I u n d e n bugüN



Yüklə 7,14 Mb.
səhifə43/129
tarix09.01.2019
ölçüsü7,14 Mb.
#94242
1   ...   39   40   41   42   43   44   45   46   ...   129

Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 262-265; Par-doe, Bosphorus, 12-13; Grosvenor, Constan-tinople, I, 84; M. Koman, Eyüp Sultan Loti Kahvesi ve Çevresi, İst., 1966, s. 5; Demiriz, Türbeler, 16; S. Eyice, "Haliç Sırtlarında Perişan Bir Türbe: Yok Olmaktan Kurtarmak", istanbul, S. 5 (Nisan 1993), 66-68.

YILDIZ DEMİRİZ



ALÂEDDİN BEY

(1844, ? - 1887, İstanbul) Sülüs ve nesih hattatı. Muzıka-i Hümayun'da esvab emini ve sağ kolağası idi. Hat sanatında hocası ünlü hattat Kazasker Mustafa İzzet Efendi'nin(->) usta öğrencilerinden biri olan Şefik Bey'dir. Şefik Seyfi Bey, Ab-dülaziz'in mabeyincilerinden Gözügüzel Hakkı Bey, Şekercizade Hüseyin ve Çen-gelköylü Sahhaf Besim Efendi de Alâeddin Bey'in tanınmış öğrencilerindendir.

Alâeddin Bey'in İstanbul'daki eserleri arasında Yıldız'da Orhaniye Camii'ndeki yazı ve levhalarla Beşiktaş'ta Sinan Paşa Camii'nin pencereleri üstündeki esmâ-i hüsna (Tann'nın güzel isimleri) yazıları zikredilebilir. Alâeddin Bey sülüste ve nesihte Hafız Osman, celi sülüste Şefik



177

ALÂEDDİN MESCİDİ VE TEKKESİ 176

Bey ve onun üstadı Kazasker Mustafa İzzet Efendi yolundadır. BibL İnal, Son Hattatlar, 39; Rado, Hattatlar, 226.

ALİ ALPARSLAN

ALÂEDDİN MESCİDİ VE TEKKESİ

Fatih İlçesi'nde, Aksaray'da, Sofular Ma-hallesi'nde, Molla Hüsrev Sokağı'nda bulunmaktadır.

Halvetîliğin Sünbülî kolunu tesis eden Şeyh Yusuf Sünbül Sinan (Sünbül Efendi) (ö. 1529) halifelerinden Kefeli Şeyh Aiâeddin Ali Efendi (ö. 1562) tarafından 16. yy başlarında yaptırılmış, vakfiyesi 916 Cemâziyelevvelinin ortala-rı/1510'da düzenlenmiştir. İstanbul Kültür ve Sanat Ansiklopedisi 'nde bulunan ilgili madde de, C. S. Revnakoğlu'ndan naklen, Fatih Sultan Mehmed'in Okçu-başısı Sinan Ağa tarafından, adı geçen, şeyh için inşa ettirildiği yolunda bir kayıttan söz edilmektedir. Ancak, 9537 1546 tarihli Tahrir Defteri'nde, "Mahal-le-i Mescid-i Mevlânâ Hüsrev" bölümünde yer alan, 1820 no'lu ve "vakf-ı Zâviye-i Şeyh Alâüddin Halîfe" başlıklı vakfiye özetinde şeyh efendinin "vâkıf' olarak zikredilmesi yukarıdaki kaydı geçersiz kılmaktadır.

İstanbul'daki birçok tarikat yapısı gibi, bir mescit-tekke olan bu tesisin zaman içinde çeşitli onarım ve değişmeler geçirdiği tahmin edilebilir. Vezirazam Bayram Paşa'mn (ö. 1638), minber koydurmak suretiyle mescidi camie dönüştürdüğü bilinmektedir. Tekkelerin kapatılmasından sonra bakımsız kalan binalar ortadan kalkmış, boş kalan arsada, 1976 yılında, bu amaçla kurulan bir dernekle Vakıflar İdaresi'nin işbirliği sonucunda yeni bir cami inşa ettirilmiştir.

Halvetî-Sünbülî tarikatına bağlı olarak faaliyete geçen Aiâeddin Tekkesi 19. yy başlarında Celvetîliğe ve Sa'dîliğe intikal etmiş, aynı yüzyılın birinci çeyreğinde, bir müddet her iki tarikata birden hizmet etmiştir. Postuna geçen şeyhlerin listesi şöyledir: l)Kefeli Şeyh Aiâeddin Ali Efendi (ö. 1562); 2) Şeyh Abdi Çelebi Efendi; 3) Şeyh Mısrî Ömer Efendi (ö. 1658): Halvetîliğin Şemsî kolunu kuran Şeyh Şemseddin Sivasî'nin (ö. 1597) torunudur. 4) Şeyh Hamid Efendi; 5) Şeyh Mehmed Müstakim Efendi (ö. 1709); 6) Şeyh Feyzullah Efendi; 7) Şeyh el-Hac Mustafa Efendi (ö. 1735); 8) Şamîzade Kefeli Şeyh Seyyid Ahmed Efendi (ö. 1773); 9) Mudanyak Şeyh Yakub jEferıdi (ö. 1808); 10-11) Şeyh Mehmed Nured-din Efendi (ö. 1849) ile Şeyh Nizameddin Efendi (ö. 1822): İkisi de Yakub Efendi'nin oğlu olup birlikte posta geçmişlerdir. M. Nureddin Efendi Celvetî, Nizameddin Efendi ise Sa'dî tarikatından hilafet almıştır. 12) Saçlı Şeyh Mehmed Emin Efendi (ö. 1879), 13) Şeyh Mehmed Nizameddin Efendi (ö. 1888), 14) Şeyh Seyyid Halid Efendi (ö. 1916), 15) Şeyh Hoca Salih Nazım Efendi (ö. 1918),

16) Şeyh Ali Sıdkı (Kurtar) Efendi (ö. 20.11.1958). Aiâeddin Tekkesi'nde pazartesi günleri ayin icra edildiği, 1301/ 1885'te dördü erkek olmak üzere beş kişinin ikamet ettiği, Maliye Nezare-ti'nden günde 3 okka et, Kurban Bayramlarında da 7 tane kurban istihkakı olduğu bilinmektedir.

Aiâeddin Mescit-Tekkesi'nin bütün binaları tarihe karışmış, ancak çevre duvarlarının bir kısmı, avlu girişi, girişin yanındaki çeşme ve bazı yıkıntılar günümüze ulaşabilmiştir. Kesme küfeki taşı ile örülmüş, basık kemerli avlu girişinin üzerinde, sülüs hatlı, kelime-i tev-hidle başlayan ve baninin adım içeren tarihsiz bir kitabe bulunmaktadır. Kapının sağına bitişik olan çeşmede alt alta iki kitabe göze çarpar. Çeşmenin yapım tarihini (1246) veren alttaki kitabe, su mimarisinde kullanılan ayetleri içermekte ve sülüs hatla yapılmış değişik bir istif sergilemektedir. Rumi ve Hicri olarak onarım tarihini (Nisan 1312 ile Zilkade 1313), ayrıca Ahmed Hulusi Paşa ile eşi Nefise Hanım'ın isimlerini veren üstteki kitabe ise talik hatla yazılmıştır. Sağda, buna bitişik olarak yer aldığı bilinen diğer çeşme ortadan kalkmıştır, istanbul Ansiklopedisi'nde yer alan, A. B. Koçu'ya ait resimde görülebilen bu çeşmenin, enine gelişen oranlan ve sade cephe tasarımı ile bu çeşmenin ilk inşa döneminden (16. yy başlarından) kalma olduğu kabul edilebilir.

Arsanın kuzeybatı köşesinde hazire, güneybatı köşesinde, eski İstanbul'da "taş oda" denilen türden, almaşık duvarlı, tuğla beşik tonozlu, harap bir mekân, kuzeydoğu köşesinde de bir su haznesinin kalıntıları bulunmaktadır. Arsanın ortasında yer aldığı anlaşılan, günümüzde en ufak bir izi kalmamış



Alâeddin

Mescidi ve

Tekkesi

Erkin Emiroğlu, 1993

olan eski mescit-tevhidhanenin kagir duvarlı, ahşap çatılı iddiasız bir yapı olduğu tahmin edilebilir. Aşağı yukarı aynı yerde, 1976'da inşa edilmiş olan kagir duvarlı, ahşap çatılı yeni cami, tasarımı ile olduğu kadar ayrıntıları ile de Osmanlı mescitlerinin geleneğini sürdüren sevimli bir yapıdır. İki sıra tuğla ve bir sıra kesme taşla kaplanmış olan duvarlarda, klasik Osmanlı üslubundaki düzene uygun biçimde, iki sıra halinde pencereler açılmış, iki yandan sağır duvarlarla kapatılmış olan son cemaat yerinin sınırına, ahşap dikme görünümünde betonarme sütunlar, bunların üzerine, yine ahşap mimariden alınma yastıklar konmuş, son cemaat yerinin, ahşap kaplı tavanı harim bölümü ile birlikte aynı çatı altına alınmıştır.

Camiin en ilginç ayrıntısı, batı duvarında yer alan, benzerlerine birtakım klasik devir mescitlerinde rastlanılan, baca görünümlü şerefesiz minaredir. Camiin doğu yönüne inşa edilmiş olan yeni şadırvanda da klasik Osmanlı üslubunu yaşatma gayreti göze çarpar. Beyaz mermerden mamul sekizgen bir hazne, bunu kuşatan sekiz adet ince mermer sütun, bu sütunlara oturan, sekizgen piramit biçiminde, kurşun kaplı bir ahşap çatıdan meydana gelen şadırvan, ahenkli oranları ve özenli ayrıntıları ile dikkati çekmektedir.

Bibi. Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri, 312; Kut, Dergehnâme, 219; Çetin, Tekkeler, 584; Aynur, Saliha Sultan, 34, no. 15; Asitâne, 10; Ayvansarayî, Hadîka, I, 148; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, l, 72-73, no. 117; Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 10;- İhsaiyat, II, 20; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 49-50; ISTA, I, 575-576; Öz, istanbul Camileri, I, 21; IKSA, I, 581-582; H. K. Yılmaz, Azîz Mahmûd Hüdâyî ve Celvetiyye Tarikatı, İst., 1982, 284-285.

M. BAHA TANMAN

Allom'un deseninde Alay Köşkü, 19. yy.

ALAY KÖŞKÜ

Bugün Topkapı Sarayı olarak adlandırılan, Saray-ı Cedid'in (Yeni Saray) etrafını çeviren Sur-ı Sultani denilen duvarın bir köşesinde yer alan Alay Köşkü, esasında bir burcun üstünde inşa edilmiş olup, 18. yy'dan beri Sadaret makamı olan Babıâli'nin, evvelce yalnızca sadrazamların girip çıkmalarına mahsus olan ve şimdiki biçimini 19. yy'm ilk yarısında alan, geniş saçaklı Paşa Kapısı'nın tam karşısında bulunur. Saray surunun 90 derecelik bir dirsek teşkil ettiği köşedeki burç, diğerlerinden daha itinalı malzeme ile yapıldığı için daha Fatih zamanında da bir köşkü taşımak üzere tasarlandığı tahmin edilir. 16. yy'da burada ahşap bir köşk vardı. Bugünkü binanın pencere kemerlerinde bronz harflerle yazılan manzum kitabeye göre, II. Mahmûd tarafından daha önceki bir köşkün yerine 1225/1810 veya 12357 1819'da yaptırılmıştır. Keçecizade İzzed Molla tarafından yazılan bu tarihlerin ebcedinin çözümlemesinde değişik görüşler ortaya atılmakla beraber, noktalı harfleri toplamak suretiyle 1235 elde edilmiştir ki, genellikle kabul edilen de budur. Alay Köşkü'nün, açıkça Batı Avrupa üslubunda oluşu, bunun, kesin bir bilgi olmamakla beraber Kirkor Amira Balyan (1764-1831) tarafından yapılmış olabileceğini hatıra getirir.

Alay Köşkü, önünden geçen şehrin anacaddesinin kenarında olduğundan, padişahın bu caddeden geçit yapan alayları görmesi içindi. Bu yüzden burcun üzerinde taş konsollara dayanan çokgen ve yedi cephesi pencereli köşk, büyük tek salondan ibarettir. Arka ve yan tarafında değişik büyüklükte hizmet odaları vardır. Saray bahçesinden geniş bir rampa ile büyük sofaya ulaşılır. Köşkün üstünü, geniş saçaklı, soğan

biçiminde ve dilimli, kurşun kaplı bir külah örter. İçeride ise bu külahın kubbe halinde olduğu görülür. Köşkün dış yüzü ise mermer levhalarla kaplanmıştır. Köşkün yedi penceresinin üstlerindeki yayvan kemerler siyah mermer kaplanmış olup her birinde bir beyit olmak üzere bronz harflerle tarih manzumesi yazılmıştır. Pencerelerde evvelce altın yaldızlı oldukları anlaşılan dökme demir şebekeler vardır. Sofa ve esas salonun kubbe ve tavanı kalem işi nakışlarla bezenmiştir.

İsviçreli mimar Fossati kardeşlerin projesine göre, 1855'te Alay Köşkü ile Soğukçeşme Kapısı yanındaki burç arasına ve surun dışına bitişik olarak ilk Telgrafhane-i Âmire binası yapılarak, Dolmabahçe Sarayı'nın bir köşesinde yeni bir Alay Köşkü (Pembe Köşk) yapıldığından, artık fonksiyonunu kaybeden esas Alay Köşkü, telgrafhane nazırlarına makam olarak tahsis edilmiştir. Telgrafhane buradan çıktıktan ve cadde kenarındaki binası da yıkıldıktan sonra Alay Köşkü uzun süre boş durmuş, Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında Güzel Sanatlar Birliği'ne tahsis edilmiştir. Bir süre Eminönü Halkevi'nin oyun salonu ve 1945-1946'da İstanbul Eski Eser-

Alay Köşkü'nden bir ayrıntı. Bünyad Dinç

ALAYLAR

leri Tescil Bürosu olarak kullanılmıştır. 1938'de Topkapı Sarayı Müdürlüğü'ne bağlanan Alay Köşkü 1959-1960 yıllarında büyük ölçüde bir tamir geçirdiğinde bazı geç tarihlerde yapılmış ahşap katlar ve bölmeler kaldırılmıştır. Bir ara Topkapı Sarayı Müzesi'ne bağışlanan Kenan Özbel'in Halk Sanatları Koleksiyonu burada teşhir edilmiş, fakat sonra buradan alınmıştır.



Bibi. Topkapı Sarayı Müzesi Rehberi, İst., 1933, s. 19-20; (Konyalı), Abideler, 6-7; ISTA, II, 582-584; Koçu, Topkapu Sarayı, 22-28; Z. Orgun, "Alay Köşkü", Arkitekt, S. 309, (1962), s. 153-162; S. Eyice, "İstanbul'da ilk Telgrafhane-i Âmire'nin Projesi (1855)", TD, S. XXXIV (1984), s. 61-72.

SEMAVİ EYİCE



ALAYLAR ^u.

Resmi, dini, askeri ve folklorik nitelikli, halkın da izlediği törenler.



Bizans Dönemi

Bizans tarihi dinsel inanç ve törelerle pekiştirilmiş çok zengin bir tören yaşamına tanıktır. Bunların bir bölümü sarayda ve kiliselerde sınırlı ya da özel bir insan grubu için yapılan tören ve ayinlerdi. Diğer bir grubu ise kentin sokaklarında halkın katılımı ile yapılan (bir bakıma halkın katılımının özellikle istendiği) büyük alaylardır. Sıradan halkın düğün törenleri, cenaze merasimleri, lonca mensuplarının geçit alayları, ölüm mahkûmlarının siyaset meydanlarına götürülmesi, vahşi hayvanların sürücü ve bakıcılarıyla birlikte geçmeleri halkın ilgisini çekse de, Konstantinopolis'in yaşamına özellik kazandıran büyük toplumsal olgular içinde Hippodrom'daki yarışlar sayılmazsa özellikle imparatorun yaşamına ilişkin alaylar büyük önem taşır. Bunu dini nitelikli alaylar izler. Anılan törensel alayların ayrıntıları zaman içinde değişmiş ama nitelikleri aynı kalmıştır. Askeri zaferlerden sonra başkente dönüşte yapılan merasim ve alaylar (Latince trtumph, Yunanca riambos, ta epinikid) Bizans'a Roma'dan kalan geleneklerdir. Zafer alayının imparatorun yasal statüsünü pekiştiren bir tür referandum olduğu söylenebilir. İstanbul'da ilk yüzyıllarda putperestlik gelenekleri içinde yapılırken, 7. yy'dan sonra Hıristiyanlık öğeleri önem kazanmaya başlamıştır.

İmparatorun zafer dönüşü bir bayram gibi kutlanırdı. De Ceremonüs'de 872'de I. Basileios'un zafer alayı anlatılır. İmparator geceyi sur dışında manastırda geçirmiş, ertesi gün, oğlu ile birlikte, değerli taşlarla süslü beyaz atlara binmiş olarak Altın Kapı'dan(->) kente girmiş ve orada kentin valisi (Latince praefectus, Yunanca eparkos) tarafından karşılanmıştı. Mese(->) baştanbaşa re-vaklar, değerli kumaşlar ve çiçeklerle süslenmişti. Tezahürat yapan, alkışlayan ve çiçekler atan halkın arasında geçen kafileyi arkada Müslüman esirler ve ganimetlerle dolu arabalar izliyordu. Konstantinos Forumu'nda alay durmuş ve imparator bu forumdaki Meryem

ALAYLAR

178

179

ALAYLAR

İstanbul'da bir düğün alayı. Önde giden nahılı, çeyizi taşıyanlar takip ediyor. En arkada ise gelin arabası; Melling'in bir deseninden gravür, 18. yy. Voyage Pittoresque de Constantinople et deş rives du Bosphore, tıpkıbasım, 1969 TETTV Arşivi

(Teotokos) Kilisesfne girerek askeri elbiselerini değiştirmiş, ünlü kırmızı kaftanını (tunic) ve altın yaldızlı yeleğini giydikten sonra, kiliseden çıkıp yoluna devam ederek Augusteion'dan Ayasofya Kilisesi'ne gelmiş, kapıda patrik tarafından karşılanmış, Ayasofya'daki törenden sonra Büyük Saray'a geçmişti.

imparatorun başkentten ayrılışı (Latince profectio, Yunanca ta eksitirid) yine kilisede yapılan bir ayinle başlıyor ve halk imparatoru kent kapıları dışına kadar uğurluyordu. 972'de loannes Tzi-miskes savaşa giderken arkasında bir rahip ordusu ile önce çıplak ayakla saraydan Ayasofya'ya, oradan Ayvansa-ray'daki Meryem Kilisesi'ne (Teotokos ton Blahernon) gitmişti. Damlara kadar her yer tıklım tıklım insanla doluydu. İmparator rahiplerle birlikte yüksek sesle dualar okuyor, halk da onlara katılıyordu, imparatorun kente dönüşü ise (Latince adventus, Yunanca apantisis) büyük bir törendi. Bu törenin bütün ayrıntıları önemli bir devlet protokolü olarak belirlenirdi. Karşılama komitesinin seçimi, karşılama yapılacak yerin belirlenmesi, alkış ve tezahürat töreni, okunacak övgü ve şiirler, yakılacak kandil, meşale ve kokular, nihayet taç giyme töreni bu karşılamanın parçalarıydı. Kentte imparatora refakat etmek ve yürüyüş boyunca yapılacak şeyler de bütün ayrıntılarıyla saptanıyordu. Karşılama töreninden sonra Altın Kapı'dan alay kente girer, bir ünlü kilise ziyaret edilir ve saatlerce süren alay töreni Ayasofya ve Büyük Saray'da biterdi. Halkın katılımı imparatorun prestijini ortaya koyan bir gösterge idi. Nikeforos Fokas istanbul'a döndüğünde önce gemiyle Bakırköy'e (Hebdomon) inmiş, yaldızlı kırmızı kumaşlarla süslü beyaz bir ata binmiş, önünde altı sancak olduğu halde ve günün bütün sıcağına karşın yanmış meşaleler, trompetler, nekkareler, davullar eşliğinde Ayasofya'ya gelmişti. Halkın elinde küçük bayraklar ve meşaleler vardı. Bütün bu kalabalık imparatorla birlikte Ayasofya'ya girmişti. Nikeforos Fokas'ın atla kente girişini gösteren bir minyatür tarihçi loannes Skilit-zes'in Synopsis Historiarum adlı yazmasının Madrid'deki nüshasındaki minyatürler arasında yer alır.



De Ceremonüs'in birinci kitabında o sırada temel öğeleri iyice belirlenmiş olan imparator gezintilerinin (Latince prokensos, Yunanca proeleusis) (Osmanlılarda biniş) ayrıntıları açıklanmıştır. Büyük yortularda kentin dini statüsü yüksek kiliselerini ve onlardaki kutlu eşyaları (?« leipsand) ziyaret için alaylar düzenlenirdi. Alayların yolları, duraklan zaman zaman değişmiştir. Genel olarak imparatorun geçtiği yollar donatılır, durak noktalarında yeşiller ya da maviler (bak. Maviler, Yeşiller) ve eufemia denilen bağırma ve alkışlama içeren tezahüratla (ki bu bazen protestoya da dönüşebilirdi) imparatoru karşılardı. İmparatorun bu binişler dolayısıyla özel olarak

giyeceği elbiseler, bütün ayrıntılarıyla ilgili memurlar tarafından düzenlenirdi. İzleyiciler yolun iki tarafına dizilir ve eğer bir dilekleri varsa, imparatorun önüne yazılı dilekçeler atarlardı, imparatorların kent içi gezilerinde durdukları ya da geçtikleri yerleri belirten yol programlan, kentin Bizans dönemi topografyasını saptamak açısından tarihçiler için temel verilerden birini oluşturmuştur.

Din şehitlerinin, sonlan da büyük din adamları ile azizlerin naaşlarının, ya da Kudüs'te mezarlarından çıkarılarak büyük kentlere, bu arada istanbul'a getirilmiş kemiklerinin ve kutsal eşyaların bir kiliseden bir başkasına taşınması da önemli bir alay türüydü. Bu taşıma törenleri bir bayram havasına bürünür, kilise takvimlerinde özel bir yer alırlardı ve Bizans sokak yaşamının sürekli gösterileriydi. Bazıları her hafta olurdu. Örneğin, Meryem'in başörtüsünün -ki Konstantinopolis'in Palladium'u kabul edilirdi- saklandığı Blaherna bölgesindeki Meryem Kilisesi'nden (Teotokos ton Blahernon) Ayasofya yakınındaki Halkoprateia Kilisesi'ne kadar uzanan alay her cuma günü yapılırdı. Patrik ve imparator, törene beyazlar giymiş, meşaleler ve kandiller taşıyan halkla birlikte katılırdı. Azizin ikonu bir kişi tarafından taşınır, arkasında kalabalık bir rahip grubu dualar söyleyerek onu izler, halk da bunların arkasında ve etrafında büyük bir coşku ile yürürdü. Bizans sanatında törensel alaylara ilişkin sahneler resimlenmiştir. Örneğin, 6 yy'a ait bir fildişi plakada, iki atlı bir arabada dizlerinde kutsal eşya kutusunu taşıyan patrik, atları dizginlerinden tutan bir yüksek memur, onların önünde yürüyen üç kişi, onları karşılayan bir Basileus -ve etraflarında alayı seyreden kadın, erkek

İstanbul'da

ilk zafer alayı:

Fatih'in törenle

kente girişi.

F. Zonaro'nun

tablosundan

ayrıntı, 1908,

Doîmabahçe

Sarayı


Ara Güler

fotoğraf arşivi

karışık bir grup insan resmedilmiştir. Düğünlerde, kilisedeki törenden sonra, müzik ve şarkılarla yola çıkan düğün alayında gelinin arkasında nedimeler gelirdi. Alay damadın evinde sona ererdi. Genellikle düğün alayı gece yapılır ve meşale taşıyanlar yollan aydınlatırlardı. Cenaze alayları (kideid) Türk dönemindekinden çok farklı değildi. Cenaze evde yıkanıp ölü beyaz ketenden kefene sarıldıktan ve evde eşin dostun ziyareti tamamlandıktan sonra sandukayı mezarlığa götürenler buhurlar ve meşaleler yakarlardı.



Bibi. De Ceremoniis L Kitap; L. Brehier, le Monde Byzantine, III, civüisation byzantine, Paris, 1970, s. 84-85; M. Mc. Cormick, Eter-nal Victory, Triumphal Rulership in Late An-Hquity, Byzantium and the Early Medieval West, Cambridge, 1986; Dictionaıy of Byzantium, ilgili maddeler; Janin, Constantinople byzantine; Janin, Eglises et monasteres; Mordtmann, Esquisse.

DOĞAN KUBAN Osmanlı Dönemi

Osmanlı döneminde İstanbul'da yapılan resmi, dini, askeri ve folklorik nitelikli, halkın izleyebildiği törenlerdi. Padişahın katıldığı alaylara "selamlık alayı", "alay-ı hümayun" denirdi. Geçit törenlerine "alay gösterme", işkollarının gösterilerine "esnaf alayı", sefere çıkış törenlerine "alay-ı azîm" vb adlar veriliyordu.

Bizans imparatorluk geleneklerinde önemli bir yer tutan törenler, bu devletle komşuluk ilişkisi olan Selçuklu ve Osmanlı devletlerini de etkiledi: Grekçe "allagion" (maiyet askeri) sözcüğünden Türkçeleşen alay deyimi ise tören anlamında kullanıldı.

istanbul'un fethinden (1453) sonra, kentsel birçok gelenek arasında yeni bazı törenler daha alaylar kapsamında pro-

tokole girdi. Kuşkusuz bu törenlerin çoğu, istanbul'un kuruluşundan beri, yönetim biçimlerine ve inançlara uyarlanarak koaınagelmişti. Kentin alınışı ile Osmanlı Devleti ilk kez büyük bir kültür ve ticaret merkezine kavuşurken buradaki uygarlık birikimleri de Türk ve islam gelenekleri ile bağdaştmlabildiği oranda korundu. Cülus (tahta çıkma) töreni ve bahşişi, alkış ve alaylar bunlardandır.

Osmanlılar döneminde İstanbul'da düzenlenen ilk büyük alay, fethin ertesi günü (30 Mayıs 1453) II. Mehmed'in (Fatih) İstanbul'a girişi münasebetiyle yapılan zafer alayıdır. Bu alayda ve 20 gün sonra Fatih'in Edirne'ye dönüşünde, soylu Rum kadın ve kızları, yol boyunca karşılıklı dizilerek padişahı ve maiyetini alkışlamışlardı. Fatih Kanunnamesi ile de İstanbul'da yapılacak alayların ilkeleri ve protokolü ilk kez belirlendi. Örneğin, daha önce, yalın bir dinsel görev niteliğinde algılanan iki bayram (Ramazan ve Kurban) için, sarayın ve padişahın olanca görkemini ve gücünü dışa yansıtıcı programlar öngörüldü. Alay geleneğinin istanbul'da giderek yerleşmesi ve başka birçok etkinliği de kapsamına alması ise 16. yy'dadır. Bu süreç 17. ve 18. yy'larda birtakım yenilik ve değişikliklerle devam etmiştir.

istanbul alayları arasında önceliği, sonraları selamlık resm-i âlisi de denen, her hafta cuma günleri yinelenen selamlık alayı(->), kutsal gün ve gecelerde yapılan mevlid alayı(->) alıyordu. Padişahlar, haftada bir kez, mevkib-i hümayun denen görkemli tören birlikleri ile saraydan bir camie giderek cuma nama-

zı kılmayı aksatmamaya özen gösterirlerdi. Yılda iki kez bayram alayı(->), ramazan ayının 15. günü Hırka-i Saadet ziyareti, tahta çıkan padişahın Eyüb Sultan Türbesi'nde kılıç kuşanması için düzenlenen kılıç alayı(->), kutsal gün ve gecelerde yapılan mevlid alayı ve kadir alayı(-0, her yıl receb ayının 12. günü düzenlenen Surre alayı(-0, sancak-ı şe-j rifin saraydan çıkartılıp savaşa giden sadrazama teslimi için düzenlenen tören, İstanbul'dan Edirne'ye ya da sefere gidiş, seferden dönüş törenleri, odağı padişah olan, dini, askeri ve siyasi amaçlı büyük alaylardı. Bunlar, niteliklerine göre farklı kadroların katılımı ile uygulanır, İstanbul halkının da izlemesi için önlemler alınırdı.

Bu asıl alaylardan başka, İstanbul'a gelen elçiler, verilen izin uyarınca alay gösterirler, gerektiğinde elçilerin yukarıda sözü edilen alayları izlemelerine de olanak verilirdi. Tahta çıkan padişahın annesinin valide sultan olarak Eski Saray'dan Yeni Saray'a (Topkapı) törenle gelişinde valide alayı, padişah kızının veya kız kardeşinin evlenip damat sarayına gidişinde cihaz alayı ve gelin ala-yı(-0, padişahın çocuğu doğduğunda beşik alayı(->), ölen padişah için cenaze alayı(->) düzenleniyordu. Bunlar, resmi yönü ikinci sırada kalan özel törenlerdi.

Üçüncü düzeydeki alaylar, halkı daha az ilgilendirirdi. Bunlardan bazıları alay-ı yevm-i sâlis denen, bayramın 3. günü sadrazamın törenle Eyüb Sultan Camii'ne namaza gitmesi, yeni sadrazamı ziyaretler, çıkma denen yöntemle saraydan ayrılıp dış göreve giden silah-

jrünüyor.

dar, rikabdar ağalar için düzenlenen törenler ile yeniçerilerin baklava alayı(-0 gibi kısa programlı alaylardı.

Alayların ilginç bir gösterisi de "al-kış"tı. Son dönemlerde "alkıç" da denen bu gelenek, alkışlama değil, dua idi. Alayın türüne göre bir alkışçıbaşının yönettiği alkışçılar korosu, belirli noktalarda, örneğin padişah atına binerken, attan inerken, camiden çıkarken, "Aleyke avnullah, uğrun açık olsun ikbâlin ef-zun, padişahım devletinle bin yaşa!"; "Maşallah, mağrur olma padişahım senden büyük Allah var!"; "Uğrun hayır ola, yaşın uzun ola, Hak tealâ, Efendimize ömürler vere. Devletinle bin yaşa!" vb duaları yinelerdi. Her cuma günü selamlık alayı, yılda iki kez bayram, birer kez Hırka-i Saadet ve mevlid alayı, sık sık yinelenen elçilik ve beşik alayları, esnaf kesiminin organize ettiği esnaf alayları ile çocukların okula başlamalarında düzenlenen âmin alayı(->), bir yılın ortalama 1/5'ini renklendirdi.

Kuşkusuz alayların ortak akılcı bir amacı, İstanbul'un kozmopolit toplumunu bu tür renkli ve oyalayıcı gösterilerle gerilimlerden uzak tutmaktı. Buna bağlı olarak başkent halkının nabzı alaylarla kontrol edilebiliyordu. Coşku düzeyi, padişah ve yönetim için bir bakıma kamuoyu yoklaması yapma olanağı vermekteydi. Bu nedenle de alayları çok sayıda insanın izlemesi önlemleri alınırdı. Örneğin, cuma selamlıklarında, sarayla padişahın gideceği cami arasında izlenecek güzergâhtan ilkin, hasodalılar biri sorguçlu öteki sorguçsuz iki sarık götürürler, bununla halka kortejin geçe-


Yüklə 7,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   39   40   41   42   43   44   45   46   ...   129




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin