ADAMOPULO HANI
Tünel'de, Galip Dede Sokağı no. 48'de yer alan yapı 1906 yılında mimar C. Coulo-uthros tarafından inşa edilmiştir. Ön cephesi Galip Dede, arka cephesi ise Şahku-lu Sokağı'na bakar. Her iki cephe de pencere dizileriyle bölümlendirilmiştir.
Yapı, günümüzde de han olarak kullanılmaktadır. Aynı döneme tarihlenen pek çok örneği gibi ana malzemesi taş olan yapı, açıldığı iki sokağın kesişimin-de yaptığı yuvarlatılmış dönüşle, oldukça geniş bir alanı kaplar ve âdeta üç yöne açılır. Bu bölümde de yer alan pencerelerle, bölüntülü yüzeyler ve pencere dizileriyle oluşturulan simetri korunmuştur.
Adamopulo Hanı
Nazım Timuroğlu, 1993
Yapıya cepheden bakıldığında, orta bölümde yer alan 4 pencerenin, iki yanda birer pencere ile desteklendiği görülür. Birinci kat dışında bu pencereler birer balkona açılırlar. Yapıda arka cephe öne göre daha sade ve gösterişsizdir. Arka cephede her katta 12 pencere bulunurken, ön cephede 5 pencere vardır. Birinci kat pencerelerinde kullanılan üçgen alınlık, çıkma bölümünün en üst katında, orta bölümde tekrarlanır. Bu pencereler, alınlıkları ve iki yanda yer alan sütunçeleriyle, bir tapınak girişini andırırlar. Bu türden elemanların kullanımı, cephedeki düzenlemeyi neoklasik üsluba yaklaştırır.
PELİN AYKUT
ADIVAR, HALİDE EDİP
(1882, İstanbul - 9 Ocak 1964, istanbul) Roman ve hikâye yazarı. Birçok yapıtında İstanbul'da yaşamış kahramanların serüvenlerini anlatmış, bu çerçevede kentin türlü özelliklerini yansıtmıştır.
Halide Edip
Adıvar gençlik
yıllarında.
Nuri Akbayar
Çocukluğu Mor Salkımh Ev (bas. 1963) adlı anı kitabında anlattığı Ihla-mur'da ve Üsküdar'da geçti. Üsküdar Amerikan Koleji'nde öğrenim gördü. II. Meşrutiyet'in ilanından (1908) sonra hem edebiyat dünyasında adını duyurdu, hem de toplumsal ve siyasal alanda etkinlik gösterdi. Mütareke döneminde İstanbul'da düzenlenen mitinglerdeki konuşmalarıyla ünlendi (bak. Sultanahmet Mitingleri). Eşi Adnan Adıvar'la birlikte Milli Mücadele'ye katıldı. Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında siyasal görüş ayrılıkları yüzünden eşiyle birlikte Türkiye'den ayrılmak zorunda kaldı. 1939'a değin Avrupa'da yaşadı. Türkiye'ye dönüşünde İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde İngiliz dili ve edebiyatı profesörü oldu. 1950-1954 arasında bir dönem de milletvekilliği yaptı.
Halide Edip'in yapıtları Türk toplumunun yaşadığı değişmeyi başarıyla yansıtır. İlk dönem yapıtlarında kadın kahramanlar öne çıkar. Sonra Türkçülük ideolojisi belirgin bir yer tutar. Milli Mücadele yıllarının havası, yurtseverlik duyguları yansıtılır. Son dönemdeki yapıtlarında ise konular çeşitlenir, bakış açısı felsefi özellikler kazanır. Yapıtlarında İstanbul değişik görünümleriyle karşımıza çıkar. Sinekli Bakkal (bas. 1936) romanı II. Abdülhamid dönemi İstanbul'unda Aksaray'da bir sokağın yaşamını canlandırır. Mahalle bakkalı, mescit, Mevlevi tekkesi, Ramazan geceleri, Karagöz, ortaoyunu gösterileri, tulumbacılar, Hıdrellez eğlencesi geçmişin artık kaybolmuş değerlerine bir övgü ve özlemi dile getirir. İşgal İstanbul'unu canlandıran Ateşten Gömlek 'te (bas. 1923) Doğancılar ulusal değerlere bağlı, yurtsever bir ailenin çevresi olarak canlandırılırken Şişli yanlış Batılılaşmayı, yabancılarla işbirliğini temsil eder. Bu yapıtta İngilizlerin Harbiye Nezareti civarını bombalaması, Sultanahmet mitingi; Seviye Talipte (bas. 1910) Serbesti gazetesi başyazarının öldürülmesi, hürriyet şehitleri için mevlit okutulması gibi kentte yaşanan tarihsel olaylara yer verilmiştir. Vurun Kahpeye'de (bas. 1926) Aliye'nin sütannesinin yaşadığı Süley-maniye; Mev'ut Hüküm'de (bas. 1918)
HALİDE EDİP ADIVAR'IN ÇOCUKLUK ANILARINDA İSTANBUL
....Hafızasında hayat, kendini bilmeye başladığı ilk devrin hiç unutamayacağı anılarının başı Beşiktaş'ta doğduğu eve kadar uzar. Bu ev Ihlamur'a giden uzun caddeye inen, birbirine paralel dik yokuşlardan birinin hemen hemen tepesin-dedir. Bu evden sonra gelen kocaman kırmızı kagir konak, bu yokuşun son evidir. Tepenin solu koyu yeşil çamlar, nazlı söğütler arasında Abdülhamit'in beyaz saraylarını görürken, sağ yanı Adalar denizinin mavi sularına bakar.
Evin kendisi, çocuğun hafızasında "Mor Salkımh Ev" olarak belirmektedir. Bu ev yarım yüzyıldan çok, zaman zaman her gece, bu küçük kızın rüyalarına girmiştir. Arka taraftaki bahçeye bakan pencereler, çifte merdivenlerin sahanlık-lardaki ince uzun pencereleri, baştan başa mor salkımlıdır ve akşam güneşinde mor çiçekler arasında camlar ateşten birer levha gibi parlar.
Bahçe, geniş iki dörtgen terastır. Aslında yokuştaki bütün evlerin bahçeleri ta caddeye kadar birbirine bakan birer yeşil terastır. Küçük kızın bahçesinin üst terasında, başları göğe değer gibi görünen uzun fıstıklar, akasyalar, aralarında iki tane, rüzgâr estikçe kırıtır gibi ipek tüyleri hareket eden, pembe-beyaz bir gül ibrişimi, çiçek açmış yemiş ağaçlan, ortalarında bir tane, alev çiçekli nar ağacı vardı. Bunların ortasında yuvarlak küçük bir havuz, karşı karşıya iki beyaz mermer arslamn ağzından durmadan bu havuza billur sular akar ve güvercin, kumru sesleri ile karışır. Bazen de fıstıkların dallarım harekete getirerek inleyen rüzgârın nağmesi ile birleşerek sabah ve akşam bir tabiat musikisi kulağa gelir. Aşağıdaki terasa üç-dört adım merdivenle inilir. Evin bahçeye açılan kapısı ile, bahçenin arkasındaki boş sırta açılan kapı arasında, çakıl döşeli ve üstü ^.asma çardaklı dar bir yol vardır. Yeşil, sarı üzüm salkımlarının ve zümrüt gibi yaprakların arasından sızan ışık ve yeşil gölgenin içinde küçük kız, sabah akşam oynar durur. Alt terasta da bir havuz, türlü renkte yemiş ağaçları, iki tane gül ibrişimi ve bir de yine alev çiçekli nar ağacı vardır....
....Bundan sonra, küçük kızın hafızasında, Teşvikiye camiinin önünden Ihlamur caddesine inen büyük ve geniş yokuşta, küçük bir mescidin karşısında biraz karanlık büyük ahşap bir ev vardır. Arkasında büyücek bir bahçe olmasına rağmen Mor Salkımh Ev'in, ferah, aydınlık havasına benzemez. Küçük kızın kafasında bu evin bıraktığı görünümler ve duygular tedirginlikle, akıntıyla doludur..!.
....Babası şimdi Yıldız'da başka bir eve taşınmıştı. Dar bir sokakta, daha küçük bir ev. Her cuma ve pazar günü gazinosunda mızıka çalarak kalabalık bir halk toplayan, Ihlamur, denilen Beşiktaş'ın tanınmış ağaçlığa çok yakındı. Orada toplanan kadınlar bir kafes arasında otururlardı. Yani o açık yerde "harem dairesi" var .demekti. İşte bu ağaçlığa sonraları küçük kız evden kaçarak gider, fıstık ağaçlarının altında oynar, rüzgârın kendine özgü biteviye uğultusunu, yaprakların garip havasım dinler, önündeki sırtın tepesindeki Mor Salkımlı Ev'in bulunduğu yere özlemle bakardı....
....Bir cuma günü, lalamız bizi Ihlamur'a götürmüştü. Bir sürü uzun pan-tolonlu, apoletli, paşa minyatürü erkek ve ipek entarili süslü kız çocuklar da vardı. Oyuncakçılar, arkalarında Eyüp oyuncağı küfeleri ile dolaşıyor, sucular, bardaklarını şıkırdatarak bağırıyor, macuncular ve horoz şekerciler, bugün de olduğu gibi birtakım mâniler söylüyorlardı. Bu çıngıraklar, kaynana zırıltıları, düdükler ve bardak şıkırtıları, tozu dumana karıştıran kalabalık arasında beni ilgilendiriyordu.
MorSalkımh Ev, ist, 1970
Bibi. H. Yücebaş, Bütün Cepheleri ile Halide Edip, Isı., 1964; M. Uyguner, Halide Edip Adıvar, ist., 1968; A. Yakar, Türk Romanında Milli Mücadele, Ankara, 1973; N. Güntür-kün, Halide Edip ile Adım Adım, Ankara, 1974; İ. Enginün, Halide Edip Adıvar'm Eserlerinde Doğu ve Batı Meselesi, İst., 1978; 1. Enginün, Halide Edip Adıvar, Ankara, 1968. KONUR ERTOP
ÂDİL, FİKRET
(7 Ocak 1901, İstanbul - 5 Haziran 1973, Zürich, İsviçre) Gazeteci, yazar, sanat eleştirmeni. Askeri hekim Mahmut Âdil'in oğludur. Mekteb-i Sultanî'de (bugün Galatasaray Lisesi) okudu. I. Dünya Savaşı'nm son yılında okul kapanınca öğrenimi yarım kaldı. İlk yazıları Şebab dergisinde çıktı. 1922'de Vakit gazete-
sinde çalışmaya başladı. Birçok gazete ve dergide telif ve çeviri romanları, hikâyeleri, röportaj ve fıkraları, gezi izlenimleri, eleştirileri yayımlandı. Çeşitli haber ajanslarında görev yaptı. Türkiye İş Bankası yayın danışmanlığından emekli oldu. Tedavi için gittiği Zürich'te öldü. Kabri Eyüp Mezarlığı'ndadır.
Yapıtlarından Asmahmescit 74 (1933, 1953, 1988), kitaba adını veren sokağa yakın bir yerde 1930'larda bir grup sanatçının sürdürdüğü bohem yaşayışını canlandırır. Kişiler arasında ressam İbrahim Çallı, şair Necip Fazıl Kısakürek, yazar Peyami Safa, tamburi Mesut Cemil, gazeteci Nizamettin Nazif Tepedelenli-oğlu gibi gerçek kişiler, yabancı gazeteci ve kadın sahne sanatçıları yer alır. Al-yon Sokağı köşesindeki ayak meyhanesi, köprü başındaki seyyar pilavcı, sanatçıların gidip geldiği Petrograd, Garden-bar, Tokatlıyan, Meserret, Beyoğlu'ndaki barlar, randevuevleri kitapta geçen dönemin yaşamına ilişkin mekânlar arasındadır. Yazarın İntermezzo (1955, 1988) kitabı Yunan aktörü Yorgo Pappas ile İstanbullu Musevi kızı Tina'nın aşk serüvenini anlatır. Beyaz Yollar Mavi Deniz (1950, 1993) gezi notlarından oluşur. Ölümünden sonra kitaplaştırılan Âvâre Gençlik-Gardenbar Geceleri (1990) ile Deli Saraylı 'da da (1993) İstanbul yaşamından kesitler yer alır.
İSTANBUL
adile sultan
(23 Mayıs 1826, İstanbul - 12 Şubat 1899, İstanbul) II. Mahmud'un kızı, Sadrazam Mehmed Ali Paşa'nın eşi. Annesi Zernigâr Kadın'dır. Osmanlı hanedanının kadın bireyleri arasında divanı olan tek şairdir. Tanzimat ve Meşrutiyet yenilikleri boyunca İstanbul saray çevrelerinin ünlüleri arasında yer almış, kadınların haremden dışa açılışlarına, sosyal yaşama katılmalarına öncülük ve ör-
ÂDİLE SULTAN
81
ÂDİLE SULTAN
Âdile Sultan'ın 12 Haziran 1845'te Haydarpaşa çayırında yapılan düğünü. E. Grünberg - E. M. Torn, Four Centuries ofOttoman Taste, 1988 / Tarih ve Toplum, 61 Helisim Yayınlan
Sağlığında on dört ayrı vakıf kurmuştur. Vasiyeti gereği, taşınabilir tüm serveti ve eşyası satılarak parası yoksullara yardım için harcandı. "Neyim varsa milletindir", dediği söylenir. Sonraki yıllarda Kandilli Sarayı, kız lisesine tahsis edilmiş, Koşuyolu'ndaki köşkü ve korusu öğretmenler için sağlık tesisi olarak (Validebağı Prevantoryumu) hizmete sokulmuş, Fındıklı Sarayı ise Meclis-i Mebusan, Darülfünun, Güzel Sanatlar Akademisi ve Mimar Sinan Üniversitesi için kullanılmıştır.
II. Mahmud'dan II. Abdülhamid'e kadar beş padişahın dönemini yaşayan ve Osmanlı hanedanının birçok erkek bireyinden daha kültürlü ve yapıcı bir kişilik sergileyen Âdile Sultan, aynı zamanda, divanı olan tek padişah kızıdır. Divanı, münacat, naat, methiyeler (babası, kardeşleri, kız kardeşleri, eşi için) mersiyeler ile tasavvufi gazelleri içerir. Dizeleri, şiir sanatı açısından değerli olma-
neklik etmiştir. Hayır, kültür işleriyle ve siyasetle ilgilenmiştir. Ağabeyi Abdül-mecid (1839-1861), küçük kardeşi Ab-dülaziz (1861-1876) ve yeğeni II. Abdül-hamid (1876-1909) dönemlerinde siyasal ve kamusal kimi kararların oluşumunda etkili olmuştur.
Saray, istanbul ve ülke düzeyinde köklü yenilikler yapan II. Mahmud (1808-1839) kendi çocuklarının eğitimine de önem vermişti. Bu şanstan yararlanan Âdile Sultan, sarayda özel hocalardan din, edebiyat, müzik, hat dersleri aldı. Yazı hocası dönemin tanınmış hattatlarından Ebubekir Mümtaz Efendi'ydi. Çok iyi bir okuıyazar, hattat ve şair olarak eğitimini tamamladı. Âdile Sultan'ın bu tarz eğitimi, saray için olduğu kadar İstanbul için de önemli bir aşamadır. 1845'te, Tophane Müşiri Mehmed Ali Paşa (kaptan-ı derya, sadrazam, 1813-1868) ile evlendi. Düğünü Haydarpaşa sahrasına kurulan çadırlarda geleneksel sur-ı hümayun düzeninde yapıldı. Çeyizi için, Hazine-i Hassa'dan büyük bir ödenek ayrıldı. Yeni çiftin ikameti için de eski Neşetabad'ın yerine yapılmış olan Fındıklı Sarayı (bugün Mimar Sinan Üniversitesi ana binası) tahsis edildi. Düğüne Abdülmecid, vezirler, yabancı büyükelçiler ve yüzlerce davetli katıldı. Elçiler için Haydarpaşa Kasrı ayrılmıştı. İstanbul halkını coşkuya boğan gösteri ve eğlencelerin en ilginci Ko-
maski'nin balon havalandırması olmuştu. Böylece İstanbul semalarında üçüncü kez bir balon görüldü. Geceleri ise Boğaziçi yalılarında kandiller yakıldı. Âdile Sultan, düğünün yedinci günü Beşiktaş Sahilsarayı'ndan Beylerbeyi Sa-rayı'na, oradan koçili sandala bindirilip alay ile Fındıklı Sarayı'na götürüldü.
Âdile Sultan'ın evlilik hayatı görece mutlu geçti. Doğan çocuklarının küçük yaşlarda ölmeleri, kızı Hayriye Hanım Sultan'ın titiz bir eğitim aldıktan sonra yine genç yaşta ölmesi, çapkınlıklarıyla tanınan kocasını da beklenmedik bir zamanda kaybetmesinin ardından önceki yaşamından oldukça farklı, içe dönük bir hayat tarzı benimsedi. Yaşamının 1868'e kadarki ilk döneminde, İstanbul kadınlarının dışarıya açılmalarında etkili olduğu görülür. Fındıklı Sarayı dışında, 1856'da yaptırılmış olan ve kendi adını taşıyan Kandilli'deki saray ile Kuruçeşme'deki Esma Sultan Yalısı, Küçük Çamlıca'daki Validebağı Köşkü, Kâğıthane Köşkü de kendisinindi. Bununla birlikte en çok Fındıklı Sarayı'nda (1845-1876) oturdu. Yaşamının ölümüne (1899) kadarki son yıllarını ise Validebağı'nda geçirdi. Âdile Sultan sık sık kent gezilerine çıkar, temaşa ve mesire yerlerine yakın çevresinden kadınları ve kızları da götürürdü. Bu yenilik, Abdül-mecid'in İstanbul'a getirmeye çalıştığı çağdaşlaşma hareketine kadın dünya-
?„ -ii™-'
m
sından gelen önemli bir destek sayılmıştır. O döneme kadar evlerinden dışarı çıkmaları çok sınırlı ve belirli nedenlere bağlı olan kent kadınları, Boğaziçi'ni, mesireleri, yalıları tanıma olanağını, Âdile Sultan'ın öncülüğünde bulabilmişlerdir. Bu gelişme tutucu çevrelerin tepkisini çekmekle birlikte onun dindarlığı ve hayırseverliği, olası yasaklamaları önlemiştir. Abdülmecid'in 1847' de köle ticaretini yasaklaması ile Adile Sultan'ın harem kapılarını aralama girişimi bir arada düşünüldüğünde, her iki hareketin ortak bir karara dayandığı akla gelir. Ramazan davetlerinde sarayına hanım sultanları, rical ve yabancı elçilerin eşlerini, kızlarını da çağırması bunlar için aynı salonda paravana ile ayrılmış bir bölümde sofralar donatılması bir başka önemli adımdır.
Âdile Sultan'ın yapıcı ve hayırsever bir kimlikle 19. yy'ın ikinci yansında İstanbul'daki faaliyetleri de Osmanlı kadınının saygınlık kazanmasına katkıda bulundu. Saray ve köşkleri her düzeyden insana açıktı. Dert dinler, yoksullara yardım eder, zengin ve soylu kesimlerden, din ve tarikat çevrelerinden insanları çağırır, toplantılar düzenlerdi. Davetlerinde, İstanbul mutfağının en güzel yemekleri, örneğin emir dolması, piliçli muluhiyye, kaymaklı tepsi böreği, kokulu hoşaf ve reçeller hazırlanır, bunlar kristal kâse ve tabaklarda sunulurdu.
Mutfağında bazen emektar saraylı kadınlar özel yemekler hazırlarlardı. Sarayları dönemin müzisyenlerine, edebiyatçılarına, hattâ kimi zaman da siyasetçilerine açıktı. Alaturka ve alafranga saz heyetleri ile orkestraların konserlerine özellikle kadın davetliler katılıyorlardı. Yetenekli gençlerin kendi himayesinde yetişerek sanatçı olmalarına çalışır; bunlara her türlü desteği sağlardı. Sarayı, barındırdığı hanende ve sazendelerle ünlüydü. Bu nedenle de Tanzimat döneminin en renkli ve neşeli geceleri Âdile Sultan'ın sarayında yaşanmıştır.
Otoriter bir kişi olan Âdile Sultan, kardeşi padişahlara gerekli uyanlarda bulunmaktan çekinmezdi. Hanedan sorunları ile de yakından ilgilenirdi. Bir kez, Abdülaziz'e "Unutma ki erkek olsam şimdi padişah bendim" uyarısında bulunması, II. Abdülhamid'e de "Neden dediğimi yapmıyorsun? Halan ve yaşça büyüğün olduğumu unutma!", dediği bilinir. II. Abdülhamid'in, onu her zaman saygıyla karşıladığı, tiryakisi olduğu nargilesini ve kahvesini kendi eliyle önüne koyduğu söylenir. Ayşe Osma-noğlu, bu hanedan büyüğünün sarayda ve tüm İstanbul'daki saygınlığını anlatırken onun giyim kuşamı konusunda da bilgi verir. Güzel yüzlü, ince yapılı, kumral, ela gözlü ve çok nazik olduğunu, alaturka giyindiğini, saray kurallarına titizlikle uyduğunu, ağır kumaşlardan dikilmiş dört etekli entari, güderi pabuç, şal kuşak, bol yenli salta giyinip kuşandığını, başına hotoz ve bunun üzerine oyalı ipek yemeni örttüğünü, zümrüt, lal işli gül broş taktığını anlatır.
Leylâ Saz ise anılarında onun dindar, çok nazik, güler yüzlü olduğundan, iyilik etmekten ve ibadetten başka şeylerle uğraşmadığından söz eder. Bu gözlem, Âdile Sultan'ın yaşlılık dönemine aittir. Kocası Mehmed Ali Paşa'nın (1868), kızı Hayriye'nin (1869) ölümlerinden sonra bu tutkuları daha da artmıştı. Bakımsız mahalle mekteplerini onartır, gereksinimlerini karşılar, yoksul çocukları okutur, giydirip donatır, hastaları tedavi ettirir, gelinlik kızlara çeyiz yaptırtır, kurumuş çeşmelerin akıtılmasına paralar harcar, yoksul ailelere yardım eder, iyiliğini İstanbul dışına da taşırmaya çalışırdı. Fındıklı, Kuruçeşme, Silahtarağa, Kandilli, Koşuyolu semtlerindeki saray ve köşkleriyle kentin dışındaki çiftliklerinde, korularında, kethüda, başağa, kâtip, imam, vekilharç, bekçi, imrahor, arabacı, kayıkçı, aşçı, tablakâr, hekim, kapıcı, haremağası olarak yüzlerce insan çalışmaktaydı. Ölünceye kadar terk etmediği bir âdeti de muharrem ayında kazanlarla aşure pişirttirip halka dağıttırmasıydı.
Kocası Mehmed Ali Paşa'yı bir kadın olarak sevdiğini her fırsatta vurgulayan ve "Ben kocamla iftihar ediyorum", diyen Âdile Sultan, yaşlılığında tutku derecesinde türbe ziyarederine yönelmiş, tasavvufa ilgi duymuş ve Nakşibendî tarikatına girmişti. Bu son dönemde otur-
ÂDİLE
SULTA N EFENDİ
Âdile Sultan, deniz cihetinde açık renkli ipekli kumaşla döşenmiş büyük bir odada kanepede, kerimeleri Hayriye hanım sultanın yanında oturuyorlardı. Sultan girince validem tazimkâr bir temenna ile ilerleyip o vaktin âdeti üzere yer öptü. Arkasından ben ve hemşirem de aynı hürmet vazifesini yaptık, çekildik, durduk. Sultanefendinin müsaade ve emriyle yuvarlak birer kişilik kadife yer şiltelerine oturduk.
O akşam kalmamız emir olundu. Sofra odanın bir kenarına yere konuldu. Evvelâ ağır bir sırma yaygı yayıldı. Üstüne altı ayaklı gümüş iskemle kondu. Üzerine yaygının aynı bir örtü örtüldü. Bunun üstüne yuvarlak gümüş bir tepsi kondu. Salata, havyar, balık yumurtası, zeytin, peynir ile donatıldı. Kapalı, murassa tuz, biber ve tarçınlık, billur limonlukla limon suyu, ortaya gümüş nihalî (sahan altlığı) yerleştirildi. Tepsinin etrafına üçer tane kenarı saçak çıkarılmış ince tülbent destimaller (el-bezi), bunların üstlerine birer altın çorba ve pilav kaşığı, birer de sapı mercanlı ve küçük pırlantalı sedef soğukluk kaşıkları kondu.
Hanedanın, sofralarına misafir almaları âdet değildi, misafirler o sarayın büyük kalfasıyle otururdu.
Haznedar ustanın kendi takımı; destimal üstüne gümüş ve fildişi kaşığı
kondu, îbrikdarların getirdikleri leğenlerde ellerimizi yıkadık, ibrikdar ustanın
tuttuğu sırmalı havlu ile kuruttuk, sofra etrafına konmuş yer şiltelerine oturduk.
Dizlere alınan sofra havluları da sırma işlenmişti. -
Yemekten, kahveden sonra Sultanefendinin huzuruna götürüldük. Yine
gündüzki odadaydı. Saz takımı, kalfalar, öteki köşedeki kapıdan girip hemen
oraya alçak îskeralelere oturdular, notalarını karşılarına koydu, başladılar. Dört
keman, bir viyolonsel, bir miskal (Musikar), bir Çiner(?), bir. Kop'se yahut
Kopsas (Uda benzer bir sazdı), bir de klarnet Üe zurna arasında.; bir :şey vardı,
ne idi bilmem? ;:••-.-, . :
O zamanın modası italyan rnuzikası parçaları çaldılar. Bir şey çalınırken sazların »adaları bkdenbire kesildi; tanımadığım, su damlalan gibi tek tek fakat hazin-bir sesle düz iki nağme işittim. Galiba birden gözlerim açılmış, yerimden kalkmışım. Nağmelerin tekrarlanışında, kemanilerin, okları avuçlarına sıkıştırıp yalnız ikinci parmaklarıyle kirişleri çekmek suretiyle o hoş sadayı çıkarttıklarım anladım. Odadakilerin bana bakıştıklarını gördüm. Sultanefendi gülümsüyordu. Annem, ablam, sıkılmış, bozulmuşlardı. Ben daima sarayın meşkhanelerinden ayrılmadığım halde o sese tesadüf etmemiştim. Pek hoşuma gitti.
Efendimizin emriyle ertesi akşam da kaldık. İkinci akşam incesaz takımı çaldılar. Bu takımda keman, tambur, santur, def vardı, Hanendeler pek mükemmeldi. Hele, Başhanende Kahveci ustanın sesi eşi az bulunur güzel seslerdendi. Bu;takımı Münire Sultanefendinin düğününde dinlemiştim. Başhanendenin adı "Mestinigâr" idî. Kızın nazik, hazin bir sesi vardı. Orta yaşlı bir kızdı. Kendisini her görüşümde sesi kulağıma gelirdi. O sarayda raks görmedim.
: - Leylâ Saz, Harem'in İçyüzü, s. 205-207;
düğü köşk ve saraylar birer ibadethane havasındaydı. Silivrikapı'daki Bâlâ tekkesini yeni baştan yaptırıp hizmete açmıştır. Buraya geldiğinde özel ve coşkulu ayinler yapılmaktaydı.
Fındıklı Sarayı'nda ölen Âdile Sultan'ın cenazesi, babası Sultan II. Mah-mud'un türbesine değil, vasiyeti gereği, Mehmed Ali Paşa ile Hayriye Hanım Sultan'ın Eyüp'te Bostan İskelesi Cadde-si'ndeki türbesine gömüldü. Eyüp'e kadar istimbotla götürülen cenazeyi iskelede tekke mensuplarının tehlilleriyle kalabalık bir cemaat karşıladı. Törene, dönemin heyet-i vükelâ (bakanlar kurulu) üyeleri, saray ve mabeyin görevlileri, en-derunlular, asker ve polis kıtaları, din adamları ve kalabalık bir cemaat katıldı. Namazı Eyüb Sultan Camii'nde kılındı.
Ölümüne düşürülen tarih şudur: Çâr-yâr imdâd idi visal Udi bugün / Rûh-i pâki Âdile Sultân-ı cennetmekâ-nm (Hicri 1316).
L
ADİLE SULTAN KASRI
82
83
ÂDİLE SULTAN SARAYI
makla birlikte duygu yönüyle samimidir. Büyük atası Kanuni Sultan Süleyman'ın (Muhibbi) divanını bastırmıştır. Kendi divanı basılmamışım Nüshaları Topkapı Sarayı, Üniversite ve Millet kü-tüphanelerindedir.
Bibi. Topkapı Sarayı Arşivi E. 29, 608, 630, 3544, 8389; D. 972, 1963, 7809, 7963, 8171 no'lu belgeler (düğünü, nikâhı, çeyizi ve sarayı ile ilgili); İnal, Türk Şairleri, I; Tarih-i Lûtft, VIII, 24 vd; Ergun, Türk Şairleri, I; Ulu-çay, Padişahların Kadınları; G. Oransay, Osmanlı Devletinde Kim Kimdi? I Osmano-ğullan, Ankara, 1969; A. Osmanoğlu, Babam Sultan Abdülhamid (Hatıralarım), ist., 1986, 98 vd; Tanır Olgun, "Adile Sultan", Islam-Türk Ansiklopedisi, I, ist., 1943; Leylâ Saz, "Saray ve Harem Hatıraları", Yeni Tarih Dergisi, no. 2; S. Mümtaz, Tarihimizde Hayâl Olmuş Hakikatler, s. 161-463; H. Şehsüvar-oğlu, "Âdile Sultan", Resimli Tarih Mecmuası, no. 26, Şubat 1952; Elif Naci, "Türk Sarayında Müstesna Bir Prenses Adile Sultan", Hayat Tarih Mecmuası, I, no. 10 (1965).
NECDET SAKAOĞLU
ÂDİLE SULTAN KASRI
Üsküdar Koşuyolu'nda, Milli Eğitim Bakanlığı Validebağı Sağlık Tesisleri içinde bulunmaktadır. Kasrın geniş bahçesinde yine Sultan Abdülaziz tarafından yaptırılmış bir av köşkü vardır. •
Diğer pek çok saray ve köşk gibi cumhuriyetin kuruluşundan sonra Milli Eğitim Bakanlığı'nın kullanımına geçen Âdile Sultan Kasrı, önce Darüleytam (Yetimler Yurdu) olarak kullanılmış; 1927 yılında çocuk prevantoryumu olarak yeniden düzenlenmiştir. Halen öğ-retmenevi olarak kullanılmaktadır.
Kasır, Sultan Abdülaziz tarafından küçük kız kardeşi Âdile Sultan(->) için 1270/1853 yılında yaptırılmıştır. Niko-ğos Balyan'ın tasarladığı düşünülen kasır, yükseltilmiş bir bodrum kat üzerine iki katlı kagir bir yapıdır.
Yapı, dikdörtgen biçiminde ve dikdörtgenin orta eksenlerine göre iki yönde de simetrik olan bir plana sahiptir. Plan, 19. yy İstanbul konak, saray, vb büyük konutlarının orta sofalı şemasından geliştirilmiş görünmektedir. Dikdörtgenin eksenlerinin kesiştiği noktada, birinci ve ikinci katlarda birer büyük orta sofa-salon bulunmaktadır. Bu orta sofa-salon, dört yönde eyvan benzeri yan mekânlarla genişletilmiş bir çekirdek mekândır. Uzun eksen üzerinde orta sofanın bir ucunda merdiven, diğer ucunda ise geleneksel başoda gibi düşünülebilecek bir salon vardır. Köşelere yerleştirilmiş birer büyük ve dört küçük (muhtemelen servis hacimleri olan) oda, bu simetrik düzenli planı tamamlar. Planın geleneksel kurguyu da kullanan bu klasik geometrisi, dönemin birçok yapısında kullanılan ve Balyan atölyesini karakterize eden bir modeli tanımlamaktadır.
Yapıya dikdörtgenin kısa ekseni üzerindeki kapılardan ve her iki taraftan da girilmektedir. Çift kollu görkemli merdivenlerle ulaşılan giriş, ayrıca vurgulan-mamıştır. Giriş, her iki tarafta da orta
Dostları ilə paylaş: |