I u n d e n bugüN


ABDULLAH el-HUDRÎ TÜRBESİ



Yüklə 7,14 Mb.
səhifə5/129
tarix09.01.2019
ölçüsü7,14 Mb.
#94242
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   129

ABDULLAH el-HUDRÎ TÜRBESİ

Fatih İlçesi'nde, Eğrikapı-Ayvansaray arasında, Atik Mustafa Paşa Mahallesi'n-de, Kandilli Türbe Sokağı'nda bulunan ve ashaptan Abdullah el-Hudrî'ye atfedilen bir makam türbesidir.

İnşa tarihi tespit edilememekte, ancak İstanbul'daki sahabe türbelerinin büyük çoğunluğu gibi II. Mahmud tara-, fından 1826 tarihli Vaka-i Hayriye'yi müteakip ihdas veya ihya edilmiş olması muhtemel görünmektedir. Başbakanlık Arşivi'nde bulunan 1246/1830 tarihli bir belgede "Abdullah el-Hudrî meşhed-leri" olarak zikredilen türbenin bu tarihten önce var olduğu anlaşılmaktadır. Diğer taraftan, II. Mahmud'un kızı Sali-ha Sultan ile Tophane Müşiri Halil Rıfat Paşa'nın 21 Zilhicce 1249/1833 tarihli düğünlerine davet edilen tarikat şeyhleri arasında, Halvetîliğin, Şabanîlik koluna mensup şeyhlerin listesinde "Abdullah el-Hudrî türbedarı Ahmed Efendi" adında bir şahsın adı geçmekte, bu kayıttan dolayı söz konusu tesisin bir tür-be-tekke olma ihtimali doğmaktadır. Nitekim gerek İstanbul'da gerekse de taşrada, meşihatı bir türbedar-şeyhin tasarrufunda bulunan, tarikat ayinlerinin bizzat türbenin içinde, sandukanın çevresinde halka teşkil etmek suretiyle icra edildiği türbe-tekkelerin pek çok örneğine rastlanmaktadır.

Günümüzde Abdullah el-Hudrî Türbesi, üstü açık dikdörtgen bir alam kuşatan kagir duvarlar ile bu alanın merkezinde yer alan kagir bir lahitten ibarettir. Aslında üzerinin ahşap çatı ile örtülü olduğu, 1952 yılında çatının çökmüş bulunduğu, ahşap sandukanın da harap olduğu bilinmektedir. Daha sonraki onarımda ahşap çatıdan vazgeçilerek açık türbe tasarımına gidilmiş, demir parmaklıklı dikdörtgen pencerelerin bulunduğu, içerden ve dışarıdan sıvalı duvarlar, profilli bir harpuşta ile dona-

tılmış, ahşap sandukanın yerine aynı biçimde betondan bir lahit yapılmıştır. Sokak üzerindeki iki pencerenin arasında, sülüs hatla istifli olarak yazılmış şu kitabe yer almaktadır: Ashâb-ı güzînden Abdullah el-Hudri radiyallahü anh / ta-rih-i hicret 46.

Bibi. Ziya, İstanbul ve Boğaziçi, I, 350; Ün-ver, Sahabe Kabirleri, 11-12; 1KSA, I, 76-77; İşli, Sahabe, 55-57; Aynur, Saliha Sultan, 30-39; Fatih Camileri, 333.

M. BAHA TANMAN



ABDULLAH İLAHÎ

(?, Simav - 1491, Vardar Yenicesi [bugün Yunanistan'da Yiannitsa]) Nakşibendî tarikatını, 15. yy sonlarında İstanbul'un gündelik hayatına sokan mutasavvıf. Tasavvuf tarihinde Molla İlahî veya Abdullah Simavî olarak da tanınır.

Eğitimine Simav'da başladı. Daha sonra İstanbul'a gelerek Zeyrek Medre-sesi'ne devam etti. Burada hocası Alaed-din Tusî'nin (ö. 1482) dikkatini çekti ve onunla birlikte Horasan, Semerkant ve Buhara'yı kapsayan uzun bir yolculuğa çıktı. Semerkant'ta Ubeydullah Ahrar (ö. 1490) ile tanışarak Nakşibendîliğe intisap etmesi, sonradan halife sıfatıyla İstanbul'da yürüteceği tarikat faaliyetlerini belirleyen bir dönüm noktasıdır.

Abdullah İlahînin bir Nakşibendî şeyhi olarak ilk faaliyetleri, Ahrar tarafından Ahmed Buharî (ö. 1516) ile birlikte tarikatı yaygınlaştırmak için Anadolu'ya gönderilmesiyle başlamıştır. Önce Simav'da kendi adına bir tekke kurmuş ve kısa sürede etrafına kalabalık bir derviş zümresi toplamıştır. II. Mehmed'in onu İstanbul'a davet etmesi bu ilk faaliyet dönemine rastlar. Gerçekte bu davet, merkezi otorite karşısındaki yerel güç odaklarını denetleme amacına yönelik olduğundan diğer tarikat şeyhleri gibi Abdullah İlahî de bunu ihtiyatla karşılamış ve halifesi Ahmed Buharî'nin(->) ikazlarını dikkate alarak İstanbul'a gitmemiştir. II. Bayezid döneminde (1481-1512), derviş zümreleri üzerindeki bu denetimci politikanın terk edilmesiyle İstanbul'a gelebilen Abdullah İlahî, padişahın desteğini de alarak Nakşibendîliği(->) ancak 15. yy sonlarına doğru şehrin gündelik hayatı içinde ku-rumlaştırabilmiştir.

Nakşîliğin İstanbul'daki ilk büyük örgütlenme merkezi, İlahî'nin daha önce öğrencilik yaptığı Zeyrek Medresesi'dir. Burada verdiği dersler ve sohbetleriyle, aralarında Kazasker Muhyieddin Çele-bi'nin de bulunduğu ulema tabakasını kendisine bağlamış, ayrıca Ayasofya Ca-mii'ndeki vaazlarıyla da Nakşîliğin halk katında yaygınlaşmasını sağlamıştır. Bir süre sonra yerine halifesi Ahmed Buha-rî'yi bırakan Abdullah İlahî, İstanbul'dan ayrılarak Vardar Yenicesi'nde Evrenoszade Ahmed Bey'in yaptırdığı tekkeye yerleşmiş ve ölümüne kadar faaliyetlerini burada sürdürmüştür.

İstanbul'da Abdullah İlahî tarafından temsil edilen Nakşîlik, tarikatın Horasan kökenli Hacegân koluna bağlıdır. Fü-

tüvvet geleneklerini benimseyen, dolayısıyla birinci devre Melamîliğine yakın bir tasavvuf anlayışını sürdüren bu akım, bir yandan İstanbul'un esnaf tabakası üzerinde etkili olmuş, diğer yandan da Sıddıkî silsilesinden ötürü ulema kesimince rağbet görmüştür.

Eserlerinde Horasan kökenli geleneksel Nakşîliğin aşk, vecd ve vahdet-i vü-cud anlayışına tamamen sadık kalan İlahî, dervişlerin Kalenden ve Melamî neşeye sahip bulunmaları gerektiğini ileri sürer. Gezginci dervişlik ile esnaf ahlakının tasavvuf hayatı içinde bütünleşmesi anlamına gelen bu düşünce sistemi onun, İstanbul'daki erken dönem Nakşî kültürüne kazandırdığı en belirgin özelliktir.

Bu mistik anlayışının çerçevesini Türkçe yazdığı Esrâmâme ve Meslekü't-Tâlibîn ve'l-Vâsılîn ile Arapça Risâle-i Vücûd adlı eserlerinde ana hatlarıyla çizmiş, tasavvuf terminolojisini ise Zâ-dü 'l-Müştâkîn ve Farsça Risâle-i Ahadiy-ye'sinde açıklamıştır. Rûzbihân-ı Bak-lî'nin Risâle-i Kuds'üne Farsça yazdığı Menâzilü'l-Kulûb adlı şerhi hariç tutulursa, tasavvuf kültürüne kazandırdığı temel eseri, Şeyh Bedreddin'in Varidatına, yaptığı Keşfü'l-Vâridât li-Tâlibi'l-Kemâlât ve Gayeti'd-Derecât başlıklı Arapça şerhtir. Vâridât'm aynı zamanda ilk şerhi sayılan bu eser, Attar, Mevlana ve İbnü'l-Arabî'nin onun tasavvuf anlayışı üzerindeki etkilerini sergilemesi açısından da önem taşır. Şeyh Bedreddin'i "kutup" sayan İlahî, özellikle Balkanlardaki Bedreddinî zümrelerle kendi temsil ettiği Nakşîlik arasında ortak bir düşünce zemini oluşturmuş ve bu kültürel bileşim İstanbul'da halifeleri Ahmed Buharî ile Mevlana soyuna mensup Âbid Çelebi'nin kurduğu tekkelerde yaşatıl-mıştır. Ancak bu özgün Nakşîlik, tarikatın 18. yy'da Müceddidiye ve 19. yy'da Halidiye kolları tarafından şehrin gündelik hayatında geri plana itilmiş ise de varlığını mücerret (bekâr) dervişlerin barındığı kalenderhanelerde sürdürmüş, üçüncü devre Melamîliğinin kurucusu Seyyid Muhammed Nur tarafından yeniden yorumlanarak günümüzde Balkanlar merkez olmak üzere İstanbul'da da önemini koruyan bir düşünce ve yaşama biçimine dönüştürülmüştür.



Bibi. Lâmîî, Nefehât, 453-454; Mecdî, Hadâ-ikü'ı-Şakaik, 262-265; Ataî, Hadaiku'l-Haka-ik, I, 61; Osmanlı Müellifleri, I, 91-92; Vassaf, Sefine, I, 29-30; K. Kufralı, "Molla ilahî ve Kendisinden Sonraki Nakşbendiye Muhiti", TDED, III/1-2 (1948), 129-151; M. Kara, "Molla ilahîye Dair", OA, VII-VIII (1988), 365-390; H. Algar, "A Brief History of the Naqshbandi Order", Naqshbandis, İstanbul-Paris, 1990, 17-18; H. L. Şuşud, islâm Tasavvufunda Hacegân Hanedanı, İst., 1992, s. 99-100.

EKREM IŞIN



ABDURRAHMAN ABDÎ PAŞA

(1628, istanbul-Man 1692, Sakız Adası [bugün Yunanistan'da]) Abdî Paşa, kısaca Abdî olarak da bilinir. Yaşadığı dönemin tarihini, Osmanlı sarayı proto-

ABDURRAHMAN AĞA CAMÜ 18

19 ABDURRAHMAN ŞAMÎ TEKKESİ

ÂSİTANE-İ SAADET (İSTANBUL) KAYMAKAMI KANUNU

İstanbul'da sadrazam kaymakamı (vekili) olan vekil-i mutlaktır. Bütün memlekete şeriat ve kanun üzere tuğralı hükümler verir. Gerektiğinde kadı tayin eder ve davalara baktırır. Hükümet işlerini, şer'î ve örfî tayinleri de eskiden beri nasıl yapılagelmişse öyle yürütür.

Kaymakam olan, divan günlerinde Divan-ı Hümayun'a devam eder. Kendi hanesinde dahi çarşamba ve cuma günleri ikindi vakitlerinde divan eyler, dava dinler ve kadılara dahi dinletir.

Divan-ı Hümayun'a İstanbul Kadısı ve Defterdarlar ve Nişancı Vekili ve sair hâcegân varırlar. Amma Çarşamba Divam'na istanbul Kadısı'ndan gayri Galata, Üsküdar, Havass-ı Kostantiniyye (Eyüp) kadıları da gelirler. Sekbanbaşı dahi gelir. Çok eğlenmeyip gider. Cuma Divam'na bu sözü edilen efendiler gelirler. Lâkin Sekbanbaşı gelmez. Amma kanun gereği o günlerde İstanbul Kadısı mutlaka bulunur.

Kaymakam olan, zaman zaman kol dolaşıp narh ahvalini yoklayıp bazan Tersane'ye de gider. Sözün kısası, halkın işleriyle ilgilenmekten bir an uzak kalmaz. Her yönden sadrazamın yapması gerekenleri yapar.

Lâkin ecnebi tüccarların Ahidnâme-i Hümayun (Kapitülasyon) hükümlerine ve Rikâb-ı Hümayun'dan (Padişahlıkça) verilen beratlara dayalı imtiyazlarına karışmaz. Bu gibi beratlar veremez. Amma, ayrıntıya girmeksizin hepsi için geçerli tamimler verebilir. Meselâ Balyoslar, kaymakamdan mektup isteseler, 'Ahidnâme-i Hümayun gereği kendilerine güçlük çıkartılmaması icap eder' yollu kadılara mektup yazabilir ve gemileri için giriş çıkış izni verebilir.

Diğer dinî, siyasî ve örfî (törensel) hususlarda da her türlü buyruğu verir ve icra ettirir.

(.TevkiîAbdurrahman Paşa Kanunnamesi 'nden sadeleştirilmiştir.)

Tevkiî Abdurrahman Paşa Kanunnamesi 1087 (1676),

Ankara, 1935, ayrıbasım, s. 126-128.

kolunu yazan, ilk resmi vakanüvis, şair ve devlet adamı.

Sicill-i Osmanî'de Anadoluhisarlı olduğu belirtilen Abdurrahman Abdî'yi, başka kaynaklar devşirme kökenli gösterir. Abdurrahman adı ve sonradan şiirlerinde kullandığı Abdî mahlası da bunu doğrular. Abdurrahman Ağa, içoğla-nı olarak Enderun'a girdi. Seferli Koğu-şu'nda iken Sultan İbrahim'e (hd 1640-1648) peşkir gulâmı oldu. Bu görevini IV. Mehmed'in (hd 1648-1687) ilk saltanat yıllarında da sürdürdü. Terfi ederek 1650'de Has Oda'ya geçti. Yazısının düzgünlüğü ve ifade yeteneğiyle çocuk yaştaki padişaha bir tür danışmanlık, lalalık etmek üzere sır kâtibi oldu. Has Oda'nın dördüncü büyük amirliği olan rikabdarlığa yükseldi. Uzun süren saray hizmetinden sonra 1669'da vezirlik rütbesi verilerek dış göreve çıktı ve nişancılığa atandı. Bu tarihten başlayarak Tevkiî Abdurrahman Paşa sanıyla anıldı. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın sadrazamlığı sırasında 1678-1679'da bir yıl İstanbul kaymakamlığı yaptı. 1679'da Bosna Beylerbeyi olarak ilk kez İstanbul'dan ayrıldı. Ertesi yıl, ikinci kez nişancılığa, bir yıl sonra kubbe vezirliğine atandı. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın idamından (1683) sonra İstanbul'dan uzaklaştırıldı. Basra (1683), Mısır (1687), Rumeli (16Ş8), Kandiye (1689) beylerbeyliklerinden sonra l690'ta Boğazhisarı Muhafızı, 1691'de Sakız Muhafızı oldu ve orada öldü.

Abdurrahman Abdî Paşa, İstanbul kültüründe özel bir yeri olan Enderun'da yetişti. Bu kurumda kazanılan

çok yönlülüğün seçkin bir temsilcisiydi. Saray görgüsünün tüm inceliklerini özümsediği, dil, edebiyat, söyleşi alanlarında uzmanlaştığı bilinir. Tarih-i Ra-şid 'de değinildiği üzere, Nişancı Cafer Paşa'nın ölümüyle boşalan tevkiiliğe sınırsız bilgisi ve yeteneği nedeniyle atanmıştı. Enderun ortamında ilgi duyulan tüm bilimlerle uğraşmış, Doğu edebiyatının klasik eserlerini okumuş ve incelemişti. Arapça ve Farsça biliyordu. Bu açıdan Abdurrahman Abdî, henüz bozulma sürecine girmemiş bulunan Enderun'un yetiştirdiği son aydınlardan kabul edilir. Yine o, devletin üst düzey kadrolarındaki sayıları ve ağırlıkları gi-

Abdurrahman

Çelebi

Camii'nin



planı.

Behçet Unsal

derek azalan kültürlü devlet adamlarının da sonuncularındandır.

Abdurrahman Abdî, İstanbul yaşamını her yönüyle gözlemlemiş, düzeyine uygun toplantılara, eğlencelere, av partilerine, gezilere katılmış, Köprülüler döneminin olaylarını izleme olanağı bulmuştur. İstanbul'da kendi adına bazı vakıflar kurduğu da bilinmektedir. Kısaca Vekayiname ya da Abdî Tarihi denen eserinin özgün adı Târih-i Sultan Meh-med-i Râbi 'dır. Bu eserim günlük tekniğiyle hazırladığı için, kendisine ilk vakanüvis denmiştir. Hicri 1054-1093 (Miladi 1648-1682) dönemi olaylarını kapsayan eserinde, başkent İstanbul'da yaşanan olaylar çokça yer tutar. Bu nedenle Abdî Tarihi, İstanbul için birincil kaynaklardandır. İkinci önemli eseri Tevkiî Abdurrahman Paşa Kanunnamesi adıyla tanınır. Bu eser Osmanlı sarayında geçerli kuralları ve saray protokolünü açıklar. Abdî bu değerli eserini Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'ya ithaf etmiştir. IV. Mehmed'in oğullarının sünnet töreni için kaleme aldığı Surname-i Hümayun, Pendname-i Attar, Divan-ı Arabî şerhleri, Arap şair Kâ'b'ın Kaside-i Lâmiyefsine yazdığı şerh ve aynı eserin manzum çevirisi, döneminin tanınmış kişileri, devlet .adamları ve padişah için yazdığı kasideler, nazireler bilinen diğer eserleridir.

Bibi. Tarih-i Raşid, I, 163; Sicill-i Osmanî, III, 408; Osmanlı Müelliften, III, 98; Ergim, Türk Şairleri, I, 179; C. Huart, "Abdi", İA, I; Babinger, Osmanlı Tarih Yazarlan, 250-251; DlA, I, 74-75; TDEA, I, 11.

NECDET SAKAOĞLU



ABDURRAHMAN AĞA CAMÜ

bak. PAŞALİMANI CAMİİ



ABDURRAHMAN ÇELEBİ CAMÜ VE TÜRBESİ

Kazasker Camii olarak da anılan bu cami Fatih İlçesi, Çapa semti Ördek Kasap Mahallesi'nde, Millet Caddesi ile Selim Sabit Sokağı'nm kavşağında, Çapa Kız









3

ı ı vn s*

3










i

X^

Öğretmen Okulu (Darülmuallimat) binasının yakınında yer almaktaydı.

Mimar Koca Sinan'ın eserlerinden olan cami Kanuni devri kazaskerlerinden Amasyalı Kızıl Abdurrahman Çelebi tarafından 962/1554 yılında yaptırılmıştır. Üst yapısı ve minaresi 1908 tarihli Çırçır yangınında harap olmuş, harabesi uzun müddet kereste deposu olarak kullanıldıktan sonra 1951-1953 arasında çevre halkının girişimleri sonucunda aslına uygun olarak ihya edilmiş, ancak 1957'de açılmakta olan Millet Caddesi'-nin güzergâhı üzerinde kaldığı sanılarak yıktırılmıştır. Günümüzde yerinde apartmanlar bulunmaktadır.

Abdurrahman Çelebi Camii Koca Sinan'ın kagir duvarlı ve ahşap çatılı ca-milerindendir. Duvarlar bir sıra kesme küfeki taşı ve üç sıra tuğla ile almaşık düzende örülmüştür. Cami, her ikisi de enine dikdörtgen planlı olan, kapalı bir son cemaat yeri ile bir harimden meydana gelmektedir. Söz konusu mekânların kapıları mihrap eksenindedir. Son cemaat yeri, dördü kuzeye, biri batıya diğeri de doğuya bakan toplam altı adet pencere ile aydınlatılmış, harimi ayıran duvara da dört tane pencere ile iki küçük mihrap yerleştirilmiştir. Son cemaat yerinin üzerine fevkani mahfil olarak değerlendirilmiş, batı duvarına yaslanan bir merdivenle mahfile geçit sağlanmıştır. Harim ile son cemaat yeriai ayıran hat üzerinde, batı yönünde yer alan minare, cepheden taşkın kare kesitli ,bir kaide ve prizmatik üçgenlerden müteşekkil bir pabuç üzerinde yükselmekte, kapısı, mahfil merdiveninin sahanlığına açılmaktadır.

Harim duvarlarındaki pencereler,
klasik Osmanlı üslubunun prensiplerine
uygun olarak, iki sıra halinde tasarlan
mış, batı ve doğu duvarlarına ikişer,
mihrap duvarına da dört çift pencere
açılmıştır. Alt sıradakiler dikdörtgen
açıklıklı, kesme taş söveli ve sivri tahfif
kemerli, tepe pencereleri ise sivri ke
merli ve revzenlidir. Camiin, dört meyil
li ve kurşun kaplı ahşap çatı ile örtülü
olduğu, harimin ortasında, çatı altında
gizlenen bir ahşap kubbenin bulundu
ğu bilinmektedir. /

Hadîka'da baninin, Fatih'te Emik- Bu-harî Türbesi'nin karşısında inşa ettirdiği mektebin bahçesinde gömülü olduğu bildiriliyorsa da Tubfetü'l-Mimarm'de geçen "türbesi ana (camie) karîb" kaydı gerçeğe daha yakın görünmektedir. Her halükârda Abdurrahman Efendi'nin türbesi tamamen ortadan kalkmış olup, mimari özellikleri bilinememektedir. Ufak boyutlu bir açık türbe olduğu tahmin edilebilir.

Bibi. Evliya, Seyahatname, I, s. 214; Ayvan-sarayî, Hadîka, I, 167; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, I, 84-85, no. 340; Konyalı, Mimar Sinan, 151; öz, İstanbul Camileri, I, 87; Meriç, Mimar Sinan, 27, 76; Unsal, Eski Eser Kaybı, 6-6l; Kuran, Mimar Sinan, 251, 258, 271, 319; Fatih Anıtları, 148-149.

M. BAHA TANMAN



ABDURRAHMAN NAFİZ PAŞA KÜTÜPHANESİ

bak. YENİKAPI MEVLEVİHANESİ



ABDURRAHMAN NAFİZ PAŞA TÜRBESİ

bak. YENİKAPI MEVLEVİHANESİ



ABDURRAHMAN PAŞA TÜRBESİ

Eyüp'te, Camiikebir Caddesi üzerinde, Ferhad Paşa Türbesi karşısındadır.

Türbeyi Sultan İbrahim'in başmusa-hibesi Şekerpare Kadın, kendisi için yaptırmış, fakat gözden düşünce, padişahın kızı tarafından Abdurrahman Paşa ile Hazine-i Hassa ağalarından Hasan Ağa'ya satılmıştır. Bu durum Cevrî'ye ait sülüs hatlı ve 1058/1648 tarihli kitabede belirtilmiştir.

Abdurrahman Paşa Türbesi

Yıldız Demiriz

Babüssaade ağalarından Abdurrahman Paşa, bir süre vezirlik ve Mısır Valiliği yapmış, 11 Recep 1062/18 Haziran l652'de sarayda katledilerek bu türbeye defnolunmuştur. Türbedeki iki sandukanın adı geçen ağalara ait olduğu anlaşılmaktadır. Ancak, üzerlerinde isimlerini belirten yazı veya levha yoktur.

Kesme taştan inşa edilmiş olan türbe

Abdurrahman Şamî Tekkesi

M. Baha Tanman, 1993

sekizgen planlı ve kubbelidir. Her cephesinde altlı üstlü iki sıra pencere, dikdörtgen silmelerle çevrilmiştir. Dikdörtgen açıklıklı olan alttaki pencereler mermer sövelerle kuşatılmış, sivri kemerli olan tepe pencereleri alçı revzen-lerle donatılmıştır. Saçak hattı taşkın bir silme şeklindedir. Kubbeye geçiş pandantiflerle sağlanmıştır. Örtü sisteminin içini süsleyen natüralist bitki motifli kalem işleri de tamir sırasında yenilenmiştir.

Abdurahman Paşa Türbesi, yıllarca marangoz atölyesi olarak kullanıldıktan sonra 1957 yılında Vakıflar Genel Mü-dürlüğü'nce restore ettirilmiş, bu sırada yola bakan cephesindeki sebil kaldırılmıştır.

Bibi. Akakuş, Eyyûb Sultan, 161-163; Unsal, Türbeler, 77-120; Demiriz, Türbeler, 12-14.

YILDIZ DEMİRİZ



ABDURRAHMAN ŞAMÎ TEKKESİ

Eminönü ilçesi, Cankurtaran Mahallesi'nde, Sultanahmet Meydanı yakınında, Kabasakal Caddesi ile Tevkifhane Sokağı'nm kavşağında, TTOK'ye ait Yeşil Ev Oteli'nin bitişiğinde bulunmaktadır.

Bünyesinde ashabdan Abdurrahman Şamî'nin makam türbesini barındıran bu tekke kaynaklarda "Alemdar", "Sancaktar" ve "Sancaktar Baba" adlarıyla da anılmaktadır. Tekkeye adım veren Abdurrahman Şamî'nin, Arapların 668-669 yılında İstanbul'u kuşattıkları sırada şehit düşen sahabelerden olduğu ve Ebu Eyüb el-Ensârî'nin sancaktarlığını yaptığı rivayet edilir. İstanbul'daki diğer sahabe kabir ve türbelerinin büyük çoğunluğu gibi, fetihten sonra ihdas edilmiş olması muhtemel bu makamın, uzun süre mütevazı bir ziyaretgâh olarak kaldıktan sonra I. Abdülhamid (hd 1774-1789) tarafından ihya ve kendi vakfına tescil ettirildiği anlaşılmaktadır. Tekkenin kurulması ise Rufaî tarikatına mensup türbedar Şeyh Mehmed Raşid Efendi'nin (ö. 1296/1878-79) türbeye meşihat koydurması suretiyle olmuştur. Kapatılışına (1925) kadar Rufaîliğe hiz-

ABDURRAHMAN ŞEREF

21

ABDÜLAHAD NURİ

ABDURRAHMAN ŞEREF'IN MAHALLE MEKTEBt^ANILARI

Mahallemizde mektep yoktu. Çocuklar diğer mahalledeki uzak mektebe giderlerdi. Mahallemiz ahalisi bir mektep yapmağa teşebbüs ettiler ve mektep yapılıncaya kadar cami-i şerifin müezzin mahfelinde tedris etmek üzere imam efendiyi memur kıldılar. İşte bizim mektep, Otakçılar Camii -Edirnekapı haricindedir- oldu. Bu cami küçüktür. Fakat kafesle bölünmüş fevkani bir mahfeli vardı ve yanında kafessiz bir de büyücek müezzin mahfeli mevcuttu. Yaz günleri pek ferah isek de kışın üşür ve titrerdik. Rüzgâr cami binasının bir tarafından girer öbür tarafından çıkardı. O zamanın kışları şimdikinden çok şiddetliydi. Perşembeden gayri günler iki azad olmak yani öğleyin çocuklar mektebe gelip bâ'de't-taam (yemekten sonra) yine mektebe gitmek âdet ise de fena havalarda haneleri uzak olanlar iki defa gidip gelmemek için yemeklerini küçük sefertas-ları veya sepetler yahut mendiller derûnunda mektebe getirir ve öğleyin mektepte kalırlardı.

Mektepte kalma bir iyi cünbüştü. Çünkü hoca efendi taam etmek üzere hanesine gitmekle biz başıbozuk kalır ve istediğimizi yapardık. Minder doğuşu ke-sirü'1-vuku (sıkça olan) idi. Çünkü çocuklar minderde oturur ve kendi küçük minderini hanesinden getirirdi. Soğuğun şiddetine minder silahıyla kavgaya tutuşurduk. Birkaç darbeden sonra minderlerden çıkan toz, caminin içini gök duman ile doldurup öksürmeğe başlar ve boğulsak dahi o neş'eden kolaylıkla vazgeçmezdik. Amma hocanın bazan erken gelip ve hali görüp falaka ve değneği yağlamak tehlikesi vardı. Falaka işlediği esnada madrup (dayak yiyen) çocuğun sesi haliçten fark olunmamak için hoca efendi diğer çocuklara -okuyun dersiniz! diye emreder ve çocuklar yüksek sacla ile mırıldanmaya başlayıp dayak yiyenin feryadı gürültüye giderdi.

Falaka değneğinden maada, hoca efendinin yanında bir uzun değnek de bulunurdu. Ve bu değnek ekseriya kamıştan olurdu. Lâkırdı edenleri uzakdan dürterdi. Bir de değnekler tükenince yeniden değnek getiren çocuğu ibtidâ o değnekle döğmek bâzı muallimlerce mutaddı. Bizim hoca Hafız Mehmed Efendi'nin bu âdeti yoktu. Kurra ve huffaz-ı muteberedendi (saygın hafızlardan).

Halid Fahri, Edebî Kıraat Numuneleri, I, istanbul, 1926, 53-56

met eden tekkenin postunda, 13077 1889-90 yılında, baniden sonra ikinci şeyh olması muhtemel, Ragıb Efendi adında bir şahsın bulunduğu, ayin gününün de cuma olduğu bilinmektedir.

Kapatıldıktan sonra bakımsızlıktan harap olan Abdurrahman Şamî Tekkesi, 1985'te TTOK tarafından Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden kiralanmış ve onarılmış, tevhidhane ile türbe özgün biçimleri korunarak küçük bir müzeye dönüştürülmüş, harem ve selamlık bölümleri de Yeşil Ev Oteli'nin kullanımına tahsis edilmiştir. Otel olan Şehremaneti Muhasebecisi Reşad Efendi Konağı'nın Serkurenâ Osman Bey tarafından, tekkenin selamlığı olarak kullanılmak üzere tamir ettirildiği ve 1303/1885 yılının sefer ayında açılış töreninin icra edildiği bilinmektedir. Türbe kapısı üzerindeki, Abdurrahman Sami'nin kimliğini belirten, hattat Mefımed izzet Efendi'nin (1841-1903) sülüs hattıyla yazılmış 1302/1884 tarihli mensur kitabesinin de bu onarım sırasında konmuş olması kuvvetle muhtemeldir.

Mimari programı ve boyutları asgari ölçülerde tutulmuş mütevazı bir zaviye olan Abdurrahman Şamî Tekkesi, doğuda türbe ve tevhidhaneden oluşan tek katlı kagir bir bölüm ile batıda buna bitişen, içinde harem ve selamlığın bulunduğu iki katlı ahşap bir kanattan meydana gelmektedir. Yapının kuzeydoğu köşesinde, kavşakta bulunan türbenin kuzey cephesinde bir kapı ile geniş bir niyaz penceresi yer alır. Bileşik kemerlerle taçlandırılmış ve kesme taştan sö-velerle çerçevelenmiş olan bu iki açıklıktan kapının üzerine kitabe yerleştirilmiştir. Doğu duvarında, diğeri ile aynı biçimde, ancak daha dar bir pencere, batı duvarında selamlığa açılan bir kapı, tevhidhane ile ortak olan güney duvarında da bir kapı ile iki pencere vardır. Türbenin cephelerinde ampir üslubunda ufak konsolların sıralandığı bir saçak silmesi dolaşmaktadır.

Dikdörtgen planlı ufak tevhidhane-nin güney duvarının eksenine, sepet kulpu kemerli basit bir mihrap yerleştirilmiş, bu mekân, ikisi mihrabın yanlarında, ikisi de batı duvarında yer alan basık kemerli dört pencere ile aydınlatılmıştır.

Türbe gibi tevhidhane de kiremit kaplı bir ahşap çatı ile donatılmıştır. Alelade bir ahşap mesken niteliğinde olan batı kanadının, büyük bir ihtimalle zemin katı selamlığa, üst katı hareme tahsis edilmişti. Bu bölümün kuzeyinde, müstakil bir kapıyla arka bahçeye bakan birçok pencere bulunmaktadır.


Yüklə 7,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   129




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin