4.2
Râfizî şöyle diyor:
“İbn-i Ömer (r.a.), Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğunu naklediyor:
“Âhir zamanda soyumdan biri çıkacaktır ki, ismi ismim gibidir. Künyesi de benim künyem gibidir. Yeryüzü zülüm ile doldurulduğu gibi, O, yeryüzünü adaletle doldurulacaktır. O da Mehdidir.”
Cevap olarak Râfizî'ye şöyle diyoruz:
Mehdi'nin geleceği ile ilgili olarak rivayet ettiğin hadisler doğrudur. Bunları Ahmed, Ebu Dâvûd ve Tirmizî rivayet etmişlerdir. Bunlardan bir tanesi de, İbn-i Mesud'un merfu olarak rivayet ettiği şu hadis-i şeriftir:
“Dünya ömründen birtek gün kalsa da, Allah kalan o son günü uzatacaktır, ta ki, Ehl-i Beytimden bir zat çıkacak, ismi ismime, babasının ismi babamın ismine benzeyecek, yeryüzü zulümle doldurulduğu gibi, O, yeryüzünü adaletle dolduracaktır.” (Ebu Davud Mehdi: 1, Tirmizi Fiten: 5)
Ebu Dâvûd ve Tirmizi'nin Ümmü Seleme'den rivayet ettikleri başka bir hadiste:
“Mehdi, benim soyumdan, Fatıma'nın torunlarındandır.” buyuruyor. (Ebu Davud Mehdi: 1)
Ebu Dâvûd aynı hadisi Ebu Saîd yoluyla rivayet ederek:
“Yeryüzüne yedi sene hükmedecektir.” ifadesini kaydetmiştir. (Ebu Davud Mehdi: 1)
Hz. Ali'den rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Hz. Hasan'a bakarak şöyle buyurmuştur:
“Bu zatın soyundan ismi Peygamberinizin ismine, ahlakı da onun ahlakına benzeyen fakat, yaratılışta ona benzemeyen bir zat gelecektir ki, yeryüzünü adaletle dolduracaktır.” (Ebu Davud Mehdi: 1)
“Meryem'in oğlu İsa'dan başka mehdi yoktur.” manasındaki hadise gelince, zaiftir. Bu hadislere de muarız değildir. Görüldüğü gibi hadislerde geçen “İsmi Muhammed b. Abdullah” ifadesi, Mehdi'nin beklenen Muhammed b. Hasan'dır, diyenlere reddiyedir.
Sonra, Mehdi Hüseyin'in değil Hasan'ın soyundandır. Batıniler, Hüseyin'in mehdiliği kendine mal etmesinin boş bir dava olduğunu iddia etmişlerdir. Onlara göre, Mehdi Meymun El-Kaddah'ın torunlarındandır.
Meymun ise, İsmailiyye fırkasının mensub olduğu Muhammed oğlu, İsmail oğlu, Cafer oğlu Meymun'dur. Bunlar kafir olup mezheplerini mecusilik felsefesinden ve putperestlikten meydana getirmişlerdir.
İbnül Bakillâni, Kadı Abdül Cabbar ve Gazali gibi alimler bunların rezaletiyle ilgili olarak kitap telif etmişlerdir. işte, Muhammed b. Abdullah b. Tomart, Ali oğlu Hasan'a giden bir nesep uydurarak Mehdi lakabı ile lakablandırılmasını sağlamış ve ma'sum olduğunu iddia etmiştir. Mansur oğlu Muhammed b. Abdullah da aynı hadisten dolayı Mehdi lakabı ile lakablandırılmıştır.
4.3
Râfizî devamla şöyle diyor:
“Açıkladığımız gibi her asır için ma'sum bir imamın varlığı şarttır. Bunlardan başka da masum imamın olmadığı icma ile sabittir.”
Râfizî'nin bu iddiasını daha önce açıkladığımız gibi ilk imamlarca red edilmiştir. Zaten onlardan sonra gelen imamların imamlığında icma olmadığı açıktır.
Devamla deriz ki, zamanımızda beklediğiniz masum, dörtyüzaltmış seneden beri ondan bir ses çıkmadı. (Bu rakam eserin kaleme alındığı tarihe göre söylenmiştir. Eser ise H. 661-728 tarihleri arasında yazılmıştır. ) Üstelik bazı idarecilerin disiplini ondan daha etkili olduğuna göre, böyle birisi var olsa da ne faydası olur?
Kaldı ki, O bir madumdur. Bundan size hiçbir menfaat geldi mi? Geçmiş ve geleceklere bundan herhangi bir menfaat hasıl oldu mu? Aslında, O sizce kayıp, bizce de hiç yoktur! Böylece ondan hiçbir menfaat beklenemez.
5.1
Râfizî şöyle diyor:
“Ali (r.a.)'den öncekiler bazı sebeplerden dolayı halife değildirler.”
Ey Râfizî!
Aksine onlar halifeliğe en lâyık olanlardır. Allah (c.c.) Onlara kıt'aların fethini müyesser kılmıştır. Onlar Râşid Halifelerdir. Halifelerin bu güzel meziyetlerinde sizden başka hiç bir müslüman ihtilâfa düşmemiştir.
Ey Râfizîler!.. Ebubekir, Ömer ve Osman (Allah cümlesinden razı olsun) halifeliğe en lâyık ve onun gerçek sahipleri idi. Biz buna kesin olarak inanıyoruz. Aksini isbatlıyacak kat'î veya zannî hiçbir delil yoktur.
Hülasa olarak, Râfizî'nin getirdiği deliller iki şeyden hâlî değildir.
Birincisi, sıhhatini bilmediğimiz nakli deliller.
İkincisi, getirdiği delillerin ilk üç halifenin imametini batıl kılacak güçte olmamaları…
Şüphesiz ki, bilinmeyen hükümlerle doğruluğu kat'î olan hükümler iptal edilemez. İlk üç halifenin imametinde şüphemiz olmadığına göre, şüpheli şeylere tafsili bir şekilde cevap vermeye gerek duymuyoruz. Ancak, şüpheli olan delillerin bozukluğunu açıkladığımız taktirde bu durum, hakiki daha da güçlü kılacaktır.
5.2
Râfizî şöyle diyor:
“Ebubekir şöyle demiştir:
“Bana musallat olan bir şeytanım vardır. Binaenaleyh doğru yolu takip ettiğim müddetçe bana yardımcı olunuz. Şeytana uyar, haktan ayrılırsam beni doğrultunuz.” halbuki imamın mahiyetindekilerini doğrultması gerekirken nasıl oluyor da mahiyetindekilerden kendisinin doğrultulmasını ister?”
Râfizî'nin bu iddiasına karşı cevabımız şudur:
Bu rivayetin gerçeği şöyledir:
“Benim gazaplı olduğum haller vardır. O hal bende görülür görülmez benden sakının ki, bedenlerinize bir zarar gelmesin” ve devamla Ebubekir (r.a.) şöyle diyor:
“Allah'a itaat ettiğim müddetçe siz de bana itaat ediniz. O'na isyan ettiğim taktirde de sizin bana itaat etmeniz farz değildir.”
Aslında bu söz Ebu Bekir'in (r.a.) methedilimesini gerektiriyor. Çünkü O, gazap anında başkasına zarar vermekten korkuyor. Kaldı ki, Buhari'de rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
“Hâkim gazaplı (sinirli) olduğu halde iki kişinin arasındaki davaya bakmasın” (Buhârî Ahkam: 13, Müslim Akdiye: 16, Tirmizi, Ahkam: 7 Ebu Davud, Akdiye: 9, Nesai Kudat: 17)
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu hadisiyle sinirlilik halinde hâkimin karar vermekten sakınmasını emretmektedir. Zaten sinirlilik hâli insanoğlunun başına gelen tabiî bir durumdur. Hatta insanoğlunun efendisi şöyle buyurur:
“Ben de bir insanım. Diğer insanlar gibi sinirlenebilirim.” (Müslim Birr: 25)
Müslim'in rivayet ettiğine göre, iki kişi Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın yanına girerek O'nu kızdırdılar, bunun üzerine onlara lanet etti.
Netice şu ki, Ebubekir'e (r.a.) veya Ali'ye (r.a.) isyan edip, onları sebbeden (söven) herkesin te'dip edilmesi gerekir. Buhari'de İbn-i Mes'ud'dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
“Sizden her birinizin cinlerden bir arkadaşı vardır.”
“ Senin de mi? Ya Rasulallah, demeleri üzerine”:
“Benim de vardır. Ancak, Allah beni ona galip kılmıştır. Onun için bana ancak hayırlı olanı söylüyor.” buyurdular. (Müslim Münafıkun: 70, Nesai, İşaretü'n- Nisa: 4)
Müslim'de de Aişe'den (r.a.) rivayet edilen ve buna benzeyen bir hadis daha vardır.
Ebubekir'in (r.a.) “Saparsam beni doğrultunuz” sözü, adalet, takva ve insafının kemâline delâlet eder.
Ey Râfizî :
“Mahiyetindekilerini düzeltmek imamın özelliklerindendir. Nasıl oluyor da bu görevi onlardan isteyebilir?” sözüne karşı cevabımız şudur:
Senin bu iddianı kabul etmiyoruz, çünkü imam onları kemâle erdiremediği gibi, onlar da imamı kemale erdiremezler. Ancak iyilikte ve takvada birbirlerine yardımcı olurlar.
Başkasını kemâle erdirmek, hiçkimseye muhtaç olmayan yalnız Allah'ın zâtına mahsustur.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabıyla istişare eder ve gerektiğinde onların görüşleriyle ameI ederdi.
5.3
Râfizî şöyle diyor:
“Ömer şöyle demiştir: Ebubekir'e biat bir kayma idi. Allah bizi onun şerrinden korudu, kim bu biat'a benzer bir biat'a dönerse onu öldürün. Bu söz ise Ebubekir'e töhmeti gerektirir.
Bu iddiaya da cevabımız şudur:
Müslim ve Buhari'de rivayet edilen Ömer'in (r.a.) sözü şöyledir:
“Sizden bazılarınızın şayet Ömer ölürse, filan adama biat edeceğim, dediğini duydum, sizden biriniz, Ebubekir'in biati bir kayma idi deyip de kendisini aldatmasın. O biat gerçek bir biat idi. Fakat Allah (c.c.) -ihtilafı bir an önce sona erdirmekle- fitneyi söndürdü. Aranızda boyunların kendisine râm olacağı, kim varsa o da ancak Ebubekir'dir.”
5.4
Râfizî şöyle diyor:
Allah (c.c.) şöyle buyurur:
“Senin zürriyetinden olan zâlimler benim ahdime nail olamaz.” (Bakara: 2/124)
Allah (c.c.) bu âyetle imametin zâlime verilemiyeceğini haber veriyor. Zâlim ise kâfirdir. Çünkü Allah (c.c.):
“Kâfirler zalimlerin ta kendileridir” buyurmuştur. Şüphesiz ki ilk üç halife Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ortaya çıkıncaya kadar putlara tapan kâfirler idiler.”
Ey Sapık Râfizîcik!
Her şeyden önce küfürden sonra İslâm sahibine geçmişten hiçbir günah bırakmaz. İslâm geçmişi tümü ile siler. Bu, dinin bilinen zaruretlerindendir. İslâm fıtratı üzerine doğanlar, bilâhare ve bizzat müslüman olanlardan üstün değildir. Böyle olsaydı İslâm fıtratı üzerine doğan herkes ashaptan üstün sayılması gerekirdi. Halbuki insanların en hayırlıları Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in içinde yaşadığı asrın mü'min insanlarıdır. Onlardan bazıları bilahare müslüman olmalarına rağmen, sonradan müslüman anne ve babadan doğanlardan daha faziletlidirler. Bunun içindir ki, birçok âlimler, peygamberlere iman edenlerden birini peygamber olarak göndermesi Allah için caizdir, demişlerdir.
Allah (c.c.) şöyle buyurur:
“Bunun üzerine İbrahim'e (ilk olarak) Lût iman etti” (Ankebut: 29/26)
Zaten Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) peygamberlik geldiği zaman küçüklü büyüklü bütün Kureyş mü'min değildi. Eğer Kureyşin erkekleri putlara tapıyorlardı, deniyorsa, çocukları da kendileri gibidir. Ali (r.a.) de bunlardandır. Çocuğun küfrü kendisine zarar vermez diyorsanız, büyüğün imanı gibi küçüğün imanı yoktur, cevabını veririz. Üstelik baliğ olanı kimse küfrü bıraktığı takdirde imana girmiş olur, fakat bulûğa varmamış çocuk için iman da küfür de söz konusudur. Ebeveyni kâfir olan çocuklar dünyada kâfir muamelesine tabî oldukları icmâ ile sabittir. Ama bulûğdan önce çocuk müslüman olursa İslâmî hükümlere tabî olup olmaması hususunda ihtilaf vardır. Fakat bulûğ çağında İslâmı kabul edenin müslümanlığında asla ihtilaf yoktur. Ondan sonra Ali'nin (r.a.) putlara secde etmediği de kesin bir şekilde sabit değildir. Ali (r.a.) gibi Zübeyr (r.a.) de bulûğdan önce müslüman olmuştur.
Netice olarak deriz ki: kim küfürden sonra İslâmı kabul eder ve Allah'tan korkarak emirlerine sarılırsa ona zulüm isnad etmek caiz değildir. Allah (c.c):
“Zalimler benim (ahdim) imametime nail olamaz” (Bakara: 2/124) buyuruyor.
Bu âyetin mânâsı şudur: Yani imametim zalime değil âdil'e tevdi edilir. Binaenaleyh zâlim bir kimse tevbe eder âdil olursa imamet ona tevdi edilebilir. Böylece övülenlerden olur.
Allah (c.c.) şöyle buyurur:
“İyiler cennettedir” (Muttaffifin: 83/22),
“Gerçekten Allah'tan korkanlar emin makamdadırlar.” (Duhan: 44/51)
Şunu da iyi bil ki, müslümana imanından sonra kâfirdir diyen, ümmetin icmaı ile kendisi kâfir olur.
Ebubekr'in (r.a.) imametini reddeden râfizî şöyle diyor:
“Ebubekir (r.a.) şöyle demiştir:
“Beni vazifeden alınız. Ben sizin hayırlınız değilim.” Eğer gerçekten imam olsaydı, kendisinin işten elçektirilmesini talep etmezdi.”
Ey Râfizî!
Bunun sıhhati nedir?
Yoksa naklettiğin herşey sahih mi kabul edilecektir?
Ebubekir'e (r.a.) isnad edilen söz doğru da olsa, “Eğer gerçekten imam olsaydı kendisinin işten el çektirilmesini talep etmezdi” sözün bu konuda hiçbir kıymet ifade etmez. Çünkü bu sözün kuru bir iddiadır.
5.5
Râfizî şöyle diyor:
“Ebubekir sekeratta iken şöyle demiştir:
“Keşke Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) Ensar'ın (Medinelilerin ) imamette haklarının olup olmadığını sorsaydım”.
Bu durum kendisine yapılan biattan şüphe ettiğini ifade eder. Halbuki Sakîfe günü, ensarı ilk olarak biata zorlayan Ebubekir olmuştur.”
Ey Râfizî!
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)ın:
“Bütün imamlar Kureyştendir” hadisi sahihtir. (Müslim İmaret: 1)
Böyle olmasına rağmen Ebubekr'in (r.a.) bu hadisten ve imametinden şüphe ettiğini kim söyleyebilir?
Ebubekir'e (r.a.) isnad ettiklerin tamamen yalandır. Durum Ebubekir (r.a.) ve arkadaşlarınca tamamen malûmdur. Ebubekir'in (r.a.) bu sözü söylediğini farzetsek dahi, bu Onun yüceliğine işarettir. Çünkü imamların Kureyş'ten olduklarını bilmemiş olabilir. Binâenaleyh içtihad etti ve içtihadı da nassa uymuş oldu. Ebubekir'e (r.a.) isnad ettiğin bu sözde aynı zamanda Ali (r.a.)'nin halifeliğine delâlet eden bir nass'ın olmadığı anlaşılıyor.
5.6
Râfizî şöyle diyor:
“Ebubekir ölmek üzere iken şöyle demiştir:
“Keşke Fâtıma'nın evini bulmaz olaydım. Keşke beni Sâide'nin evinde birine biat ederek Onu Emir yapıp ben de vezir olaydım.”
Bu söz de, Ali ve Zübeyr'in başkalarıyla birlikte Fatıma'nın evinde toplantı halinde iken Ebubekir'in oraya gittiğini, aynı zamanda hilafetin kendisinden başkasına daha lâyık olduğunu ifade eder.”
Ey Râfizî!
Sahih nakil olmadığı müddetçe bu gibi uydurmalar kabul edilemez.
Ebubekir'in, Ali ve Zübeyr'e (r.a.) eziyet etmediğini kesin olarak biliyoruz.
Hatta Ona biat etmeden vefat eden Sâ'd b. Ubâde'ye de eziyet etmiş değildir. Ebubekir'in (r.a.) eve gitmesinin gayesi müslümanlara paylaştıracak Allah'ın malından birşey bulunup bulunmadığını öğrenmek için idi. Fakat daha sonra orada bulunan malın kendilerine bırakılmasını uygun görmüştür.
Maalesef câhiller Ashab-ı Kiramı Fatrma'nın (r.a.) evini bastıklarını, onu yaktıklarını ve karnındaki çocuğunu düşürünceye kadar Fâtıma'yı dövdüklerini iddia ediyorlar. Hiçbir sebep yokken bu ümmetin en mümtazı olan Sahabe neslinin, peygamberlerinin kızına bu şekilde hakarette bulunduklarını hangi akıl kabul edebilir?
Allah (c.c.) bu haberleri uyduranlara ve râfizîliği icad edenlere lanet etsin!
5.7
Râfizî şöyle diyor:
“Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
“Üsâmenin ordusunu techiz ediniz”. Bunu defalarca tekrar etti. Orduda Ebubekir ve Ömer de vardı. Rasulullah Ali'nin gitmesini istemedi, çünkü kendisinden sonra bu ikisinin halifelik üzerinde hak iddia etmelerini menetmek istedi. Fakat Ebubekir ve Ömer (r.a.) Rasulullah'ı (sallallahu aleyhi ve sellem) dinlemediler.”
Ey Râfizî!
Bu haberin sıhhati nerededir?
Naklî delilleri hüccet olarak getiren herkesin mutlaka bu delillerin sıhhatini bildikten sonra onlara dayanması gerekir. Halbuki bu haber tamamen yalandır. Ebubekir (r.a.) kesinlikle Üsame'nin ordusunda değildi. Ömer (r.a.)'in orduda bulunduğuna yalnız bir tek görüş vardır. Gerçek ve tevatürle sabit olan Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in hastalığı esnasında vefat edinceye kadar Ebubekir'i (r.a.) namazı kıldırmak için yerine imam olarak tayin etmesidir. Hatta Rasulullah'ın vefat ettiği günün sabah namazını Ebubekir (r.a.) kıldırmıştır.
Vefatından bir müddet önce Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hücre-i saadetinin perdesini kaldırıp, ashab-ı kiramı Ebubekir'in (r.a.) arkasında saf bağladıklarını görünce çok sevinmiştir.
Hâl böyle iken Ebubekir (r.a.) yola çıkmış olan Üsame'nin ordusunda bulunması mümkün mü?
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ali'yi (r.a.) halife yapmak isteseydi bu iki zat Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) emrine nasıl mâni olabilirlerdi?
Üstelik bütün müslümanlar Allah ve Rasulüne itaat ederek bu nass'ı uygulayacaklardı. Kaldı ki, Rasulullah, Ali'yi (r.a.) imamete getirmek isteseydi hastalığı esnasında Onu yerine vekil olarak tayin edecekti. Hiç de Ebubekir'i (r.a.) namaz için vekil tayin etmezdi.
5.8
Râfizî:
“Rasulullah Ebubekir'i hiçbir işe halife olarak tayin etmemiştir. Aksine Ebubekir'in üstüne halife tayin etmiştir” diyor.
Ey Râfizî!
Namaz, hac ve zekat gibi ibadetlerin ifâsı için yapılan vekâletten üstün bir vekâlet var mıdır?
Rasulullah ayrıca Ebubekir'in dışında birçok kimseleri de zaman zaman Emîr olarak tayin etmiştir. Amr b. As, Velid İbn-i Ukbe ve Ebu Süfyan b. Harb gibi.
Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) Ebubekir'i (r.a.) tayin etmemesi de Onun noksanlığına delâlet etmez. Ebubekir Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) veziri idi. Mühim işlerinde hiçbir zaman ondan ayrı kalmazdı. Ondan sonra da Ömer (r.a.) gelirdi.
5.9
Râfizî şöyle diyor:
“Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Berâe sûresini (müşriklere) tebliğ etmek üzere önce Ebubekir'i tayin etti. Daha sonra tebliğ işini üstlenmek üzere Ali'yi tayin ederek Ebubekir'in geri dönmesi için Ali'ye emir verdi. Bir sûreyi tebliğ etmeye yaramayan bir kişi, halife olabilir mi?”
Ey Râfizî!
Bu tam bir iftiradır. Üstelik tevatür yoluyla reddedilmiştir. Çünkü Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Ebubekir'i (r.a.) hicrî dokuzuncu senede hac emirliğine tayin etmiş, ne onu geri çağırmış ve ne de o geri dönmüştür. Ebubekir (r.a.) müslümanların hac işlerini deruhte ederken, onlara namaz kıldırırken Ali (r.a.) de Ona tabî olan ve O'nun yolunu izleyen müslümanlar arasında bulunuyordu. Gerçek olan budur. Bu hususta iki kişi arasıda bile ihtilaf yoktur. Nasıl oluyor ki:
“Rasulullah Ebubekir'in dönmesi için emretmiştir” diyorsun.
Fakat, arapların âdetler gereğince andlaşmaları bizzat kavmin reisi veya onun pek yakın akrabalarından birisinin akdetmesi veya bozması gerekli olduğundan, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), “Berâe” Sûresinin müşriklere tebliği için Ebubekr'in (r.a.) arkasından Ali (r.a.)'yi gönderdiği doğrudur.
Ey Râfizî!
Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) hayatı ile çok yakından ilgisi olan bu durumları bilmiyorsan, sende ilim ne arar?
Sana ve senin gibilere gereken en iyi şey susmaktır.
Allah (c.c.) kalbini körletmişse sana ne yapabilirim?
Senden ne fayda ve ne de hayır beklenir. Sen ancak râfizîllkle tanınıyorsun. Allah'a hamd olsun, afiyet de bize olsun.
5.10
Ey Râfizî!
“İmamet, bütün şer'i hükümleri ümmete tebliğ etmeyi zimmetinde bulunduran bir iştir” diyorsun.
Bu iddian da doğru değildir.
Çünkü ümmet bütün şer'î hükümleri peygamberinden almıştır. Bu hususta imama ihtiyaç yoktur. İmam ancak Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) koyduğu ahkâmı infaz eder. Ebubekir Es-Sıddık (r.a.) bütün bunları en iyi şekilde biliyordu. Bir şeyi kesin olarak bilemediğinde de Ashabı- Kirama sorardı.
Hatta ninenin mirastaki payını Ashaba sormuştur. Onlar da Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) nineye altıda bir verdiğini kendisine bildirmişlerdir. Onun için Ebubekir'in nassa aykırı hiçbir sözü olmamıştır. Ama Ömer (r.a.) ve Osman'ın (r.a.) nassa aykırı bazı hükümleri olmuştur. Ali'nin (r.a.) nassa aykırı olan hükümleri ise her ikisininkinden daha fazla olmuştur. Mesela:
Ali (r.a.), kocası vefat ederken hâmile olan kadının “eb'ad'ül eceleyn” iddet beklemesine hükmetmiştir. Halbuki Buhari ve Müslim'de rivayet edilen ve Subey (r.a.) ile ilgili olan hadiste beyan edildiği gibi hâmile doğurur doğurmaz nikâhının kıyılması helâl olur.
(Eb'ed'ül-eceleyn: Hâmile kadının kocası vefat ettikten sonra, hamilenin veladetiyle vefat arasındaki zaman dört ay on günden az ise, kadının o müddeti dört ay on güne tamamlanmasına eb'ad'ül-eceleyn denir. Aslında doğru ve râcih olan görüş, kocası vefat eden hamilenin doğum yapar yapmaz nikâhının helâl olmasıdır. Koca bir gün önce vefat etse de bu böyledir. )
Şafiî, (Allah Ona rahmet eylesin) Ali (r.a.) ve İbn-i Mes'ud'un nasslara aykırı olan hükümleriyle ilgili olarak bir kitap derlemiştir.
Şâfiîden sonra Muhammed b. Nasr el-Mervezî de Ondan fazlasını toplamıştır. Mervezî Kûfelilerle münakaşa ettiğinde onlara delil olarak nass getirmesine rağmen Kûfeliler:
“Biz Ali (r.a.) ve İbn-i Mes'ud'un görüşleriyle amel ederiz” diyorlardı.
Bunun üzerine Mervezî bizzat Kûfelilerin veya diğerlerinin terkettiği ve Ali (r.a.) ile İbn-i Mes'ud'un görüşü olan bazı meseleleri toplayarak onlara şöyle dedi:
“Size topladığım bu meselelerde Ali (r.a.) ve İbn-i Mes'ud'a muhalefetiniz caiz ise -nassa aykırı olan- diğer meselelerde de onlara muhalefet etmeniz gerekir.”
Ama Ebu Bekir (r.a.) için böyle bir şey söz konusu değildir. Sonra herkes Kur'an-ı Kerim'i Rasulullah'tan (sallallahu aleyhi ve sellem) alıp rivayet ettiği için Ebu Bekir'in (r.a.) bu işe yaramıyacağını söylemek caiz değildir. Hele “Kur'an'ın tebliği Ali'ye (r.a.) mahsus bir iştir” demek hiç de doğru değildir. Çünkü Kur'an-ı Kerim haberi vâhid ile sabit olmuş değildir.
5.11
Râfizî, Ömer (r.a.)'i tezyif için şöyle diyor:
“Ömer şöyle demiştir:
“Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ölmemiştir”. Bu durum Onun akılsızlığına delâlet eder. Ömer bir hamileyi recm etmek isteyince, Ali O’nu vazgeçirmiştir. Bunun üzerine Ömer:
“Ali olmasaydı Ömer helak olacaktı” demiştir.”
Ey Râfizî!
Ömer (r.a.)'in allâmeliği ile ilgili olarak sana nice deliller getirmiştik. Zira Ömer, Ebubekir'den sonra insanların en âlimi idi. Onun Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) için vefat etmediğini söylemesi bir an meselesiydi. Sonra vefatına yakînen inanmıştır. Kaldı ki Ali (r.a.) doğru olarak bildiği bazı şeylerin, bilahare onları bildiği gibi olmadıkları meydana çıkmıştır. Böyle olmasına rağmen Ebubekir (r.a.) ve Ömer (r.a.) hakkında yaptığınız iftiralar gibi hiçbir zaman Ali (r.a.)'ye iftira edilmemiştir.
Hamilenin durumuna gelince, Ömer (r.a.) onun hâmile olduğunu bilmiyordu, Ali (r.a.) O'na durumu hatırlatmıştır.
Ey Râfizî!
Şunu iyi bil ki, Kur'an-ı Kerim bazı yerlerde Ömer (r.a.)'in görüşünü te'yid edici olarak inmiştir. Rasululluh (sallallahu aleyhi ve sellem)'da Ömer için şöyle buyuruyordu:
“Benden sonra peygamber olsaydı Ömer olurdu,”
Ömer (r.a.) tabutuna konulunca Ali (r.a.) Onu övmüş ve Ömer (r.a.)'in Rabbine kavuştuğu gibi Allah'a kavuşmasını temenni etmiştir.
5.12
Râfizî şöyle diyor:
“Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Ey insanlar, Ramazanda gece namazını toplu olarak kılmak bidattir, kuşluk namazı bidattir, ramazanda gece namazı için toplanmayın ve kuşluk namazını kılmayın”; demesine rağmen, Ömer teravih namazı bidatini icad etmiştir. Şöyle ki:
Ömer, geceleyin dışarıya çıktığında, mescitlerin yandığını görüyor.
“Bu lâmbalar nedir?” deyince; insanlar nafile namazı için toplanmışlar, cevabını veriyorlar. Bunun üzerine Ömer, evet bid'attır, fakat ne iyi bir bid'attır, diyor.”
Ey Râfizî!
Râfizîlerden daha fazla yalan söyleyen hiçbir güruh yoktur. Hatta peygambere dahi yalan isnad etmişlerdir. Bu da aşırı cahilliklerinden kaynaklanır.
Ey Râfizî!
Yukarıdaki sözlerinin isnadı nedir? Sıhhat dereceleri nasıldır? Bunun doğruluğu hiç mümkün müdür? Bu öyle bir yalandır ki, bütün yalanlar ondan imal edilebilir. Kaldı ki, bunu hiçbir âlim rivayet etmiş değildir. Âlimlerin en zayıfı dahi bu sözün uydurma ve hiçbir mesnedi bulunmadığını bilir.
Asr-ı Saadette ramazan ayında müslümanlar, peygamberi zîşânın maiyetinde geceleri cemaatla nafile namaz kıldıkları sabittir. Yine sabit olmuştur ki, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabına nafile namaz için üç gece imamlık yapmıştır. Ancak dördüncü gecede cami, cemaatı olmayınca ve bu durumun kendilerine farz olabileceği, cemaatın da bu ibadeti îfa edemiyecekleri korkusu söz konusu olunca Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) camiye gitmemiştir. Bu anlattıklarımız Âişe'nin (r.a.) rivayet ettiği ve sıhhati üzerine ittifak edilen hadis ile sâbittir.
Buhari'de rivayet edildiğine göre Urve, Abdurrahman b. Abdulkâri'nin şöyle dediğini naklediyor:
“Bir ramazan gecesi Ömer b. Hattab (r.a.) ile mescide çıkmıştım. Gördük ki, halk teker teker ve cemaatler halinde teravih namazı kılıyorlar. Kimi de namaz kılanken bunun namazına bir kısım halk da uyuyordu. Ömer (r.a.):
“Öyle zannediyorum ki, bunları bir imam arkasında toplarsam daha hoş olacak” dedi. Sonra azmetti ve hakikaten ertesi gün, Ubey b. Kâ'b (r.a.)'yı teravih namazı için imam olarak tayin edip, cemaatı onun arkasında topladı. Böylece teravih namazı cemaatle kılınmaya başlandı. Başka bir gece yine Ömer b. Hattab ile mescide çıkmıştım. Müslümanlar imamları Ubey b. Kâ'b ile beraber namaz kılıyorlardı. Ömer (r.a.) halkın dini bir heyecan ile namaz kıldıklarını görünce:
“Şu teravihin böyle cemaatle kılınması her yönüyle güzel âdet oldu” diye sevincini belirtti. Ve “Fakat yattıktan sonra kalkıp kıldığınız namaz şu anda kıldığınız namazdan daha üstündür”, sözünü de ilave etti. Bununla gecenin son vaktini kastediyordu.
Daha önce bu şekilde cemaat olmadığı için Ömer (r.a.) buna bid'at demiştir. Fakat şer'i bid'at değildir. Çünkü şer'i bid'at bâtıl bid'attır. Ama Ömer (r.a.)'in yaptığı şer'i delili olmayan bid'attır. Eğer Ramazanın gecelerinde nafileleri cemaatla kılmak kötü birşey olsaydı Emirü'l Mü'minin Ali (r.a.) Kûfe'de iken bunu yasaklardı. Aksine Ali (r.a.) şöyle diyordu:
“Allah Ömer'in kabrini nurlandırsın. O, mescitlerimizi nurlandırmıştır.”
Abdurrahman es-Sülemi'den rivayet edildiğine göre Ali (r.a.) Ramazan ayında Kurrâ'yı toplayarak, onlardan birisinin cemaate imam olup yirmi rekat kıldırmasını emretmiştir. Râvî devamla, Ali (r.a.)'nin cemaate vitir kıldırdığını beyan ediyor.
Arfece Es-Sekafî de şöyle diyor:
“Ali b. Ebi Talib Ramazan gecelerinin ihyâsı için emreder, erkeklere bir, kadınlara da bir imam tayin ederdi. Ben kadınların imamıydım.” (Yukarıdaki her iki rivayeti Beyhakî Süneninde nakletmiştir.)
Kuşluk namazına gelince; sahih hadislerde sabit olduğu gibi Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu namaza çok teşvik etmiştir.
Dostları ilə paylaş: |