), s. 160-164.

THIERRY ZARCONE



Mimari

Afganîler Tekkesi'nin mimari programı oldukça geniş tutulmuş, tekkeyi meydana getiren bölümlerin konumu ve tasarımı seyyah dervişlerin konaklama ihtiyaçları doğrultusunda biçimlendirilmiştir. Ufak boyutlu olduğu bilinen ahşap mescit-tevhidhane ortadan kalkmış imaret niteliğindeki mutfak-kiler-taamhane grubundan ve arsanın kuzey sınırı boyunca sıralanan derviş hücrelerinden geriye aııcak duvar ve ocak kalıntıları günümüze gelebilmiştir.

Moloz taş örgülü ihata duvarının kuşattığı geniş ve ağaçlı bahçeye, güney yönünde bulunan, barok üslupta bir kemerin taçlandırdığı cümle kapısından girilir. Bahçenin güneybatı köşesinde, 19. yy'da yenilendiği anlaşılan, kagir bir bodrum üzerine oturan iki katlı ahşap şeyh meşrutasının üst katı payandalı çıkmalarla donatılmıştır. Cümle kapısından girildiğinde sağda, hazirenin gerisinde moloz taş örgülü su haznesi ile bunun duvarı üzerinde beyaz mermerden yapılma ufak bir çeşme yer almaktadır.

Tekkenin ayakta kalabilmiş en önemli bölümü, bahçenin ortasında, moloz taş örgülü ve ahşap hatıllı bir set duvarının üzerinde yükselen, ahşap selamlık köşküdür. Dikdörtgen planlı, tek katlı ve tek hacimli olan köşkün iskeletli duvarları dışarıdan kaplama tahtaları, içerden bağdadi sıva ile teçhiz edilmiş, tekke terminolojisinde "şeyh odası" olarak adlandırılan bu köşk ufak boyutlu bir divanhane gibi tasarlanmıştır. Mekânın ortasında zemini renkli taş süslemeyle kaplı kare planlı ve havuzlu bir sofa, bunun doğu ve batı yönlerinde, ahşap zemini bir seki ile yükseltilmiş ve sedirlerle donatılmış, eyvan niteliğinde birer bölüm bulunmaktadır. Dikdörtgen pencerelerin sıralandığı cephelerin sadeliği ile iç mekân, özellikle havuzlu sofada yoğunlaşan göz alıcı süslemeler ilginç bir tezat teşkil etmektedir. Sofanın merkezindeki sekizgen havuzun, minyatür köşk görünümü arz eden, şebekeli, zarif fıskiyesi Lale Devri üslubunu yansıtmakta ve tekkeden daha eski tarihli bir yapıya ait olduğu anlaşılmaktadır. Havuzdan geriye kalan satıh, mermer çubuklarla dörtgenlere bölünmüş, bunların içi renkli taş parçalarından müteşekkil, geometrik desenli mozaiklerle doldurulmuştur. Sultan Ahmed Camii'nin pencere içlerinde ve hünkâr mahfili duvarlarındaki taş mozaiklerle büyük benzerlik gösteren ve Anadolu'dan ziyade Suriye veya Mısır kökenli Memluk etkilerine bağlanan bu süslemeli sathın, tekkenin yerinde bulunan daha eski bir köşkten geriye kalmış olması çok muhtemel görünmektedir.



Bibi. Asitâne, 18; Osman Bey, Mecmua-i Ce-vâmi, H, 58-59; Raif, Mtr'at, 131; Eldem, Köşkler ve Kasırlar, II, 88-94; Behçetî İsmail Hakkı el-Üsküdarî, Merâkid-i Mu 'tebere-i Üsküdar, yay. B. N. Şehsuvaroğlu, İst. 1976, s. 55, 72; Konyalı, Üsküdar Tarihi, I, 420.

M. BAHA TANMAN



AFİF PAŞA YALISI

İstinye-Yeniköy sahil yolu ile Boğaziçi arasında uzanan eğimli bir arazide yer alır.

Levazıma! Reisi ve Birinci Ferik Ahmed Afif Paşa (1852-1920) tarafından, dönemin ünlü mimarı Alexandre Vallau-ry'ye(-t) yaptırılmıştır.

Tapuya, Sarıyer, 57 pafta, 230 ada, 21 parsel (eski 7 parsel) ile kayıtlıdır.

Yalının giriş kısmının bulunduğu düzlükte yer alan Osman Reis Camii

Afif Paşa Yalısı

Oğuz Ceylan

de(-0 Afif Paşa tarafından A. Vallau-ry'ye ihya ettirilmiştir.

Setli bahçe geçildikten sonra yalı ve günümüzde ifraz edilerek ayrı parsel haline dönüşmüş olan kayıkhanenin yer aldığı rıhtım platosuna inilmektedir.

Yalı bir zemin, iki normal ve bir çatı katı olmak üzere toplam dört katlıdır. Esas girişler sağ ve sol yan cephelerde düzenlenen üç kollu merdivenler ile sağlanmıştır. Kara tarafı cephesinde sadece servis merdivenlerine açılan ve bahçe ile zemin katın bağlantısını sağlayan servis girişleri mevcuttur.

Plan düzeni ve cephe sistemi, denize dik bir eksene göre simetrik anlayışla kurulmuştur. Yalının deniz cephesinin dar, kara cephesinin daha geniş oluşunun nedeni, yalının her odasından deniz manzarasının görülebilme kaygısıdır. Plan kurgusundaki bu bilinçli davranış cephelere de yansır ve her mimari bölünme cepheye taşarak kendini belli eder. Dış merdiven akslarının ve simetri ekseninin kesim noktasında yer alan ana merdiven sadece iki katı birbirine bağlar. Deniz cephesinde yer alan köşe odaların 45 derecelik küçük çıkmalar halinde denize doğru yönlenmeleri, mimari planlamada ilginç bir özellik olarak karşımıza çıkar. Vallaury bu çıkmaları deniz cephesinde yer alan kuleler ile

vurgulamış, yan cephe dengesini sağlayabilmek için ise kara tarafına iki kule daha ilave etmiştir. Çatı görünümü bu kulelere ilave edilen aynı tarzda düzenlenmiş bacalar ile (çatı formunu yok edercesine) gayet zengin bir hal almıştır.

Deniz cephesinin olağanüstü hareketli (özellikle kuleler ve dalgalanan saçaklar) görünümüne karşılık, diğer üç cephe olabildiğince sade tutulmaya çalışılmıştır. Vallaury yapılarının giriş cephelerinin anıtsal görünümüne karşılık Afif Paşa Yalısı'nda deniz cephesinin ağırlık kazanması ilginç bir özellik olarak karşımıza çıkar. Ayrıca Vallaury yapılarının karakteristik bir özelliği olarak beliren ve ahşap panolar ile desteklenen cephe bölünmelerinde oluşturulan üç açıklıklı mimari çözümlemeler Afif Paşa Yalısı'nda da kullanım alanı bulur.

İç mekân tavan süslemelerinde, özellikle birinci ve ikinci katlarda muşamba üzeri alçı ve altın varaklı kalem işleri mevcuttur. Yan duvarlar ise, sistematik bir şekilde panolar halinde kalem işleri ile düzenlenmiştir.

Barok mimaride süsleme unsuru olarak kullanılan bu tür panolar Afif Paşa Yalısı'nda Doğu kökenli unsurlar ile birleştirilerek uygulanmıştır. Ayrıca kara cephesindeki odaların tavan motiflerinde rokoko tarzı süslemenin izleri görülür.

AFİFE HATUN TEKKESİ

89

AGACHE, ALFRED

Afif Paşa Yalısı merdiven holü. Oğuz Ceylan

Seçmeci tarzın bir ürünü olan Afif Paşa Yalısı'nda Doğu ve Batı mimarisinin unsurlarından olan soğan kubbe ve dalgalanan saçaklar bir arada kullanılmıştır. Ayrıca 19. yy'ın ikinci yarısında kagir Osmanlı mimarisinde görülen motifler, Afif Paşa Yalısı'nda bu kez ahşap panolarda tekrar karşımıza çıkar.

OĞUZ CEYLAN



AFİFE HATUN TEKKESİ

Eyüp llçesi'nde, Nişanca Mahallesi'nde, Balcı Yokuşu üzerinde bulunmaktadır.

Tanzimat devri sefirlerinden Meh-med Abdünnafi Efendi (ö. 1857) tarafından, 1844'te, annesi Afife Hatun (ö. 1834) adına tesis edilmiştir. Paris ve Viyana sefirliklerinde bulunmuş olan şair, hattat, mevlevî-meşreb bir kimse olarak tanınan M. Abdünnafi Efendi, Mevlânâ neslinden Yahya Çelebi'nin oğlu "Koca Derviş" lakaplı, Şehreminli hattat Hacı Mustafa Efendi'nin (ö. 1826) oğludur.

Afife Hatun Tekkesi'nin, Orta Asya'dan ve özellikle Nakşibendîliğin merkezi Özbekistan'dan İstanbul'a gelen seyyah ve bekâr Nakşibendî dervişlerine (vakfiyedeki tabirle "kalenderân-ı Özbekiyyeye") barınak olmak üzere inşa edildiği, yakınında, daha önce (1733'te) aynı amaçla tesis edilmiş Ka-lenderhane (Özbekler) Tekkesi'ne bağlı, küçük kapsamlı bir zaviye olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim yapıda tevhid-hane bölümü bulunmamakta, burada bir müddet ikamet eden dervişlerin Ka-lenderhane Tekkesi'nde cuma günleri icra edilen ayinlere katıldıkları bilinmektedir, istanbul Kültür ve Sanat An-siklopedisi'ndeki maddede verilen vakfiye özetinde, meşihatın "...Lâlîzade Ab-dülbâki Efendi merhumun Kalenderha-ne Tekkesi şeyhi Mehmed Efendi'ye ihalesinin ve hîn-i Özbekiyyeden bir

kimse uhdesine tevcihinin" şart koşulmuş olması, iki tekke arasındaki bağımlılığı pekiştirmektedir. Aynı maddede, baninin neslinden gelen ve devlet ricalinden olan (Gümrük Nazırı Mahmud Akif Bey ile Rüsumat Nazırı ve Trablus-garb Valisi Ahmed Esad Bey) birtakım şeyhlerden söz edilmekteyse de bu kişilerin, üstlenmiş oldukları resmi görevlerle tekke şeyhliğini -en azından fiilen-beraberce yürütebilmeleri pek görülmüş şeylerden değildir. Nitekim yine aynı maddede, R. 1341/1925 tarihli Esâ-mi-i Tekâyâ Defterinden "...Şeyh-i hâzırı: Hasan Efendi niyâbetiyle evlâdı-ı vâkıftan sagir Mes'ud Necati Efendi" kaydı nakledilmekte, bani M. Abdünnafi Efendi'nin neslinden gelen bu şahısların Afife Hatun Tekkesi'nin şeyhliğini sembolik düzeyde, "niyâbeten" üstlendikleri anlaşılmaktadır.

Tekkenin, 19. yy'ın ikinci yarısında bazı onarımlar geçirdiği, kısmen ahşap olan yapısının yenilendiği belli olmaktadır. Kapatıldıktan sonra bakımsız kalan bina, kısmen son şeyhin ailesi, kısmen Vakıflar İdaresi'nin kiracıları tarafından mesken olarak kullanılmış, bu dönemde, 1950'den sonra, bütünüyle ahşap olan batı kanadı ortadan kalkmış, geriye kalan kısım da oldukça harap bir durumda günümüze ulaşabilmiştir.

Düzgün olmayan planlı, iki katlı ve büyük kısmı kagir olan tekkenin duvarları moloz taşla örülmüş, özensiz örgünün içine yer yer tuğla hatıllar yerleştirilmiş, cümle kapısı ile pencerelerin çoğu tuğladan, basık hafifletme kemerleri ile donatılmıştır. Ahşap bölümlerde ise duvarlar içerden bağdadi sıva, dışardan ahşap kaplama ile oluşturulmuş, yapıyı örten çatı alaturka kiremitlerle kaplanmıştır.

Cümle kapısı, Balcı Yokuşu üzerindeki kuzey cephesindedir. Beyaz mermerden yontulmuş sövelerin kuşattığı dikdörtgen açıklığın üzerine aynı malzemeden mamul, enine dikdörtgen bir kitabe levhası yerleştirilmiştir. Levhanın ortasında, çelik kalemle tıraşlanmış bir yüzey fark edilir. Burada bulunduğu anlaşılan inşa kitabesinin, tekkelerin kapatıldığı 1925'ten veya harf devriminin yapıldığı 1928'den sonra kazındığı tah-



Afife Hatun Tekkesi

22 Şubat 1950



LAM, Encümen Arşivi, II, no. 5573

min edilebilir. Kitabe, iki yandan, ortalarında birer rozetin bulunduğu pilastr-larla kuşatılmış, üst sınırı bir silme ile belirtilmiştir. Silmenin üstünde, çam kozalağı biçiminde kabartmaların arasında, günümüzde mevcut olmayan, yuvarlak ya da beyzi bir madalyonun kaidesi görülmektedir. Bu madalyonda, Abdülmecid tuğrası, tarikat pirinin adı, Nakşibendî tacı kabartması ya da dini nitelikte bir ibarenin bulunduğu tahmin edilebilir.

Tekke binası, mesken olarak kullanılmaya başladığı 1925'ten bu yana özgün taksimatım büyük ölçüde kaybetmiştir. Her iki katta da, birbiriyle bağlantılı, farklı boyutlarda mekânlar mevcuttur. Üst katta bulunan en geniş mekânın, "şeyh odası" türünden, sohbetlere tahsis edilmiş bir bölüm olması muhtemeldir. Güneydeki çıkıntının altında, Kırkçeşme suyunun depolandığı hazne olduğu söylenen, duvarları sağır bir bölme yer almaktadır. Afife Hatun Tekkesi'nin cephelerinde, geç devre ait ahşap istanbul tekkelerinin cephelerinde gözlenen ve bu yapıları meskenlere yaklaştıran hareketlilik teşhis edilememekte, söz konusu bina, dış görünüşüyle, III. Selim ve II. Mahmud devirlerinde inşa edilmiş karakolhane veya ambar türünden yapıları andırmaktadır. Bibi, Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 15; Akakuş, Eyyûb Sultan, 314; UÇSA, I, 291-292.

M. BAHA TANMAN



AFİFE JALE

(1902, İstanbul - 24 Temmuz 1941, istanbul) Sahneye çıkan ve polis takibatına uğrayan ilk Müslüman Türk kadın tiyatro oyuncusu. Hekim Said Paşa'nın torunu, Hidâyet Bey adında bir zatın kızıdır. İstanbul Kız Sanayi Mektebi'nde okudu. I. Dünya Savaşı yıllarında erkek nüfus cepheye sevk edilmiş, kadınlar devlet dairelerinde, okullarda, fabrikalarda çalışmaya başlamışlardı. II. Meşru-tiyet'in gündeme getirdiği eşitlik ya da o günkü deyişle "musavat-ı tamme" ilkesi ve iktisadi zaruretlerin doğurduğu serbestiyet ortamında kadınların da erkekler gibi sahneye çıkabilecekleri düşünüldü. Afife Darülbedayi'ye alınan ilk Müslüman kızlarından biriydi. 10 Kasım 1918'de Behire, Memduha, Beyza, Refika ile birlikte Darülbedayi'ye girdi. Ardından 500 kuruş aylıkla "mülâzım artistliğe tayin edildi. İmtihan parçası Tahsin Nahid'in Fransızcadan adapte etmiş olduğu Rakibe oyunundaki Leyla rolü idi. Aynı gün Refika da 600 kuruş aylıkla ikinci suflör tayin olundu. Afife bir yıl provalara katıldı, ama halkın karşısına çıkarılmadı. Kırgın olarak Darülbedayi'den ayrıldı.

Eylül 1919'da Reşad Rıdvan'm(-*) adapte etmiş olduğu Tatlı Sır piyesi sahnelenirken Perihan adlı Türk kızı küçük bir role çıkarılmıştı. Perihan 1920'nin ilk. aylarında oynanan Üvey Kardeşler piyesinde de rol almıştı. Ama Perihan'ın san-



Aflfejale

Cumhuriyet Gazetesi Arşivi

he hayatı sürmedi. Aynı yıl sonbaharda Hüseyin Suat'ın (Yalçın) Yamalar adlı oyunu Kadıköy'deki Apollon Tiyatro-su'nda tekrar repertuvara alındı. Bu oyunda Emel rolünü daha önce Eliza Binemeciyan oynamıştı. Ancak o sıralarda Eliza Binemeciyan Darülbedayi'den ayrılmış ve yurtdışına gitmişti. Darülbe-dayi kadrosunda bu role uygun kimse bulunamadı. Dışardan birine rol verilmesi düşünüldü. Bir yıl Darülbedayi'ye gelip gitmiş Afife akla geldi.

Afife öneriyi sevinçle karşıladı ve Emel rolünü üstlendi. Rol dağıtımında Afife adı kullanılmadı. Sahneye Jale takma adıyla çıktı. Sonraki yıllarda da sahnede bir süre Jale adını kullandı. İkinci hafta P. Wolff tan Reşad Rıdvan'ın adapte ettiği Tatlı Sır oyunu sahneleniyordu. Birinci perdesinin sonunda o günün emniyet amiri olan Kadıköy merkez memurunun emriyle tiyatro basıldı ve Afife tutuklanmak istendi. Müslüman kadının sahneye çıkmasına cevaz verilmiyordu. Afife makine dairesinden kaçmayı becerdi. Ertesi hafta, İbnürrefik Ahmed Nuri'nin (Sekizinci) Maupas-sant'tan adapte ettiği Odahk'ı oynarken sahneyi yine polisler sardı. Afife, yine makine dairesinden kaçırılarak Apollon Tiyatrosu sahibi Sireç'in evine götürüldü. Ancak bir süre sonra Darülbedayi'ye giderken Kadıköy İskelesi'nde polis memurlarınca yakalandı ve karakolda nasihat edilerek serbest bırakıldı.

Afife'nin sahneye çıkmakla suçlanması başlangıçta yerel amirin işgüzarlığıydı. O zamanki ceza kanununda "adab-ı îslamiyeye mugayir hareket etmek" suçtu. Kadıköy emniyet amiri bir Müslüman-Türk kadınının sahneye çıkmasını islam adabına aykırı saymış ve Afife'nin peşine düşmüştü. Nitekim bir süre sonra Kadıköy merkez memuru değişti ve Afife bir süre Apollon Tiyat-rosu'nda oyunlara devam etti. Ancak bu kez de şehremaneti Afife'nin peşine düştü. Darülbedayi yönetim kurulu başkanlığına gelen 27 Şubat 1921 günlü ya-

zıda Müslüman kadınların sahneye çıkarılmaması emrediliyordu. Yönetim kuruluna bir süre sonra gelen ikinci bir yazıda bu kez Afife Jale ismen belirtilerek temsil heyetinden çıkarılması emrediliyordu. Yönetim kurulu bu emri yerine getirdi ve 8 Mart 1921 tarihli toplantısında Afife Jale'yi Darülbedayi kadrosundan çıkardı.

Afife, Darülbedayi'den ayrıldıktan sonra Burhaneddin (Tepsi) Kumpanya-sı'na girdi. Kadıköy'de Apollon Tiyatro-su'nda, Tepebaşı Tiyatrosu'nda, Beyoğ-lu'nda Varyete Tiyatrosu'nda bu kumpanya ile sahneye çıktı. Afife'nin aracılığıyla Seniye adlı bir başka Türk kadını daha Burhaneddin Kumpanyası'na katıldı. Bu arada Burhaneddin de Üçüncü Şube'ye çağrıldı ve kendisine Türk hanımlarını sahneye çıkarmaması söylendi. İngiliz işgal polisi de aynı emri tekrarladı. Ancak, Burhaneddin fakirler yararına oynayacağım söyleyerek Fransızların himayesine girdi ve Afife'nin de rol aldığı Napoleon Bonaparte piyesini sahneye koydu. Bir yandan Fransız polisi tiyatroyu koruma altına almıştı; öte yandan Osmanlı zabıtası dışarıda tiyatronun kapısı önünde bekliyordu.

Burhaneddin'in Türkiye'den ayrılması üzerine Afife Jale İbnürrefik Ahmed Nuri Bey'in kurduğu Yeni Tiyatro Heyeti ile Kadıköy'de temsiller verdi. Milli güçlerin İstanbul'a girişi üzerine Sadi Bey'in kurduğu Milli Sahne Toplulu-ğu'na katıldı ve uzun süre bu toplulukla Ankara'da ve başka Anadolu kentlerinde turneye çıktı.

Afife Jale'nin tiyatro hayatı daha çok Anadolu'da geçti. Cumhuriyet dönemi sahne hayatı kısa sürdü. Sahne hayatından çekildikten sonraki yılları ruhen ve bedenen ağır hastalıklarla geçti. Uyuşturucu müptelası oldu ve İstanbul'da Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hasta-hanesi'nde öldü.

Afife Jale'nin hayatı Şahin Kaygun'un bir filmine ve Nezihe Araz'ın bir tiyatro eserine konu oldu.

Bibi. And, Meşrutiyet; (Sevengil), Türk Tiyatrosu, I; Sevengil, Meşrutiyet.

ZAFER TOPRAK



AFRİKA PASAJI

Beyoğlu'nda Büyük ve Küçük Parmak-kapı sokakları arasında yer alır.

Anadolu ve Rumeli pasajları gibi Ra-gıb Paşa'nın mülkü olan bina, bu iki pasajdan sonra yapılmıştır. Girişte yer alan dükkânlar üstünde yükselen altı kat, yapının bütününü algılamayı oldukça güçleştirir. Ön cephe Büyük Par-makkapı Sokağı'na bakar. Kitle olarak geniş ve yüksek yapı, dar sokağa egemen olan bir perspektif verir.

Günümüzde yapı, pasaj olarak iki sokağı birbirine bağlama işlevi dışında kullanılmamaktadır. Özellikle, arka cepheye açılan apartman bölümü kullanılmaz durumdadır. Arka cephe, yani konutlara ayrılmış bölüm, ön cepheyle

karşılaştırılamayacak kadar simetrik ve sadedir. Üslup olarak neoklasik döneme yaklaşmasına rağmen İstiklal Caddesi üzerindeki çok sayıdaki örnekten daha az süslü ve tek parçadır. Yapıda birinci kat pencereleri dışında kalan pencereler birer balkonla dışarı açılır. Yapının iki yanında, üç taraflı birer çıkma görülür. Onlar da pencerelerle dışa açılmıştır. Öne çıkan bu bölümlerin arasında kalan bölümün her katında dörder pencere yer alır. Yuvarlak kemerli birinci kat pencereleri dışında tüm katlarda dikdörtgen çerçeve kullanılmıştır. Yapıda arka cephenin ön cepheye oranla çok daha düz ve sade olduğu görülür.

Afrika Pasajı'nın ön cephesinden bir görünüm.



Nazım Timuroğlu

Yapıldığı yıllarda, pasajda faaliyet gösteren kuaför Dimitri Olendezos, ayakkabıcı Onnik Papazyan, ayakkabıcı Garbis Minasyan, ütücü ve temizlemeci Yani Çobanoğlu ve matbaacı F. Car-yan'ın isimleri saptanmıştır.

Pasajın içindeki 60 daireli apartmanda dönemin seçkin aileleri oturmaktaydı. 1920'de bina sakinlerinin cemaatlere göre dağılımı ise 34 Rum, 11 Levanten, 7 Ermeni, 3 Yahudi ve 2 Müslüman ailesi olarak saptanmıştır.

PELİN AYKUT



AGACHE, ALFRED

(1875, Tours - 1959, Paris) Fransız mimar ve şehir plancısı. Paris ve Kuzey Fransa'da çok sayıda mimari uygulama gerçekleştirdi. 1903'te Avustralya'nın yeni federal başkenti olacak Canberra şehrinin planlanması için açılan uluslararası yarışmada birincilik ödülünü kazandı. Bu başarının ardından ağırlıklı olarak kent planlamasına yöneldi. Fransa'da Dunquerque şehrinin planlaması, 1930'da görevlendirildiği, kendisine bu-

AGÂH EFENDİ

90

91

AĞA HAMAMI

yük ün sağlayan ve İstanbul'a çağrılmasında da etkili olan Rio de Janeiro planlama çalışması ile 1945'te, Nijerya'da In-ter-Lagos şehir planları önemli çalışmaları arasında yer almaktadır. Bunların dışında, pek çok planlama ve kentsel düzenleme çalışması gerçekleştirdi, birçok çalışmada yer aldı. Fransız Şehirciler Bir-liği'ni kurdu, istanbul'a davet edildiğinde bu birliğin ikinci başkanıydı.

1933'te İstanbul için bir plan hazırlanması amacıyla açılan uluslararası sınırlı yarışmaya Fransız plancı Lambert ve Alman plancı Elgötz'le birlikte davet edildi. Temmuz 1933'te İstanbul'da bir ay kalarak hazırladığı raporunda İstanbul'un kent içi ve dış dünya ile olan ulaşım ilişkilerine özel bir önem vermiştir. Şehir içinde süratli ulaşımı sağlayacak yeni yollar açılması, tarihi yanmada ile Şişli arasında Halic'i yer altından geçen bir metro inşa edilmesi, şehir içinde tramvay yerine otobüs kullanımının yaygınlaştırılması, Sirkeci tren garının şehrin başka bir yerine taşınması, bir şehir otogarı inşası. Halic'in içlerine doğru yeni bir liman oluşturulması ve havaalanına önem verilmesi bu çalışmada Agache'ın önemle üzerinde durduğu konuları oluşturur.

Dönemin genel kent planlaması anlayışına uygun şekilde, İstanbul için yeni ulaşım teknolojilerinin ağırlık taşıdığı oldukça kapsamlı bir modernleşme programı teklif eden Agache'ın en dikkate değer önerilerinden birisi de İstanbul için bir zoning (farklı kullanım ve yapılaşma türlerine göre bölgeleme) planı oluşturulmasıdır. Önerilerinin genel hatlarıyla İstanbul'u bir ticaret ve uluslararası transit merkezine dönüştürmeye yönelik olduğunu söylemek mümkündür. Sonuçta Elgötz'ün kazandığı yarışmada Agache'ın önerileri bir bütün olarak, İstanbul için o yıllarda gerçekleştirilmesi pek mümkün olmayan, oldukça pahalı, uzun süreli ve kapsamlı bir inşaat programı öngördüğünden jüri tarafından kabul edilmemiştir. Daha sonra, ortaya çıkan tüm önerilerin yetersiz bulunarak uygulamaya aktarılmadığı bu yarışmayla birlikte Agache'ın İstanbul'la olan kısa süreli ilişkisi de sona ermiştir. Agache'ın İstanbul'a ilişkin görüş ve önerileri 1934'te İstanbul Belediyesi tarafından Büyük istanbul Tanzim ve imar Programı adı altında bir kitapçık olarak yayımlanmıştır.

MEHMET RIFAT AKBULUT


Yüklə 7,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   129




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin