ARİF BEY
302
303
ARİFE DİVANI
R İ
D İ
R
N
Hicrî 1207 - Milâdî 1793 Ramazanı arifesinde III. Selimin katıldığı tören
"Cuma günü yevm-i arife olmağla Cuma namazını eda içün Ayasofya-yı Kebiri teşrif edib namazdan sonra Topkapu Sarayı'na döndü. Traş olub abdest tazeledikten sonra Hırka-i Şerif Odası'nı teşrif eyleyüb ikindi namazını eda etti. Sonra devletin eski geleneklerinden olan arife divanı içün Arz Odasını teşrif ve arife merasimi icra edildikten sonra Silahdarağa Yeri'ni şereflendirdi. Mehterhane ve ağaların merasimlerini ve tomak oyununu temaşa eyleyüb paralar saçtırt-dı. Akşama kadar eğlenüb iftar için iffet-saray-ı şahanelerini (harem) teşrif buyurdular."
Sırkâtibi Ahmed Efendi, Ruznâme (haz. V. S. Arıkan), Ankara, 1993, s. 125
Hicrî 1227 - Milâdî 1812 Ramazanı arifesinde II. Mahmud'un katıldığı tören
"Arife günü Padişah Yalı Köşkü'ne gelip buradan Hırka-i Şerife geçti. Sünnet Odası'nda saltanat kisvesiyle ve cemaatle birlikte ikindi namazını kıldı. Ka-nun-ı kadim üzere Arzodası'na geçti. Hasodalı Ağalar, üsküfîü kaftanlar giymiş olarak Babüssaade'nin iç kapısına dizilip törene katıldılar. Arzodası dışına kurulmuş sedefli tahta padişah oturunca davullar çalındı. Divan çavuşları aleyke avnullah duasını göklere çıkardılar. Taşra mehterleri de beş on dakika kadar kös vurdular. Bayram, âleme ilân edildi. Padişah Arzodası'na geçti. İmamlar hatipler huzuruna çıkıp aşir okudular. Bitince Silahdar Köşkü'ne geçildi. Üç Odanın (Kiler, Sefer, Hazine) ağaları takiye fesleri ile acaib kıyafette huzura dizildiler. Çuhadar Ağa da Silahdar Ağanın hediyesi olan ata binib dolaştı. Sonra ağalar tomak oynadılar. Padişah bunlara altın, Silahdar Ağa ise gümüş paralar dağıttılar. Herkes odalarına döndü. Padişah da iftar için Mustafa Paşa Köşkü'nü teşrif etti." Hafız Hızır İlyas Ağa, Tarih-i Enderun - Letâif-i Enderun, (Çev. C. Kayra) İst., 1987, s. 70
Arif Bey Türk musikisinde çığır açmış bir bestekârdır. Şarkı formunu yeni bir anlaşıyla işlemiş, musiki bilgisinin sınırlılığına rağmen ünü zamanının bütün bestekârlarını aşmıştır.
Hanendeliğindeki ustalığı da, onun her zaman aranan bir musikici olmasını sağlamıştır. Arif Bey çok verimli bir bestekârdı. Bir gecede sekiz şarkı besteleyebiliyordu. Abdülaziz'in verdiği bir güfteyi yedi ayrı makam ve usulde bestelemiştir. 1873'te Mecmua-i Arifi adlı bir güfte mecmuası yayımlamıştır. Kür-dilihicazkâr makamını terkip etmiş, mü-semmen usulünü düzenlemiştir. Arif Bey'den sonra bu makam ve usulde birçok eser verilmiştir. Arif Bey, Kanuni Mehmed Bey, Mustafa Servet Efendi, Zati Arca, Levon Hancıyan, Lem'i Atlı, Bimen Şen ve Şevki Bey gibi birçok öğrenci yetiştirmiştir.
Dede Efendi'den sonra, saramda yaygın olan Batı müziğine karşı, Arif Bey'in "şarkı" formuyla Türk musikisini ayakta tuttuğu görülür. Yüzyıllardır birinci planda bulunan kâr, beste, semai gibi beste şekillerinin yerini şarkı formuna bırakması büyük bir değişimdir. Geçmişte de kullanılan şarkı formu, Arif Beyle gerçek kurallarını bulmuş, şekilde kesinlik kazanmıştın Sonraki bestekârların hemen hepsi, Arif Bey'in açtığı bu yolda şarkılar bestelemişlerdir.
Hacı Arif Bey, binden fazla eser bestelemiştir. Bugün elimizde dini ve dindışı formlarda üç yüz seksen dolayında eseri bulunmaktadır. Nihavend "Bakmıyor çeşm-i siyah feryade", "Vücud ikliminin sultanısın sen", "Ben bûy-i vefa bekleriken suy-i çemenden"; mahur "Gösterip ağyare lütfün bizlere bigânesin"; muhayyer "İltimas etmeye yâre varınız" çok sevilen ve sık sık okunan yüzlerce şarkısından birkaçıdır. Bibi. Y. Öztuna, Hacı Arif Bey, Ankara, 1986; S. Y. Ataman, Mehmed Sadi Bey, Ankara, 1987; înal, Hoş Şada.
FATiH SALGIR
ARİF BEY (Çarşambalı)
(?, İstanbul - 1892, İstanbul) Sülüs, celi sülüs, nesih ve talik hattatı, istanbul'da Çarşamba semtinde oturduğu için "Çarşambalı" unvanıyla anılırdı. Uzun yıllar Maliye Nezareti Mektubi Kalemi'nde çalışan Arif Bey, sülüs ve nesihi, Haşim Efendi'den(->); taliki Sami Efendi(-0 ile ismail Hakkı (Kıbrısîzade) Efendi'den meşk etti. Sonraları Ali Haydar Bey'e(->) devam edince, bunu duyan Sami Efen-di'nin Arif Beyi "Ben, hocamı ölünceye kadar bırakmadım ve çok feyz aldım" sözleriyle tenkit ettiği söylenir.
Çifte yazı (oynak yazı veya müsenna yazı da denir) yazmakta, ustaydı. Bir başka özelliği de, imzasız yazıların kime ait olduğunu anlamasıydı.
Yazdığı Kuran ve Delâil-i Hayrat nesihte usta olduğunu gösterir. Yalnız bu Kuran'ın iki cüzüne hareke koymaya ve sonuna imza atmaya ömrü yetmemiştir.
Talik ile de uğraşan hattat bu yazıda Yesarîzade Mustafa izzet, .sülüs ve nesihte Hafız Osman, celi sülüste de Mustafa Rakım ekolüne bağlıdır. Eserleri pek yaygın değildir.
Bibi. inal. Son Hattatlar, 49-53; Rado, Hattatlar. 226-227; U. Derman, Hattat "Hacı Arifler, İst., 1965.
istanbul
ARİF DEDE TEKKESİ
bak. KAPIAĞASI MESCİDİ VE TEKKESİ
ARİF EFENDİ (Kethüdazade)
(l 771, İstanbul - 28 Şubat 1849, İstanbul) Tanzimat öncesi İstanbul'unda ilmiye sınıfından olmasına rağmen yeniliğe açık görüşleriyle dikkati çekmiş bir kişidir.
Dedesi Yusuf Ağa III. Selimin annesi Mihrişah Valide Sultan'ın kethüdasıydı. Bu görevi dolayısıyla padişahın yakın çevresinde bulunmuş ve Nizam-ı Cedid hareketinin de destekleyicileri arasında yer almıştı. Yusuf Ağa bu tutumun bedelini III. Selimin tahttan indirilmesinden (1807) sonra idam edilerek ödemişti. Babası Mehmed Sadık Efendi (1747-1818) ise ilmiye sınıfındandı. Medrese . öğrenimi görmüş, kadılıklarda bulunmuş, Rumeli kazaskerliğine kadar yükselmişti.
Arif Efendi de babası gibi medrese öğrenimi gördü. 1795'te imtihanla müderris oldu. Ama bununla yetinmeyerek dönemin tanınmış müderrislerinden riyaziye (matematik), hey'et (astronomi), felsefe, mekanik, edebiyat, tasavvuf gibi alanlarda özel dersler aldı. Tıp ve musikiyle de ilgilendi. 1822'de Halep kadılığına atandı. 1832'de Bursa kadısı oldu. 1836'da Mekke, 1838'de de istanbul payesini aldı. 1847'de Anadolu kazaskerliği payesine yükseldi.
Arif Efendi ilmiye sınıfındaki bozulmayı yakından bildiği için Halep kadılığı dışında fiilen görev yapmamış, 1824'ten ölümüne kadar istanbul'da bulunduğu sürede özel dersler vererek birçok öğrenci yetiştirmiştir. Bu arada Beşiktaş Cemiyet-i Ilmiyesi(->) üyesi olduğu için 1826'da yeniçeriliğin kaldırılması olayında Bektaşilikle suçlanmışsa da hayatına dokunulmamıştır.
Arif Efendi Tanzimat öncesi dönemde yeniliğe açık düşünceleri ve davranışlarıyla dikkati çekmiştir. Osmanlı Devleti'nin kurumsal yapısındaki çözülmenin ardındaki zihniyeti eleştirmiş, Batı'nın bilim, eğitim ve teknoloji alanındaki ilerlemelerini övmüş, bunların mutlaka örnek alınmasını savunmuş, sarığı ve cüppesiyle kiliselere giderek, yabancıların balo davetlerine katılarak taassuba meydan okumuştur. Arif Efen-di'nin hayatından sayfalar, çeşitli konular, olaylar ve gelişmeler karşısında sergilediği davranışlar öğrencilerinden Emin Efendi'nin yazdığı Menahıb-ı Kethüdazade (ist., 1877; 2. bas., İst., 1888) adlı kitapta ayrıntılı biçimde aktarılmış-
tır. Şiirlerinin bir bölümü de ölümünden sonra öğrencisi Ahmed Tevhid Efendi tarafından derlenip Divan-ı Kethüdazade Arif adıyla yayımlanmıştır (İst. 1855).
Bibi. Sicill-i Osmanî, II, 248; ae, III, 273; ae, IV, 668-669; Fatin Davud, Tezkire-i Hâtime-tü'l-Es'ar, İst., 1271, s. 261-262; Ergun, Türk Şairleri, I, 66-69; İnal, Türk Şairleri, 16-20; İ. H. Uzunçarşılı, "Nizam-ı Cedid Ricalinden Valide Sultan Kethüdası Meşhur Yusuf Ağa ve Kethüdazade Arif Efendi", Belleten, no. 79, 1956; E. İnsanoğlu, "19. Asrın Başlarında -Tanzimat Öncesi- Kültür ve Eğitim Hayatı ve Beşiktaş Cemiyet-i İlmiyesi Olarak Bilinen Ulemâ Grubunun Buradaki Yeri", Osmanlı İlmî ve Meslekî Cemiyetleri, İst., 1987.
İSTANBUL
ARİF EFENDİ (Bakkal)
(1830, Filibe [bugün Bulgaristan'da] -17 Eylül 1909, İstanbul) Sülüs, nesih hattatı. Emîr Şeyhi diye bilinen Süleyman Efendi'nin oğludur. Ataları, I. Mu-rad zamanında ordu şeyhi olarak Filibe'nin alınışından sonra buraya yerleşmişti. Arif Efendi'nin tam adı el-Hac Ahmed Arif Efendi'dir. Yazılarında bazen El-hac ve Seyyid kelimeleriyle birlikte Ahmed adını da kullanırdı. Medrese eğitimini Filibe'de yaptığı sırada Yürüyüş Camii hatibi hattat Hafız İsmail Efendi'den yazı öğrenerek icazetname aldı. Genç yaşında hacca gittikten sonra 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında istanbul'a geldi ve Saraçhanebaşı'nda bir bakkal dükkânı açtı. Bir yandan da yazı ile meşgul oldu. Kayınbiraderi hattat Hulusi Efendi'nin yardımıyla ünlü hattat Şevki Efendi'ye müracaat etti. On öğrenciden başkasına ders vermeyen Şevki Efendi, Arif Efendi'nin yazılarını görünce "O tahdit senin gibiler için değil" diyerek kendisini çıraklığa kabul etti. Arif Efendi 40 yaşından sonra, kendisinden bir yaş büyük olan Şevki Efendi'den aldığı dersler sayesinde terakki ederek 1884'te ikinci icazetnamesini aldı. Bir hilye olan icazetname Topkapı Sarayı Müzesi'ndedir.
Arif Efendi, açılan imtihanı kazandıktan sonra Nuruosmaniye Camii Vakfı yazı hocalığına başlayınca dükkânını kapatarak zamanını tamamıyla yazıya ayırdı. Haftada iki gün ders vererek öğrenci yetiştirdi. Hastalanıncaya kadar kalemi elinden bırakmadı. Çabuk ve tashihsiz yazmasıyla ün salmıştı. Kabri Edirnekapı Mezarlığı'ndadır.
Arif Efendi sülüs ve nesih hatla çok sayıda meşk, kıt'a, hilye, murakka, ev-rad, delâil ve levha kaleme almıştır. Şevket Rado, Türk Hattatları adlı eserinde, hattatın Kuran yazdığından bahsedilmemiş olmasına rağmen, yazılış tarihi belli olmayan "es-Seyyid el-Hac Ahmed Arif" imzalı bir Kuran gördüğünü ve bunun ona ait olabileceğim bildirir. Yazdığı delâilden biri Medine Kütüpha-nesi'ne hediye edilmiştir. Biri de Mısır Hıdivi İsmail Paşa'nın oğlu Hüseyin Kâmil Paşa için yazılmıştır, istanbul'da Şehzade Camii'nin Vefa tarafındaki kapısı üstündeki besmelesi pek meşhur-
dur. Sami Efendi, öğrencisi hattat Nec-meddin Efendi'ye (Okyay) "Dünya kurulalı böyle celi bir besmele yazılmamıştır" demiştir.
"Bakkal" veya "Filibeli" lakaplarıyla anılan Arif Efendi hem çok yazmış hem de çok öğrenci yetiştirmiştir. Öğrencisi Küçük Hamdi Efendi (Yazır), Sami Efendi'nin şu sözlerini nakletmiştir: "Arif Efendi yazmıştır. Yazıları içinde öylesi vardır ki bakılmaz; öylesi vardır ki yazılmaz". Yetiştirdiği öğrenciler arasında Hamdi Efendi (Yazır), Şeyh Abdü-laziz, Fetva Emini Nuri Efendi oğlu Re-biî Molla, Kayserili Abdülkadir, Harbiye Nezareti memurlarından Re'fet, Nec-meddin Okyay, Osman Ağa Camii hatibi Abdülkadir ve oğlu Mustafa Rakım en tanınmışlarıdır.
Arif Efendi, sülüs ve nesihte Hafız Osman, celi sülüste Mustafa Rakım ekolünü takip etmiştir.
Bibi. İnal, Son Hattatlar, 54-57; Rado, Hattatlar, 238-239; U. Derman, Hattat "Hacı Arifler, İst., 1965.
ALİ ALPARSLAN
ARİF HİKMET BEY
(?, Yugoslavya - 13 Kasım 1918, İstanbul) Sülüs ve nesih hattatı. Hafız Ham-za Efendi'nin oğludur. Genç yaşta İstanbul'a geldi. Bir süre Enderun'da bulundu. Hattat Bakkal Arif Efendi'den(->) sülüs ve nesih yazı meşk etti. Bir süre Matbaa-i Âmire hattatlığında bulundu. Sonraları Kahramanzade Ham'nda açtığı yazıevinde isteyenlere yazı yazdı; 19l4'te açılan Medresetü'l-Hattatin'in müdürlüğüne tayin edildi. Burada da fazla kalmayan hattat, Babıâli Cadde-si'nde "Yazı Yurdu" adında bir yer açtı ve serbest hattat olarak çalıştı. 1918'de veremden öldü. Mezarı Sümbül Efendi Camii haziresindedir.
Arif Hikmet Bey, birinci sınıf bir hattat değildir. Bununla birlikte kartvizit kompozisyonlarında maharet gösterdiğine şüphe yoktur. Kendi icadı olan ve harfleri sümbülü andırdığı için hatt-ı sünbülî (sünbül yazısı) olarak adlandırdığı yazı türü dolayısıyla tenkide uğramıştı. Yazıda yenilikçi olduğu anlaşılan Arif Hikmet Beyin eserleri yaygın değildir.
Bibi. İnal, Son Hattatlar, 58-62; Rado, Hattatlar, 249; M. Z.^Kuşoğlu, "Osmanlı Kartvizitleri ve Hattat Arif Hikmet Bey", İlgi, no. 46, Ağustos 1986, s. 31-35.
ALİ ALPARSLAN
ARİFE DİVANI
Arife muayedesi, arife merasimi de denmiştir. Osmanlılar döneminde İstanbul'da Ramazan ve Kurban bayramları arifelerinde yapılan törenlerdi. Bu törenlerle İstanbul halkı başka bir havaya girer, çarşı pazar hareketlenir, saray ve yönetim açısından da bayramın törensel yükünün bir bölümü arife günlerinde yerine getirilirdi.
Tevkiî Abdurrahman Paşa Kanunnamesi ile vekayiname ve ruznameler-
deki bilgilere göre "tehniye-i iydiye" de- ] nen bayram kutlamaları, Ramazanın 27. \ günü başlamakta ve bayram günleri bo- j yunca sürmekteydi. Kurban Bayramı i öncesinde de üç gün süreyle benzeri törenler yineleniyordu. Amaç, başkent halkını bayram heyecanı ile hareketlendirmek ayrıca padişahın ve devlet adamlarının bayram günlerindeki tebrik , kabullerini bir oranda azaltmaktı.
Ramazanda arife törenleri 27. gün başlardı. O gün şeyhülislam tören giysisi ve maiyetiyle Paşakapısı'na gelir, re-isülküttab, mektupçu, teşrifatçı, selam ağası, muhzır ağa ve Paşakapısı erkâ-nınca törenle karşılanırdı. Divanhane önünde sadrazam binektaşma kadar ilerler, buradan birlikte yürüyerek içeri girer ve yaklaşan bayram nedeniyle teb-rikleşirlerdi. Sadaret Arzodası'ndaki baş başa görüşmelerinde her ikisi de törene özgü kavuk ve sarıklarını çıkartıp adi destar ve küçük tepeli ile otururlardı. Bu sırada salonda gülsuyu serpilip buhurdan dolaştırılır, ramazan olması nedeniyle ikramda bulunulmazdı. Aynı gün ve izleyen 28., 29. günlerde ise vezirler, emekli vezirler, ilmiye sınıfı ricali, ocak ağalan, kazaskerler, selatin şeyhleri (büyük camilerin vaizleri), sarayın ve Paşakapısı'mn üst düzey görevlileri, örneğin şikâr ağalan, mirahur ağa, kapıcı-başı, mir-i alem vakıf mütevellileri, âsi-tane denen büyük dergâhların şeyhleri, sırayla sadrazamı, şeyhülislamı, vezirleri ziyaret ve tebrik görevini yerine getirirlerdi. Bu üç gün boyunca süren ziyaret ve kutlamalarla İstanbul'daki protokole dahil kişilerin kendi aralarındaki bayramlaşmaları tamamlanmış olur, yal-
nızca bayram sabahı sarayda yapılması gelenek olan muayede resm-i hümayunu kalırdı. Böylece herkesin bayram süresince kendi evinde ya da konağında bayram yapabilmesi olanağı sağlanmış olmaktaydı.
Arife divanı ise ramazanın son günü olan arifede ve Kurban Bayramı arifesinde saraya özgü özel bir törendi. Bu törenin dışa yansıyan, mehterhanenin nöbetler çalması, Boğaz'dan toplar atılması, gece de ışıklandırma yapılması vb uygulamaları, istanbullulara bayramın resmen başladığını duyururdu. Arife günü, saraydan başka hiçbir yerde tören yapılmaz, ancak çarşı pazar, canlı ve kalabalık bir gün yaşardı.
Arife divanının 16-17. yy'lardaki protokollerinin ve törensel yönünün değişiklikler gösterdiği saptanmaktadır. Örneğin Divan-ı Hümayun'un işlevini koruduğu dönemlerde (17. vy'ın ikinci yarısına değin) bu tören ağırlıklı olarak Kubbealtı'nda yapılmaktaydı. O gün öğle namazından sonra çavuşbaşı ve Divan-ı Hümayun çavuşları, resmi giysili olarak ve ellerinde uzun asaları bulunduğu halde Divanhane'de, Adi Köşkü'ne karşı saf dururlar; dışarıda Mehterhane yerini alırdı. Has Ahır'dan getirilen padişahın atları, çok süslü rantları ve üniformalı binicileri (ahır saraçları) ile arkada bir sıra oluştururlardı. İkindi ezanı okunduktan sonra Fatiha ile tören başlar, Mehterhane nöbetler çalar, fasıl aralarında çavuşlar "aleyke avnullah!" diyerek alkış yaparlar; en son bir çavuş dua eder, âmin denir, Fatiha'yla dış tören sona ererdi. Bu sırada Enderun'da padişahın katıldığı asıl arife muayedesi
L_
ARİF BEY
302
303
ARİFE DİVANI
R İ
D İ
R
N
Hicrî 1207 - Milâdî 1793 Ramazanı arifesinde III. Selimin katıldığı tören
"Cuma günü yevm-i arife olmağla Cuma namazını eda içün Ayasofya-yı Kebiri teşrif edib namazdan sonra Topkapu Sarayı'na döndü. Traş olub abdest tazeledikten sonra Hırka-i Şerif Odası'nı teşrif eyleyüb ikindi namazını eda etti. Sonra devletin eski geleneklerinden olan arife divanı içün Arz Odasını teşrif ve arife merasimi icra edildikten sonra Silahdarağa Yeri'ni şereflendirdi. Mehterhane ve ağaların merasimlerini ve tomak oyununu temaşa eyleyüb paralar saçtırt-dı. Akşama kadar eğlenüb iftar için iffet-saray-ı şahanelerini (harem) teşrif buyurdular."
Sırkâtibi Ahmed Efendi, Ruznâme (haz. V. S. Arıkan), Ankara, 1993, s. 125
Hicrî 1227 - Milâdî 1812 Ramazanı arifesinde II. Mahmud'un katıldığı tören
"Arife günü Padişah Yalı Köşkü'ne gelip buradan Hırka-i Şerife geçti. Sünnet Odası'nda saltanat kisvesiyle ve cemaatle birlikte ikindi namazını kıldı. Ka-nun-ı kadim üzere Arzodası'na geçti. Hasodalı Ağalar, üsküflü kaftanlar giymiş olarak Babüssaade'nin iç kapısına dizilip törene katıldılar. Arzodası dışına kurulmuş sedefli tahta padişah oturunca davullar çalındı. Divan çavuşları aleyke avnullah duasını göklere çıkardılar. Taşra mehterleri de beş on dakika kadar kös vurdular. Bayram, âleme ilân edildi. Padişah Arzodası'na geçti. İmamlar hatipler huzuruna çıkıp aşir okudular. Bitince Silahdar Köşkü'ne geçildi. Üç Odanın (Kiler, Sefer, Hazine) ağalan takiye fesleri ile acaib kıyafette huzura dizildiler. Çuhadar Ağa da Silahdar Ağanın hediyesi olan ata binib dolaştı. Sonra ağalar tomak oynadılar. Padişah bunlara altın, Silahdar Ağa ise gümüş paralar dağıttılar. Herkes odalarına döndü. Padişah da iftar için Mustafa Paşa Köşkü'nü teşrif etti." Hafız Hızır İlyas Ağa, Tarih-i Enderun - Letâif-i Enderun, (Çev. C. Kayra) İst., 1987, s. 70
Arif Bey Türk musikisinde çığır açmış bir bestekârdır. Şarkı formunu yeni bir anlaşıyla işlemiş, musiki bilgisinin sınırlılığına rağmen ünü zamanının bütün bestekârlarım aşmıştır.
Hanendeliğindeki ustalığı da, onun her zaman aranan bir musikici olmasını sağlamıştır. Arif Bey çok verimli bir bestekârdı. Bir gecede sekiz şarkı besteleyebiliyordu. Abdülaziz'in verdiği bir güfteyi yedi ayrı makam ve usulde bestelemiştir. 1873'te Mecmua-i Arifi adlı bir güfte mecmuası yayımlamıştır. Kür-dilihicazkâr makamını terkip etmiş, mü-semmen usulünü düzenlemiştir. Arif Bey'den sonra bu makam ve usulde birçok eser verilmiştir. Arif Bey, Kanuni Mehmed Bey, Mustafa Servet Efendi, Zati Arca, Levon Hancıyan, Lem'i Atlı, Bimen Şen ve Şevki Bey gibi birçok öğrenci yetiştirmiştir.
Dede Efendi'den sonra, sarayda yaygın olan Batı müziğine karşı, Arif Bey'in "şarkı" formuyla Türk musikisini ayakta tuttuğu görülür. Yüzyıllardır birinci planda bulunan kâr, beste, semai gibi beste şekillerinin yerini şarkı formuna bırakması büyük bir değişimdir. Geçmişte de kullanılan şarkı formu, Arif Bey'le gerçek kurallarını bulmuş, şekilde kesinlik kazanmıştır. Sonraki bestekârların hemen hepsi, Arif Bey'in açtığı bu yolda şarkılar bestelemişlerdir.
Hacı Arif Bey, binden fazla eser bestelemiştir. Bugün elimizde dini ve dindışı formlarda üç yüz seksen dolayında eseri bulunmaktadır. Nihavend "Bakmıyor çeşm-i siyah feryade", "Vücud ikliminin sultanısın sen", "Ben bûy-i vefa bekleriken suy-i çemenden"; mahur "Gösterip ağyare lütfün bizlere bigânesin"; muhayyer "iltimas etmeye yâre varınız" çok sevilen ve sık sık okunan yüzlerce şarkısından birkaçıdır. Bibi. Y. Öztuna, Hacı Arif Bey, Ankara, 1986; S. Y. Ataman, Mehmed Sadi Bey, Ankara, 1987; inal, Hoş Şada.
FATİH SALGIR
ARİF BEY (Çarşambalı)
(?, istanbul - 1892, İstanbul) Sülüs, celi sülüs, nesih ve talik hattatı, istanbul'da Çarşamba semtinde oturduğu için "Çarşambalı" unvanıyla anılırdı. Uzun yıllar Maliye Nezareti Mektubi Kalemi'nde çalışan Arif Bey, sülüs ve nesihi, Haşim Efendi'den(-0; taliki Sami Efendi(-0 ile ismail Hakkı (Kıbrısîzade) Efendi'den meşk etti. Sonraları Ali Haydar Bey'e(->) devam edince, bunu duyan Sami Efen-di'nin Arif Beyi "Ben, hocamı ölünceye kadar bırakmadım ve çok feyz aldım" sözleriyle tenkit ettiği söylenir.
Çifte yazı (oynak yazı veya müsenna yazı da denir) yazmakta ustaydı. Bir başka özelliği de, imzasız yazıların kime ait olduğunu anlamasıydı.
Yazdığı Kuran ve Delâil-i Hayrat nesihte usta olduğunu gösterir. Yalnız bu Kuran'ın iki cüzüne hareke koymaya ve sonuna imza atmaya ömrü yetmemiştir.
Talik ile de uğraşan hattat bu yazıda Yesarîzade Mustafa İzzet, .sülüs ve nesihte Hafız Osman, celi sülüste de Mustafa Rakım ekolüne bağlıdır. Eserleri pek yaygın değildir.
Bibi. İnal, Son Hattatlar, 49-53; Rado, Hattatlar, 226-227; U. Derman, Hattat "Hacı Arifler, İst., 1965.
İSTANBUL
ARİF DEDE TEKKESİ
bak. KAPIAĞASI MESCİDİ VE TEKKESİ
ARİF EFENDİ (Kethüdazade)
(l 771, İstanbul - 28 Şubat 1849, istanbul) Tanzimat öncesi İstanbul'unda ilmiye sınıfından olmasına rağmen yeniliğe açık görüşleriyle dikkati çekmiş bir kişidir.
Dedesi Yusuf Ağa III. Selimin annesi Mihrişah Valide Sultan'ın kethüdasıydı. Bu görevi dolayısıyla padişahın yakın çevresinde bulunmuş ve Nizam-ı Cedid hareketinin de destekleyicileri arasında yer almıştı. Yusuf Ağa bu tutumun bedelini III. Selimin tahttan indirilmesinden (1807) sonra idam edilerek ödemişti. Babası Mehmed Sadık Efendi (1747-1818) ise ilmiye sınıfındandı. Medrese öğrenimi görmüş, kadılıklarda bulunmuş, Rumeli kazaskerliğine kadar yükselmişti.
Arif Efendi de babası gibi medrese öğrenimi gördü. 1795'te imtihanla müderris oldu. Ama bununla yetinmeyerek dönemin tanınmış müderrislerinden riyaziye (matematik), hey'et (astronomi), felsefe, mekanik, edebiyat, tasavvuf gibi alanlarda özel dersler aldı. Tıp ve musikiyle de ilgilendi. 1822'de Halep kadılığına atandı. 1832'de Bursa kadısı oldu. 1836'da Mekke, 1838'de de İstanbul payesini aldı. 1847'de Anadolu kazaskerliği payesine yükseldi.
Arif Efendi ilmiye sınıfındaki bozulmayı yakından bildiği için Halep kadılığı dışında fiilen görev yapmamış, 1824'ten ölümüne kadar İstanbul'da bulunduğu sürede özel dersler vererek birçok öğrenci yetiştirmiştir. Bu arada Beşiktaş Cemiyet-i îlmiyesi(-0 üyesi olduğu için 1826'da yeniçeriliğin kaldırılması olayında Bektaşilikle suçlanmışsa da hayatına dokunulmamıştır.
Arif Efendi Tanzimat öncesi dönemde yeniliğe açık düşünceleri ve davranışlarıyla dikkati çekmiştir. Osmanlı Devleti'nin kurumsal yapısındaki çözülmenin ardındaki zihniyeti eleştirmiş, Batı'nın bilim, eğitim ve teknoloji alanındaki ilerlemelerini övmüş, bunların mutlaka örnek alınmasını savunmuş, sarığı ve cüppesiyle kiliselere giderek, yabancıların balo davetlerine katılarak taassuba meydan okumuştur. Arif Efen-di'nin hayatından sayfalar, çeşitli konular, olaylar ve gelişmeler karşısında sergilediği davranışlar öğrencilerinden Emin Efendi'nin yazdığı Menakıb-ı Kethüdazade (İst., 1877; 2. bas., İst., 1888) adlı kitapta ayrıntılı biçimde aktarılmış-
tır. Şiirlerinin bir bölümü de ölümünden sonra öğrencisi Ahmed Tevhid Efendi tarafından derlenip Divan-ı Kethüdazade Arif adiyiz yayımlanmıştır (İst. 1855).
Bibi. Sicill-i Osmanî, II, 248; ae, III, 273; ae, IV, 668-669; Fatin Davud, Tezkire-i Hâtime-tü'l-Eş'ar. İst., 1271, s. 261-262; Ergun, Türk Şairleri, I, 66-69; inal, Türk Şairleri, 16-20; İ. H. Uzunçarşılı, "Nizam-ı Cedid Ricalinden Valide Sultan Kethüdası Meşhur Yusuf Ağa ve Kethüdazade Arif Efendi", Belleten, no. 79, 1956; E. insanoğlu, "19. Asrın Başlarında -Tanzimat Öncesi- Kültür ve Eğitim Hayatı ve Beşiktaş Cemiyet-i İlmiyesi Olarak Bilinen Ulemâ Grubunun Buradaki Yeri", Osmanlı İlmî ve Meslekî Cemiyetleri, ist., 1987.
İSTANBUL
ARİF EFENDİ (Bakkal)
(1830, Filibe [bugün Bulgaristan'da] -17 Eylül 1909, istanbul) Sülüs, nesih hattatı. Emîr Şeyhi diye bilinen Süleyman Efendi'nin oğludur. Ataları, I. Mu-rad zamanında ordu şeyhi olarak Filibe'nin alınışından sonra buraya yerleşmişti. Arif Efendi'nin tam adı el-Hac Ahmed Arif Efendi'dir. Yazılarında bazen El-hac ve Seyyid kelimeleriyle birlikte Ahmed adını da kullanırdı. Medrese eğitimini Filibe'de yaptığı sırada Yürüyüş Camii hatibi hattat Hafız İsmail Efendi'den yazı öğrenerek icazetname aldı. Genç yaşında hacca gittikten sonra 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında İstanbul'a geldi ve Saraçhanebaşı'nda bir bakkal dükkânı açtı. Bir yandan da yazı ile meşgul oldu. Kayınbiraderi hattat Hulusi Efendi'nin yardımıyla ünlü hattat Şevki Efendi'ye müracaat etti. On öğrenciden başkasına ders vermeyen Şevki Efendi, Arif Efendi'nin yazılarını görünce "O tahdit senin gibiler için değil" diyerek kendisini çıraklığa kabul etti. Arif Efendi 40 yaşından sonra, kendisinden bir yaş büyük olan Şevki Efendi'den aldığı dersler sayesinde terakki ederek 1884'te ikinci icazetnamesini aldı. Bir hilye olan icazetname Topkapı Sarayı Müzesi'ndedir.
Arif Efendi, açılan imtihanı kazandıktan sonra Nuruosmaniye Camii Vakfı yazı hocalığına başlayınca dükkânını kapatarak zamanını tamamıyla yazıya ayırdı. Haftada iki gün ders vererek öğrenci yetiştirdi. Hastalanmcaya kadar kalemi elinden bırakmadı. Çabuk ve tashihsiz yazmasıyla ün salmıştı. Kabri Edirnekapı Mezarlığı'ndadır.
Arif Efendi sülüs ve nesih hatla çok sayıda meşk, kıt'a, hilye, murakka, ev-rad, delâil ve levha kaleme almıştır. Şevket Rado, Türk Hattatları adlı eserinde, hattatın Kuran yazdığından bahsedilmemiş olmasına rağmen, yazılış tarihi belli olmayan "es-Seyyid el-Hac Ahmed Arif" imzalı bir Kuran gördüğünü ve bunun ona ait olabileceğini bildirir. Yazdığı delâilden biri Medine Kütüpha-nesi'ne hediye edilmiştir. Biri de Mısır Hıdivi İsmail Paşa'nın oğlu Hüseyin Kâmil Paşa için yazılmıştır. İstanbul'da Şehzade Camii'nin Vefa tarafındaki kapısı üstündeki besmelesi pek meşhur-
dur. Sami Efendi, öğrencisi hattat Nec-meddin Efendi'ye (Okyay) "Dünya kurulalı böyle celi bir besmele yazılmamıştır" demiştir.
"Bakkal" veya "Filibeli" lakaplarıyla anılan Arif Efendi hem çok yazmış hem de çok öğrenci yetiştirmiştir. Öğrencisi Küçük Hamdi Efendi (Yazır), Sami Efendi'nin şu sözlerini nakletmiştir: "Arif Efendi yazmıştır. Yazıları içinde öylesi vardır ki bakılmaz; öylesi vardır ki yazılmaz". Yetiştirdiği öğrenciler arasında Hamdi Efendi (Yazır), Şeyh Abdü-laziz, Fetva Emini Nuri Efendi oğlu Re-biî Molla, Kayserili Abdülkadir, Harbiye Nezareti memurlarından Re'fet, Nec-meddin Okyay, Osman Ağa Camii hatibi Abdülkadir ve oğlu Mustafa Rakım en tanınmışlarıdır.
Arif Efendi, sülüs ve nesihte Hafız Osman, celi sülüste Mustafa Rakım ekolünü takip etmiştir.
Dostları ilə paylaş: |