I u n d e n bugüN



Yüklə 7,14 Mb.
səhifə88/129
tarix09.01.2019
ölçüsü7,14 Mb.
#94242
1   ...   84   85   86   87   88   89   90   91   ...   129

ÂŞİR EFENDİ KÜTÜPHANESİ

368

369

AŞİRET MEKTEBİ

Recaî Efendi atandı. O gün yapılan konuşmalarda da Osmanlı feodal topluluklarının hanedan gençlerini az çok bir genel kültürle donatıp İslamiyetin yüce ve bağlayıcı esaslarını ve Türkçeyi öğretmenin din ve kamu görevi olduğu vurgulandı. Dörder beşer gelmeye baş-

mukarnas konsollu sivri tromplar, dışardan on iki köşeli bir kasnakla desteklenmiştir. Yapının kuzeybatı ve kuzeydoğu köşeleri pahlanmıştır.

Türbenin basık kemerli girişi doğu duvarında olup bu yöndeki avluya açılır. Avluyu sınırlayan ve cadde boyunca uzanan kesme taş örgülü duvarda, dikdörtgen açıklıklı, demir parmaklıklı pencerelerle basık kemerli bir dış kapı bulunmaktadır. Asıl türbenin kuzey, batı ve doğu cephelerinde, klasik düzende, iki sıra halinde düzenlenmiş altışar pencere vardır. Bunların ayrıntıları, daha önce değinilen cami pencereleri ile aynıdır. Güneydoğu köşesindeki alt pencere yerini türbe girişine terk etmiştir. Âşıkpaşazade'ye ait ahşap sanduka mekânın güney kesiminde, iki türbe bölümünü bağlayan üçgen alanın sınırında yer alır. Bu bölümde Âşıkpaşazade'den başka, herhalde neslinden gelen dokuz kişi daha gömülüdür. Ne var ki bu yapı da, İstanbul'daki birçok türbenin akıbetine uğramış, 1925'te türbeler kapatıldığında, ahşap sandukaların başuçlarında duran, kitabe niteliğindeki levhalar kaldırılmış, geriye kalan kabir izlerinin kimlere ait olduğunu kanıtlayacak hiçbir belge kalmamıştır. Kubbe eteğinde, bazı parçaları hâlâ görülebilen, barok üsluptaki siyah renkli kalem işlerinin, caminin onarıldığı 1783'e ait olması muhtemeldir. Tromplarla kubbe arasında yer alan küçük pandantiflerin yüzeyinde, yuvarlak çerçeveler içinde, istifli sülüsle yazılmış "esmâ-i hüsnâ" da (yâ Sultân, yâ Sübhân, yâ Gaffar vb) geç döneme ait olmalıdır. Pandantiflerden bazılarında, türbenin inşa edildiği döneme ait küçük parçalar halinde günümüze intikal edebilmiş, stilize bitki motiflerim içeren kalem işi izleri seçilmektedir.

Türbenin iki bölümü arasında bulunan üçgen planlı birimin cadde üzerindeki cephesine üçlü bir pencere grubu yerleştirilmiştir. Ziyaret penceresi niteliğinde olan ortadaki açıklık, köşelerinde sütunçelerin yer aldığı sığ bir nişin içine alınmış, hafifletme kemerinin aynası, geometrik taksimatlı bir mermer şebeke ile kapatılmış, üzerine de küçük bir tepe penceresi oturtulmuştur. Ayrıca nişin içine, ziyaretçilerin içeriyi görebilmeleri için basamaklar konmuştur. Padişah ve rical türbelerinde hemen hiç görülmeyen, veli türbelerine özgü bir ayrıntı olan bu tür pencerelerin istanbul'daki en erken tarihli örneklerinden birisi bu olmaktadır.

Güneybatıdaki ufak bölümde Meh-med Çelebi'nin mermer şahideli kabrinden başka, külliyeye zengin bir vakıfla katkıda bulunmuş olan Fatma Sultan'a ait olduğu rivayet edilen, levhası ve sandukası bulunmayan bir mezar daha teşhis edilmektedir. Fatma Sultan'ın Bursa'da gömülü olduğu bilindiğinden, bu rivayetin tarihi gerçeklere uymadığı ya da bağlı bulunduğu bu tekkede kendisine bir makam kabri yapıldığı ileri sürülebilir. Basık bir kemerle üçgen

planlı birime açılan küçük türbenin caddeye bakan iki penceresi, diğer yön-lerdeki duvarlarında da ikişer dolap nişi bulunmaktadır.

Seyyid Velayet Türbesi: Kare planlı (18x18 m) ve kubbeli olan Seyyid Velayet Türbesi, malzeme ve mimari ayrıntı bakımından Âşıkpaşazade Türbesi ile aynı özellikleri paylaşmaktadır. Basık kemerli bir kapıdan türbenin doğusundaki avluya, buradan da, aynı tür bir kapıyla türbeye girilmektedir. Beyaz mermerden sövelerle çerçevelenmiş olan avlu kapısının üzerinde, yan yana iki kartuş içinde, istifli sülüsle yazılmış "reseme Ali el-ma-ruf bi-Kanîzade" imzalı, Seyyid Vela-yet'in ayrıcalıklı kişiliğini vurgulayan Arapça bir kitabe bulunmaktadır. Kuzey duvarı sağır bırakılmış, bu duvara üç adet dolap yerleştirilmiş, diğerleri, iki sıralı altışar pencere ile donatılmıştır.

Türbede, Seyyid Velayet'in, son yıllarda acemice onarılmış sıvalı lahtinden başka on iki kabir daha bulunmaktadır. Bunlardan birisi eşi Rabia Hatun'a, bir diğeri de neslinden gelen şeyhlerden Said Efendi'ye aittir. Sandukalarından ve kitabe levhalarından soyutlanmış olan diğer on kabrin kimlere ait olduğunu bilen yoktur.



Hazireler: Âşık Paşa Külliyesi'nde biri Seyyid Velayet Türbesi'nin batısında diğeri cami ile Âşıkpaşazade Türbesi'nin arasında yer alan iki hazire adası bulunmaktadır. Seyyid Velayet Türbe-si'ne komşu olan hazire adası kesme taş örgülü bir çevre duvarı ile kuşatılmış, bu duvar dikdörtgen açıklıklı ve demir parmaklıklı pencerelerle donatılmıştır.

Seyyid Velayet Türbesi'ne bitişik, basık bir kemerli kapıdan girilen bu hazire bölümünde ulemadan ve devlet ricalinden birçok kimsenin, tasarım açısından ilginç mezarları bulunmaktadır. Çevre duvarındaki bazı pencereler, ha-zirede gömülü olan kimselere ait kitabelerle taçlandırılarak ziyaret penceresi durumuna getirilmiştir.



Çeşme: Kesme küfeki taşıyla örülmüş olan çeşme caminin çevre duvarı üzerinde, Seyyid Velayet Türbesi'ne komşu olan hazirenin karşısında bulunmaktadır. Klasik üsluba uygun oranları ve ayrıntıları ile dikkati çeken çeşmenin cephesi silmelerle çerçevelenmiş, sivri kemerin üzengi hizasında yer alan yatay bir silme ile de cephe ikiye ayrılmıştır. Biri kemerin kilit taşında, dördü de yanlarında olmak üzere toplam beş adet rozet kabartması, ayrıca ufak servi kabartmaları çeşmenin süsleme unsurlarını oluşturur.

Bibi. Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri, 273-278; Ayvansarayî, Hadîka, I, 153-155; ay, Mecmuâ-i Tevârih, 109, 126, 145, 275-276; Çetin, Tekkeler, 585; Âsitâne, 5; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, I, 54-55, no. 79; İhsaiyat II, 19; Tanışık, istanbul Çeşmeleri, I, 14; Ay-verdi, Mahalleler, 37; "Âjıkpaşa Camii ve Âşıkpaşazade Türbesi", "Âşıkpaşazade Çeşmesi", ISTA, II (1959), 1148-1151; Öz, İstanbul Camileri, I, 24; Cezar, Yangınlar, 335, 364; Müller-Wiener, Bildlexikon, 369-370,

519; İ. Tütüncü, "Âşık Paşa Külliyesi", istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk İslam Sanatı Anabilim Dalı basılmamış lisans tezi, 1982; S. Eyice, "Âşık Paşa Camii", DİA, IV, 3-5; E. Mitchell, "Âşık Paşa Çeşmesi'nin Gizli Tarihi", ÎT, 90 (Haziran 1991), 44-49; Fatih Camileri, 59-60, 271, 315, 351, 360.

M. BAHA TANMAN

ÂŞİR EFENDİ KÜTÜPHANESİ

Bahçekapı'da, Âşir Efendi ve Sultanha-mam caddelerinin birleştiği köşededir.

I. Mahmud'un reisülküttablarından Mustafa Efendi, Bahçekapı'da kendi adına bir kütüphane kurmak istemiş ve bu amaçla 1741 ve 1747'de iki ayrı vakfiye düzenleyerek 1237 kitabını vakfetmiştir. Ancak 1749'da vefat etmesi üzerine yarım kalan bu kütüphane projesini, oğlu Şeyhülislam Mustafa Âşir Efendi (ö. 1804) yeniden ele alarak, babasının düzenlediği vakfiyede bazı küçük değişiklikler yapmak suretiyle gerçekleştirmiştir.

Kütüphanenin kitap koleksiyonu önce Reisülküttab Mustafa Efendi'nin bağışıyla oluşmuş ve bunu Şeyhülislam Âşir Efendi, Rumeli Kazaskeri Hafîd Efendi, Kasidecizade Süleyman Sırrı Efendi ile Mehmed Bahaeddin Efendi'nin bağışları izlemiştir. Bu koleksiyon, 1914'te Sul-tanselim'deki Medresetü'l-Mütehassi-sin'e, daha sonra 1918'de Süleymaniye Kütüphanesi'ne nakledilerek "Reisülküttab Mustafa Efendi" ve "Âşir Efendi" bölümlerinde toplanmıştır.

Âşir Efendi Kütüphanesi, iki katlı olup dış cephesi taş ve tuğla şeritlerle örülmüştür. Yaklaşık 11x14 m ebatların-daki binanın ikinci katında yer alan ve taş konsollar üzerine oturtulan çıkma şeklindeki okuma salonu güzel mimarisi ile dikkat çeker.

Bugüne kadar bitişiğindeki han ile birlikte tam bir rölevesi yapılmayan kütüphanenin yalnızca planı yayımlanmıştır. Bu plana göre, merdivenle çıkılan üst katta "L" şeklindeki koridora açılan bir kitap deposu ve yanında iki küçük mekân vardır. Koridorun diğer ucundaki okuma salonu ise iki sütunla ayrılmış üç bölümlü bir girişle bu hole açılır. Bu üç bölmeden ortadaki kubbeli olup yanlardakiler çapraz tonozlarla örtülüdür. Ana koridorun ucundaki küçük hücre ise büyük ihtimalle hela olarak kullanılmaktaydı. Altındaki kumaş mağazasının deposu olan okuma odasının tavan tonozundaki çiçekli kalem işi nakışlar, üzerleri boya ile örtüldüğü halde, 1960'lara kadar görülebiliyordu.

Âşir Efendi ve ailesinin mezarları, kütüphanenin taşınması sırasında Molla Gürânî Camii haziresine nakledilmiş ve boşaltılan kütüphane dükkân olarak kiraya verilmiştir.

Bibi. Ş. N. Bayraktar, "Âşirefendi Kütüphanesi", ISTA, II, 1154-1155; Unsal, Kütüphaneler, 101; İ. E. Erünsal, Türk Kütüphaneleri Tarihi, II, Ankara, 1988, s". 120-121; ay, "Âşir Efendi Kütüphanesi", DİA, IV, 8; S. Eyice, "Âşir Efendi Kütüphanesi", DİA, IV, 8-9.

SEMAVİ EYİCE



AŞİRET MEKTEBİ

Aşiret Mekteb-i Hümayunu da denmiştir. II. Abdülhamid'in isteğiyle kurulmuş ve 1894-1907 arasında açık kalmıştır.

Osmanlı ulusçuluğu ya da Osmanlı topraklarında yaşayanları İslamiyet ülküsü ve padişahın kutsal kişiliği çevresinde bütünleştirme çabası Tanzimat döneminin (1839-1876) sonlarına doğru ortaya çıktı. Bu düşünceye dolaylı yoldan da olsa hizmeti amaçlayan girişimlerden teki, 1864'te Silahşoran-ı Hassa örgütü içinde, özel bir zadegan ve aşiret birliğinin kurulmasıdır. Abdülaziz (hd 1861-1876) bu girişimle, uzak bölgelerdeki etkili aşiretlerin hanedan gençlerini İstanbul'a getirtmek ve kendi özel hassa birlikleri arasında bir çeşit rehin tutmak, ayrıca bu gençlere saltanata bağlılık duygusu aşılamak istemişti. Bu özel bölük, II. Abdülhamid'in (hd 1876-1909) tahta çıktığı sırada, saray muhafız birlikleri arasındaki yerini korumaktaydı.

II. Abdülhamid, biraz daha farklı bir yaklaşımla 1886'da, Arap aşiret reislerinin ve şeyhlerinin yetişkin çocuklarını Harbiye Mektebi'ne aldırttı. Hicaz, Yemen ve Trablusgarp eyaletlerinden seçilerek getirtilen 48 genç, Harbiye'deki üç yıllık eğitimden sonra mülazım (teğmen) rütbesiyle ve padişahın fahri yaveri sanını da taşıyarak memleketlerine gönderildiler. Ancak bu uygulama, askeri okulların yeniden örgütlenişiyle aynı yıllara rastladığı gibi Harbiye'de Arap gençlerinin okumasını istemeyen etkili çevrelerden de tepki gördü. II. Abdülhamid, yeni bir düşünceyle askeri danışmanlarından Osman Nuri Paşa'ya bir layiha hazırlaması direktifini verdi. 9 Haziran 1308/22 Haziran 1892 tarihli layihada özetle Arap topluluklarının geçimsizliğinin ve devlete karşı olumsuz tavırlarının bilgisizlikten kaynaklandığı, bunun giderilmesinin ise ancak eğitimle mümkün olabileceği, bu maksatla İstanbul'da bir aşiret mektebi açılmasının yerinde olacağı vurgulanıyordu. Layihada, önerilen okul için bir ders programı da düzenlenmişti. Bundan beş gün sonra 27 Haziran 1892'de de Aşiret Mektebi Nizamnamesi yayımlandı. Ayrıca Beşiktaş'ta Akaretler'deki uygun binalar da bu okula tahsis edildi. Daha ilginç olarak da nizamnamede okulun her türlü masrafının devletçe karşılanacağı ve yatılı olacağı belirtilmişken tüm giderleri Darüşşafaka'ya yüklendi. İlgili valilere yazılan ivedi buyruklarla Halep, Şam, Bağdat, Basra, Musul, Zor, Kudüs, Di-yarbekir, Trablusgarb ve Bingazi sancaklarından dörder, Yemen ve Hicaz bölgelerinden de beşer (toplam 50) aşiret soylusu gencin, yaşlan 12-16 arasında, sağlıklı ve zeki olmak koşulu ile seçilip gönderilmeleri istendi.

Henüz İstanbul'a hiçbir aday gelmeden, 3 Ekim 1892 günü sembolik bir açılış töreni düzenlendi. Okul müdürlüğüne Mülkiye Mektebi Müdür Muavini

Aşiret Mekteb-i Hümayunu'nun Akaretler'deki ilk binası. Abdullah Biraderlerin bir fotoğrafı.

Ş. TeknvG. A. Tekin (Editör), "Imperial Self-Poıtrait: The Sultan Abdül Hamid IFs Photographic Âlbums", Journal of Turkish Studies / Türklük Bilgisi Araştırmalım, c. 12, 1988

layan gençler, belirlenen kadro tamamlanıncaya değin Mülkiye Mektebi'nde konuk öğrenci olarak barındırıldılar. Bu arada, II. Abdülhamid'in bir iradesiyle Kabataş'taki Esma Sultan Sarayı tahsis edildi. Okulda derslere 14 Eylül 1894'te başlandı. Sonraki yıllarda da 50'şer öğ-

Aşiret Mektebi öğrencileri toplu halde. Abdullah Biraderlerin bir fotoğrafı.

Ş. Tekin-G. A. Tekin (Editör), "Imperial Self-Portrait The Sultan Abdül Hamid II's Photographic Âlbums", Journal of



Turkish Stııdies/Türklük Bilgisi Araştırmaları, c. 12, 1988

ÂŞİYAN


370

371


ÂŞİYAN

hendese, hıfzıssmha, usul-i defterî, ayak talimi (yürüyüş) dersleri de sonraki sınıflarda ekleniyordu.

Okul kadrosunda müdür, müdür muavini, muhasebeci, dahiliye müdürü, kâtipler, doktor, eczacı, operatör, dahiliye zabitleri, imam ve branş öğretmenleri vardı.

Bibi. Mahmud Cevad ibn eş-Şeyh Nâfî, Ma-arif-i Umumiye Nezareti Tarihçe-i Teşkilât ve icraatı, 1338, s. 338 vd; Esad, Harbiye, 747 vd; Ergin, Maarif Tarihi, III, 973 vd; F. R. Unat, Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış, Ankara, 1964, s. 72; Karal, Osmanlı Tarihi, VIII, 400; Salname-Maarif, IV, 148-150.

NECDET SAKAOĞLU



ÂŞİYAN

Bebek ile Rumelihisarı arasında, bugün aynı isimle anılan mezarlık sırtlarında bulunan semt. Sahilden denizin içine uzanan dil, Boğaz'ı çok daralttığı için buraya Yunanca Lomekopi, Türkçe olarak da Boğazkesen denilmişti. Eremya Çelebi Kömürciyan, Boğaziçi'ndeki üçüncü burun olan bu mahalde denizde iri kayalar bulunduğunu kaydetmektedir. Bu kayalardan ötürü semte Kayalar Köyü adı verilmişti. Evliya Çelebi, Önkayalar denilen Sıdkî Efendi Ca-mii'nin de bulunduğu mevkide o dönemde 40-50 ev olduğunu söyler. 17. yy yazarlarından Kömürciyan ve 18. yy yazarlarından İnciciyan da burada Türklerin oturduğunu, sahilde bir küçük mescit, birkaç bahçe ve ilerisinde servi ağaçlarının yükseldiği bir Müslüman mezarlığı olduğunu kaydederler. Bu mezarlık Üsküdar'dan sonra Boğaziçi'ndeki ikinci önemli mezarlıktı. Hi-sar'da yaşayan Müslüman ahalinin bes-

Âşiyan'da Tevfik Fikret'in Edebiyat-ı Cedide Müzesi (Âşiyan Müzesi) olarak kullanılan evi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kütüphaneler ve Müzeler Genel Müdürlüğü

Yerel giysileriyle Aşiret Mektebi öğrencileri. Abdullah Biradeıier'e ait iki fotoğraf.

Ş. Tekin-G. A. Tekin (Editör), "Imperial Self-Poıtrait: The Sultan Abdül Hamid IFs Photographic Albums", Journal of

Turkish Studies / Türklük Bilgisi Araştırmaları, c. 12, 1988

içte ciddi sorunların gündemde olduğu bir sıradaki bu eylem, II. Abdülhamid'i kaygılandırdı. O yılki tatilden sonra okul bir daha açılmadı.

Aşiret Mektebi sınıflarının ders programları, dengi okullara oranla çok basitti. İlk iki sınıftaki Kuran-ı Kerim, ulum-ı diniye, ilm-i hal, kıraat-ı Türkî, imla, talim, sonraki iki yılda da okutuluyor, ayrıca lıüsn-i hat, lügat, hesap, tecvit, kı-sas-ı enbiya, sarf-ı Türkî, coğrafya, Fransızca, sarf-ı Arabî, nahv-i Türkî, Farisî, Tarih-i İslam, kitabet-i Türkî, malûmat-ı mütenevvia, resim, Tarih-i Osmanî, ka-vaid-i Osmaniye, mükâleme-i Türkî,

rencinin gelmesiyle beş yıllık okulun sınıflan tamamlandı ve 250 mevcudu oldu. Rüştiye-idadi düzeyindeki Aşiret Mektebi'ni bitirenler Harbiye ve Mülkiye mekteplerine girebilmekteydiler. Amaç, bu okullarda okuyanların Osmanlılığı, Türklüğü, Osmanlı hanedanım seven ve savunan aydınlar olarak memleketlerine subay ve yönetici kimlikleriyle dönmeleriydi. Okulun İstanbul'da açılışının bir nedeni ise onları bu görkemli kentte büyülemekti. Ayrıca, II. Abdülhamid, Arap aşiret reislerinin yetişkin oğullarını İstanbul'da rehin tutarak olası ayaklanmaları önlemeyi de düşünmüş, ayrıca bu gençleri himayesinde göstermek suretiyle de Araplar arasında sempati toplamayı amaçlamıştı. Yatılı olan okulda öğrencilerin gereksinimlerinin en iyi şekilde karşılanması, her birine ayda 30 kuruş harçlık verilmesi, törenlerde ön sıraları almaları vb de aynı düşüncelere dayanıyordu. Öğrencilerin iki yılda bir, özel görevliler eşliğinde memleketlerine ziyarete gitmeleri de sağlanıyordu.

1902'de okula ilk kez 18 Arnavut genç de alındı. Böylece genel mevcut Arap, Kürt ve Arnavut gençlerinden oluştu. Ancak, her yıl muhtelif bölgelerden gönderilen gençler, amaçlandığı gibi, yörelerin ve aşiretlerin hanedan, reis ve şeyh çocukları olmayıp sıradan ailelerin çocuklarıydı. Bu ise amaca aykırıydı. Diğer yandan 1897'de Mülkiye Mek-tebi'ne Aşiret Mektebi mezunları için özel bir sınıf açılmıştı. Bir yıl süreli bu sınıfın çok basit programını izleyenler, kendi bölgelerine kaymakam atanmaktaydılar. Mülkiye Mektebi'nin bu sınıfından 1907'ye değin dört dönem mezun verilmiştir.

Giderek şımaran ve kozmopolit bir okul topluluğu oluşturan Aşiret Mektepliler, 1907'de, okul yönetiminden şikâyetle yemek boykotu yaptılar. Dışta ve

içmeleri olan çırpıcılar Kayalar Köyü sahillerinde köy ve hisar sakinlerinin çamaşırlarını yıkarlardı. Bugün Kayalar Köyü'nün ismi, burada bulunan cami dışında tamamen unutulmuştur. Sahil ve sırtlar Âşiyan semti olarak bilinir.

17. yy'da burada Nişancı Ahmed Sıt


kı Efendi (Paşa) (ö. 1662/63) tarafından,
Kayalar Mescidi olarak bilinen, duvarla
rı kagir, çatısı ahşap bir mescit yaptırıl
dığı kaydolunmuştur. Evliya Çelebi bu
mescidin üst tarafında bulunan Kadiri
dergâhı ile I. Süleyman (Kanuni) döne
minde yaşamış bir Bayramî-Melamî şey
hi olan İsmail Maşukî'nin anıtmezarını
efsanevi bir tarzda anlatmaktadır. 1551'
de müritlerinden Irakîzade Hasan Efen
di, İsmail Maşukî'nin başının gömülü
olduğuna inanılan Kayalar Mescidi'ne
bitişik Şeyh Mehmed Efendi naziresinde
şeyhin anısına bir anıtmezar yaptırmış
tır. Mescidin hemen arkasında, Melamî-
lere karşı inşa edildiği söylenen Kadiri
Tekkesi'nin bugün hiçbir izi kalmamış
tır. Dergâhın sırtlarındaki bağ ise birkaç
kez kaptan-ı deryalık yapmış ve Girit'in
fethinde önemli rol oynamış Deli Hüse
yin Paşa'ya aitti. Bu bağ, Rumeli Hisa-
rı'nın arkasında, bir Bektaşî tekkesi olan
Nafi Baba Tekkesi'ne kadar uzanıyordu.

Vakanüvisler ve arşiv belgeleri 16. yy'da bu sahilde eşkıyanın ve haydutların mekân tuttuklarına işaret etmektedir. 17. yy'da ise bir başka efsanevi kişilik, gemicilerin dostu olarak tanınan Durmuş Dede burada bir dergâha adını verir. Durmuş Dede'nin I. Ahmed zamanında (1603-1617) Akkirman'dan İstanbul'a gelerek Kayalar Köyü mezarlığının bittiği yere yakın bir noktada, deniz kenarında bir tekkede şeyh olan Akkir-manlı Ali Baba'nın yanına yerleştiği söylenmektedir. Aslında tekkenin kurucusu, I. Süleyman (Kanuni) zamanında Mısır'dan İstanbul'a göçen Şeyh İbrahim Gülşenî halifelerinden Hasan Zarifi Efendi (ö. 1569) olduğu halde tekke Durmuş Dede'nin adıyla anılagelmiştir. Zamanla, Boğaz'dan geçen gemilerin tekkeye zahire yardımında bulunmaları bir gelenek haline geldi. Hadîkatü'l-Ce-vâmtyi yazdığı 17ö8'de, Hafız Hüseyin Ayvansarayî bu geleneğin hâlâ devam ettiğim kaydetmektedir. Çeşitli kaynakların, yerini Rumelihisarı yönünde Kayalar Köyü yakınında tespit ettiği Durmuş Dede Tekkesi'nden günümüze hiçbir iz kalmamıştır. Bu tekke Gülşeni tekkesi olarak kurulmuşsa da Ahmed Münib Üsküdari'nin Mecmua-i Tekâyâ adlı eserinde ayin günü Çarşamba olan bir Şabanî dergâhı olarak gösterilmiştir.

1715'te ölmüş olan Fennî Mehmed Dede Boğaziçi köyleri üzerine yazdığı Sahilname'âe bu semt için fiske tâşıyle eğer ürker ise gülşenden / bülbül-i zâre Kayalar kadar olmaz mesken demiştir.

18. yy sonundan 19. yy ortalarına ka


dar olan dönemi kapsayan bostancıbaşı
defterlerinde bu sahilde hekimbaşı, re-
isülküttab ve ulemadan önemli devlet
görevlilerinin yalıları olduğu kaydedil-

miştir. Bunların içinde Tavukçu Reis adı ile bilinen Reisülküttab Mustafa Efen-di'nin yalısı kayda değer. Mustafa Efen-di'nin geniş bir bahçe içindeki yalısını devlet ricali ve Avrupa elçileri gizli görüşmeler için sık sık ziyaret ederlerdi. Mustafa Efendi'nin hayratından olan, Kayalar Mescidi'nin yakınında ve sahilde bulunan 1763 tarihli çeşme, 19l4'te sahil yolunun genişletilmesi sırasında yıkılmış; yalı ve Deli Hüseyin Paşa Bağı Robert Kolej'in mülkiyetine geçmiştir. Devlet protokolünde nişancılardan hemen sonra gelen reisülküttabların da hep bu mahalde yerleştiklerini göz önüne alırsak Boğaziçi sahillerinin yerleşim hiyerarşisine dair bir başka geleneği yakalamış oluruz. Bir başka 18. yy yalısı, Yılanlı Yalı'nın kötü bir restorasyon geçiren selamlığı halen ayaktadır. Semt bugünkü adım şair Tevfik Fikret'in bu mahaldeki evinden almaktadır. Farsça bir sözcük olan "âşiyan"ın anlamı "kuş yuvası"dır.



Bibi. B. Tanınan, "Settings for the Venerati-on of Saints", The Dervish Lodge, Berkeley, 1992, s. 169; M. T. Gökbilgin, "Boğaziçi", lA, II, 677; Evliya, Seyahatname, I, 314; Kömürciyan, İstanbul Tarihi, 41, 219, 260; tncici-yan, İstanbul, 116; R. E. Koçu, "Âşiyan", IS-

7Wl6lvd TÜLAY ARTAN

ÂŞİYAN

Rumelihisarı'nda Âşiyan (Kayalar) Me-zarlığı'nın önünden başlayan yolun solunda Robert Kolej'in doğusundaki sırttadır. Tanınmış şair Tevfik Fikret'in evi olan konut, 1946'dan beri İstanbul Bü-yükşehir Belediyesi'ne aittir ve müze olarak hizmet vermektedir (bak. Âşiyan Müzesi).



Âşiyan, kagir bir zemin kat üzerinde iki ahşap katı olan üç katlı küçük bir evdir. Evin önemi Tevfik Fikret'e ait oluşunun yanısıra onun tarafından tasarlanmış ve yapılmış olmasındadır. 19. yy'ın sonuna doğru Avrupa'da, daha çok da İngiltere'de görülen amatör ve kişisel tasarım ürünü ve kırsal karakteri belirgin küçük konut yapımının Türkiye'de bilinen birkaç örneğinden biridir.

İngiltere'de "arts and crafts" (bak. art nouveau) hareketiyle başlayan, önce mimarlar eliyle, sonraları ise amatör ta-sarımcılarca sürdürülen rahat, cesaretli, serbest taşra evi yapımları özgür bir yaşam kültürü ile birlikte dönemin aydın kesimi, düşünür ve sanatçıları tarafından da benimsenmiş bir moda idi. "Do-mestic styl" veya "domestic revival" olarak anılan, genellikle farklı stillerden seçilmiş başka başka motiflerin karışımının pitoresk olanaklarından yararlanan bir eğilimdi. Yayın tekniklerinin ve olanaklarının gelişmesiyle ortaya çıkan dergi ve model kitaplarıyla yayılan bu eğilimin en başarılı örneği, mimar Ph. Webb'in (1831-1915), İngiliz yazar ve politikacı W. Morris için onunla birlikte tasarladığı ünlü Red House'dur.

Osmanlı elit kesiminin Avrupa'da olan bitenden habersiz olduğunu sanmak yanıltıcı olur. Özellikle dergi ve

Tevfik Fikret'in Âşiyan'ı tasarlarken yaptığı küçük ev resimleri. Fotoğraflar Erkin Emiroğlu, 1993

model kitaplarının İstanbul'a da gelmiş olduğu, kitaplık ve arşivlerdeki varlıklarından ötürü kesindir. Âşiyan Müze-si'nde Fikret tarafından yapılmış küçük ev resimleri, sözü edilen model kitaplarındaki ev resimlerine birebir benzemektedir. Bu küçük resimler, Fikret'in "domestic revival"ı tanıdığının kanıtlarıdır. W. Morris gibi Fikret'in de kendine özgü bir konut yapma isteği, çağının duygu ve düşünce dünyasına yakınlığının da işaretidir. Hattâ adının "Âşiyan" oluşu, çağrıştırdığı şiirsellik, hüzün ve

ÂŞİYAN MÜZESİ

372

373


AŞURE

BURHAN FELEK'TEN BİR AŞURE ANISI

Peder merhum uzun müddet Evkaf Nezaretinde (Vakıflar Bakanlığı) memuriyet etmişti. Evkaf Nezareti de Muharremde aşure pişirtip dağıtırdı. Evkafın dağıttığı bu aşure, şimdi yerine Bahçekapısı Dördüncü Vakıf Hanın yapıldığı Hamidiye İmaretinde, zannederim Birinci Abdülhamid'in vakfı olarak pişer, dağıtılırdı. Aşure dağıtmak için hususi deştiler vardı. Muteber yerlere ve kimselere gidecek aşureler Avrupa malı tek kulplu, ağızlı, kapaklı porselen güzel vazo gibi desti-lere konurdu.

Bizim eve, bildiğimiz topraktan içi dışı yeşil sırlı geniş ağızlı destilerle gelirdi. Bu deştiler yarım gaz tenekesi kadar aşure alırdı. Babam merhum müdür olduğu zaman 6 desti aşure geldiğim hatırlarım. Ye babam ye!.. Tabii biz de konu komşuya dağıtırdık. Ama kendimiz de ayrı aşure pişirirdik. Babam merhumun ilk memuriyeti bu aşurelerin piştiği Hamidiye imaretinde anbar memurluğu ile başlamış imiş. O bize anlattı. Aşureler, imaretin büyük, ama birkaç tonluk kazanlarında bir gün evvelden pişermiş. Muharremin dokuzunu onuncu gününe bağlayan gece soğuduktan sonra sabah erkenden kapıları halka açar-larmış... Çoluk çocuk, kız kızan genç ihtiyar eline ne geçirirse imarete koşar kazana daldırılmış. Bir gün kalabalık öylesine hücum etmiş ki elindeki saplı gaz tenekesini biraz derinleşmiş olan kazana daldırmak için fazlaca içine eğilen bir Arap (zenci) arkadakilerin de tazyiki ile başaşağı aşure kazanına düşüp boğulmuş. Rahmetli peder: "Kazanda aşure bittikten sonra cesedini çıkardılardı" diye anlatırdı...

Milliyet, 20 Mart 1970

içedönüklük dönemin egemen eğilimi olan art nouveau'nun sembolist estetiğinden hiç de uzak değildir.

Âşiyan, istanbul konutlarından izlenimler taşıyan ama "domestic revival" örneklerine daha yakın olan bir tasarımdır. Planında, profesyonel bir tasarımcının yapmaması gereken yanlışlar vardır. Üst kattaki çift koridor veya taş duvarın konutu kesen pozisyonu bunlardan biridir. Buna karşılık "bay win-dow" tipi yarım altıgen çıkmaların kullanımı ustacadır. Fikret'in asıl yaşama hacmi olan giriş katı düzenlemesine özen gösterdiği anlaşılmaktadır. Burada salonun Boğaziçi panoramasına açılan kesimdeki küçük nişlerin veya şöminenin konumu son derece kişiseldir.

Fikret'in iç mekân düzenlemelerini büyük ölçüde art nouveau mobilya ve kumaşları kullanarak gerçekleştirmiş olduğu çeşitli betimlemelerden anlaşılmaktadır. Âşiyan, şairin resim ve mimarlığa olan yakınlığının onun edebiyat dışı kişiliğini ne denli "avant garde" bir çizgiye ulaştırdığının göstergesi ve ölçütü olan önemli bir yapıttır.



Yüklə 7,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   84   85   86   87   88   89   90   91   ...   129




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin