AKSARAY
164
r
165
AKSEL, MALIK
1940'larda Valide Camii'nden Murad Paşa Camii ve çevresinin görünümü.
Ara Güler
tarihi dokuyu ilk kez değiştiren Unka-panı-Yenikapı arasındaki Atatürk Bulva-n(->) olmuştur. Onu izleyerek önce Beyazıt'tan gelen yolun Topkapı'ya ulaşması için Millet Caddesi(->), sonra Bayrampaşa vadisinde, o sırada gerekli olduğu söylenemeyecek Vatan Cadde-si(-0 açılmış, Beyazıt'tan inen eski yolun bunlarla buluşabilmesi için Aksaray Meydanı ortadan kaldırılmıştır. Ulaşım düzeninin karayolu mühendislerine çözdürülmesi, kentsel koruma kavramının henüz gelişmemiş olması ve tarihi anıt kavramının zayıflığı nedeniyle, Aksaray'ın tarihi çekirdeği yok edilmiştir. Eski Aksaray'ın tarihi röperlerinden Murad Paşa Külliyesi'nin sadece cami ve türbesi, Vatan ve Millet caddelerinin arasında bugüne ulaşabilmiştir. Valide Camii'nin egemen olduğu bir kent me-
kânı kalmamış, Aksaray Karakolu da o düzenleme içinde yıkılmıştır. Buna karşın Horhor, Cerrahpaşa caddesi gibi yolların çevresinde kentin eski dokusu bir süre daha yaşamaya devam etmiştir. Fakat bu tarihten sonra doku giderek artan bir hızla bozulmuş, tramvaylar kaldırılmış, eski konak ve evlerle bahçelerin yerini yoğun bir apartman yapılaşması almış, eski halkın büyük bir bölümü kentin başka bölgelerine göç etmiş ve eski kentin Aksaray'ı hem fiziksel hem de sosyal dokusunu yitirmiştir.
Aksaray, eski İstanbul içinde işlevsel ve fiziksel çekici bir odak, bir terminal, birleştirici bir kent vizyonu parçasıydı ve kendi folklorunu üretmişti. Semt, antikiteden bu yana ticari işlevini sürdürmektedir. Bugün ise bir transit alanıdır. Çok sayıdaki alt ve üst geçit nedeniyle
Menderes dönemi yıkımları sırasında Murad Paşa Camii'nden Aksaray'a giden yol.
Ara Güler, 1958
kent içi mekânının hiçbir özelliğini taşımamaktadır. Valide Camii, çevresinde dolaşan yollara göre çok düşük bir kotta kaldığı için bütün anıtsal etkisini yitirmiştir. Atatürk Bulvan'ndan sahil yoluna ve Beyazıt'tan batıya giden trafik burada kesişir. Ayasofya'dan Topkapı'ya kadar eski Mese(->) (Divan Yolu-Ordu Caddesi) ve Millet Caddesi çevresinde oluşan yoğun bir turistik oteller zinciri Aksaray'dan da geçer. Kentin ikinci sınıf turistik konaklama alanı bu çevrede yoğunlaşmıştır. Aksaray'ın tarihi kentsel karakterini bozan sadece yollar değildir. Saraçhanebaşı'na yeni Belediye Sarayı yapılması öngörüldükten ve Atatürk Bulvarı açıldıktan sonra, bu yeni cadde üzerinde, eski konut dokusundan tümüyle farklı boyutta yeni apartmanlar yapılmaya başlanmıştır. Bunların o dönemde en görkemlisi Pertevniyal Lisesi karşısındaki Emlak apartmanlarıdır. Sonradan, yeni apartmanlar bunları izlemiştir.
istanbul'un, geleneksel dokusuyla yeniçağa katılamayacağı açıktı. Fakat bunun eski dokuyu tümüyle ortadan kaldırarak gerçekleşmesinin; yol mühendislerinin tasarımlarıyla gelişen kent içi ulaşım planlarıyla yapılmasının ne tür bir değişiklik getirebileceği, en açık Aksaray'da yaşanmıştır. Bu, kökten fiziksel değişmelerin bu bölgeye getirdiği yeni işlevlerin bazılarının kent tarihinin en eski çağlarından bu yana olanlarla benzerliği de ilginçtir. Özellikle 1980'den sonra büyük bir yoğunluk kazanan turistik otel inşaatının yamsıra kaçak eşya satışı ve fuhuş gibi etkinlikler de yine bu çevrede yoğunlaşmıştır. Semtin konut alanları hemen hemen yok olmuş, yerini ticaret ve otelcilik almıştır. Büyük bir hızla gelişen bu ortamda mimari açıdan ya da kent planlaması açısından ilgi çekecek bir uyarlama da bugüne kadar gerçekleşememiştir.
Günümüzde Aksaray semti, Aksaray Meydanı çevresinde, Fatih îlçesi'ne bağlı Gureba Hüseyin Ağa ve Murat Paşa mahalleleri ile İnebey Mahallesi'nden oluşmaktadır. Topkapı yönünde Murat Paşa Camii, Laleli yönünde Valide Camii ile sınırlanan Aksaray Meydanı, Saraçhane'den gelen Horhor Caddesi, Edirneka-pı'dan gelen Vatan Caddesi (bugün Adnan Menderes Bulvarı) Topkapı'dan gelen Millet Caddesi (bugün Turgut Özal Caddesi) Cerrahpaşa'dan gelen Cerrahpaşa Caddesi ile Yemkapı'dan gelen Namık Kemal Caddesi ve Laleli'den gelen Ordu Caddesi'nin birbirine kavuştuğu bir geçit yeri haline gelmiştir.
Horhor Caddesi ile Ordu Caddesi arasında kalan Gureba Hüseyin Ağa Mahallesi'nin, Aksaray semtine dahil olan kesiminde bulunan önemli sokaklar, Aksaray Hamamı, Nalıncı, Çıngıraklı Bostan, Dağarcık, Toprak, Oruç Gazi sokaklarıdır. Ordu Caddesi ile Küçük Langa Caddesi arasında yer alan İnebey Mahallesi'nin Aksaray semtine giren sokakları arasında, Valide Camii, Tiryaki
Hasan Paşa, Cezmi, Teceddüt, Koçibey sokakları ile İnkılap Caddesi sayılabilir. Bu mahallenin diğer sınırlarını ise Namık Kemal Caddesi ile Mustafa Kemal Caddesi çizer. Aksaray Meydanı, Vatan Caddesi ve Millet Caddesi arasında kalan üçgen biçimindeki bölgede semtin üçüncü mahallesi olan Murat Paşa Mahallesi vardır. Bu bölgenin Aksaray semtine dahil olan başlıca sokakları, Tamburi Cemil, Murat Paşa, Sadi Çeşmesi, Yekta Efendi, Safi Efendi, Kazanı Sadi, Kadri Bey, Saray Mektebi ve Acar Ahmet sokaklarıdır.
DOĞAN KUBAN
AKSARAY HAMAMI
bak. MURAD PAŞA KÜLLİYESİ
AKSEKİ KEMÂLEDDİN MESCİDİ
Fatih İlçesi, Muhtesip İskender Mahalle-si'nde, Akseki Caddesi ile Akseki Camii Sokağı'nın kavşağında, Hırka-i Şerif Camii'nin karşısında bulunmaktadır.
"Akseki" ve "Dal" isimleri ile de anılan mescidin ilk banisi İstanbul'un fethine katılanlardan Akseki Kemâleddin Efendi'dir (ö. 1453). Kabir kitabesinde, "bâni-i evvel Akseki Kemâleddin Efendi rahmetullahı aleyh 857" yazılıdır. Yapı, 16. yy sonlarında Reisülküttab Dal Mehmed Efendi (ö. 1604) tarafından yenilenmiş, üçüncü olarak da Rıfaî tarikatı şeyhlerinden ve Maliye Hazinesi memurin kalemi hulefasından Hacı Şevki Aşkî Efendi (ö. 1906) tarafından, 1315 Ramazanı/1898'de son şekliyle yeniden inşa ettirilmiştir. Üç baninin de mezarları mihrap duvarının önündeki küçük hazirede yer almakta, birinci ve ikinci banilere ait şahidelerin 1898 tarihli ihya sırasında yenilendikleri anla-
Akseki Kemâleddin Mescidi
Emine Naza, 1993
sumaktadır. Söz konusu yenilemelerden birinde minare ve minberle donatılarak camiye dönüştürülen Akseki Kemâleddin Mescidi son yıllarda aslına uygun olarak yenilenmiştir.
Yapı ahşaptır. Doğu ve batı cephelerinde üç, mihrap duvarında ise iki tane büyük boyutlu dikdörtgen pencere mevcuttur. Kapalı son cemaat yeri iki katlı olup alt ve üst katında iki sıra halinde üçer pencere bulunmaktadır. Mescit kiremitle örtülüdür. Minare, son cemaat yeri ile harimin birleştiği noktada, batı yönünde yükselmektedir. Kaidesi bir sıra kesme taş, iki sıra tuğla olarak almaşık düzende inşa edilmiştir. Çokgen pabuç kısmı ile silindir biçimindeki gövde tuğladan, şerefe altı ve korkuluklar kesme taştandır. Minare, kurşun kaplı konik ahşap külahla son bulur. Harim bölümünde kuzey duvarı boyunca gelişen fevkani mahfil iki ahşap direkle ve aynı malzemeden korkuluklarla donatılmıştır. Tavanın çevresinde, yedi kollu yıldızlardan oluşan bir friz dolaşmakta, merkezinde de, yedi kollu bir yıldızı içeren kare bir göbek bulunmaktadır. Akseki Kemâleddin Mescidi, İstanbul'un sivil mimarisi ile yakınlık gösteren ve sayılan günümüzde çok azalmış bulunan ahşap mescitlerden olması dolayısıyla ilgi çekmektedir.
Bibi. Ayvansarayî, Hadika, I, 52-53; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, I, 8-9, no. 34; İSTA, I, 543-544; Öz, İstanbul Camileri, I, 21; Ay-verdi, Fatih, III, 314; İKSA, III, 1513; Fatih Camileri, 53.
EMİNE NAZA
AKSEL, MALİK
(1901, Katerin, Selanik [Bugün Yunanistan'da] - 15 Şubat 1987, İstanbul) Eserlerinde yerel konulan işleyen, Türk resmine folklorik özellikler taşıyan suluboya çalışmalarıyla katkıda bulunmuş olan ressam, folklor araştırmacısı. Resimlerinde ve araştırma yazılarında eski İstanbul'a ilişkin anı ve gözlemlerini dile getirmesiyle de tanınmıştır.
Darülmuallimin'de (İstanbul Erkek Öğretmen Okulu) öğrenim gördüğü üç yıl süresince (1918-1921) bu okulda ressam Şevket Dağ'ın öğrencisi oldu. Resim yeteneğinin gelişmesinde ve sonraki yıllarda ulaşacağı çizginin belirmesinde hocasının sanatta özgürce yönlendirme eğiliminin büyük etkisi olmuştur.
1921-1928 yılları arasında ilkokul öğretmenliği yapan Aksel, 1928'de Maarif Vekâleti'nin açtığı sınavı kazanarak Almanya'ya gitti. Berlin Yüksek Öğretmen Okulu'nda gördüğü resim pedagojisi eğitimi sırasında (1928-1932) yağlıboya ve gravür çalışmaları yaptı. Müzelerde, resim sergilerinde incelemeler yaparak görgü ve bilgisini artırdı. 1932'de Ankara'ya dönüşünde yeni açılan Resim Öğretmen Okulu'nda bir süre çalıştıktan sonra Gazi Eğitim Enstitüsü resim bölümünde (1932-1951), Çapa İlköğretmen Okulu ve İstanbul Eğitim Enstitüsü'nde (1951-1968) öğretmenlik yaptı.
Malik Aksel
Ara Güler
Malik Aksel, öğretmen okulu öğren-cisiyken yaptığı "âmin alayı, bayram yerleri, zıp zıp oyunları" gibi çocukluk anılarından yararlanarak İstanbul hayatının o yıllarda resme konu edilmemiş yönlerini yansıttığı resimlerle Türk Ressamları Cemiyeti'nin düzenlediği karma sergilere katıldı. Resimde ulusallıktan ve yerellikten yana olduğunu sık sık vurguladı ve bu anlayışını yaptığı resimlerle dile getirdi. Cumhuriyet Halk Partisi'nin düzenlediği Anadolu resim gezilerine (1937-1944) katıldı, bu amaçla gittiği Sivas (1939) ve Denizli'de (1942) yerel motiflerle bezemeli resimler yaptı.
Uzun yıllar kişisel sergi açmaktan kaçınan ve karma sergilerle, her yıl açılan Devlet Resim ve Heykel Sergisi'ne katılan Aksel, ilk sergisini retrospektif nitelikte olmak üzere 1969'da Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nde açtı. Daha sonraki yıllarda İstanbul (1977, 1982) ve Ankara'da (1982) açılan sergilerinde uzun yılların birikimi ile oluşmuş suluboya resimleri onu yeniden gündeme getirdi. Suluboyalarının büyük bir bölümü gündelik hayatın zamanla yitip gitmiş sahnelerini yansıttığı için belgesel nitelik de taşır.
İstanbul folkloruyla ilgili belge ve bilgi birikimlerini yansıttığı yazılarında görsel malzeme olarak kendi yaptığı resimleri kullanmış olması da ayrı bir önem taşımaktadır. Çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanmış yazıları Türk folklorunun çeşitli konularına ilişkin anı, gözlem ve incelemeler bakımından da önemlidir. Ressamlığı kadar araştırmacılığı ile de tanınmış olan Malik Aksel, "İstanbul Mimarisinde Kuş Evleri" (istanbul Enstitüsü Mecmuası, V, 1959) makalesi ile İstanbul'un cami, medrese, ev, han gibi yapılarının cephe ve köşelerinde bulunan kuş evlerini fotoğraf ve çizimlerle sanat dünyasına tanıttı.
"Halk resmi" kavramını sanat çevrelerine kabul ettiren ve Türk folklorunun ihmal edilmiş bu yönünü aydınlatan Aksel, zengin koleksiyonunu ve başka ellerde bulunan malzemeyi değerlendiren incelemelerini daha sonra Türk Halk Re-
AKSUHOS AİLESİ
166
167
AKŞAM OKULLARI
Malik Aksel'in bir resmi: "Unkapanı Köprüsü", mal üzerine yağlıboya, 49x59 cm. Türk Kültürüne Hizmet Vakfı
simleri (1960) adlı bir kitapta topladı. Büyük ölçüde taşbaskısı halk hikâyelerinde bulunan resimlerin incelenmesine ayrılan bu kitap, halk kitaplarını resim sanatı açısından değerlendiren ilk kaynaktır. Bu eserinde istanbul'da kahvehanelere, meyhanelere, muhallebici, bozacı ve şıracı dükkânlarına asılan ilk tablo-. larımızı tanıtmış, böylece dini resimlerden folklorik resimlere geçişi belgeleyen, Türk resmindeki modernleşmenin kök ve izlerini araştıran önemli bir çalışma ortaya koymuştur.
Türklerde Dinî Resimler (1967) adlı eseriyle unutulmuş yazı-resim sanatını inceleyen Aksel, dokusunu harflerden alan cami, çifte vav, kandil, başlık, es-hâb-ı kehf, gemi, kuş, aslan, ibrik ve insan resimlerini incelemiştir. Eserde bu resimlerin Türk toplumundaki varoluş sebepleri açıklandığı gibi din, mezhep ve tarikat açısından ne anlama geldikleri de açıklanmış bulunmaktadır.
Malik Aksel'in anı ve inceleme niteliğindeki yazılarını topladığı Sanat ve Folklor (1971) ile İstanbul'un Ortası (1977) adlı kitapları da eski istanbul'a ilişkin bilgilerle, tanıklıklarla doludur. Adını, İstanbul halkının Şehzade Ca-mii'nin Vefa'ya dönen köşesindeki mermer sütunun şehrin ortası olduğuna inancından alan İstanbul'un Ortası yazarın çocukluk, ilk gençlik ve orta yaşlılık anılarını, şehrin değişen çehresini yansıtır. Kitapta özellikle eski tiyatrolar, kahvehaneler, meddah ve ortaoyunu üstadlarıyla birlikte İstanbul'un eğlence hayatı hakkında ilginç bilgiler vardır.
Bibi. K. Ertop, "Malik Aksel ve İstanbul'un Ortası", TFA, 350 (Eylül 1978); A. Kaynardağ, "Malik Aksel'le Söyleşi", Çevre, 5 (Eylül-Ekim 1979); S. Tansuğ, "Resmin Büyük Ustalarından: Malik Aksel", Gösteri., 15 (Şubat 1982); Z. Kerman, "Malik Aksel'le Mülakat", Kaynaklar, no. 4 (1984); Ahmet Koksal, Ressam, Eğitimci ve Yazar Malik Aksel, İst., 1988; G. Derman, Resimli Taşbaskısı Halk Hikâyeleri, Ankara, 1988.
M. SABRI KOZ
AKSUHOS AİLESİ
11. yy'ın sonlarında Bizans İmparatorlu-ğu'na iltihak eden Türk (Anadolu Selçuklu) kökenli aile. Ancak Türkleri genellikle İranlılarla özdeşleştiren Bizans kaynaklarında Aksuhosların İran kökenli olduğu ileri sürülür.
Ailenin Bizans'a gelen ilk mensubu loannes Aksuhos (veya Aksuh) adıyla bilinir. Kendisi I. Haçlı Seferi (bak. Haçlı Seferleri) sırasında, İznik'te, 10 yaşındayken esir alınıp, Haçlı ordusu tarafından İmparator I. Aleksios Komnenos'-a(->) armağan edildi. Bu yoldan köle olarak Bizans sarayına giren Aksuhos, orada imparatorun oğlu ve veliaht loannes Komnenos'la (bak. loannes II. Komnenos) yakın dostluk kurdu. Prensin II. loannes unvanıyla 1118'de tahta çıkmasından sonra da devam eden dostluk Aksuhos'un sebastos rütbesine yükselmesi ve Bizans askeri teşkilatında çok üstün bir makam olan megas do-mesft'&M'luk, yani başkumandanlık (veya doğu ve batı ordularının kumandanlığı) görevine tayiniyle sonuçlandı. Aksuhos o derece yetkili ve saygındı ki, hanedan üyeleri (bak. Komnenos Hanedanı) bile onu gördükleri zaman atlarından inip selamlarlardı. II. loannes ile kız kardeşi Anna Komnena(->) arasında çıkan bir taht kavgasından sonra İmparator kardeşinin el koyduğu tüm mülklerini Aksuhos'a armağan etmek istemiş, ama Aksuhos bu mallan uygun bir şekilde reddederek Komnenos Haneda-nı'nın güçlü bir koluyla ilişkilerinin zedelenmesinden kaçınmıştı. II. loan-nes'in Anadolu'da bir seferdeyken ölmesi sırasında (1143) yanı başında hazır bulunan Aksuhos, yine orada bulunan ve halef ilan edilen I. Manuel Komne-nos'tan(->) önce başkent Konstantino-polis'e gönderilerek, yeni imparatorun çekişmesiz bir şekilde tahta çıkması için gerekli ortamı hazırladı. Bizans sarayında üç imparatorun yönetiminde elli yıl
kadar görev yapan loannes Aksuhos yaklaşık 1150'de öldü.
Ayrıca felsefe ve Hıristiyan ilahiyatına ilgi duyan Aksuhos, ön adından da anlaşıldığı gibi, küçük yaşta girdiği Bizans sarayında Hıristiyanlık dinini kabul etmiş ve bu yönde eğitilmişti. Olgunluk yıllarında da Hıristiyanlığa inancı devam eden Aksuhos için, din adamı Modonlu Nikolaos -onun bizzat merak ettiği bazı teolojik konulara açıklık getiren- kısa bir risale yazmıştır.
Aksuhos ailesi loannes'in ölümünden sonra önemini yitirmeyip, aksine güçlenmeye devam etti. loannes Aksu-hos'un kesin sayıları belli olmayan çocukları arasında en azından bir kızı ile bir oğlunun imparatorluk ailesinden gelen kişilerle evlendikleri bilinir. Bunlardan biri, İmparator Manuel Komne-nos'un bir yeğeniyle evli olan Aleksios Aksuhos, loannes'in büyük oğluydu ve sarayda babasınınki gibi askeri bir görev olan protostrator'luk (başseyis) makamına sahipti.
Aleksios Aksuhos'a sık sık elçilik ve benzeri diplomatik görevler de verilmekteydi. Fakat çok zengin olan, gerek Bizans ordusunda gerek başkent halkı arasında özellikle sevilen ve sayılan Aleksios Aksuhos, çok geçmeden bazı saray mensuplarının kıskançlığını üzerine çekti. Sonunda da, rakip bir grup tarafından, Sultan II. Kılıç Arslan'la işbirliği yaparak imparatora karşı bir darbe düzenlediği iddia edilerek gözden düşürüldü ve yaşamının geri kalan yıllarını bir manastırda geçirmek zorunda bırakıldı. Bu ihanet söylentilerine ilave olarak, bir Bizans kaynağı Aleksios'un başkent civarındaki evlerinden birinin duvarlarını, âdet olduğu gibi imparatorun değil, Selçuklu sultanının zaferlerini gösteren resimlerle bezettiğini ileri sürer.
Aleksios Aksuhos'un iki oğlundan biri olan ve annesinin aile ismini kullanmayı tercih eden loannes Komnenos, aynı zamanda "Şişman" lakabıyla da tanınır. Babası öldükten sonra I. Manuel mallarının çoğuna el koyduğu için yoksulluk içinde büyüyen loannes, 1185'te Komnenos Hanedanı'nın son bulmasıyla tahta geçen Angeloslar devrinde (bak. Angelos Hanedanı) durumunu kısmen düzeltti. Ancak 1200 yılında İmparator III. Aleksios Angelos'a karşı düzenlenen bir darbeye alet olunca, talihi yeniden ters döndü. Darbeci-lerce Ayasofya Kilisesi'nde imparator ilan edilen Şişman loannes (kendisi anne tarafından eski İmparator II. loannes Komnenos'un büyük torunu oluyordu), kısa süre içinde bastırılan ayaklanma sırasında hayatım kaybetti.
Böylece varlığını Konstantinopolis'te üç kuşak boyunca sürdüren bu Türk kökenli ailenin adı bundan sonra başkent sahnesinden silinmekle beraber, nüfuzu Trabzon'da devam etmiş olmalıdır, çünkü 13. yy'ın başında kurulan Trabzon İmparatorluğu'nun üçüncü hü-
kümdarı loannes Komnenos Aksuhos (hd 1235-1238) ismini taşır.
Bibi. K. M. Mekios, Ho megas domestikos tou ByzanHou loannes Axoucbos kat bo protost-rator hyios autou Alexios, Atina, 1932.
NEVRA NECİPOĞLU
AKŞAM
Günlük gazete. I. Dünya Şavaşı'nın son aylarında İttihatçı iktidarın basına daha yumuşak davranmaya başladığı ortamda 20 Eylül 1918'de, yayın hayatına girdi. Başyazar Necmeddin Sadık (Sadak), yazar Falih Rıfkı (Atay), yazı işleri müdürü Ali Naci (Karacan) ve yönetici olarak Kazım Şinasi'nin (Dersan) ortaklığıyla, öğleden sonra gazetesi olarak yalnızca İstanbullulara hitap ediyordu. İşgal döneminde, Anadolu ile ilişkilerin kopuk olmasına rağmen, dinamik bir gazetecilik yaparak, özel haber ağıyla İstanbulluları olayların iç yüzünden haberdar etmeyi başardı. Sansürle ve işgal kuvvetleriyle çatışmaya girişmekten çekin-meyerek Ankara'nın zaferlerini İstanbul halkına ulaştırdı. Bu yüzden, gazete daha makineden çıkarken kapışılıyordu. Akşam bu yıllarda Ankara'daki gaziler için hediye toplama kampanyası açarak İstanbulluları Milli Mücadele'ye katılmaya teşvik etti. Futbol karşılaşmaları düzenleyerek gençliğin ulusal duygularını kuvvetlendirmeye çalıştı.
Akşam, İstanbul'un kurtuluşu ve Cumhuriyetle birlikte Kemalist devrimlerin savunuculuğunu üstlendi. Latin harflerinin benimsenmesi için büyük çaba sarf etti. Fıkraları ve yazı dizileri kadar ciddi haberciliğiyle de "İstanbul beyefendisinin gazetesi olmaya yöneldi. Yazarları arasında bulunan Hikmet Feridun Es, Vâlâ Nureddin, Muharrem Feyzi Togay, Enis Tahsin Til, Refik Halit Karay, Şevket Rado, Burhan Felek, Hüseyin Cahid Yalçın, Adnan Adıvar, Ser-med Muhtar Alus, Ahmed Refik Altınay gibi kalemlerle Cemal Nadir Güler gibi karikatüristler, bir dönem gazetenin saygınlığını artırdılar.
Çoğulcu demokratik ortama tam uyamama yüzünden gazete, 1940'ların ikinci yarısında etkisini tamamen yitirdi. Ancak Haziran 1957'de yeni sahibi Malik Yolaç'ın yatırımları ve girişimciliği sonunda hem sabahları çıkmaya başladı, hem de bütün Türkiye'ye hitap eden ulusal gazete niteliğine büründü. Bu yıllarda Demokrat Parti iktidarının baskılarına karşı güçlü bir mücadele verdi. 1960'larda Ankara'da bastırıp Anadolu'ya daha hızlı ulaştırma çabaları sonunda tirajı o zamanlar için rekor sayılabilecek iki yüz bini aştı. Bunda, yazı kadrosuna alınan Aziz Nesin, Çetin Al-tan, İlhami Soysal gibi kalemlerin etkisiyle solda saygın bir yer tutması da rol oynadı.
Akşam gazetesinin mali zorlukları giderek arttı ve sonunda 1972'de Türk-İş'e devredildi. Yeni yönetim de gazetenin gelişmesini sağlayamayınca Akşam'ı
•-. aW4^:^^->^*-;y 3^*r,ş^f..{ J^£tg£££z4ğ£'>-*i& 'HSrcHSi:
^j^fify i -•j^ij\^-').
%]:?$'#
• .SuaiajBnOtOetaıt-
Cemiyefci Afeyaaı zabıta' j fcs^fe- ı^İ vagiİFesâniyagafaiKrıai? i^^^^A^^S^^
A.K'.§-'A
İki ayrı dönemde Akşam.
12 Haziran 1922'deki 1337. (üstte) ve
13 Şubat 1932'deki 4793. sayıları.
İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı
bir özel girişimci devraldı, fakat o da gazeteyi geliştiremedi. Sonunda "Türkiye'nin en eski gazetesi" sıfatını başlığının kenarında taşıyan Akşam gazetesi, 9 Ocak 1982'de, 64. yılında yayın hayatına son verdi.
ORHAN KOLOĞLU
AKŞAM OKULLARI
Yetişkinlere okuma yazma, vatandaşlık bilgileri öğretmek, noksan kalan okul öğrenimlerini çalışma saatleri dışında tamamlama olanağı sağlamak amacıyla Türkiye'de ilkin İstanbul'da uygulanan değişik programlara dayalı okullar ve kurslardır. "Gece mektebi", "gece dersleri mektebi" de denmiştir.
İstanbul'daki en eski akşam okulu
Eminönü Çiçekpazarı'ndaki Taş Mek-tep'tir. Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye'nin merkezi konumundaki bu binada 1864-1876 arasında özel gece konferansları verildi. Okulun geniş salonuna isteyenler gelir, bilimsel, ahlaki, edebi konuşma ve konferansları dinlerlerdi. O zaman bu faaliyete "gece dersleri" denilmişti.
II. Abdülhamid döneminde (hd 1876-1909) bu tür bir çalışma olmadı. Gelişmesini İstanbul dışında tamamlayan ve 1908'de bir ihtilalle Osmanlı yönetimine el koyan İttihad ve Terakki, parti amaçlarını ve ideolojisini İstanbul halkına, özellikle de gençlere anlatıp aşılayabilmek için, II. Meşrutiyet'in ilanını izleyen günlerde fırka kulüpleri aracılığı ile akşam okullarını gündeme getirdi. Bu sırada İstanbul basınındaki hareketlilik ve halkın okumaya duyduğu gereksinim de bu girişimi desteklemekteydi. Yeni dönemin getirdiği koşullarda, iş bulabilmek için de okuryazar olmak gerekiyordu. Bu nedenle ayrıca Türk Ocağı ve Cemiyet-i Tedrisiye-i İslâmiye de "ten-vir-i ahali" (halkı aydınlatmak) için akşam okulları ve gece dersleri faaliyetine yöneldiler. İttihad ve Terakki, İstanbul'daki merkez binası ile bellibaşlı kulüplerinde düzenli birer programa bağlı gece dersleri başlattı. Programlar iki türdü: Avam (halk) için okuma yazma öğretimi veriliyordu. İkinci grupta ise ha-vass (aydın ve seçkin) kesimi yer almaktaydı. İkinci gruba okumuş gençlerin alınmasına titizlik gösterilmekte ve bunlara ulusal düşünce ve duygularını güçlendiren konferanslar verilmekteydi. Bu konuda en çok başarılı olan kulüp Süleymaniye'ydi. Burada, parti ideolojisi ateşli hatiplerce gençlere aktarılıyordu. Bununla da kalınmayarak kulübün mescidinde topluca yatsı namazı kılmıyor ve dine bağlılık da işleniyordu. Derslere devam eden öğrencilere ihtiyaçlarını bildirmeleri durumunda parasal yardım da yapılmaktaydı. Avam için öngörülen program, okuma ve yazma dersleriyle birlikte Kuran, ilmihal, kıraat, imla, dört işlem, malumat-ı medeniye, tarih, coğrafya çalışmalarını da kapsamaktaydı. Buna karşılık havass grubunda ağırlıklı olarak Fransızca öğretimi vardı. Aksaray, Şehzadebaşı, Fatih, Pangaltı, Davut-paşa kulüplerindeki gece çalışmaları da aynı doğrultudaydı. Her kulübün yetkilileri, kendi semtlerinin gençlerini, okuma yazma bilmeyen erkek nüfusunu toplamaya çaba göstermekteydiler. Gençlere, hayata atılmaları ve iş bulabilmeleri için usul-i defterî, iktisat gibi dersler de gösterilmekteydi. Davutpaşa ve Beykoz kulüpleri, kendi binaları yetersiz kaldığından idadi binalarında gece dersleri düzenlediler. Fatih Kulü-bü'nün açtığı kurslara toplam 615 kursiyer ve dinleyici katılıyordu. Pangaltı Kulübü ise, diğerlerinden farklı olarak Türkçe bilmeyenlere Türkçe kursu da açmıştı.
Bu geniş ve etkili kampanya, İstanbul'daki yabancı ve azınlık okullarını da
AKŞAMCILIK
168
169
AKŞAMCILIK
şen ve şad felek / Kıskandı bezm-i işrete katdı fesadfelek, demiştir.
İstanbul'da ayyaş denen alkol bağımlıları dışında akşamdan akşama içenler arasında ün yapan ilk isim Özdemiroğlu Osman Paşa'dır (ö. 1585). Onun akşamcılığını tarihçi Peçevî anlatır. Uzun gecelerde, bir içoğlamnm elinde içki sürahisi, bir diğerinin elinde meze tepsisi ile paşanın önüne oturduklarını, iki-üç oğlanın da başka yiyecek tabaklan ile buyruğunu beklediklerini, paşa istedikçe içki ve meze sunduklarını, bu sırada gılmanların saz çalıp şarkılar söylediklerini ve paşanın beş-on kadeh içtikten sonra uykuya daldığını yazar.
Akşamcılığın yüzyıllar boyu kazandığı zengin folklorik kültürü özümseyerek bu geleneğe ayak uyduranların son simaları arasında ise Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, ünlü Bektaşî babalarından Yorgam Hasan Baba, Kemençeci Vasil, Ahmed Rasim, Baba Yaver, Nuri Şeyda, Ebüzziya Tevfik, Ahmed Midhat Efendi, Muallim Naci ilk akla gelenlerdir.
Akşamcılığın İstanbul'da tutunuşunun bir nedeni, erkekler açısından gündüz yaşamı ile evdeki gece yaşamı ara-
harekete geçirdi. Yabancı okulları ücretsiz ya da sembolik bir ücret karşılığı akşam okulları açtılar ve dil dersleri başlattılar. Bu konuda öncülüğü Haydarpa-şa'daki Alman Mektebi yaptı ve uygulamayı 10 Kasım 1908 tarihinde başlattı.
Halkı aydınlatma konusunu amaç edinenlerden Ahmed Midhat Efendi başta olmak üzere Efdaleddin (Teki-ner), Ahmed Şuayb, Sâtı Bey, Ahmed Muhtar ve Mehmed Emin (Yurdakul) İstanbul basınını bu kampanya için yardıma çağırdılar. Gazetelerde her gün, gece derslerinin ilanları çıkmaktaydı. Ahmed Midhat Efendi'nin açtığı Osmanlı Mektebi, gündüz yapılan okul içi, açık hava çalışmalarından başka en verimli gece derslerini de programlamıştı. Fatih'teki Cestebâli Mektebi ilk özel akşam okulu olarak iptidai (ilkokul öğrenimi) için ayda 5 kuruş, Arapça, Farsça, Osmanlıca öğretim kursları için de ayda 10 kuruş ücretle öğrenci kaydına yine bu tarihlerde başladı. Akşam okulu, gece dersleri geleneğine Darüşşafaka mezunları da katkıda bulundular. 27 Şubat 1909'da Salih Zeki'nin bir söylevi ile Çi-çekpazarı'ndaki Taş Mektep'te yeni bir program uygulamaya kondu. Okuma yazma eğitimi yanında hesap, tarih ve coğrafya, vatandaşlık bilgilerini içeren bu program, çarşı esnafının eğitimden yoksun kalmış çıraklarına dönüktü. Bu nedenle de bu yeni akşam okuluna "çırak mektebi" de deniyordu. 1909'dan 1926'ya kadar 1.358 gencin yetiştiği bu kurum 1929'da harf devrimini izleyen günlerde kapanmıştır.
Balkan Savaşı (1912-1913) ve I. Dünya Savaşı (1914-1918) yıllarında istanbul'daki birçok askeri ve sivil okulla birlikte akşam okulları da kapandı.
Cumhuriyet'in ilanından (1923) sonra, istanbul'daki iki kız sanayi mektebi bünyesinde, ortaokul düzeyinde birer akşam kız sanat okulu faaliyete geçti. Bunlar, yetişkin kızlara ve ev hanımlarına pratik beceriler kazandırmaya dönük uygulama kursu niteliğindeydi.
1928'deki harf devriminin ardından Türkiye'nin her tarafında olduğu gibi İstanbul'da da millet mektepleri açıldı. İstanbul'un, ulaşım, aydınlatma ve diğer fiziksel özellikleri millet mekteplerinin akşam saatlerinde verimli ve yoğun çalışmalar yapmasına uygundu. 1928-1935 döneminde İstanbul Millet Mektepleri, kentin bütün semtlerinde dört ay süreli kurslarla on binlerce yetişkine okuma yazma eğitimi hizmeti verdi. Millet mekteplerinin A sınıfı sadece okuma yazma öğrenimine mahsusken B sınıfında kıraat, tahrir, hesap, ölçüler, sağlık bilgisi, yurt bilgisi dersleri de gösteriliyordu. İstanbullular, kent yaşamının gerekleri açısından millet mektepleri gece derslerine aşın ilgi göstermekteydiler.
1934-1935 öğretim yılında ise İstanbul'daki iki büyük erkek sanayi mektebi olan Tophane ve Sultanahmet sanat mektepleri bünyesinde birer akşam erkek sanat okulu açıldı. Bu okulların
amacı, türlü işkollarına dönük kurslar düzenleyerek kalifiye eleman yetiştirmek, eski mezunlara yeni teknolojiyi göstermekti. Çırakların, noksan kalmış öğrenimlerini bu gece okullarında tamamlamalarına da olanak tanınmıştı. Aynı şekilde benzeri bir akşam okulu İstanbul Erkek Terzilik Okulu'na bağlı olarak açıldı. Bunun Kadın Biçkisi, Erkek Biçkisi adlı iki şubesi vardı.
Sonraki yıllarda, semtlerin gereksinimleri dikkate alınarak Nişantaşı, Kadıköy kız sanat okullarında da akşam bölümleri açıldı. Okul çağı dışı kızlara ve ev kadınlarına hizmet veren bu okulların programlan A-B-C kategorilerine ayrılmıştı. A şubesinde 4-5 saatlik beceri kazandırma, moda, biçki-dikiş bölümleri vardı. Haftalık ders saati toplamı 27'-ye ulaşıyordu. B şubesi 19 saatlik bir programla vakti sınırlı olan kadınlara hitap etmekteydi. Çalışan kadınlar ve kızlar içinse haftada 6 saatlik bir program uygulayan C şubesi vardı. Bu gelişmeye koşut biçimde İstanbul'daki lise, ortaokul ve ticaret okullarında da akşam bölümleri açılmaya başladı.
Kent nüfusunun giderek artması, İstanbul'un bir sanayi merkezi haline gelmesi, 1950'li yıllardan başlayarak akşam okullarına olan ilgiyi artırdı ve çok sayıda ve farklı düzeylerde akşam okullarının açılmasını gerektirdi. Ama, 1980'e doğru, toplumsal bunalım ve karışıklıklar, gündüz okullarından daha çok akşam okullarını etkiledi. Bu nedenle de pek çoğu kapatıldı. Öğrencileri ise eğitimini sürdüren diğer akşam okullarına aktarıldı.
1993-1994 öğretim yılı başında İstanbul'da 6'sı özel, 20'si resmi 26 akşam okulu açıktı.
Dostları ilə paylaş: |